3775 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • Belleten
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Kanuni Devrinde Vüzera Gölgesinde "Vakfa İlave Mülkün Satışı" Üzerine Bir Hukuki Tartışma: "Da'va-yı Asiyab"

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 927-954 · DOI: 10.37879/belleten.2013.927
Tam Metin
Mevkufatcı Muhammed Bey'in mirası 1550 yılı civarında vezir Haydar Paşa tarafından satın alınır. Mevkufatcı'nın çocukları babalarının mirasının vakıf olduğu­nu iddia ederek bu satış hakkında dava açarlar. 1551 yılında görülen davayı Haydar Paşa kazanır. Fakat Mevkufatcı'nın çocukları pes etmeyerek konuyu müfti (şeyhülis­lam) Ebu's-Su'ud Efendi'ye götürürler. Vezir-i azam Rüstem Paşa da davanın sonu­cu hakkında Kanuni Sultan Süleyman nezdinde girişimde bulunur. Sonuçta Kanuni davanın yeniden görülmesini emreder. Bu defa ise davayı Mevkufatcı'nın çocukları kazanır. İşte bu makalede "asiyab davası" olarak meşhur olan bu vaka, Osmanlı ulemasının merkezi iktidar ile ilişkileri açısından tahlil edilmektedir.

Kırım Harbi Sırasında Rusya'daki Esir Osmanlı ve Müttefik Askerleri (1853-1856)

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 983-1030 · DOI: 10.37879/belleten.2013.983
Tam Metin
Binlerce Osmanlı askeri Kırım Harbi sırasında Rus ordusuna esir olarak Rusya içlerinde yaşamak mecburiyetinde kalmıştır. Bu tutsakların esarete yolculukları ve Rus şehirlerindeki ikametleri hem Osmanlı - Rus harplerinin bilinmeyen bir yönü­ne ışık tutmakta hem de XIX. yüzyılın ortasında iki toplumu anlama adına kayda değer ipuçları sunmaktadır. Bu sebeple bu çalışmada savaş esaretinin hukuki ve maddi boyutlarıanlatılırken savaş esirinin yabancı bir toplum içerisindeki tecrübeleri de tartışılacaktır. Ayrıca esaretten dönüşten ve Rusya'da kalmak isteyen esirlerden bahsedilerek savaş esareti bütün veçheleriyle aktarılmış olacaktır.

Osmanlılarda Otopsi

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 875-910 · DOI: 10.37879/belleten.2013.875
Tam Metin
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nden temin edilen vesikalar ışığında ikmal olunan bu çalışma, Osmanlı İmparatorluğu'nun son devirlerinde gerçekleştirilen otopsi ameliyatlarına ilişkin bazı ilginç ve önemli ayrıntılar sunabilmek gaye ve gayretin­den mülhemdir. Bu ana çerçeve içerisinde o dönem hangi hallerde otopsi yapılması lüzumunun hasıl olduğu, uygulamada nasıl bir tıbbi ve hukuki süreç izlendiği ve merkezi idarenin otopsi uygulamalarını geliştirme adına ne tür bir çaba göstermiş olduğu gibi kimi meseleler örnek vaka ve vesikalarla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu yapılırken de yeri geldikçe bugünün otopsi uygulamalarına göndermelerde bulu­nulmuş, bu sayede Osmanlı döneminde icra olunanlarla aralarındaki benzerlik ve farklılıklara da değinilmiştir. Böylece bu çalışma üzerinden Osmanlı döneminde girişilen otopsi uygulamalarının bugünün modem adli tıp ve hukuk sahasının geli­şimine hangi açılardan ve ne oranda bir katkılarının olduğu gibi sorulara da cevap­lar üretilmeye çalışılmıştır.

Erzurum Gümrüğü'nün Teşekkülü ve Tekamülü (XVI -XVII. Yüzyıllar)

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 523-546
Tam Metin
XVI. yüzyılda Anadolu'ya büyük ölçüde hükmeden Osmanlılar, doğu sınırında stratejik açıdan mühim bir merkez olan Erzurum'da güvenlik için gerekli tedbirleri aldıktan sonra zaman kaybetmeden imar ve iskan hareketlerine giriştiler. Trabzon - Tebriz transit ticareti üzerinde yer alan şehirde ticaretin istikrarlı bir şekilde yapılması için birtakım uy­gulamalar gerçekleşti. Bu bakımdan bölgedeki en büyük gümrük organi­zasyonu teşekkül olunarak transit ticaretin daha iyi ve daha kontrollü işlemesine çalışıldı. XVI. yüzyılın sonlarına doğru işlevsel hale gelen gümrük, XVII. yüzyılda imparatorluğun en önemli gümrükleri arasında zikredilmeye başlandı. Orta Asya'dan gelerek İran üzerinden Anadolu'ya ulaşan ipek, Erzurum gümrüğünün hayati bir gelir kaynağı olması yanında, Osmanlı - Safevi mücadelesinin önemli nedenleri arasındaydı. Hatta iki devlet arasında kıyasıya mücadele devam ederken gümrük kayıtlarından anlaşıldığına göre ticaret de devam etmekteydi. Doğudan gelen kervanların uğrak noktası olan Erzurum gümrüğü, sadece bölge ekonomisi açısından değil ülke ekonomisi için de fevkalede ehemmiyetliydi.

Kevin Featherstone, Dimitris Papadimitrou, Argyris Mamarelis ve Georgios Niarchos, The Last Ottomans, The Muslim Minority, of Greece, 1940-1949 (Hampshire: Palgrave Macmillan, 2011) 342 sayfa, [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 765-768
1940-49 dönemi Yunanistan için gayet sorunlu bir dönemdir. 1940 yılında İtalya'nın Yunanistan'a saldırmasıyla Yunanistan İkinci Dünya Savaşı'nın içerisine sürüklenmiş ve 1949 yılına kadar savaş durumundan kurtulamamıştır. 1945'e kadar işgalci İtalyan ve Alman kuvvetleriyle uğraşmak zorunda kalan Yunanlar, 1946 yılı ile birlikte kendilerini bir iç savaşın içerisinde bulmuşlardır. Bu sorunlu dönem bütün Yunanları olduğu gibi 1923 yılındaki Lozan Antlaşmasıyla azınlık statüsü elde eden Batı Trakya Türkleri'ni de derinden etkilemiştir. Zaten Yunan hükümetleri gözünde 1923 yılından itibaren bir nevi Truva atı olarak görülen ve bu yüzden Türk-Yunan ilişkilerinin seyrine göre türlü zorluklarla uğraşmak zorunda kalan bu azınlık bir yandan da dünya savaşının ve Yunan iç savaşının yıkıcı etkilerine maruz kalmıştır. Bu çalışma, 1940-49 yılları arasında Batı Trakya Türkleri'nin bu siyaseten çalkantılı dönemdeki serencamını incelemektedir. Birincil kaynak kullanımı açısından hayli zengin ve iddialı olan kitapta bu bağlamda temel eksiklik olarak Türk Dışişleri Bakanlığı arşivinin kullanılamayışı göze çarpmaktadır. Yazarların da kitabın girişinde belirttikleri gibi bu arşiv araştırmacılara kapalıdır. Bununla birlikte, yazarların genel olarak Türk arşivleri hakkında iddia ettikleri yabancı araştırmacıların Türk araştırmacılara göre zorluklar yaşadıkları meselesi pek de gerçeği yansıtmamaktadır. Zira, Türkiye'deki arşivlerin kullanımında zaman zaman ortaya çıkan zorluklar hem Türk hem de Türk olmayan araştırmacıları aynı şekilde etkilemektedir. Hatta bazen yabancı araştırmacıların "Türk misafirperverliğine" mazhar olabildikleri gözlenirken Türk araştırmacıların daha soğuk bir muamele ile karşılaştıkları söylenebilir.

Isabel V. Hull, Absolute Destruction: Military Culture and the Practices of War in Imperial Germany (Ithaca, NY: Cornell University Press, 2005) 384 sayfa, [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 769-774
Bu çalışma 1870-1918 yılları arasında Almanya'nın askeri kültürünü ve savaş maslahatını incelemektedir. Isabel Hull'a göre bu askeri kültürde ve savaş maslahatında en dikkat çeken unsur gereksiz şiddettir. Almanya, hem Avrupa'da hem de kolonilerde yapmış olduğu küçük ya da büyük savaşlarda büyük oranda yıkıma yol açmış ve kendi güvenlik gerekliliklerinin ötesinde şiddete başvurmuştur. Almanya bunu yaparken uluslararası normları da zorlamıştır. Hull, rutin sayılabilecek operasyonlarda bile Alman askeriyesinin sıklıkla aşırıya gittiğini iddia etmektedir. 1870-1918 yılları arasında Almanya'nın Avrupa'da ve denizaşırı coğrafyalarda politik olarak genişlemesi sırasında devlet aygıt' içerisinde en öne çıkan kurum askeriye olmuştur. Hull, bu kurumun nasıl işlediğini inceleyerek araçların, yani uygulanan yöntemlerin, sonuçların ne şekilde önüne geçtiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Burada yazarın temel olarak ortaya koymak istediği Alman askeriyesinin neden şiddete hedeflenen sonuca gitmek için gerekli olandan çok daha fazla başvurduğudur.

Harput Kale Mahallesi'nde Osmanlı Yaşamı

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 775-780
Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izinleri ile Elazığ Müze Müdürü Haydar Kalsen başkanlığında, Prof. Dr. Veli Sevin ve Prof. Dr. Necla Arslan Sevin'in bilimsel sorumluluğu altında 2005 yılında başlayan Harput Kale Mahallesi arkeolojik kazılarının ilk 5 yıllık sonuçlarının tanıtıldığı eser yedi bölümden oluşmaktadır. Tarihi Urartulara kadar uzanan Harput kenti hakkında bugüne kadar pek çok çalışma yapılmıştır. Bunlardan en kapsamlısı, Harput'ta doğup büyümüş İshak Sunguroğlu'nun 4 ciltlik Harput Yollarında adlı eseridir. Yapıtta kent tüm yönleriyle ele alınarak ayrıntılarıyla incelenmiştir. Daha sonra Nurettin Ardıçoğlu Harput Kalesi surlarındaki çeşitli dönemlere ait kitabeleri yayınlayarak kent tarihini bir başka monografya halinde ele almıştır. Kent son olarak Ermeni tarihçi R.G. Hovennisian'ın Armenian Tsopk adlı kitabındaki çeşitli makalelerle değerlendirmiştir. Her biri değerli ve emek verilmiş bu çalışmalar, daha çok yazılı kaynaklara dayandırılmış ve sonuçlara bu yolla ulaşılmaya çalışılmıştır.

Gayri Müslim Tarihçilerin İslâm Tarihi Kaynaklarındaki Rivayetleri Kullanması

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 741-764
Tam Metin
İslâmiyet'in doğuşuyla ilgili rivayetlerin derlenmesi ve aktarılması ile bu yeni din ve [fetihlerle karşılaştığı] komşu [gayri müslim] topluluklar arasındaki ilişkiler, halifeliğin erken dönemlerinden itibaren Müslüman müelliflerin çok fazla ilgi duyduğu konular olmuştur. [Diğerini] öğrenme ve öğretmeye yönelik bu ilginin, Müslümanlara özgü bir durum olmadığı da belirtilmelidir. Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarda yer alan İslâmî rivayetlerden, böyle bir ilginin gayri müslim topluluklarda da var olduğunu anlıyoruz. Arapça, Yahudice-Arapça Judeo-Arabic İbranîce veya Süryanîce kaleme alınan bu metinler, Müslümanlara ait rivayet geleneğinin bariz etkilerini yansıtmaktadır.

Memlük Tarihçilerine Göre Dulkadır­oğlu Şahsuvar Bey İsyanı

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 403-444 · DOI: 10.37879/belleten.2013.403
Tam Metin
Moğol istilası sebebiyle Suriye'nin kuzeyi ve Anadolu'nun güneydo­ğusuna göç eden Türkmenler Memlük Devleti tarafından Müslümanları koruma, soydaşlarına kucak açma ve İlhanlılar ile Kilikya Ermenilerine karşı tampon bölge oluşturma gibi maksatlarla himaye edilmiştir. Aralarında Dulkadıroğulları da bulunan bu Türkmen grupları Gazze'den Sis (Kozan) hududuna kadar olan bölgede iskan edilmişler, beylerine de ikta ve emirlik payesi verilmiştir. Memlük Devleti kendisine tabi unsurlar olarak gördüğü Türkmenlerin müstakil hareket etmelerine de mani ol­maya çalışmıştır. Özellikle Osmanlıların güçlü bir devlet olarak tarih sah­nesine girişinden sonra bahsedilen bölgelerdeki Ramazanoğulları ve Dulkadıroğulları gibi beylikleri kontrolü altına almaya çalışması, Memlükler ile Osmanlılar arasında nüfuz mücadelesine neden olurken, aynı zamanda Memlüklerin bu beyliklerle sorunlar yaşamasına da yol açmıştır. Memlük-Dulkadıroğulları ilişkilerinin, Memlükler ile Osmanlılar arasındaki nüfuz mücadelesinin tesirinde şekillendiğini söylemek mümkündür. Biz bu çalışmada, Memlük-Dulkadıroğulları münasebetlerinin bahsi geçen hususiyetini en fazla ortaya koyan örneklerden Şahsuvar Bey'in isyanını ele aldık. Burada da esas itibariyle Memlük tarihçilerinin Şahsuvar Bey meselesine yaklaşımını öne çıkardık.

Haçlılar ve Doğu Hıristiyanları Arasındaki İlişkiler

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 365-402 · DOI: 10.37879/belleten.2013.365
Tam Metin
"Doğulu Hıristiyan kardeşlere yardım" Ortadoğu'ya yapılan Haçlı seferlerinin başlıca parolalarından biri olmuştur. Ancak bu sözler 451 Kadıköy Konsili'nde alınan kararların gölgesinde kalmıştır. Zira Haçlılar aradaki mezhepsel farklılıklar nedeniyle Ortadoğu Hıristiyanlarını asla kardeş olarak görmemişlerdir. Aslında bu sözlerin gerçek muhatabı Bi­zans'a bakış açıları da çok farklı değildir. Uzun müddet Müslüman haki­miyetinde rahat bir yaşam süren Yerli Hıristiyanlar, seferlerle ilgili başlangıçtaki iyimserliklerine rağmen Haçlılar tarafından "sapkın" olarak nitelendirilmeleri ve buna bağlı menfi uygulamalar nedeniyle hayal kırıklığına uğramışlardır. Fakat 11O1 Haçlı Seferlerinin sonucunda ortaya çıkan gereksinimler neticesinde Yerli Hıristiyanlar, Haçlılar için sosyal, ekonomik ve askeri alanda hayati bir anlam ifade etmeye başlamışlardır. Bu doğrultuda başlatılan uygulamalar sayesinde taraflar arasında ortak bir yaşam formu oluşturulabilmiştir. Ancak Haçlıların, Yerli Hıristiyanlar hakkındaki dini ön yargılarından ve şüphelerinden tamamıyla kurtulamamaları gerçek bir bütünleşmeyi engellemiştir. Dolayısıyla Yerli Hıristiyanların sosyo-politik durumlarında seferler öncesine nazaran bir değişim olmadığı gibi gelişmelerden en fazla zarar gören unsurlardan biri haline gelmişlerdir.