11 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi
  • Din
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Atatürk’ün Dinî Yönü ve Din Eğitimine Bakışı

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 48 · Sayfa: 675-698
Atatürk iyi bir din eğitimi almış inançlı bir insandır. Ailesinden ve okuldan aldığı din eğitimine İlaveten kendisini dini konularda camiide hutbe okuyacak kadar iyi yetiştirmiştir, Türk halkının dinini aslına uygun iyi öğrenmesini istemiştir. Bunun için Kur'an'ı, Hz. Muhammed'in hayatı ve temel din kitaplarını Türkçe olarak yayınlatmıştır. Din Eğitimini önemli görmüş, okullarda yapılmasını istemiştir. Atatürk dinin değil; cehalet, bid'atlar, hurafeler ve din istismarcılarının karşısındaydı. Bu da bazı çevrelerce din düşmanlığı şeklinde algılanmış ve gösterilmiştir. O, Kur'an'm özüne uygun Hz. Peygamber zamanındaki gerçek İslamiyet'in yanındaydı. Dini ve gerçek din bilginlerini Övmüştür.

Atatürk, Bilim Ve Din

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1999, Cilt XV, Sayı 44 · Sayfa: 487-500
İslâm dünyasında Emevi hanedanının yıkılması ve Abbasîlerin yönetimi ele geçirmesiyle İdarî, askerî, siyasî ve İlmî sahalarda çok büyük değişmeler olmuştur. Bu dönem İslâm kültür ve medeniyetine damgasını vuran çok önemli bir süredir. Islâm dünyasında çok çeşitli kurumlar ve bilimler bu dönemde şekillenmiştir. Filolojik, dinî, sosyal ve tabii bilimler sahasında ilk çalışmaların bir kısmı Emeviler döneminde başlamışsa da, bu çalışmaların sistemli bir şekilde ele alınarak her birinin ayrı bir bilim dalı haline gelmesi Abbasİler döneminde olmuştur. Bu dönemde yapılan fetihler sonucunda, geniş bir alana yayılan Müslümanlar Eski Yunan, İran ve Hint kültürlerine büyük ilgi duymuşlar ve eski dünyanın bilimsel ve felsefî eserlerini, Arapçaya çevirme ihtiyacını hissetmişlerdir. Bu sahada yapılan ilk çalışmalar, Abbasi Halifesi Me'mun döneminde (813-833), Beytü'l- Hikme kuruluncaya kadar fazla verimli olmamış ve kişisel bazı çalışmalardan öteye gidememişti. Emeviler döneminde yalnızca tıp, kimya, astronomi alanında yapılan çalışmalar, Abbasi halifesi Mansur döneminde (754-775) genişleyerek cebir, geometri, mantık ve felsefe alanlarını da içine almıştır.

Milli Mücadele Dönemi Türkiye-İslam Ülkeleri Münasebetleri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1999, Cilt XV, Sayı 45 · Sayfa: 901-938
Bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu topraklarının galip devletler tarafından işgali söz konusu olmuştur. Bu gelişme üzerine Mustafa Kemal Paşa liderliğinde Anadolu'da kurtuluş mücadelesine başlanmıştır.. Çeşitli araştırmacılar tarafından Anadolu'da başlatılmış olan Milli Mücadele hareketi askeri, iktisadi, sosyal ve sair yönlerden inceleme konusu yapılmıştır. Bu dönemde gerek Mustafa Kemal ve gerekse diğer Ortadoğu halkları ve hükümetlerinin zaman zaman birlikte hareket ettikleri görülür. Bu müşterek hareketin muayyen sebepleri mevcuttur. Türk - Arap halkları ve hükümetlerinin Birinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa devletlerinin işgaline maruz kalmaları; yine Avrupa devletleri tarafından savaş öncesinde Arap halklarına bağımsızlık vaatlerinde bulunulmasına rağmen savaş sonrası bu vaatlere tamamıyla muhalif bir politikanın takip edilmesi ve bağımsızlık yerine işgallerde bulunulması; özellikle Birinci Dünya Savaşı nihayetinde ve antlaşmalar arifesinde Müslümaan cemiyet ve temsilcilerinin İngiltere nezdinde Türkiye'nin istikbalini sorgulama girişimleri içerisinde olmaları Mustafa Kemal'i bu ülke veya bu ülkelerdeki gruplarla temas kurmaya, onlarla işbirliği içerisnde olmaya ve ittifak yapmaya veya yardımlarını elde etmeye itmiştir. Dolayısıyla da bu ve benzeri gelişmeler iki taraf arasında yakınlaşmayı artıran muayyen sebepler olmuştur. İslam aleminin içinde bulunduğu bu durum ve bağımsızlığa kavuşma arzusu, kaçınılmaz olarak kendilerini dayanışmayaa sevk etmiş, batı hakimiyet ve işgaline karşı îslam milletleri arasında haklı bir tesanüt ve it¬tihat doğmuştur.. Bu durum ise, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları kadar, onları da Milli Mücadele ileri gelenleri ile faal bir surette teşriki mesaide bulunmaları gereği ile karşı karşıya getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa bir konuşmasında buhususa işaret etmiş, Haziran 1920 tarihine kadar uzanan bir zaman dilimi içerisinde, kendilerine muayyen önerilerde bulunduğu bir çok Arap liderleriyle antlaşma akdettiğini belirtmiştir. Arap ve İslam dünyasının duygularını iyi bilen ve hilafet hareketinin, Müslüman ülkelerin ve Arap milletlerinin durum ve tutumlarının kendi mücadeleleri ve Yakın ve Ortadoğu politikaları açısmdaan büyük önem taşıdığının uzun bir süredir bilincinde olan Mustafa Kemal ve Türk milliyetçileri, bu ülkelerin maddi ve manevi desteğini elde etmek için bir takım tedbirler almışlar, hudutlarına yakın ülkelerden başlamak üzere, doğuda Kafkasya, İran, Afganistan ve Hindistan'a kadar, batıda Arnavutluk; güneyde Suriye, Filistin, Mısır ve Arabistan; güney batıda ise Cezayir ve Fas'a kadar tüm İslam ülkelerini kapsayacak biçimde siyasi nüfuzlarını genişletmeye çalışmışlar; illi Mücadele esnasında Erzurum ve Sivas'ta kongreler düzenlenmesini; Hindistan, Afganistan, Azerbaycan ve Arabistan gibi İslam ülkelerinde beyannameler dağıtılmasını yararlı görmüşlerdir. Bu girişimlerin tabii bir neticesi olarak İslam ülkeleri maddi ve manevi yönlerden Milli Mücadele liderlerine ve dolayısıyla da Kurtuluş Savaşı hareketine yardımda bulunmaktan çekinmemişlerdir. Ele alman bu çalışmada ise Milli Mücadele sırasında Irak, İran, Suriye, Libya, Hindistan, Yemen, Arnavutluk ve saire gibi Müslüman ülkeler ve Müslüman topluluklar ile olan münasebetler, yardımlaşma ve dayanışma çabalarına temas edilmek istenmiştir

Cumhuriyetin 75. Yılında Tarihsel Süreç İçinde Türk Kadınının Dünü Ve Bugünü

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1999, Cilt XV, Sayı 43 · Sayfa: 19-40
Kadın, doğuştan sahip olması gereken insan haklarına çok kolay ulaşmamıştır. Bunu tarihsel süreç içinde de görebiliriz. Özellikle Türk kadınının dününe baktığımız zaman, başlangıçta erkeğin yanında yer alan kadının sonra bir adım geriye itildiğine şahit oluyoruz.İslamiyeti din olarak seçişleri öncesinde, Türkler'de kadının durumu özellikle diğer toplumlardan çok daha iyi idi. Hatta bazı konularda da kadınların bugünkünden daha çok hakka sahip olduklarını söyleyebiliriz. îs- lamiyetin kabulü İle birlikte Türk toplumları arasında kadın hakları açısından bir gerileme söz konusudur. Bunun başlıca nedeni, İslam öğretilerinin yanlış yorumlanması, özellikle 14 asırlık Kur'an yorumunun bir erkek yorumu olması, uydurma sözlerin hadis (Hz. Muhammed'in sözleri) olarak kabul edilmesidir. Ayrıca yabancı kültürlerin İslama nüfuz etmesi de etkili olmuştur.Türk kadınının, çağdaş dünya kadınının sahip olduğu haklara kavuşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK sayesinde olmuştur. Ulu Önder Atatürk'ün Türk kadınına kazandırdığı haklara hep birlikte kadın-erkek sahip çıkalım.

Atatürkçü Düşünce Sisteminde Lâikliğin Yeri Ve Önemi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1998, Cilt XIV, Sayı 40 · Sayfa: 6-35
Lâiklik kavramının aslı "Lâik"dir, Sondaki "lik" eki Türkçe bir ektir. Lâik kelimesi, Türkçeye Fransızcadan geçmiştir. Esasen Yunanca olan Lâik kelimesi, yine Yunanca olan Lâikos sıfatından türetilmiştir. Lâikos sıfatı ise, halk anlamına gelen "Laos" kelimesinden bir ek yardımıyla tü- retilmiştir. Laikliğin tiiretildiği lâikos kelimesi, Tanrı ile yakın ilgisi bu- lunmayanlar veya din adamları sınıfına mensup olmayanlar, yani din adamları sınıfının dışında kalan alelade halk tabakasına mensup olanlar anlamına gelir. Din adamları sınıfına veya Tanrı İle yakın ilgisi bu- lunanlara ise, Kleros adı verilmektedir. Buradan hareketle Lâikos, dinî ni- telik taşımayan, Klerikos ise dinî nitelik taşıyan anlamını kazanmıştır. Bu durumda Lâik kelimesi din ve ruhbanlıkla ilgisi olmayan anlamına gelir. Din ile ilgisi olmayan da dinsizlik demek değildir. *1 Ancak aşağıda çeşitli tanımları verilen Lâiklik bugünkü gerçek anlamını Avrupa düşünce tarihi, Özellikle Fransız düşünce tarihi içinde kazanmıştır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Din Eğitimi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1996, Cilt XII, Sayı 35 · Sayfa: 527-535
Tevhid-i Tedrisat öğretimin birleştirilmesi demektir. Böyle bir kanun inkılâp olarak getirildiğine göre, demek ki öğretimde bir çift başlılık veya çok başlılık vardı. Gerçekten vardı ve bir tevhid bekleniyordu. Tanzimat ve Meşrutiyet inkılâpları ile eğitim alanında da yeni düzenlemeler getirilmişti ama, yenilikleri eskilerle birleştirip bütünleştirme girişimlerinde bulunulamamıştı. Bunu başarmak Cumhuriyet dönemine kalmıştır. Cumhuriyet'ten önce başaramayanlar da Cumhuriyetle birlikte başaranlar da şüphesiz yine bizleriz.

Türkiye’de Yüksek Din Eğitimi ve İslam’da Eğitim

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1996, Cilt XII, Sayı 35 · Sayfa: 493-502
İslâm dini, Hz. Muhammed'e Kur'an vahiy olunmaya başlamasıyla dünya düşünce ve inanç alanında yeniden ve yeni bir din olarak doğmaya başlamıştı. Hz. Peygamber döneminde üzerinde oluştuğu iki temel bilgi kaynağı vardı. Biri Kur'an, Öbürü akıl idi. Kur'an Allah'a ait, akıl Hz. Muhammed'e aitti. Hz. Muhammed'in iki görevi vardı. Biri, Allah'tan aldığı Kur'an'ı tebliğ etmek, diğeri kendi aklı ile anlayıp uygulamaktı. Kur'an'ın dışında kendi aklına göre kendi namına konuşurdu. Allah adına Kur'an konuşurdu, kendisi Allah adına konuşmazdı.

Din Açısından Kadınlar Ve Bağımsızlık Savaşı

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1996, Cilt XII, Sayı 34 · Sayfa: 239-244
İslâm'dan önce Araplar kız çocuklarım küçümserlerdi. Hatta dilerlerse öldürürlerdi. Erkek ve kadın çok evlilik yapabilirdi. Eş değiştirme âdeti, geçici nikâh (mut'a) ve elinin altında çok sayıda cariye bulundurma yaygındı. İslâmiyet'i müjdeleyen Hz. Muhammed, herkes için can güvenliğini savundu. Kız çocuklarını korumak ve cahiliye çağı âdetlerini kaldırmak için bir çok hadis söyledi.

Atatürk, Din ve Laiklik

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1990, Cilt VI, Sayı 18 · Sayfa: 479-492
Biz biliyoruz ki, Atatürkçülük bölünmez bir bütündür. Onu meydana getiren ilke ve inkılâplardan herhangi biri diğerinden üstün tutulamaz veya herhangi biri yok kabul edilemez. Çünkü, Atatürk ilke ve inkılâplarının gerçek anlamlarını kavrayabilmek topyekün ele alınmalarıyla mümkündür. Ancak aşağıda izah edeceğimiz gibi lâiklik ilkesinin diğerlerinden farklı bir özelliği vardır. Millî, demokratik, bağımsız ve lâik bir Türk Devletinin kurulması için yapılan Türk İnkılâbında lâiklik genel özelliktir. İnkılâbın getirdiği yeni anlayışa hakim bir unsurdur. Bütün inkılâp hareketlerinde bir anlayış ve bir amaç olarak vardır. Biz bu araştırmamızda, Türk İnkılâbı'nın temel özelliği olan lâikliğin Atatürk tarafından ne İçin benimsendiğini, Atatürk'ün din ve lâiklik konularında neler düşündüğünü tarihî gelişimi içinde aydınlatmaya çalışacağız.

Halifelik, Din ve Laiklik

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1990, Cilt VI, Sayı 17 · Sayfa: 301-306
Atatürk I. Cihan Savaşı' ndan sonra galip devletlerin milletimizi ve ülkemizi parçalamaya kararlı olduğunu görerek mücadeleye atıldı. Milletle bütünleşerek vatanımıza göz dikenlere karşı savaşlar verdi. İslâmiyet açısından incelendiğinde cumhuriyet yönetiminin fazileti, yani erdemi esas aldığı görülmektedir. Çünkü cumhuriyette daima halkın oyuna başvurma söz konusudur. Halifelik sorunu ise çok karışıklıklara neden olmuştur. Dinin kötüye kullanılmasına ve siyasete karıştırılmasına karşı çıkmıştır. Atatürk'ün İslâmiyet hakkındaki bazı sözleri şöyledir: "Bizim dinimiz en makul ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din ol¬muştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. Müslümanların toplumsal hayatında hiç kimsenin özel bir sınıf halinde mevcudiyetini muhafazaya hakkı yoktur."