4 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Aygün Attar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

İran'ın Farslaşma Süreci ve Bu Süreçte Farsçanın Rolü

Erdem · 2008, Sayı 52 · Sayfa: 1-40
Tam Metin
İran, Selçuklulardan 1925 yılına kadar Türk hâkimiyeti altında yaşamıştır. Fars siyasal kimliği daha çok 1920'li ve 30'lu yıllara ait bir olgudur. Farsçılık akımının ortaya çıkışı yeri Hindistan'dır. Günümüz Farsçası, Pehlevicenin devamı değildir. Farsçanın etkinliği, özellikle Samanoğulları devrinde birçok İslam kaynağının Farsçaya aktarılmasından sonra başlamıştır. 1925'te kurulan Pehlevi idaresi framason aydınlarla işbirliği yaparak Farslaştırma politikasını başlamışlar ve bunda da kısmen başarılı olmuşlardır.

Milli Kimliğin Siyasallaşan Yüzü: Difâî

Belleten · 2008, Cilt 72, Sayı 263 · Sayfa: 175-192 · DOI: 10.37879/belleten.2008.175
Tam Metin
XX. yüzyılda Kafkasya'da yaşanan siyasal, sosyal ve kültürel gelişmeler aslında bütün bir bölgenin tarihiyle yakından bağlantılıydı. İlk bakışta Kafkasya bir yüzyıl kadar önce Ruslar tarafından işgal edilerek çevre ülkelerden tercih edilmiş gözükse de, durum hiçte öyle değildi. Her şeyden önce, XX. yüzyılın ilk başlarında Kafkasya, özellikle de Türklerin yoğun olarak oturdukları Azerbaycan bölgesi her yönüyle bir Doğu ülkesiydi. Rusya kanalıyla Batılılaşma, kapitalist gelişim gibi bazı eğilimler etkili biçimde kendisini gösterse de bu gelişmeler sadece merkezi bölgelerle sınırlıydı. Bakü bu anlamda başı çekiyordu. Yani kapitalist yatırımların ilgisini çeken bölgeler ve şehirler Doğulu kimliklerinden yavaş yavaş koparken, diğer bölgeler geleneksel yapılarını korumakla kalmayıp aksine birçok anlamda olumsuz olarak gördükleri Batılılaşmaya karşı da daha sert çıkışlar yapmaktaydılar. Toplum bir işgal ortamında yaşadığından kendi değerleri ile dayatılan veya benimsemek zorunda kaldığı yeni değerlerin kıyaslamasını yapacak konumda değildi. Bu durum sadece Azerbaycan Türkleri için geçerli değildi, bütün bir Kafkasya'nın geneli için geçerliydi. Bundan dolayı bölge toplumlarının kendi kaderlerini kendilerinin belirlendiğini söylemek pek doğru olmayacaktı. Kafkasya'daki gelişmeleri genelde tarihin yönü belirliyordu. XX. yüzyılın başlarında Kafkas toplumlarının tarihi seyrini belirleyen temel kavram ise milliyetçilik veya ulusalcılıktır.

Rus-Türk İlişkileri Perspektifinden Rusya’nın Doğu Anadolu Politikaları

Erdem · 2007, Sayı 45-46-47 · Sayfa: 1-18
Osmanlı ile Rusya arasında fiili olarak 1700 yılından itibaren başlayan gerginlik ve savaş dönemi genel bir bakış açısı ile dünyanın en uzun savaş dönemlerinden birisi olduğunu söylemek mümkündür. Bu savaş döneminde taraflar dönemin askeri-politik kuralları gereğince birbirlerine karşı çeşitli stratejiler geliştirmişlerdir. Bunlar genellikle karşı tarafın askeri ve ekonomik yönlerini mahvetmeye yönelik fiziki saldırılar idi. Ancak xıx. yüzyılda politik anlayış çok daha ince bazı kurgular geliştirdi ve politikanın bir devamı olan askeri stratejiler de bundan etkilendi. Özellikle etnik yapılar üzerinden rakip devletin gücünü kırmaya, iç huzursuzluk çıkarmaya yönelik bu girişimler çok uluslu devletler için çok daha sıkıntılı bir süreç yarattı. Devletler bu politika sayesinde savaş yolu ile elde edecekleri bir bölgeyi isyan ettirme veya hâkimlerine sırt çevirme yolu ile ele geçirmek veya topraklarını rakip devletten ayırma sayesinde çok daha az maliyetli bir şekilde amaçlarına ulaşmaya başladılar. Rusya' da da bu politik anlayış xıx. yüzyılın hemen başlarında kendisini göstermiştir. Rusya bir yandan Balkanlarda Bulgarları, Sırpları, Hırvatları, Yunanları panslavist ideoloji yolu ile Osmanlı devletinden koparmayı hedeflerken Güney bölgelerindeki Ermenileri dini aynılık, Kürtleri de milliyetçi ideolojinin aşılanması yolu ile Osmanlı ülkesinde karışıklık çıkarmalarını ve hatta olabiliyor ise ayrılmalarını amaçlayan politikalar üretmişlerdir. Bunu yaparken Ruslar son derece dinamik bir bilim camiasına sahip olmalarının avantajını sonuna kadar kullandılar. Dünyaca isim yapmış bilim adamları bu politikalar merkezinde neşr yaparlarken bilimi manipüle etmekten de geri durmamışlardır. Onların çalışmaları da Osmanlı ülkesinde önemli politik hadiselerin yaşanmasına neden olmuştur. Böylelikle şunu diyebiliriz ki Moskova ve Petersburg'da ve diğer önemli kentlerde üniversitelerde üretilen teoriler, ajanlar ve konsoloslar sayesinde Osmanlı toprakları içinde pratiğe geçirilmiştir. Makalemizde Rusya'nın Ermeni ve Kürtlere yönelik politikalarını irdeleyerek özellikle xıx. yüzyılda tarihçilik yolu ile ortaya çıkarılan toplumsal ayrılık ve aykırılıkları inceleyerek üzerinde çokça söz söylenen önemli bir konuyu aydınlığa kavuşturmaya gayret edeceğiz.

Ulus Devlete Geçiş Süreci ve Türkiye Cumhuriyetinin Üniter Yapısı

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2004, Cilt XX, Sayı 60 · Sayfa: 643-658 · DOI: 10.33419/aamd.702723
Kavram olarak 'ulus' sözcüğünün Türkiye siyasî tarihine girişi I. Dünya Savaşı öncesine rastlamaktadır. Ancak, Osmanlı toplumunda bu kavramın taşıdığı anlam ve ifadelere en az itibar eden kesim Türkler olmuşlardı. Osmanlı toplumunu içine alan 'ümmet' yapısı parçalanıp, elle tutulur bir tarafı kalmayınca Türkler için de 'ulus' kavramı bir şeyler ifade etmeye başladı. Ancak M. Sait Halim Paşanın söylediği gibi "bir Müslüman'ın vatanı, Şeriatın hüküm sürdüğü yerdir" anlayışı 'ulus' bilincinin pekişmesine epey bir zaman kaybettirmişti. Cumhuriyet anlayışı, mevcut şartların ve gerçeklerin izini sürmekten başka Türkiye'nin bir diğer çıkar yolu olmadığını açık biçimde beyan ettikten sonra tam anlamıyla ulusallaşma süreci başladı. Türkiye devlet olarak yeni bir kimliğe ve bu kimliğin siyasî, sosyal, kültürel ve tarihî kriterlerini belirleyecek oluşuma kapılarını açınca 'ulus' kavramı toplumsal yapının her katmanını birincil dereceden etkileyen olguya dönüştü. Çalışmamız bu olgu üzerinde Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını açıklamak amacındadır.