10 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Anahtar Kelimeler
TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE HATAY DEVLETİ’NİN İKTİSADİ İLİŞKİLERİ (2 EYLÜL 1938-29 HAZİRAN 1939)
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2022, Cilt XXXVIII, Sayı 105 · Sayfa: 137-178 · DOI: 10.33419/aamd.1114116
Özet
Tam Metin
Hatay (Antakya), Osmanlı Devleti yıkıldığında Misakımillî sınırları içerisinde kalan İskenderun sancağına bağlıydı. Ancak İskenderun sancağı Lozan Antlaşması’nda Türkiye sınırları dışında kalmıştı. Türkiye’nin bütün çabalarına rağmen İngiltere ve Fransa’nın olumsuz tavırları yüzünden bu bölge Fransız mandasına terk edilmişti. Buna rağmen Türkiye bölge üzerindeki iddialarından vaz geçmemiş, İskenderun sancağını sınırları içine katmayı planlamış ve planını da adım adım uygulamıştır. Fransa’nın diplomatik oyunlarına karşı Türkiye de karşı oyun kurmuştur. Hatay’ın Suriye’den ayrı bağımsız bir devlet olması için olağanüstü bir çaba sarf etmiştir. Siyasi ve hukuki bütün yollara başvurarak Hatay’ın Suriye’den koparılmasını sağlamıştır. Uzun çabalardan sonra 2 Eylül 1938’de Hatay Devleti kurulmuştur. Tayfur Sökmen devlet başkanlığına, Abdülgani Türkmen ise meclis başkanlığına seçilmiştir. Tayfur Sökmen anayasaya göre Abdurrahman Melek Bey’i hükûmeti kurmak üzere Başbakanlığa atamıştır.
Hatay Meselesi ile ilgili olarak daha önce yapılan çalışmalarda çoğunlukla siyasi, askerî ve hukuki meseleler ele alınmıştır. Nitekim yazılan kitaplar, makaleler, hatıralar ve sunulan tebliğlerde bu hususlar öne çıkarılmıştır. Zira Hatay Devleti’nin kuruluş aşaması uzun sürmüşken devlet hayatı ise kısa olmuştur. Dolayısıyla iktisadi meseleler, askerî, siyasi ve hukuki meselelerin gölgesinde kalmıştır denilebilir. Türkiye Cumhuriyeti ve Hatay Devleti’nin iktisadi ilişkilerine dair müstakil bir çalışma olmadığından bu konu özellikle ele alınmıştır. Özellikle tetkik eserlerde bir yıldan az süre yaşayan Hatay Devleti’nin Türkiye ile iktisadi ilişkileri konusunda yeterli bilgi hemen hemen yok gibidir. Dolayısıyla tetkik eserler ve hatıralardan ziyade arşiv belgelerinden, Resmî Gazete’deki kanun, yönetmelik, anlaşma metinlerinden, yerel ve ulusal yayın yapan gazeteler ile diğer resmî yayınlardaki bilgilerden yola çıkarak iki devlet arasındaki ekonomik ilişkiler ele alınmıştır. Bu incelemelerden Hatay devlet teşkilatının Türkiye örneğine göre şekillendirildiği ve ekonomik meselelerle ilgili kurumların Türkiye’deki benzerlerine göre oluşturulduğu açıkça görülmektedir. Türkiye bu kurumların oluşturulmasına hem uzman personel, hem de mevzuat açısından destek olarak devlet tecrübesini Hatay Devleti’ne aktarmıştır. Bu husus iki devlet arasındaki yazışmalardan açıkça anlaşılmaktadır. Makalede iki devlet arasındaki teşkilatlanma ile ilgili konular ele alındıktan sonra ekonomik faaliyetler üzerinde durulmuştur. İthalat ve ihracat ile ilgili belgelerdeki ve resmî yayınlardaki mevcut bilgiler değerlendirilmiştir. Hatay Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ekonomik faaliyetlerin bir kısmının istatistiklere yansımadığı açıktır. Genellikle yılsonu ekonomik faaliyetlerin toplamını ifade eden istatistiklere birçok konu yansımadan Hatay Devleti Türkiye’ye iltihak etmiştir. Hatay, devlet olarak kuruluşunu tamamlayamadan ve müesseselerini kesin olarak işletmeye fırsat bulamadan kendisini feshetmiş bir devlet konumundadır. Bununla beraber iki devlet arasındaki iktisadi ilişkileri eksiksiz ortaya koymak gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü yukarıda da belirtildiği üzere yeterli kaynak yoktur. Mevcut kaynaklar ve özellikle arşiv belgeleri değerlendirilerek daha önceki çalışmalarda üzerinde fazla durulmayan bir konu ele alınmıştır.
Kırıkkale Halkevi (1942 -1951)
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2008, Cilt XXIV, Sayı 70 · Sayfa: 127-148Ankara Mebusu Ahmet İhsan (Pehlivanlı) Bey
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2007, Cilt XXIII, Sayı 67-68-69 · Sayfa: 175-186
Özet
Tam Metin
Ahmet İhsan Pehlivanlı, Cumhuriyeti ilan eden ikinci meclise Ankara mebusu olarak girmiş ve bu görevine üçüncü mecliste de devam etmiştir. Milletvekili olmadan önce başarılı bir adliye mensubu olarak memleketin muhtelif yerlerinde hâkim ve savcı olarak hizmet etmiştir. Ülkenin emperyalistlerce, I.Dünya Harbi sonrası imzalanan Mondros Mütarekesi'ne dayanılarak yer yer işgal edilmesi üzerine kurulan Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinde görev almaktan çekinmemiştir. Kırşehir'de hâkim olarak bulunduğu sırada Kırşehir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kuruluşunda rolü olduğu bilinmektedir. Nitekim bu hizmetlerinin karşılığı olarak Cumhuriyetin ilânından sonra İstiklâl Madalyası ile taltif edilmiştir. Hem hukukçu, hem siyasetçi, hem de çeşitli devlet kademelerinde bürokrat olarak çok başarılı bir hayat geçirmiştir.
Son Dönem Tarih Araştırmalarında Askerî Gazete ve Süreli Yayınların Yeri
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2005, Cilt XXI, Sayı 61 · Sayfa: 243-258
Özet
Bu makalede, askerî tarih araştırmalarında gazete ve dergilerin önemi üzerinde durulmuştur. Osmanlıların son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yayınlanan gazete ve dergiler hakkında bilgi verilmiştir. Muhtevaları incelenmiş ve tarih araştırmalarına nasıl katkı sağlayacakları izah edilmiştir. İnceleme sonucu bu malzemenin araştırmalarda yeteri kadar kullanılmadığı görülmüştür.
Atatürk Dönemi Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilâtı İstihbarat Raporlarında Hatay Meselesi
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1998, Cilt XIV, Sayı 40 · Sayfa: 160-205
Özet
Milletlerarası ilişkilerin bir dışarıya akseden açık tarafı, bîr de gözükmeyen sütre gerisi vardır. Sütre gerisini dışişleri yetkilileri, çok az sayıda bir kısım devlet görevlileri ve bir de gizli servis elemanları bilebilirler. Hatta hadiselerin olgunlaşmasını, yön değiştirmesini taraf ülkelerin kendi arzuları doğrultusunda gelişmelerini sağlamada en büyük pay sahiplerinin başında istihbarat teşkilâtları gelmektedir. Bu kuruluşlar olaylar hakkında en doğru bilgileri, ulaşılması güç bilgileri toplar ve yetkililere ulaştırır. Onlardan aldıkları talimatlar çerçevesinde olayları yönlendirir. Bunun için de propaganda yaparlar, her türlü yolu deneyerek hadiseleri kendi inisiyatiflerine almaya gayret ederler. Karşı ülkenin yanlış politikalar oluşturmasına, stratejiler tesbitine katkıda bulunacak yeni haberler, eksik bilgiler yaymak suretiyle kendi amaçlarına hizmet ederler. İkinci Dünya Harbi yıllarında klasik istihbarat anlayışında büyük Ölçüde değişimler göze çarpmaktadır. Top yekûn harp kavramına bağlı olarak top yekûn casusluk anlayışı da ortaya çıkmıştır. Bu anlayışa göre sadece askerî istihbarat ile yetinilmemeli, her alanda bilgi toplanılmahdır. Bu bakımdan Birinci Dünya Harbinde orta seviyede bulunan istihbarat servisinin yerini İkinci Dünya Harbİ'nde muazzam işler gören servisler aldı. Bu stratejiyi ilk defa ve başarı ile uygulayanlar ise Almanlar oldu. Naziler top yekûn casusluk prensiplerine göre çalıştılar ve büyük ölçüde de başarılı oldular. Bu yeni anlayışa göre bir memleketin başında bulunanlar muhasımların askerî ve diğer her türlü, kuvvetini öğrenebilineli ve onların mukavemet derecelerini hesaplayabilmelidirler. 1 Bu kadar karmaşık ve ciddi bir iş olan İstihbaratın önemini de Napolyan "Bir casus yerinde ve zamanında cephedeki binlerce askere denktir." diyerek veciz bir şekilde açıklamıştır
Mudanya Mütarekesi İle Lozan Antlaşması Arasında Ankara Hükümeti'nin İngiliz İşgal Birliklerini Kontrolü Ve "Geçit Teşkilâtı"
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1995, Cilt XI, Sayı 32 · Sayfa: 441-475
Özet
30 Ağustos 1922'de kazanılan zaferle birlikte ileri harekâtına devam eden Türk ordusunun karşısında dayanamayacağını anlayan Yunanistan, müttefiklerini araya sokarak bir mütareke yapılmasını istemiştir. Karşılıklı görüşme ve yazışmalar devam ederken Türk ordusunun harekâtı da hızla devam etmekteydi. Bir kısım birlikler 9 Eylül'de İzmir'e girerken, bir kısmı da kuzeyde Bursa ve Çanakkale istikametinde ilerlemeye devam etmişlerdir. Türk ordusunun Boğazlara yönelik harekâtına mani olmak için bir takım tedbirlere baş vuran; bu maksada 11 Eylül 1922'de İstanbul'dan Çanakkale ve Derince'ye İngiliz takviye birlikleri gönderilmesini emreden Lloyd George aynı zamanda dominyonlarından ve müttefiklerinden de askerî yardım talebinde bulunmuştur. Ancak bu taleplere Avust¬ralya, Yeni Zelanda ile biılikte Fransa, İtalya, Romanya ve Yugoslavya red cevabı vermişler, sadece "Boğazlardaki tarafsız bölgeye Türkiye'yi riayet ettirmek için yapılacak diplomatik teşebbüslere katılabileceklerini" bildirmişlerdi. Bu kararlarının hemen arkasından da Fransız ve İtalyanlar Boğaz'ın Çanakkale tarafındaki askerî birliklerini Avrupa yakasına çektiler. Böylece Çanakkale'ye doğru ileri harekâta devam eden Türklerin karşısında sadece İngiliz birlikleri kalmış oluyordu. Ayrıca İzmir'de serbest kalan l'nci ve 2'nci Orduların diğer birliklerine de 13 Eylül 1922'de Çanakkale ve İstanbul üzerine yürümeleri emredilmiştir.
Tarih Perspektifi İçerisinde Pontus Olayı: Yakın Tarihimize ve Günümüze Etkileri
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1994, Cilt X, Sayı 29 · Sayfa: 357-378
Özet
Bugün Yunanlılar tarafından siyasî platformda bir mesele olarak gündeme getirilen Pontus meselesinin tarihî gelişimini inceleyerek konuyu izaha çalışalım. Eski çağlarda kurulan Pontus Devletinin Rumluk ile Yunanlılık ile ne derece ilişkili olduğunu inceleyelim. Önce Pontus adı nereden gelmektedir? Eski çağda Grekler Karadeniz'e "deniz" manasında "pontus" adını vermişlerdir. Karadeniz'in güney sahillerine de aynı isim verilmiş ve bölge sakinlerine de Pontuslu denilmiştir. Tarihî Pontus Devletinin mirasına sahip çıkmak isteyen ve 19. yy sonlarından itibaren yeniden diriltilmeye çalışılan Pontus Devleti'nin veya Pontusluların bugünkü iddia sahipleriyle alakası nedir? Yani gerçekten tarihî Pontusluların, Yunanlıların iddia ettiği gibi Yunanlılıkla, Hellenlikle ilgisi var mıydı? Varsa ne derecedir? Bu sorunun veya soruların cevabını Stefanos Yerasimos'tan öğrenelim! "... bunların büyük bölümü Ortodoks Hıristiyan idiler, yani Ermeni değildiler. Ama o dönemde Ortodoksların Yunanlı olduklarını söylemek güçtür... Bu Ortodoks Hıristiyan nüfus kilise ile yeni burjuvazinin birlikte yürüttükleri çabaların etkisi altına girecek ve kökeni ne olursa olsun Anadolu'da yaşayan Türkçe ya da Rumca konuşan bütün Ortodoks Hıristiyanlar gibi Yunan ulusuna ait olma duygusunu benimsemeye başlayacaktır.
Askeri Polis Teşkilatı İstihbarat Raporlarında Batı Cephesi'nde Yunan Askeri Hareketı ve Zulmü
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1991, Cilt VIII, Sayı 22 · Sayfa: 155-160
Özet
Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki Partisi yöneticilerinin hayalperestliği ve uzağı görememeleri yüzünden büyük bir savaşın içine itilmişti. Hazırlıksız ve birçok eksikle girilen I. Dünya Savaşı'nda Türk Ordusu büyük fedakârlıklar göstererek İtilâf Devletlerini uğraştırmıştı. Ancak Osmanlı Devleti'nin direnmeleri, hatta zaferleri, müttefiklerinin İtilâf Devletleriyle antlaşmalar yaparak sahneden çekilmeleriyle boşa gitmiştir. Çaresiz kalan Türkler de, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesini imzalayarak yenilgiyi kabul etmişlerdi. Bu yenilgi, asırlardır Türklerin hâkimiyetinde bulunan Anadolu'nun yer yer düşman işgali altına girmesi sonucunu doğuracaktır. Zaten I. Dünya Harbi sıralarında batılı emperyalist devletler, Osmanlı topraklarını paylaşma plânları yapmışlar ve bu maksatla bazı antlaşmalar da imzalamışlardır. İtilâf Devletleri arasında en güçlü durumda olan Ingilizler, Anadolu'nun taksimi ve işgalinde Yunanlılar kullanmayı plânlamıştı. Amaçlan uğruna kullanacağı Yunanlılara, Batı Anadolu'da bazı Türk topraklannı vermeyi vaat etmişti. Yunanlılar, İngilizlere hizmetleri karşılığında onların kendilerine vermeyi vaat ettikleri toprakları elde etmek üzere 22 Haziran 1920'de altı tümenlik bir kuvvetle üç yönden Anadolu içlerine doğra ileri harekâta geçtiler. Yunanlılar üç tümen ile iki koldan Akhisar-Soma yönünde, iki tümen ile Salihli yönünde; bir tümen ile Aydın Cephesi'nde harekete geçtiler.
Çanakkale Muharebeleri Sırasında MütteFiklerin Propagandası Ve Karşı Propaganda
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1991, Cilt VII, Sayı 21 · Sayfa: 535-552 · DOI: 10.33419/aamd.702988
Özet
Çanakkle savaşı sırasında müttefiklerin ve karşı grupların propagandası hakkında bilgi verilmiştir.