21 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
Fatih'in Trabzon'u Fethi Öncesinde Osmanlı-Trabzon-Akkoyunlu İlişkileri
Belleten · 1985, Cilt 49, Sayı 194 · Sayfa: 287-312 · DOI: 10.37879/belleten.1985.287
Özet
Tam Metin
Fatih Sultan Mehmet 18 Şubat 1451'de Osmanlı tahtına geçmiştir. Bu dönemin, imparatorluk ve dünya tarihi açısından büyük değişikliklerin de başlangıcı olduğu bilinen bir gerçektir. Biz, bu çalışmamızda, çağ açan Osmanlı padişâhının, Karadeniz yöresindeki siyasi kuruluşlardan biri olan Trabzon-Rum imparatorluğu'nu Osmanlı hakimiyetine alma teşebbüsleri sırasında Anadolu ve Batı dünyasındaki siyasi ve askeri gelişmelerin tahlilini yapacağız.
Türk Tarih Kurumu ilk Bilim Kurulu Açış konuşması
Belleten · 1984, Cilt 48, Sayı 191-192 · Sayfa: 375-380 · DOI: 10.37879/belleten.1984.375
Özet
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu'nun değerli aslî üyeleri, "Atatürk'ün emir ve isteği üzerine, yüksek koruyuculuğu altında kurulmuş olan Türk Tarih Kurumu, tüzel kişiliğe sahip, bilimsel hizmet ve faaliyette bulunacak bir kurum olarak ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU'nun kuruluşuna dahil edilmiş ve yeniden düzenlenmiş" niteliği ile 2876 numaralı özel kanunumuzda öngörülen görevlerini yerine getirmek üzere çalışmalarına başlıyor. Kurumumuzun aslî unsurları olan siz sayın üyeleri, saygı ve muhabbetle selâmlıyorum. Sizlerin varlığı, Kurumumuzun amaçlarına ulaşmasında başta gelen güvencedir. Çünkü sizler, "Kanunumuzda belirlenen amaç ve ilkeleri benimsediğini tutum ve davranışları, bilimsel eserleri, çalışma ve faaliyetleri veya eğitim ve öğretim hizmetleriyle kanıtlamış; idarî tecrübeye sahip adaylar arasından" seçilmiş bulunuyorsunuz. Sizlerin kişiliğinize duyulan güven, taşıdığınız sorumluluk duygusu, çalışma azmi, yüce kurulumuzun en belirgin özelliğini oluşturuyor. Böylesine yüksek nitelikleri taşıyan mesaî arkadaşlarımın varlığı ile gurur duyuyor ve sizlerle çalışma fırsatına sahip olmayı, hayatımın en dikkate değer şansı sayıyorum. Bu vesileyle hepinizi tek tek bir kez daha tebrik eder, başarılarınızın sürekli olmasını dilerim.
Yeni Bulunan II. Osman Adına Yazılmış Bir "Zafer - Nâme"
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 313-364 · DOI: 10.37879/belleten.1979.313
Özet
Tam Metin
Kitâb-ı Müstetâb üzerinde çalışmaya başlayarak eseri yayımladıktan sonra, tüm çalışma ve çabalarımızı, II. Osman dönemi üzerinde yoğunlaştırmıştık. Çünkü, Osmanlı devletinin çöküş döneminin başında bir reformcu hükümdar olarak karşımıza çıkan II. Osman'ın, Kitâb-ı Müstetâb'la kendisine sunulan reformcu önerilerden esinlendiğine kuvvetle inanmaktaydık. Bu düşünce ile birinci elden bir kaynağa ulaşma isteğini duymuştuk ve II. Osman dönemi olaylarını içeren, görgü tanığı birinin kaleminden çıkmış bir tarih eserinin mevcut olup olmadığını araştırmaya koyulduk. Böyle bir araştırmanın nedeni vardı. Daha geç dönemin yazarlarının beyanlarına kaynaklık etmiş, Osman'ın çağdaşı bir eserin olabileceğini tahmin etmekte idik. İstanbul ve diğer illerdeki kütüphanelerde uzun araştırmalar yaptık. Bu arada yakın meslektaşlarımız tarafından haberdar edildiğimiz özel kitaplıkları da bir bir taradık. Uzun ve yorucu çalışmalarımız sırasında, iyi bir rastlantı sonucu elimize geçen bir yazma'yı okuyunca, tahminlerimizin doğru çıktığını sevinçle gördük. İşte, bu makalemizde sözünü edeceğimiz "Zafernâme-i Belâgat- unvân der Beyân-ı Gazavât-ı Sultan Osman Hân-ı Gâzi" adlı yazma eser, tarafımızdan, Ankara'da özel bir kitaplıkta bulunmuştur. Özel bir kitaplıkta muhafaza edilmesi, bugüne değin bilim dünyasınca bilinmemesinin tek nedeni olmuştur.
Timur Tarihine dair Araştırmalar
Belleten · 1978, Cilt 42, Sayı 166 · Sayfa: 238-300 · DOI: 10.37879/belleten.1978.238
Özet
Tam Metin
Timur, 1399-1400 kış aylarını Karabağ'da geçirmişti. Bu sırada Azerbaycan, Gürcistan ve Irak-ı Arab'da başarılı sindirme faaliyetlerinde bulunmuş, bölgeyi terkettiği dönemde kendine karşı oluşmuş muhalefeti de kırmış olarak Bingöl yaylasına gelmiş, Avnik'de ordugâhını kurmuştu. Bu suretle de önceki dönemlerde olduğu gibi Türkiye ve Memlûklu meseleleri ile ayrı ayrı uğraşmak için geride herhangi bir siyasi engel kalmamıştı. Bu kez anarşi içinde bir Memlûklu sultanlığı ile, Osmanlı liderliğinde siyasi bütünleşmesi gerçekleşme yolunda dikkate değer aşamalar yapmış bir Türkiye ile karşı karşıya gelmekte idi. Türkiye'de bu işin mimarlığını da I. Bayezid yapmaktaydı. Bir Timurlu tarihçi bu durumu şöyle açıklamaktadır: Liderliğini I. Bayezid'in yaptığı Osmanlı devleti Türkiye'nin büyük bir kısmına hükmetmekteydi. Şöyle ki, Aydın, Menteşe, Germiyan, Karaman ve Candar - oğulları beylikleri ve nihayet Akkoyunlu Kara Yölük Osman Bey'in, Sivas - Kayseri devleti hükümdarı Kadı Burhaneddin'i öldürmesinden sonra da (1398) Malatya'ya kadar uzanan bu devlete ait toprakları hâkimiyet sahasına katmıştı. Daha sonra da Mısır Memlüklu sultanı Berkuk'un ölmesinden (1399) sonra da Sultanlığın Türkiye içlerindeki uzantısı olan yöreleri (Malatya, Darende) de siyasal sınırlarına katarak devlet hudutlarını Fırat'a dayandırmıştı.
XVI-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı İdari Yapısında Taşra Ümerasının Yerine Dair Düşünceler
Belleten · 1977, Cilt 41, Sayı 163 · Sayfa: 495-506 · DOI: 10.37879/belleten.1977.495
Özet
Tam Metin
Osmanlı devletinde taşra ümerasının niteliği ve merkezi hükümetle ilişkilerini anlayabilmek için, bir şehrin merkezini yaptığı bölgedeki yönetim birimlerinin yapısını iyi bilmek gerekir. Çünkü taşra ümerası daha başka bir deyişle şehrin yüksek yöneticileri, sadece kendi şehirlerinin değil, asıl söz konusu birimlerin yönetimlerinden sorumlu kişilerdi. Osmanlı devletinde baştan beri padişahlar bir bölgeye başlıca iki yönetici göndermişlerdir. Taşra ümerasının başta gelen bu yöneticilerden biri, yürütme kuvvetini teşkil eden bey (Beylerbeyi, sancakbeyi) ötekisi de yargı kuvvetini temsil eden kadı'dır. Bey kadının hükmü olmadan hiç kimseyi cezalandıramadığı gibi, kadı da beyin kuvvetine dayanmadan hükmünü uygulayamamakta idi. Kadı hükümlerinde bağımsızdı. Doğrudan doğruya padişahtan emir alırdı ve ona arzda bulunma yetkisine sahipti. Osmanlılar taşra yönetiminde bu kuvvetler ayırımını âdil bir yönetimin temeli saymışlardı.
Timur Tarihi Hakkında Araştırmalar
Belleten · 1976, Cilt 40, Sayı 158 · Sayfa: 249-286 · DOI: 10.37879/belleten.1976.249
Özet
Tam Metin
Timur ve imparatorluğu hakkında bugüne değin ülkemizde tarih metodolojisine uygun bir monografya çalışması yapılmamıştır. XIII. yüzyılın başlarında Asya'nın içlerinde çıkmış, insanlığın bir kısmının tarihinde etken rol oynamış, Moğol devletinin bu yöredeki kalıntılarının siyasal iktidar olma güçlerini yitirdikleri XIV. yüzyılın ilk yarısında Timur'un çıkışı Asya ve Yakın-doğu tarihinde yeni bir dönemi başlattırmıştı. Hiç şüphe yok ki, Türkiye de bu yeni durumdan yine etkilenmiş; Moğolların Anadolu Selçuklu devletini yıkmalarından sonra Türkiye'de yaşanan fetret devri, siyasi bütünleşme sürecini henüz tamamlamamış bu ülkede, daha değişik biçimde bir kez daha ortaya çıkmıştı. Ancak hemen değinmek gerekir ki, Timur ve imparatorluğuna dair yapılacak bir monografya çalışması birkaç ciltlik bir eser olabilecek niteliktedir. Bu nedenle topladığımız malzemeleri, Timur tarihini bölümler halinde inceleyerek değerlendirme yolunu uygun görmüş, sonradan bunları bir araya getirmenin yerinde olacağını düşünmüştük. İşte bu senden ilk araştırmamızı, şimdiye dek yayınlanmamış 1395/96 tarihli bir Timur mektubu ile birlikte "Türkiye ve Yakın-doğu üzerinde 1393/94 Timur tehlikesi" başlığı adı altında 1973'de yayımladık (bk. Belleten 146 (1973) S. 159-190). Şimdi bu yazımızın devamı niteliğindeki ikinci araştırmamızı sunarak böylece, özellikle Türkiye ve Yakın-doğu açısından geniş kapsamlı sonuçlar getiren, istilâ ve işgal hareketini hazırlayan bir dönemin siyasi tarihini genel hatları ile aydınlatmak istiyoruz.
Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona Dair Genel Gözlemler
Belleten · 1974, Cilt 38, Sayı 152 · Sayfa: 657-708 · DOI: 10.37879/belleten.1974.152-657
Özet
Tam Metin
Bu çalışmamızda Osmanlı imparatorluğunda desantralizasyon meselesi üzerinde duracağız. Ancak bu meseleye dair düşünce ve görüşlerimizi ortaya koyarken, Osmanlı idari müesseselerinin kısaca tarihi gelişmesini ve devlet bütünlüğü içindeki yeri ve fonksiyonunun açıklanması gerektiği kanısındayız. Zira herhangi bir müessesenin, Osmanlı tarihinin belirli bir devresinde muayyen tarihi koşulların bir sonucu olarak belli bir karakter ve fonksiyona sahip olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Osmanlı imparatorluğunda başlangıçtan itibaren varlığını gördüğümüz, fakat I. Bayezid'le başlayan ve II. Mehmed'le birlikte bütün kurumları ile yerleştirilmeğe çalışılan bir merkezi idare uygulaması vardı. Bu sistem en genel biçimleri ile XVII. yüzyıl başlarına kadar varlığını sürdürebilmişti. Ancak XVII. yüzyılla birlikte, bu sistemde bölgesel unsurların ağırlık kazandığı bir görünüş hâkim olmuştu.
XIV-XV. Yüzyıllar Türkiye Tarihi Hakkında Araştırmalar
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 146 · Sayfa: 159-190 · DOI: 10.37879/belleten.1973.146-159
Özet
Tam Metin
Araştırmamıza konu olan Türkiye ve Yakın-Doğu üzerinde 1393/94 Timur tehlikesi meselesine girerken bu meselenin daha kolay bir şekilde anlaşılmasını sağlamak için, Timur ve imparatorluğu hakkında kısaca bilgi vermeği uygun gördük. Orta çağın sonlarında önemli bir mevkii işgal eden, adını taşıyan imparatorluğun kurucusu ve ilk zamanları hakkında pek fazla birşey bilinmiyen Timur, nisan 1336'da Semerkand'ın güneyinde Keş'de doğmuştur. Genellikle, Timur devri tarihçileri onun soyunu Cengiz Han sülalesine bağlama gayreti içindedirler. Ancak aynı kaynaklardaki mevcut bilgiler göstermektedir ki, Timur, Barlas oymağına mensub ve idareleri altında bulunan Keş şehri etrafında yurt tutmuş Maveraünnehirli asil bir aileden gelmektedir. Timur daha 25 yaşında genç bir adam iken kendini tanıtmak imkanını elde edebilmiş ve 1361'lerde Maveraünnehir bölgesindeki siyasi olgular nedeni ile ilk kez siyasi hayata atılmıştır. Ancak başlangıçtan itibaren temkinli hareket etmeği benimsemiş bulunduğundan, bölgede anarşik ortamın doğmasına sebep Tuğluk Timur idaresindeki İli Moğollarına karşı ümitsiz bir kahraman olmak istememiş, barışçı ve uzlaştırıcı bir politika izlenmesi düşüncesini ortaya atmıştır. İşte bu davranışıdır ki Keş'i kendisine kazandırmış, nihayet 33 yaşında iken Belh'i de hâkimiyet sahasına aldıktan sonra, bölgenin tek hakimi durumuna gelmiştir. Emir Hüseyin'in öldürülmesinden sonra da 137o'de Semerkand'a gelerek resmen hükümdarlığını ilan etmiş olan Timur'un, kendisini Cengiz Han'ın ve Çağatay'ın takipçisi olarak tanıtmak istediğine dair Zafernâmelerde kayıtlar bulunmaktadır 5. Herhalde bu, o günün siyasal ve sosyal şartları içinde bölge topluluklarının sempatisini kazanmak için ortaya atılmış bir iddia olmalıdır.
XIV. - XV. yüzyıllar Türkiye Tarihi Hakkında Araştırmalar
Belleten · 1971, Cilt 35, Sayı 140 · Sayfa: 665-720 · DOI: 10.37879/belleten.1971.140-665
Özet
Kurucusu Atatürk olan Türk Tarih Kurumu'nun 40. senei devriyesini kutladığımız bir sırada bize de konuşmak, Türk Tarih Yazıcılığı hakkındaki fikirlerimizi söylemek fırsatını veren Kurum'a huzurunuzda teşekkürü bir borç bilirim. Biz, Türk tarihinde ayrı bir çığır açan ve Anadolu'nun Türkleşmesinde rolü olduğunu bildiğimiz Türkmen gruplarının gelip te bu ülkeye yerleşmesinden sonra Türkçülüğe büyük bir önem verildiğini ve milletin kendi dili olan Türk dili üzerinde durulduğunu biliyoruz ki, çok seneler sonra, Atatürk'de aynı gayenin gerçekleşmesi için çalışmış, Anadolu'yu vatan edinen Türk çocuklarının tarihini ve dillerini sistematik şekilde ve bir ilim çerçevesi içinde araştırılması için de Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarını kurmuştur. Biz, bugün, daha 14. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar gelen bir devre içinde Osmanlı tarih yazarlarının ne gibi bir yol tuttuklarını ve Osmanlı tarih yazıcılığının mahiyetinin ne olduğunu kısaca belirtmeye çalışacağız. 14. yüzyıl dedik. Gariptir ki, II. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar Selçuklular'ın da Türk olmasına rağmen İranlı unsurun Anadolu'ya gelmesi ve Farsça'nın Türk dilinin üstüne çıkması bir takım problemlerin de ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Adeta Türkçe, belli başlı kültür merkezlerinde, başta Konya olmak üzere, Kayseri'de, Niğde'de konuşulmuyor, fakat İran'dan gelen unsur bunu resmi devlet dili haline getirmeye elinden geldiği kadar da gayret sarfediyordu.