1135 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Mareşal Fevzi Çakmak

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt VI, Sayı 16 · Sayfa: 177-206
Mareşal Fevzi Çakmak büyük bir asker, Türk ahlâk ve karakterinin seçkin bir siması, sevgi ve şefkatine güvenilen bir komutandı. Kararlarındaki isabet ve yanılmazlık, görüş ve düşünüşlerindeki mantık ve doğruluğa dayanırdı. İnandığı konuların gerekçeleri çok kuvvetliydi. Her türlü koşullar içinde hiçbir zaman karamsar olmamış, iyimserliğini davranış ve görünüşü ile çevresine de aşılamıştı. Konuşmaları sade fakat çok güçlü, pürüzsüz ve sürükleyici idi. Eleştirilerini özdeyişleriyle süslerdi. Büyük insan ve büyük asker niteliklerini tam olarak temsil eden ve bu aziz yurda büyük hizmetler veren Mareşal Fevzi Çakmak'm yarım asrı bulan fiilî hizmetinin büyük savaşlar bölümü, Balkan Harbi' nde, kolordu ve ordu düzeyindeki birliklerin kurmay başkanlıklarıyla başlayıp, Birinci Dünya Harbi ve bunu takip eden İstiklâl Harbi'nin sonuna kadar on yıl çeşitli cephelerin muharebe meydanlarında sürmüş, bu sürede tümen, kolordu ve ordulara komuta etmiştir.

Milli Mücade Kahramanlarından Baha Said Bey/ Biga 1882-İstanbul 16 Ekim 1939)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt VI, Sayı 16 · Sayfa: 207-222
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Türkocağı, Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti, Millî Kongre ve Karakol Cemiyeti gibi ünlü politika, sanat ve kültür kuruluşlarının kurucu ve yönetici kadrolarında bulunmuş Bahâ Said Bey, en ön saflarda çetin ve tehlikeli birçok hizmetler görmüş, fakat sonunda asla şahsı için bir çıkar ve mevki aramamıştır. Seçkin kişiliğinde varlığını vatan ve milletine adamış gerçek bir milliyetçi ve ülkücü örneği veren Bahâ Said Bey, hayatı boyunca tarihimizin "feragat faslının meşhur, menfaat faslının meçhul" simalarından biri olmuştur. Millî Mücadele tarihimizin diğer adsız kahramanları gibi, Bahâ Said Bey'in de hayatı, kişiliği, faaliyet ve hizmetleriyle eserleri hakkında çok az bilgi vardır.

Bir Yunanlı Yazara Göre Türk İstiklal Savaşı' ndan Önce Yunanistan' da "Genel Durum"

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt V, Sayı 15 · Sayfa: 551-556
1830'da bağımsız bir devlet oluşundan yirminci yüzyılın ilk on yılının sonuna kadar Yunanistan'ın tarihi çok sık iç mücadele ve değişiklik dönemleri ile doludur. Yunanistan'ın bağımsız millî mevcudiyetinin ilk seksen yılı sırasındaki sicili, yeni Yunan Krallığı'nın yakında Balkan Yarımadasındaki imparatorluğun doğal varisi olacağı yolunda Yunan severler arasında fazla heveslilerin besledikleri büyük ümitleri pek haklı gösterecek gibi değildir. 1843'ten ilk anayasanın kabul tarihi 1909'a kadar Yunan siyasî hayatı dince ve ahlâkça terbiye için gösterilebilecek bir manzara, temaşa değildi. Otho'nun halefi 1863'te Yunan tahtına I. Yorgi adı ile çıkan DanimarkalI Prens William iki selefine nazaran işinde daha az gayretli idi, fakat hatalarını tekrarlamak istemeyen bir II. Charles'in dünyevî kurnazlığına sahipti. Yorgi, rolünü bir meşrutî hükümdar olarak kusursuz oynadı ve her zaman fikir vermeye hazır olmakla beraber doğrudan sorumluluk almamak hususunda dikkatli idi ve politikacıların iç siyasette serbestçe hareket etmelerine müsaade etmişti. Dışişlerine müdahalesi daha aktif idi. Yunanistan'ın yardımsız durumunu muhafaza edecek kuvvette olmadığını bildiğinden Yorgi, Yunanistan'ı dış tehlikeden korumak için İngiliz ve Rus hanedanları ile aile bağlarına başlıca önem verdi. Yorgi, Nedvvay'de yelken açan Hollandalıları gören II. Charles'dan daha talihli değildi. 1897'de Türklerin Lamia'ya kadar Yunanistan'ı işgallerini görmek utancını tattı. Yunan halkı birden bu tehlikelere tepki gösterdi. Türkiye Girit üzerinde tehdit edici bir tavır takınır ve Bulgaristan Makedonya'da üstünlük elde ederken işleri olduğu gibi bırakmanın olmayacağı, memleketi birleştirmek için ciddî bir çaba sarf edilmesi gereği hissedildi.

Atatürk'ün Eğitim Anlayışına Felsefi ve Sosyolojik Bir Yaklaşım

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt V, Sayı 15 · Sayfa: 557-594
Konumuz, "Atatürk ve Eğitim İlişkileri"dir. Şimdiye değin bu konuda yazılmış ufak çapta bazı yazılara rastlanmaktadır. Biz bu incelememizde konuya farklı bir açıdan yaklaşmak istiyoruz. Atatürk'ün sosyolojik ve felsefî görüşleri yeterince incelenmiş değildir. İşte bu açıdan onun eğitimsel görüşleri ayrı bir önem kazanmaktadır. Yani onun "Eğitim" olgusuna yaklaşımı, "Eğitim Sosyolojisi" ve "Eğitim Felsefesi" açısından ele alınacaktır. Bu bağlamda onun eğitimci kişiliği, sosyolojik, felsefî bilgisi ve görüşleri, eğitime getirdiği yenilikler açıklığa kavuşturulacaktır. Böylece, ülkemizde eğitim olgusuna toplumsal bakış, onun kişiliğiyle özel bir nitelik kazanmıştır. Ziya Gökalp, î. Hakkı Baltacıoğlu ve Prens Sabahattin gibi Türk sosyologları, ülkemiz eğitimine toplumsal bakışı getirmişlerdir. Atatürk ise, eğitime toplumsal bakışı, hem kuramsal açıdan, hem de uygulama açısından ele almış ve bu konuda köklü (radikal) sayılabilecek yenilikler getirmiştir. Bu incelememizde onun bu niteliklerine değinilecektir

French Revolution and Its Effects

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt V, Sayı 15 · Sayfa: 539-550
The French Revolution, which initiated the "near age", in which the values and developments that had been going on from all ages before it changed significantly, was founded in 1989 by 200. It completes the year and therefore constitutes one of the main themes of the year, the "French Revolution". Historians cannot unite on the causes of the "French Revolution", the name of the political uprising that started in France in 1789, while some view it as an intellectual movement of the "age of light", some consider it as an uprising of the oppressed classes against feudal persecution. When the French King, who wanted to escape from France but was captured and brought back to Paris with the "Pillnitz statement" of various European dynasties, was radicalized by the Revolutionary administration, started the wars of the French Revolution on April 20, 1792, and Atatürk, in fact, initially predicted these results when he made the flag of the national sovereignty, which was one of the 18 in the establishment of the true will of the people and in the drafting of the constitution of 1924. The influence of century philosophy and the principles of the French Revolution is great.

Principles Of Kemalism-Intellectual Foundations Of Revolutions / Rational-Nationalist-Social Views

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt V, Sayı 15 · Sayfa: 489-522
The Turkish revolution is as much a" revolution "as it is a"reform " movement. Revolution is translated into Turkish as Revolution and uprising. In fact, it means the sudden change of an existing situation or a way of life or a social order, and it means the opposite of revolution (gradual change and evolution). There are many kinds; for example, technical revolution is the sudden emergence of a new tool or procedure. Political revolution is a bottom-up strain. Its aim is to bring about a new order and to take measures to protect it. For this purpose, it is necessary to reject the existing order, to gain the combative forces and to change those in power. The first requirement of revolutional changes is to strengthen existing resistance forces with attractive passwords, addressing the interests of the aggrieved classes. For this reason, sometimes ideologies, even if they lead to social utopias, play an important role in terms of revolutions. These provide striking power to revolutional action. Many times, after the first successes, there is a power struggle between the leaders of the revolution and between the radicals and the mutedites. Since revolutions are based on force, they often resort to terror methods.

Atatürk's Reforms and Theories of Social Change

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt V, Sayı 15 · Sayfa: 523-538
The main subject of our study is to evaluate the reforms of Atatürk in terms of the data on the important concepts that Social Science defines as "social change, culture change". For this purpose, we would like to answer the following questions and similar ones: are the reforms of Atatürk within the category of "social changes" or "cultural changes" defined by social science? What processes of social change are in question in Atatürk's reforms? In terms of the data of the famous Marxist theory on social change, how can revolutions dependent on Atatürk's principles be considered as social change? If we treat these revolutions as social change, do the resistances that show themselves in every social change continue to exist today? In terms of acceptance or rejection of the proposals for change, the principles determined by social science, what view do the data reflect in terms of Atatürk's reforms? In the face of the fact that some social reform-oriented change proposals are still not fully included in all sections of Turkish society, is it possible to consider them as innovation proposals that the society rejects?

Milli Mücadele'de Denizli, Isparta, Burdur ve Çevresindeki Azınlıkların Tutum ve Davranışları

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt V, Sayı 15 · Sayfa: 665-690
Bilindiği üzere, dünyada hiçbir millet hâkimiyetleri altındaki azınlıklara Türkler kadar müsamahakâr davranmamıştır. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Fatih İstanbul'u feth ettikten sonra, buranın halkının din ve vicdanına müdahale etmediği gibi, ekonomik faaliyetlerinde de onları serbest bırakmıştı. Hatta, 1461'de Bursa'daki Ermeni Piskoposu Hovakim'i İstanbul'a davet ederek ona "Patrik" unvanını verdi, Ermeni toplumunun İstanbul'a yerleşmesini teşvik etti, refahları için çeşitli imkânlar tanıdı. Nitekim, Ermeni yazar O. Oscanyan 1857'de New York'ta yayınladığı The Sultan And His People adlı eserinde; Osmanlı Devleti'ndeki Ermeniler'in ekonomik refah ve huzur içinde yaşadıklarını, reayanın en nüfuzlu haline geldiklerini açıkça ifade ediyor . Sosyal hayatta olduğu kadar azınlıkların devlet çarkı içerisinde de yüksek seviyelere erişmesi engellenmiş değildi. Ermeni Noradonkiyan Efendi'nin Hariciye Nazırı olduğu bir vâkıadır. Babıâli'de Rumların nüfuzu hiç de küçümsenecek seviyede değildi. Buna rağmen, Türkiye'deki azınlıkların büyük bir kısmı, devletin en buhranlı günlerinde memleket dahilinde çeşitli fesat ocakları teşkil ederek, devlete karşı cephe almaktan geri durmamışlar. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Özellikle "Şark Meselesi' nin gündeme geldiği 19.yy. başından itibaren, devlet sürekli dış düşmanlarla savaş halinde iken, bir taraftan da azınlıklarla mücadele etmek zorunda kaldı. Türk tarihinin en buhranlı dönemini teşkil eden 1. Dünya Savaşı ve sonrası yıllarında azınlıkların devlete karşı tutumu, gizli dernekler kurmak veya düşmanla işbirliği yapmak hatta açıktan açığa silâhlı mücadeleye girişmek şeklinde ortaya çıktı. Türk milletinin var olma veya yok olma sınırına geldiği Millî Mücadele gibi fevkalâde bir dönemde azınlıkların bu tür davranışlarını -bazı istisnalar olmakla beraber- Anadolu'nun çoğu yerinde görmek mümkündür.

Tekalif-i Milliye Emirleri ve Uygulanışı

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt V, Sayı 15 · Sayfa: 639-664
Türk ulusu, 1071'den sonra Anadolu'yu "Türk anavatanı" yapmıştır. Batılı devletler, bu tarihten sonra, Türk ulusu ve Türk anavatanı gerçeğini görmezlikten gelip; Türkleri bir gün Doğu'ya sürebiliriz hayalini kurmuş¬lardır. Bizans'ın yenilgisi, yok oluşu, Batı'yı telaşlandırmıştır. Batı, Türkler'e karşı "Haçlı Seferleri" düzenlemiş, yenilgileri ile sonuçlanan bu seferlerden sonra, Türklerin kurduğu Osmanlı İmparatorluğu'na boyun eğmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflaması ve Avrupa devletlerinin sömürgeler kurmak istemeleri yüzünden birbirlerine düşmeleri, Osmanlı toprakları üzerinde pazarlıklara başlamalarına neden oldu. Batı'lı büyük devletler, Osmanlı imparatorluğu içinde bir Türk ulusu ve onun üzerinde 900 yıl yaşadığı bir de anavatanı olduğu gerçeğini hiç hesaba katmadan görüşmeler yapıyorlar, kongreler düzenleyerek "hasta adam" ın mirasını paylaşmaya çalışıyorlardı. Türk vatanını sömürgeci güçlerden ve yabancı istilâsından kurtarmak amacıyla başlatılan "Bağımsızlık Savaşı"nın ne koşullar altında verildiğini, adım adım zafere nasıl ulaşıldığını bilmek ve araştırmak kuşkusuz ki, çok önemlidir. İncelemeye çalışacağımız "Tekâlif-i Milliye Emirleri ve Uygulanışı" araştırılmadan, "Millî Mücadele"nin nasıl gerçekleştirildiği konusu yeterince bilinemeyecek dolayısıyla da; anlam ve önemi tam olarak kavranamayacaktır.

İsmet İnönü

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt V, Sayı 15 · Sayfa: 625-638
İsmet İnönü, yetenekli bir asker, muharebe meydanlarının başarılı bir komutanı ve büyük bir devlet adamı olarak tarihe geçmiştir. O, yaşamına bir asker olarak başlamış, yakın tarihimizdeki harplerin hemen hepsinde görev almış ve bu görevler, O'nu askerlikte, sevk ve idarede yetiştirmiştir. O, bir subay ve komutan olarak Yemen'de, Balkan Harbi'nde, Birinci Dünya Harbi'nde başarılı görevler yapmış ve 2'nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa'dan (Atatürk), bir kolordu komutanına verilebilecek en iyi sicili almıştı. Mustafa Kemal Paşa, çok yakın bir arkadaşlık duygusu ve geleceğe uzanan realist bakışlarıyla Albay İsmet Bey'in hangi görev ve hizmetlerde başarılı olacağını daha o dönemde sezinlemiştir. Milli Mücadele'nin ölüm kalım günlerinde en büyük askerî görevleri, daha sonra da yüce devlet görevlerini İsmet Paşa'ya vermiştir. Türk Bağımsızlık Mücadelesi'ni bir süre İstanbul'dan destekleyen Al¬bay İsmet Bey önce izinli olarak, sonra temelli Ankara'ya geldi ve Büyük Millet Meclisi'nin açılış hazırlıklarına katıldı. Edime Milletvekili olarak Meclis'te, Genelkurmay Başkanı olarak da hükümette görev aldı. Cephe Komutanı sıfatıyla İnönü Muharebeleri'ni kazandı ve Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından unutulmaz ve askerî edebiyat açısından şaheser bir mesajla tebrik ve takdir edildi. Bu muharebelerin kazanılması, Türk mille¬tinin varlığını savunmada ne kadar azimli olduğunu kanıtladı. "Milletin makûs talihini"de bu muharebelerle yendi.