3775 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • Belleten
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

III. Selim Devri Siyasi Literatürüne Bir Katkı: Yeni Bir Layiha Üzerine Notlar

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 75-146 · DOI: 10.37879/belleten.2012.75
Tam Metin
Bu makale, Nizam-ı Cedid hareketinin siyasi ajandasının tasvir edildiği devrin layiha literatürüne küçük bir katkı yapmayı amaçlamaktadır. Nitekim III. Selim döneminde kaleme alınan politik metinler, Osmanlı devlet adam­larının siyasi ve sosyal hayata bakışını şekillendiren perspektifi tahlil ede­bilme bağlamında önemli imkanlar sunmaktadır. Çalışmamıza konu olan layiha, Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi kitapları arasındadır. Bir müsvedde olduğu anlaşılan layihada, sosyal hayata dair çeşitli düzenlemeler ve bu hususta alınması önerilen tedbirler ile taşra idaresi, vergiler ve Os­manlı merkez teşkilatının yeniden yapılandırılması tartışmaya açılıyor. Sa­vunma merkezli düşünce yapısının bir yansıması olarak müellif, yeni bir ordunun kurulması ve kadim ocakların yeniden yapılandırılması konularına büyük bir önem atfetmektedir. Bunların yanı sıra Bab-ı Ali'nin takip etmesi gereken dış politika ve kurulması planlanan daimi elçilikler de İmparator­luğun savunmasında rol oynayan enstrümanlar olarak layihaya dahil edil­miştir. Makalede, öncelikle lll. Selim devrinde kaleme alınan siyasi metin­ler kısaca değerlendirilerek layihanın müellifi ve telif tarihi gibi önemli noktalar çözümlenmeye çalışılmıştır. Takiben layihanın içeriği, devrin siyasi literatürü ve kanunnameleri ile karşılaştırmalı olarak ele alınmış ve layiha­nın öngördüğü sosyo-ekonomik ve sosyo-politik düzen konusunda kısa bir değerlendirme yapılmıştır.

Kostaki Musurus'un Atina Sefareti ve Osmanlı-Yunan Diplomatik Krizi

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 207-238 · DOI: 10.37879/belleten.2012.207
Tam Metin
Kostaki Musurus, Atina'ya elçi olarak tayin edildikten yaklaşık yedi yıl sonra 1847 senesinde Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında patlak veren diplomatik bir krize sebep olur. Yunan Kralı Otto'nun harb yaveri Albay Caratoss isimli bir şahıs Atina'daki Osmanlı elçiliğine gelerek İstanbul'a gitmek istediğini belirtir ve vize talebinde bulunur. Ancak adı geçen kişinin talebi, 1841 yılında Selanik, Tırhala ve Girid'de Osmanlı karşıtı eylemlerde başrolde olduğu gerekçesiyle geri çevrilir. Caratoss'un vize talebinin reddedilmesinden sonra Yunan Kralı, bütün diplomatik misyonun hazır bulunduğu bir baloda Osmanlı elçisini açıkça tahkir eder. Ardından hem elçi hem de Osmanlı yönetimi Yunan Devleti'nin özür dilemesini isterse de uzun bir süre beklenen talep yerine getirilmez ve iki ülke arasında önemli bir kriz ortaya çıkar. Arızi bir diplomatik mesele gibi görünse de gerçekte konu, bağımsız Yunanistan'ın ilanından itibaren bu ülkenin Osmanlı topraklarına doğru genişleme ideali -Megali idea- ile yakından bağlantılıdır. Her iki devlet de sorunun iç siyasete dönük önemini bildiklerinden iddialarından geri adım atmazlar. Nihayet Osmanlı idaresinin kararlı tutumu ve özellikle İngiltere'nin açık desteği, sorunun Osmanlı lehine çözümüne giden yolu açar.

19. Yüzyıl Sonlarında Osmanlı Devletinde Veteriner­lik Mesleği ile İlgili Bir Değerlendirme

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 239-260 · DOI: 10.37879/belleten.2012.239
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nde 16. yüzyıldan itibaren baytarname tarzı eserlerin kaleme alındığı görünmesine rağmen, veterinerlik öğretimi Avrupa'dan 80 yıl sonra 1842 yılında başlayabilmiştir. Veterinerlerin modern tarzda yetişti­rilmesi için Avrupa ile yakın ilişkilere girilmiştir. Bu çerçevede Avrupa'ya öğrenci gönderilmiş, Avrupa'da yazılan bilimsel kitaplar ve konu ile ilgili gazeteler yakından takip edilmiştir. Ancak yetiştirilen veterinerler harp ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle vilayetlerin ihtiyacını karşılayamamıştır. Bu­nun sonucu olarak da hayvanlarla ilgili yapılan sağlık kontrolleri eksik ya­pılmış ve bulaşıcı hayvan hastalıklarının yayılmasına engel olunamamıştır.

ALİ AKYILDIZ, Sürgün Sefir Sadullah Paşa Hayatı, İntiharı, Yazıları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, 488 s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 953-958
Tarihçi Ali Akyıldız, Sürgün Sefir Sadullah Paşa Hayatı, İntiharı, Yazıları adlı kitabıyla önemli bir Tanzimat paşasının birinci elden malzemeye dayanarak biyografisini yazmıştır. On dokuzuncu yüzyılın en karışık dönemlerinde bürokrasinin içinde bulunan bir yandan sarayda padişahın yakınında çalışırken bir yandan da Genç Osmanlılara yakınlık duyan, bir ikilemi yaşayan Sadullah Paşa Lamartine'den manzum olarak çevirdiği "Göl" şiiri ve on dokuzuncu yüzyıla kasidesi olan "On Dokuzuncu Asır" şiiri ile edebiyat araştırıcılarının hiçbir zaman ihmal edemedikleri bir şahsiyet olmuştur. Ancak onun hakkında bilinenler fazla değildir. 18 Kasım 1838'de babasının görevli olduğu Erzurum'da doğan, 18 Ocak 1891'de Viyana'da ölen Sadullah Paşa sadece bir bürokrat değildi. Edebiyatla da uğraşan bu bürokratın az çok bilinen hayatının sakladığı trajik olayları zamanla öğrendikçe, çok az sayıdaki yazısıyla edebiyat tarihine girmeyi başaran bu şahsiyete karşı duyduğum ilgi artmış ve bir ara üzerinde çalışmak istemiştim. Paşanın intihar' ile, İstanbul'daki Sadullah Paşa yalısında onu hasretle bekleyen eşinin çıldırmasına rağmen onu beklemeye devam etmesi, oğlunun intihar, hayatının kendi şahsıyla ilgili trajik olaylarıydı ve bunlar batı; sürecindeki Osmanlı Devleti'nde vuku buluyordu Zaman zaman önünden geçtiğimiz, bir ara sanat faaliyetlerine açılan bahçesinde konser dinlediğimiz, içini gezdiğim bu yalıda, kim bilir neler geçmiş olduğunu, Boğaziçi'nin dillere destan mehtap alemlerinde burada ne tür çilelerin doldurulduğunu hep hayal etmiştim. Emel Esin, Münevver Ayaşlı'da belgeler olabileceğini söylediğinde kendisi aramış ve bu belgelerin artık onda olmadığını öğrenmiştim. Belgelerin korunması konusunda kurumlaşamamanın zararları, meslek hayatımın sonraki yıllarında, her adımda karşıma çıkmıştı.

Peyvend-i Siyaset ve Ferheng der Asr-ı Zevâl-i Timurlyân ve Zuhur-i Safevlyân

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 971-974
Seferleri ve zaferleri sonunda Timur'un şöhreti bütün dünyada yayılarak, asırlarca bir dehşet siması ve efsanevi bir kahraman olarak yaşadı. Evet o, göçebe fatihlerin sonuncusudur. Fakat bazı tarihçilerin ifade ettiği gibi, sadece bir eşkıya çetesi reisi veya ele geçirdiği şehirleri yakıp yıkan, insan kellelerinden minareler diktiren bir fatih mi idi? Timur'un gayesi mümkün olduğu kadar ve hattâ kabilse o zamanın dünyasını hakimiyeti altına almaktı. Zamanın tarihçilerinden biri olan "bütün dünya iki hükümdarı n sahip olacağı kadar değerli değildir" sözünü isnad etmektedir. Tahripkarlığına rağmen o, aynı zamanda imarcı idi. Onun zamanında muhteşem bahçeler ve binalar yaptırılmış, yeni yerleşme yerleri kurulup, sulama kanalları açtırılmıştı. Bilindiği üzere İran, Orta Asya ve Hindistan'da İslam mimarisinin en parlak devri Timur ve haleflerinin adı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Timur, ticaretin devlet için en büyük gelir kaynağı olduğunun farkındaydı. Ana dili olan Türkçeden başka Farsçayı da biliyordu. Edinmiş olduğu tarih bilgisi ile meşhur İbn Haldun'u bile hayretler içinde bırakmıştı.

ğerbo Rastoder, Crna Gora i velike sile, Zavod za ucrZbenike i nastavna sredstv

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 959-970
Karadağ Üniversitesi Felsefe Fakültesi Tarih-Coğrafya bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. Serbo Rastoder ve Prof. Dr. Zivko M. Andrijasevic'in birlikte hazırladıkları Crna Gora i velike sile (Karadağ ve Büyük Güçler) başlıklı kitap Podgorica'da 2006 yılında yayınlanmıştır. Yazarlar Hakkında: Prof. Dr. Serbo Rastoder, 19. ve 20. yüzyıllarda Karadağ tarihi ve Yugoslavya tarihi; tarih araştırmalarında metodoloji ve tarihçilik üzerine çalışmalar yapmakta ve çeşitli bilimsel kuruluşlarda ve üniversitelerde (Karadağ Üniversitesi Uluslararası Araştırmalar Merkezi, Karadağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümü, Tuzla Üniversitesi Felsefe Fakültesi Tarih Bölümü, Nikşiç Felsefe Fakültesi Tarih Bölümü) bu konularda dersler vermektedir. Çeşitli bilimsel enstitü veya merkezde asli üyeliği ve yönetim kurulu üyeliği bulunmaktadır. Pek çok monografik eserin bizzat ya da müşterek yazarıdır. Farklı konularda 100'lerle ifade edilen bilimsel çalışması bulunmaktadır. Sadece iki ansiklopedide ("Enciklopedia Crne Gore" ve "Crnogorska enciklopedia") yayınladığı madde sayısı 150'nin üzerindedir.

Kırım'da ve İdil-Ural Bölgesinde Açlık ve Türkiye'den Giden Yardım (1921-1922)

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 881-952
Tam Metin
1921-1922 yıllarında Sovyet Rusya'da benzeri görülmemiş ölçüde tahripkar bir açlık yaşandı. Toplam yaklaşık 10 milyon insanın hayatına mal olan bu korkunç felaketin kurbanları arasında İdil-Ural bölgesinin ve Kırım'ın Türk halkları da bulunmaktaydı. Bu bölgelerden gelen âcil yardım çağrıları, o sırada bizzat kendisi son derece zor bir dönemden geçmekte olan Türkiye'de büyük yankı buldu. İstiklâl Harbi'nin en kritik aylarında Anadolu'da Kırım'a ve İdil-Ural bölgesine yardım maksatlı geniş çaplı bir kampanya düzenlendi. Ankara hükûmetinin Büyük Taarruz'u başlatmış olduğu günlerde Türkiye halkı Kırım ve İdil-Ural bölgesindeki aç kardeşlerine mütevâzi, ancak çok mânâlı yardım gönderdi.

İslâmî Yazmalara Adanan Bir Ömür: Prof. İrec Afşar (1925-2001)

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 975-978
İran'ın dil, tarih, edebiyat ve kültür alanlarında yetiştirdiği en büyük ilim adamlarından Prof. İrec Afşar 9 Mart 2011 Çarşamba günü Tahran'da vefaat etti. İran tarihi araştırmacıları, yayınladığı iki yüzün üzerinde ana kaynak ve iki binin üzerinde makale ile Prof. Afşar'ın İran tarihi ve kültürüne nedenli önemli katkılarda bulunduğunu gayet iyi bilirler. O, Mirzâ Muhammed-i Kazvini, Seyyid Hasan Taki-zâde, Nefisi, `Abbâs İkbâl, Muctebâ Minovi ve Muhammed Taki Dânişpejuh gibi İran dili, edebiyatı ve tarihinin büyük araştırmacılarının son temsilcilerindendi. Prof. Afşar 16 Mihr 1304/8 Ekim 1925 tarihinde muhtemelen XVI. yüzyılda İran'ın Yezd şehrine göç eden Afşar Türklerine mensup olan Dr. Mahmud Afşar ile Nusret Afşar'ın oğlu olarak Tahran'da dünyaya geldi.

İslâmî Dönemde (638-1099) Filistin'e Yahudi Göçü ('Aliya: עלייה)

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 641-690 · DOI: 10.37879/belleten.2011.641
Tam Metin
'Aliya, Yahudilerin kalıcı olarak yerleşmek amacıyla bir bölge ya da ülkeden Filistin'e yaptıkları göç anlamına gelmektedir. 1948 yılında kurulan İsrail Devleti, XIX. yüzyıldan itibaren siyasi Siyonizm hareketiyle teşvik edilen bu göçler sonucu ortaya çıkmıştır. Elinizdeki araştırmada modern dönem öncesinde, fethinden Haçlı işgaline kadar İslami dönemde (638-1099), Yahudilerin Filistin'e göçleri ve bu göçlerdeki etkenler üzerinde durulmuştur. Araştırılan zaman diliminde Yahudilerin, modern dönemlerdeki Siyonist gayelerle yaptıklarına benzer şekilde Filistin'e göç etmeleri süz konusu olmamıştır. Müslümanların iyi muamelesi, Yahudileri modern dönemlerdeki gibi herhangi bir yurt arayışına sevk etmemiştir. Hac, kutsal mekanları ziyaret ya da bu mekanlara yakın yerlerde yaşamak gayesiyle göç eden Yahudiler olmakla beraber, bu dönemde Filistin'e Yahudi göçündeki temel etken ekonomiktir. Miladi X. asırdan itibaren doğu İslam dünyasında siyasi ve sosyo-ekonomik düzenin bozulması sebebiyle meslek sahibi pek çok Yahudi batı İslam dünyasına (Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika), bu arada Filistin'e de yerleşmiştir. Bu dönemde Filistin'e Yahudi göçünü teşvik eden yegane mezhep Karailiktir. Karailer mesihin gelişini hızlandırmak için müntesiplerini Filistin'e göçe teşvik etmişlerdir. Aynı dönemlerde Yahudilerin çoğunluğunu oluşturan Rabbani/Ortodoks Yahudilerde ise bu amaçlı bir göç hareketi mevcut değildir.

Haçlı Seferleri Döneminde Din Değiştirme Vakaları

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 691-718 · DOI: 10.37879/belleten.2011.691
Tam Metin
Haçlı Seferleri, II. Urbanus'un 1095'de Clenrmont'ta yaptığı Hıristiyanlığın merkezi Kudüs'ün kurtarılması ve doğulu Hıristiyan kardeşlere yardım parolasıyla başlamıştı. Ancak bu dini temele karşın seferlerin başlangıcı Avrupa'da cereyan eden iktidar savaşları, buna bağlı olarak bozulan sosyal-ekonomik düzen ve papalığın dünyevi iktidar hırsı ile alakalıdır. Çalışmamızın konusunu teşkil eden seferler sırasında gerçekleşen din değiştirme vakaları da tamamıyla bu nedenlerin dışa vurumudur.