4034 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 4034
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 338
- Osmanlı 273
- Osmanlı İmparatorluğu 173
- Türkiye 148
- Osmanlı Devleti 139
- Türkler 137
- Anadolu 132
- Ottoman Empire 114
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 100
Kuzeybatı Anadolu Erken Demir Çağı Mimarisi Üzerine Yeni Gözlemler
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 59-72 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.059
Özet
Tam Metin
Doğu Akdeniz Bölgesi’nde, Geç Tunç Çağı sonlarında gerçekleşen göç hareketleri nedeniyle, bilinen büyük uygarlıklara ait kültürler kesintiye uğramıştır. Oluşan yeni kültürler farklı sebeplerle yeterince araştırılamadığı için bu dönem bilim çevresinde ‘Karanlık Çağ’ olarak isimlendirilir. Tüm Ege Dünyası ve Ön Asya’da olduğu gibi Kuzeybatı Anadolu’da, hakkında kısıtlı bilgiye sahip olduğumuz ve bir başka tanımla ‘Erken Demir Çağı’ olarak isimlendirilen bu dönem, Trak kavimlerinin yaklaşık MÖ 1200’lerde bölgeye gerçekleştirdiği göç hareketleri ile başlar ve Trak kavim etkilerinin devam ettiği Geç Protogeometrik - Erken Geometrik Döneme yani yaklaşık MÖ 950- 800 yıllarına kadar devam eder. Aynı yerde uzun süre yerleşim olmadığı için göçebe kavimlerin hüküm sürdüğü bu dönemin hem kültürel ögeleri hem de mimarisi hakkındaki veriler son derece sınırlıdır. Bölgede dönemle ilgili mimari bilgiler sadece kazısı yapılmış bir yerleşme olan Troia’dan gelir ve bu bilgiler Troas Bölgesi yakın ve uzak çevresinde yapılan araştırmalar için rehber niteliğindedir. Günümüzde, Çanakkale Boğazı’nın Avrupa yakasında bulunan Maydos Kilisetepe Höyüğü yerleşmesinde yapılan çalışmalarda, söz konusu dönemle ilgili yeni bilgilere ulaşılmıştır. Elde edilen bu yeni bilgiler, bölgede Erken Demir Çağı ile ilgili Troia yerleşmesinden bilinen mimari verilerin yanı sıra Maydos yerleşmesine özgü daha farklı sonuçlar da ortaya koymuştur. Bu çalışmada sunulan verilerle üzerine az bilgi sahibi olduğumuz ‘Karanlık Çağ’ biraz daha aydınlatılmaya çalışılmıştır.
Sultan Melikşah’ın Feodal Yönetim Anlayışı (Nedenleri-Uygulamaları-Sonuçları)
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 367-402 · DOI: 10.37879/belleten.2025.367
Özet
Tam Metin
Büyük Selçuklu Devleti’nde kuruluştan itibaren bazı hanedan üyelerine birtakım feodal haklar verilmesi söz konusudur. 1040 yılındaki Dandanakan Zaferi’nden hemen sonra toplanan Merv Kurultayı’nda alınan ortak karar gereği bu haklar sınırlı sayıda hanedan üyesine verilmiştir. Ancak Sultan Alp Arslan değişikliğe gitmek suretiyle daha çok hanedan mensubuna bazı toprakları iktâ ederek onlara yönetim hakkı tanımıştır. Tuğrul Bey’den farklı bir şekilde oluşturulan bu sistemde Sultan Alp Arslan’ın iktâ ettiği toprağı geri alma hakkı bulunurken, hanedan üyeleri de sultan adına buraları yönetmekle yükümlüydü. Bu karar hukuki hakları ellerinden alınan İbrâhim Yinal ve Kutalmış isyanlarından çıkarılan derslerin bir neticesidir. Sultan Melikşah ise farklı bir uygulamaya giderek feodal anlayışın sınırlarını oldukça genişletmiştir. Hanedan azaları yanında, hanedandan olmayan bazı önde gelen komutanlara hatta yabancı devlet adamlarına feodal haklar vermiştir. Melikşah’ın oluşturduğu sistemde böyle bir yeniliğe gitmesinin askerî, siyasi, coğrafi vb. nedenleri bulunmaktadır. Bu dönemde bir taraftan fetihleri devam ettirme, diğer taraftan fethedilen merkezden uzak bölgelerde devletin otoritesini hissettirerek asayişi sağlama, aynı zamanda devleti şanına yaraşır bir şekilde temsil etme düşüncesi, merkezî otoriteyi dolaylı olarak yerinde güçlendirme politikası temelinde feodal anlayış uygulamalarının genişletilmesine neden olmuştur. Sultan Melikşah, hanedan üyelerinin dışında önde gelen Savtegin ve Gevherâyin gibi bazı emîrlere iktâ ettiği topraklarda feodal haklar verirken, bu hakları Fahrüddevle gibi hanedandan ve askerî zümreden olmayan bir yabancıya da tanıması, o dönemde içinde bulunulan şartların gereğidir. Sultan Melikşah onlara çetr taşımak, kapısının önünde nevbet çaldırmak, kendi adından sonra adlarını hutbelerde okutmak gibi sınırlı hâkimiyet alametlerini kullanma hakkını da vermiştir.
Süvari Tasvirli Anadolu Selçuklu Sikkeleri Üzerine Bir Değerlendirme: Bursa Arkeoloji Müzesi Örnekleri
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 403-450 · DOI: 10.37879/belleten.2025.403
Özet
Tam Metin
Süvari tasviri taşıdığı güç ve iktidar sembolik anlatısı nedeniyle birçok toplum tarafından yüzyıllar boyunca kullanılmıştır. Türkler göçebe yaşam tarzının doğal bir getirisi olarak at ve biniciliğe verdikleri önemin de etkisiyle süvari tasvirine yoğun ilgi göstermişlerdir. Bu durum taht mücadelesinin yoğun yaşandığı Anadolu Selçuklu döneminde sultan ve meliklerin bastırdıkları sikkelerde de görülmektedir. Bastırdıkları sikkelerde kompozisyona yer vererek rakiplerine mesajlarını doğrudan iletmek istemişlerdir. Bu çalışmada Bursa Arkeoloji Müzesi envanterine kayıtlı Anadolu Selçuklu döneminde basılmış süvari tasvirli sikkeler incelenmiş ve 37 adet sikke tespit edilmiştir. Sikkelerden biri gümüş, diğerleri bakır malzemeden üretilmiştir. 4’ünde H. 595 ve H. 646 tarihleri bulunmaktadır. Yazı satırlarında sultan ve meliklerden II. Kılıcarslan, Kutbüddin Melikşah, Muizzüddin Kayserşah, I. Gıyâseddin Keyhusrev, II. Rükneddin Süleymanşah, I. Alâeddin Keykubad ve IV. Rükneddin Kılıcarslan’ın isimleri yer almaktadır. Basım yeri olarak Sivas ve Malatya yerleşimleri karşımıza çıkmaktadır. Sikkelerde figürlü süslemenin yanı sıra geometrik ve bitkisel unsurlar da işlenmiştir. Tüm sikkelerde yer alan süvari tasviri, atıyla hareket hâlinde ve bir elinde savaş aleti tutar vaziyettedir. Tasvir törensel duruş sergileyen (avlanmayan) ve avlanan olmak üzere ikiye ayrılır. Av kompozisyonlarında süvari panter veya ejder avlamaktadır. Ayrıca süvari ile melek figüründen oluşan kompozisyon da bulunmaktadır. Bu çalışmada, Bursa Arkeoloji Müzesi envanterine kayıtlı süvari tasvirli Anadolu Selçuklu sikkelerinden hareketle bu grubun Türk sikke geleneğindeki ve Türk sanatındaki yerinin belirtilmesi amaçlanmıştır.
Kubilay Han’ın Maliye Nazırı Ahmed ve Reformları
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 451-479 · DOI: 10.37879/belleten.2025.451
Özet
Tam Metin
Cengiz Han’ın torunu Kubilay Han, 1260 tarihinde Çin’de Kubilay Hanlığı’nı (Yuan Hanedanı) kurdu ve bu hanlık 1368 tarihine kadar hâkimiyet sürdü. Bu süreçte konargöçer ve yabancı bir kavim olarak Moğollar, Orta Çağ döneminde hem Kuzey Çin’i hem de Güney Çin’i hâkimiyeti altına alarak ülkeyi birleştirdi. Bunun önemli nedenlerinden biri de Moğolların devlet yönetiminde idari, askerî ve mali açıdan sistematik bir yapı kurabilmesiyle yakından ilişkilidir. Özellikle de bir devletin ayakta kalabilmesi ve gelişmesindeki önemli faktörlerden biri olarak mali yapı Kubilay Hanlığı Dönemi’nde sistematik işlemiştir. Bunun için Kubilay Han, mali açıdan konuda yetkili kişileri görevlendirdi. Kubilay Han (1260-1294) Dönemi’nde ülkenin kalkınmasında, devlet gelirlerinin artmasında ve maliyenin sistemleşmesinde önemli reformları yürürlüğe koyan üç önemli maliye nazırı Ahmed (Ahema 阿合馬; ?-1282), Lu Shirong 盧世榮 (?-1285) ve Sanga (Sang Ge 桑哥; ?-1291) vardı.
Bu çalışmamızda Yuan Yıllığı, Yeni Yuan Yıllığı gibi Çince ve Reşîdüddin’in Câmiu’t-Tevârih adlı Farsça eseri başta olmak üzere farklı dillerdeki araştırma eserleri de kullanılarak Kubilay Han’ın maliye nazırlarından ilki olan Ahmed’in biyografisini değerlendirdik. Ahmed’in maliye nazırı olarak atanması, bu süreçte ortaya koyduğu mali reformları ve sonuçları, görevini suistimal etmesi, hayatının trajik bir şekilde sonuçlanması ve bunun yanı sıra Kubilay Han’ın istihdam konusundaki pragmatik görüşü bu çalışmamızın kapsamında yer almaktadır. Ayrıca bu çalışmamız Kubilay Han dönemi maliye konusunda bilgi sunmakla birlikte mali yapı ve bu yapının işleyişi hakkında da önemli bilgileri içermektedir.
A New Honorary Inscription Relating to Telemachi Family from Xanthus
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 349-365 · DOI: 10.37879/belleten.2025.349
Özet
Tam Metin
This paper introduces a new, unpublished Greek inscription concerning the Telemachi family from Xanthus. The inscription in the northeast corner of the Dipylon looking to the upper agora was formerly documented by the Canadian epigraphic team in 2000 and later recorded in detail during the epigraphical survey conducted within the scope of the Xanthus Excavations-Season 2018. The fifteen-lined text was inscribed on the right profile of the statue base after a 29 cm long part roughly left which extends from the top of the base to the beginning of inscription. The inscription is dated to the 3rd century AD based on the gens “Aurelius/Aurelia” and the character of the letters. The inscription honours a person named M. Aurelius Attalus alias Heracleides, who has not yet been mentioned in any epigraphic document in the city of Xanthus so far. According to the lineage given in the inscription, the person in question is a member of the Tiberius Claudius Telemachus family, one of the famous and aristocratic families of Xanthus. The inscription reveals that M. Aurelius Attalus, alias Heracleides, is the son of M. Aurelius Heracleides, alias Dicaiarchus, who was titled as a consularis and Tib. Claudia Arsasis who was also titled as a consularis. The inscription also expresses that the maternal grandmother of the person honoured is Tiberia Claudia Arsinoe, and his grandfather is Tiberius Claudius Aurelius Attalus. This new epigraphic finding significantly contributes to the prosopography of elite families in Roman Lycia and illustrates how the empire incorporated local elites into its governing system. Additionally, the inscription provides valuable insights into the social hierarchy, cultural integration, and administrative strategies within the eastern provinces of the Roman Empire.
Yazılı ve Görsel Belgeler Işığında Tarihi ve Mimarisiyle İzmir Sancak Kale
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 507-552 · DOI: 10.37879/belleten.2025.507
Özet
Tam Metin
İzmir Körfezi’nin girişinde ve en dar noktasında inşa edilmiş olan Sancak Burnu Kalesi, karşısından dökülen Gediz Irmağı’nın oluşturduğu deltanın yarattığı sığlık nedeniyle körfeze girişin kilit noktasında yer almaktaydı. 17. yüzyıldan itibaren önemli bir ticaret merkezi hâline gelen ve dolayısıyla Batılı tacirlerin uğrak noktası olan kentte vergi denetimini sağlamak ve askerî anlamda da güvenliği tesis etmek adına önem taşıyan Kale’nin inşa tarihi, nedeni, süreci belirsizliklerle doludur. İzmir İnciraltı mevkiinde yer alan askerî bölge sınırları içinde kalan Sancak Kale’nin bugünkü durumunun geçmiş ile bağı, İzmir tarihi ve mimarisiyle ilgilenen araştırmacıların sıklıkla tartışa geldiği bir konudur. Tartışılmış olmakla birlikte inşa kitabesi bulunmayan Sancak Kale’nin ne zaman yaptırıldığına dair bilgiler çelişkilidir. Tabya şeklindeki günümüz mimarisine karşın, ilk inşasındaki mimari özellikleri ile adeta yeniden inşa düzeyinde geçirmiş olduğu onarımlar sonrasında yaşanan mimari değişim hikâyesi ise bilinmemektedir. Çalışma kapsamında söz konusu belirsizliklerin açıklığa kavuşması için akıldaki sorulara yanıt veren ilk bulgular İzmir kentinin seyyahların gözünden yazıya aktarılan tarihinin satırları arasından ve arşiv belgelerinden elde edilmiştir. Ulaşılan yazılı veriler, Kale’nin resmedildiği gravür ve tabloların yanı sıra yapının yerli ve yabancı haritacılar tarafından hazırlanan, arşiv ve müzelerde korunan planları aracılığıyla da desteklenmiştir. Bu şekilde yapının tarihî yaşam öyküsünün çözümlenmesinin yanı sıra fark edilmeyen ya da daha az bilinen mimari serüveni günümüz hava fotoğrafları da dâhil edilerek ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
Bayburt’tan Trabzon’a: Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon Sefer Güzergâhı
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 481-506 · DOI: 10.37879/belleten.2025.481
Özet
Tam Metin
Trabzon’un Osmanlılar tarafından fethi, Anadolu’da siyasi birliği sağlama yolunda stratejik bir adım olarak kabul edilmiştir. Ancak, bu fetih hakkında bilgi veren çağdaş kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Özellikle Yassıçimen-Trabzon arasındaki rota konusunda ciddi belirsizlikler mevcuttur. Çalışmada, Bayburt üzerinden Trabzon’a ulaşan altı tarihî yol belirlenmiş ve bu yolların her biri ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu yollar arasında, özellikle Galyan Yolu’nun Fatih’in fetih rotası için en güçlü aday olduğu görülmektedir. Galyan Yolu, Bayburt’tan başlayarak Trabzon’a uzanan, Türkmen nüfusunun yoğun olduğu ve Rum yerleşimlerinden geçmeyen bir güzergâh olarak dikkat çekmektedir. Çalışma, Galyan Yolu’nun coğrafi özelliklerini, tercih edilme nedenlerini ve bu güzergâhın tarihî açıdan önemini açıklamaktadır.
Yazılı kaynaklar ve yüzey araştırmaları, Fatih’in fetih sırasında bu yolu tercih ettiğine dair güçlü kanıtlar sunmaktadır. Özellikle, Tursun Bey ve Konstantin Mihailoviç gibi dönemin tanıkları, sefer sırasında karşılaşılan zorlukları ve coğrafi engelleri ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Bu anlatımlar, Galyan Yolu üzerindeki geçitler ve tarihî konumlarla örtüşmektedir. Ayrıca, bu güzergâh üzerindeki arkeolojik kalıntılar, bu yolun tarihî süreçte aktif olarak kullanıldığını göstermektedir.
Sonuç olarak, bu çalışma, Galyan Yolu’nun Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon fethi sırasında izlediği güzergâh olarak en güçlü aday olduğunu ortaya koymaktadır. Osmanlı’nın fetih stratejileri, Anadolu tarihî yollarının belirlenmesi ve bu yolların stratejik kullanımı konusunda bu yazının önemli katkılar sunduğunu düşünmekteyiz.
Orientalist Ideology of Aryanism and Its Manifestation in the Architectural Culture of Iran during the Nation-Building Process
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 553-602 · DOI: 10.37879/belleten.2025.553
Özet
Tam Metin
In the late 18th and early 19th centuries, modern historiography witnessed a significant shift towards the kinship/homogeneity approach, largely driven by orientalists in nonWestern regions. Within this paradigm, the geographical significance of Iran gained prominence.
This study scrutinizes the intersection of Aryanist historiography with the construction field during the Qajar and First Pahlavi periods in Iran. It assesses the tangible outcomes of this historical perspective as the emergence of Persian Nationalism in the construction field. It draws upon primary sources and an extensive literature review, employing a critical methodology to scrutinize architectural historiography during the late Qajar and First Pahlavi periods. The study identifies that, from the second half of the 19th century, Persian Nationalism rose under the leadership of nonMuslim capitalists and foreign and local Orientalists, subsequently gaining political power after the First Pahlavi period and becoming a determining factor in shaping the field of construction development. In this way, the archaic mindset that glorified preIslamic Iranian civilizations and opposed the centuries-long presence of Turkic and Arab cultures as local elements after Islam became the main ideology of the modern Iranian nation-state. This main ideology became a dominant element in the early architectural culture of the Iranian nation-state, bringing significant outcomes in the field of urban development. In this context, the outcomes in the urban field can be summarized as follows: the glorification of Persian historical figures, the demolition of public buildings and urban morphology from the Turkic Qajar period, and the proliferation of the Achaemenid/Sassanid revivalist style.
Birinci Dünya Savaşı’nda Beyoğlu Sansür Müfettişliği Teşkilatı ve Faaliyetleri
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 683-718 · DOI: 10.37879/belleten.2025.683
Özet
Tam Metin
Çalışmanın amacı Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında sansür talimatnamesi gereğince İstanbul’da oluşturduğu üç (Dersaadet/İstanbul, Beyoğlu, Galata) askerî sansür müfettişliğinden biri olan Beyoğlu Sansür Müfettişliğinin teşkilatlanmasını, uygulayıcılarını ve faaliyetlerini irdelemektir. Araştırmada Beyoğlu Askerî Sansür Heyetinin örgütsel yapısı modellenerek Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı başkentinde sansürle ilgili yasal uzantılar, sansür faaliyetleri ve sansür pratiğindeki dönüşümler değerlendirilmiştir. Bu şekilde sansür uygulamalarının merkezi olan İstanbul’daki sansür sisteminin esnekliği, başarı ya da başarısızlığı ortaya konulmuştur. Böylece çalışmada Osmanlı sansür tarihinin derlenmesini kolaylaştıracak bir dizi keşfe katkıda bulunulmaya çalışılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’da basını ve haberleşmeyi tamamen sansürleyen bir sistemi oluşturma ve işletme gibi devasa bir görevin icra edilmesi doğal olarak zorluklar barındırmaktaydı. Ancak sansür sisteminin Sultan II. Abdülhamid döneminden itibaren kurumsallaşan yapısı bu zorlukların aşılmasını kolaylaştırmış görünmektedir. Zira Beyoğlu Sansür Müfettişliği ile ilgili veriler, sansür sisteminin savaş sırasında çabuk organize olduğunu göstermektedir. Bu teşkilatlı yapı sayesinde kamuoyunda “sansür korkusu” da belirgin olarak oluşturulmuştur. Fakat savaş döneminde askerî sansür sisteminin işlevselliğini azaltan en önemli unsur, lisan bilen insan kaynağının sınırlılığıdır. Bu problem sansür sisteminin esnekliği sayesinde gayrimüslimlerin yanı sıra silahsız ve sabit hizmete ayrılmış askerlerle giderilmeye çalışılmıştır. Çalışmada T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı bünyesindeki Millî Savunma Bakanlığı Askerî Tarih Arşivi ATASE Fonu ve Osmanlı Arşivi verilerinden yararlanılmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Siyasi Propaganda Aracı Olarak Sigara Paketleri ve Kâğıtlarının Kullanımı
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 315 · Sayfa: 641-682 · DOI: 10.37879/belleten.2025.641
Özet
Tam Metin
Propaganda, kitle düşüncelerinin değiştirilmesi ve eyleme geçirilmesi amacıyla, bilinçli olarak icra edilen faaliyetleri ifade eder. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren seçimle gelen hükûmetlerin iktidarlarını korumak ve sürdürebilmek amacıyla propagandanın gücünden faydalanmaları, kavramın anlamını ve kapsamını genişletmiştir. Aynı yüzyılda ulusçuluk düşüncesine paralel olarak artan ayrılıkçı hareketler de faaliyetlerini propagandayla iç içe gerçekleştirmişlerdir. Görsel ve yazı içermesi bakımından sigara kâğıtları da propaganda aracı olarak kullanılabilecek enstrümanlardan bir tanesidir. Osmanlı Devleti özelinde propaganda amaçlı sigara kâğıtları, 19. yüzyılın sonlarından itibaren keşfedilmiştir. Sigara kâğıtları kimi zaman komitelere gelir elde etmek amacıyla kimi zaman da millî kimliğin inşasında siyasi amaçlarla kullanılmıştır. II. Abdülhamid dönemine damga vuran sansür ise propagandayla mücadelede devletin refleksini de belirlemiştir. Bu bakımdan sigara kâğıtlarındaki propaganda aynı zamanda propaganda algısı ile de doğrudan bağlantılıdır.
Osmanlı Devleti’nde sigara paket ve kâğıtlarının propaganda yönünü inceleyen bu çalışma, Osmanlı arşiv kaynakları ışığında propagandanın ölçeğini, şeklini ve hedeflerini incelemeyi amaçlamaktadır. Sigara kâğıdının siyasi propaganda amacıyla ne şekilde kullanıldıkları, hangi kitleleri hedef aldıkları çalışmanın ana sorusunu oluşturmaktadır. Ayrıca Osmanlı idarecilerinin sigara paket ve kâğıtlarını hangi ölçekte propaganda olarak algıladıkları ve bu mamul özelinde hangi karşı tedbirlerin aldıkları incelenmiştir.