160 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi
  • Son 10 yıl
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

İngiliz Millî Arşivlerinde (The National Archives) Türkiye Hakkında Bulunan Belgeler Ve Bu Belgelerin Önemi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024 (Özel Sayı) · Sayfa: 211-242 · DOI: 10.33419/aamd.1534288
Tam Metin
16. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan (Kraliçe Elizabeth ve Sultan III. Murat dönemi) Türk- İngiliz ilişkileri yaşanan dönemsel sıkıntılara rağmen günümüze kadar gelebilmiştir. İlk olarak Doğu Akdeniz’de ticari alanda başlayan bu ilişkiler, zaman içerisinde geniş bir alanı kapsamıştır. Bu ilişkiler ağı, devam eden süreçte araştırmacıların ilgisine sunulacak birçok vesikanın da her iki ülkenin arşivlerinde birikmesine olanak vermiştir. Bu ilişkiler ağının bir yansıması olarak Türk ve İngiliz tarihi üzerinde araştırma yapmak isteyen yerli-yabancı tarihçi ve araştırmacılar için İngiliz Millî Arşivleri (The National Archives) çok önemli bir kaynak değeri taşımaktadır. Bu arşivlerde 16. yüzyılın sonlarından, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu dönem ve sonrasına ait elçiler, konsoloslar, her iki ülkenin diplomat ve bürokratları, yetkili memurlar, askerî istihbarat birimleri, işgal dönemi yüksek komiserleri tarafından oluşturularak İngiliz hükûmet birimlerine aktarılmış yüz binlerce belge vardır. El yazısı ve matbu olarak kaydedilen bu belgeler iki ülke arasında siyasi, sosyal, ekonomik ve askerî birçok konuyu barındırmaktadır. Tasniflenmiş olan ve farklı klasörlerde araştırmacıların ilgisine sunulan ve bazıları da online olarak kurumun internet sitesinde erişime açılan bu belgeler üzerinde Türkiye ve dünyanın farklı coğrafyalarından binlerce tarihçi, çalışmış ve çalışmaya da devam etmektedir. İngiliz Millî Arşivlerinde bulunan belgelerin Türk tarihi açısından önemi, ihtiva ettiği konular, daha önce bu arşivlerde inceleme yapan araştırmacıların tespit ettiği hususlar ve genç araştırmacılara önerilerle bu arşivlerde çalışmak isteyenlere rehber olmak amacıyla bu çalışmamız kaleme alınmıştır.

Avusturya Ve Macaristan Devlet Arşivlerinde Erken Cumhuriyet Dönemi’ne İlişkin Kataloglar

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024 (Özel Sayı) · Sayfa: 55-106 · DOI: 10.33419/aamd.1534142
Birinci Dünya Savaşı’nda müttefik olarak çarpışan Osmanlı Devleti ile Avusturya-Macaristan arasındaki siyasi ve diplomatik ilişkiler 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi uyarınca kesilmiştir. Her iki ülkeyle de diplomatik ilişkiler 1924 yılı itibarıyla yeniden başlamıştır. Bu çalışmada 1920-1945 yıllarını kapsayan ve Avusturya ve Macaristan’ın Türkiye Cumhuriyeti ile ilişki kurarak bunu geliştirmeye gayret gösterdikleri dönemde dış temsilciliklerinde ürettikleri evrak üzerine katalog esaslı olarak okuyucuya bilgi verilmeye çalışılmıştır. Türkiye’de Erken Cumhuriyet Dönemi çalışmalarında nadir olarak başvurulan iki birincil kaynak durumundaki bahsi geçen her iki ülkenin de Devlet Arşivlerinde yer alan evrakın araştırmacılar için ciddi bir potansiyel taşıdığı düşünülmektedir. Avusturya’nın Türkiye’deki temsilciliklerinden gönderilmiş olan belgeler Dış Meseleler (Auswärtige Angelegenheiten) başlıklı tasnifin altında yer alan Bundeskanzleramt, Auswärtige Angelegenheiten (Başbakanlık, Dış Meseleler) fonunda bulunabilecek Yeni Siyasi Arşiv (1918-1938) (Neues Politisches Archiv (1918-1938)) başlıklı fonda tasnif edilmiştir. Yine aynı döneme ait Macaristan Elçiliği belgeleri ise Macar Millî Arşivi Devlet Arşivi Dışişleri Bakanlığı Arşivi altında tasnif edilmiştir. Makalede her iki arşivde Türkiye ile ilgili döneme ilişkin inceleme yapmak isteyen araştırmacıların bakmaları gereken katalogların tanıtımının yanı sıra ülkenin ilgili arşivlerine ve kullanıcıların dikkat etmeleri gerekenlere dair temel bilgiler de okuyuculara sunulmuştur. Genel değerlendirme kısmında ise yeni araştırmalara ufuk açacak konular üzerine kısa bir değerlendirme yapılmıştır.

Yarım Kalmış Bir Eğitim Projesi: Heybeliada Sebil’ürreşad Mekteb-i İptidaisi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 35-68 · DOI: 10.33419/aamd.1480072
Tam Metin
Eğitim, hayatımızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Geçmişten günümüze toplumların ulaştıkları seviyeler uyguladıkları eğitim sistemleri ile doğru orantılıdır. Bugün gelişmiş ülkelere bakıldığında gelişmişliklerinin temelinde eğitim sistemlerinin yer aldığı açıkça ortadadır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine bakıldığında birçok alanda önemli reformlar yapıldığı görülür. Bu alanlardan birisi de eğitimdir. Ancak yapılan reformların yetersiz olduğunu düşünen bazı sorumlu aydınlar ve duyarlı insanlar bu konuya el atarak birtakım çalışmalar başlatmışlardır. Eğitim meselesiyle ilgilenen aydın ve duyarlı insanlardan birisi de millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy’dur. Ersoy, eğitim konusuna yoğunlaşmış ve Heybeliada’da bir ilkokul açmak istemiştir. Dört yıllık eğitime sahip bu okul, Müslüman çocuklarının eğitimini üstlenmeyi görev saymıştır. Okul için hazırlanan nizamnamede 7-10 yaş arası çocukların okula alınacağı, okulun ücretli olacağı, okul ihtiyaçlarının yapılacak bağış ve etkinliklerden elde edilecek gelirlerle karşılanacağı, okul ücretini vermeyenlerin derslere alınmayacakları, eğitim işlerinin müdür, öğretmen ve hizmetlilerden teşkil edilmekle beraber dört kişilik bir idare heyeti tarafından yürütüleceği, eğitimin Eylül başından Mayıs 25’e kadar devam edeceği, özel ve genel sınavların yapılacağı, öğrencilerin düzenli olarak sağlık kontrolünden geçirileceği, tütün mamullerinin kullanımının ve okul eşyasına zarar vermenin yasak olduğu, başarılı olanların ödüllendirileceği hususları açıkça belirtilmiştir. Müfredat programında ise birinci sınıfın üçer aydan oluşan üç devreye, ikinci sınıfın iki devreye ayrılması, üç ve dördüncü sınıfların ise tek devreden oluşması planlanmış ve okutulacak dersler açıkça belirtilmiştir. Çalışmanın amacı pek bilinmeyen bir eğitim kurumunu gün yüzüne çıkarmaktır. Çalışmanın kapsamını ise Heybeliada’da açılması planlanmış Sebil’ürreşad Mektebi İptidaisi oluşturmaktadır. Çalışmada örnek olay araştırması (vaka çalışması araştırması) yöntemi kullanılarak eldeki veriler tarafsız bir şekilde değerlendirilmiş ancak okul ile ilgili kaynakların yok denecek kadar az olması çalışmayı zorlaştıran en önemli husus olarak görülmüştür. Bu çalışmada Sebil’ürreşad dergisi ana kaynak olarak kullanılacak olup ikincil kaynaklarla birlikte M. Akif Ersoy’un Heybeliada’da açtığı okul ve programı değerlendirilecektir.

Birinci Dünya Savaşı’nda 19’uncu Piyade Tümeni Kumandanı Mustafa Kemal (Atatürk) Ve Tekirdağ’da Yarçeşme Barakaları

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 1-33 · DOI: 10.33419/aamd.1480035
Tam Metin
Osmanlı Devleti’nin son büyük savaşı olan Birinci Dünya Savaşı’nda görev almak üzere Sofya’da ataşemiliterlik vazifesini yürütmekte iken Başkumandanlık Vekâletine başvuran Mustafa Kemal (Atatürk), Yarbay rütbesinde olarak 19’uncu Piyade Tümeni Kumandanlığına atanmıştır. Sofya’dan İstanbul’a gelen Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk), atanmış olduğu 19’uncu Piyade Tümen Kumandanlığını yürütmek için 1915 yılının şubat ayında Tekirdağ’a gelmiştir. Tekirdağ’da kaldığı 2-24 Şubat 1915 tarihleri arasında 19’uncu Piyade Tümeninin kuruluşu ile meşgul olmuştur. Bu süreçte subay ve er eksiği ile teçhizat ve silah eksiğini gidermeye gayret etmiş; askerlerin tatbikat ve talimleri ile meşgul olmuştur. 22 gün kaldığı Tekirdağ’dan 24 Şubat 1915 tarihinde hareket ederek karargâh subayları ve 57’nci Piyade Alayı ile birlikte 25 Şubat 1915 tarihinde Eceabat’a ulaşmıştır. Bu makalede, Yarbay Mustafa Kemal’in (Atatürk) 1915 yılında Tekirdağ’da geçirmiş olduğu 22 günlük süre içerisinde 19’uncu Piyade Tümeninin kuruluşu için yaptığı faaliyetleri ele alınmakta; 19’uncu Piyade Tümeninin toplanma yeri ve karargâh mekânı olan Yarçeşme Barakaları incelenmektedir. 19’uncu Piyade Tümeninin asker ve teçhizat eksikliklerinin nasıl giderildiği, Mustafa Kemal’in (Atatürk) kumandanlık inisiyatifi ile Çanakkale Savaşları sırasındaki kahramanlığı ile şöhrete kavuşacak olan 57’nci Piyade Alayını nasıl yeniden oluşturduğu, Çanakkale Savaşları’na katılmak için karargâhı ve 57’inci Piyade Alayı ile birlikte Mustafa Kemal’in Tekirdağ’dan nasıl yola çıktığı ve 19’uncu Piyade Tümeninin karargâhı olan Yarçeşme Barakalarının günümüzde nerede olduğu tarihsel verilerle değerlendirilmektedir. Bu bakımdan bahsedilen zaman zarfında Mustafa Kemal’e (Atatürk), 19’uncu Piyade Tümeni’ne, 57’nci Piyade Alayına, Tekirdağ’a ve Yarçeşme’ye dair yanlış ya da eksik bilinen kimi hususların, yeni ortaya çıkan askerî ve resmî verilerin değerlendirilmesi ile giderilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca Mustafa Kemal’in (Atatürk) biyografisine, Türk askerî tarihine ve Tekirdağ yerel tarihine katkı sunmak hedeflenmektedir. Bu makalede, Mustafa Kemal’in (Atatürk) Tekirdağ’da geçirdiği süre zarfındaki askerî müdahalelerinin hem kendisi açısından hem de Türk tarihi açısından önemli olduğu, bu müdahalelerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önsözü olarak bilinen Çanakkale Zaferine giden yolda stratejik ilk adım olarak değerlendirilebileceği önerilmektedir.

Bir Asker Ve Diplomat Olarak İsmail Hakkı

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 69-112 · DOI: 10.33419/aamd.1480097
Tam Metin
Yakın tarihin askerî ve siyasi figürlerinden biri olan İsmail Hakkı Okday, 29 Ekim 1881’de Atina’da doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini Berlin’de tamamladıktan sonra Ahmet Tevfik Paşa’nın Hariciye Vekilliğine atanmasıyla 1895’te İstanbul’a gelmiştir. Burada önce Galatasaray Sultanisi’ni sonra da Harbiye Mektebi’ni bitirmiştir. Bu süreçte İkinci Abdülhamit’in yaveran sınıfına seçilen İsmail Hakkı Bey, neredeyse her yıl bir üst rütbeye yükselme ve protokol görevlerini yerine getirme gibi bazı ayrıcalıklara sahip olmuş ancak II. Meşrutiyet’in ardından yürürlüğe giren Tasviye-i Rüteb kanunuyla bunları kaybetmiştir. Babasının teşvikiyle 1910’da başladığı Berlin Harp Akademisi’nden kurmay yüzbaşı olarak mezun olan İsmail Hakkı Bey, bu okula devam ettiği sırada patlak veren Balkan Savaşları’na katılmak üzere İstanbul’a dönerek 1912’de Yanya Müstakil Kolordusu yaverliğine getirilmiştir. Bu görev onun ilk cephe deneyimi olmuştur. I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerineyse yaklaşık üç yıl boyunca İstanbul, Bağdat, Sofya ve Filistin’de karargâh subaylığı görevlerini yürütmüştür. Sultan Vahdettin’in büyük kızı Fatma Ulviye Sultan’la 1916’da hayatını birleştiren İsmail Hakkı Bey, 1918’in Ocak ayında kayınpederinin yaverliğine getirilerek yeniden protokol ağırlıklı görevler üstlenmeye başlamıştır. İzmir’in işgali üzerine başlayan Millî Mücadele’ye dışarıdan destek vermiş ve 1922’nin Ocak ayı sonlarına doğru Ankara hareketine katılmıştır. Her ne kadar belli bir süre kuşkuların gölgesinde kalsa da nisan ayında getirildiği 16. Tümen kurmay başkanlığı görevini Millî Mücadele sonuna kadar sürdürmüş ve gösterdiği yararlılıklardan ötürü iki İstiklal Madalyasıyla ödüllendirilmiştir. Aynı yılın kasım ayında Yarbaylığa yükselen İsmail Hakkı Bey, 1925 yılı sonunda kendi isteğiyle emekliye ayrılmıştır. Bu tarihten itibaren 22 yıl daha Anvers, Moskova, Bari, Basra, Viyana, Pire ve merkez teşkilatlarında Başkonsolos olarak görevini sürdürmüş ve 1947 yılında emekli olmuştur. Hariciye Teşkilatı’na yaptığı katkılardan ötürü 1973’te ödüle layık görülen İsmail Hakkı Okday, 96 yaşında vefat etmiştir. Nitel araştırma yöntemlerinden belge analizinin kullanıldığı bu çalışmada, 1900-1947 yılları arasında İsmail Hakkı Okday’ın askerî ve diplomatik faaliyetleri, telif ve hatırat eserlerin yanında ağırlıklı olarak arşiv belgeleri ışığında tartışılmıştır. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Cumhuriyet Arşivi, Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşivi, Millî Savunma Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arşiv Daire Başkanlığı ve Türk Tarih Kurumunda yer alan Osmanlıca belgeler latinize edilerek fişlenmiş, elde edilen bilgiler hatırat ve telif eserlerle tarihî hakikatler bağlamında karşılaştırılarak yorumlanmıştır.

Bir Akademik Literatür Tartışması: Halkevleri Neden Ve Nasıl Araştırılmalı?

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 239-274 · DOI: 10.33419/aamd.1480265
Tam Metin
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başlayan inkılabın ilkelerini halka benimsetmek için, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) kültür kolu olarak 1932’de halkevleri kurulmuştur. İdeal bir halkevinin dokuz mesai şubesi vardır: Dil, edebiyat, güzel sanatlar, temsil, spor, halk dershaneleri ve kurslar, kütüphane ve yayın, köycülük, tarih ve müze. Dolayısıyla halkevleri inkılap ilkelerini halka benimsetmenin yanında, halkın bazı kültürel ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak için de çalışmıştır. İnkılabın ve CHP’nin halkla doğrudan ilişki kurmasını sağladığı için halkevlerinin, inkılabın gündelik hayattaki yansımalarını gösterdiği söylenebilir. Bu da demektir ki inkılabın Türkiye’de neleri değiştirdiğini ve pratikte nasıl yaşandığını anlamak için halkevlerini araştırmaya ihtiyaç vardır. Nitekim inkılap sürecinin sona ermesiyle birlikte, 1951’de kapatılan halkevleri 1964’ten itibaren akademik araştırmaların konusu hâline gelmiştir. Ancak bu tarihten 2022’ye kadar hazırlanan konuyla ilgili akademik çalışmaların çok büyük bir kısmının, halkevleri hakkında özgün bir bakış açısı geliştiremediği anlaşılmaktadır. Çünkü söz konusu çalışmalar hazırlanırken, halkevleri hakkındaki resmî söylemin dışına çıkmayan kaynaklar kullanılmış; bu durum da bütün halkevlerinin gerektiği şekilde çalıştığı izlenimini uyandırmıştır. Hâlbuki inkılabın gündelik hayattaki tezahürlerinin anlaşılması için verimli bir saha olan halkevi pratiğinin kayıtlarını içeren birincil kaynaklar mevcuttur. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı; halkevleriyle ilgili akademik çalışmaların büyük bir kısmının özgün bir bilgi ve bakış açısı üretememesinin nedenlerini anlamaya çalışıp, hangi kaynakların hangi bağlamlarda kullanılmasıyla bu sorunun aşılabileceğini göstermektir. Bu amacı gerçekleştirmek için önce halkevlerinin neden araştırılması gerektiğine dair bir fikir ileri sürülmüş, konuyla ilgili birincil kaynaklar tanıtılmış; sonra da 1964’ten 2022’ye kadar hazırlanan, halkevleriyle ilgili başlıca akademik çalışmalar içerik analizi yöntemiyle incelenip, bu çalışmaların özgün olan ve olmayan yanları belirtilmiştir. Birincil kaynakların sadece içeriğinden bahsedilmiş; çalışmanın kapsamını, konuyla ilgili akademik çalışmalar oluşturmuştur. Sonuç kısmında ise özgün olmayan çalışmaların içerik ve yöntemine dair fikirler belirtilmiş, özgün olan ve olmayan çalışmalar arasındaki farklara değinilmiştir.

1970 Ve 1980’lerde İtalya’da Türklere Karşı Ermeni Terörü Ve İtalyan Kamuoyu

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 275-314 · DOI: 10.33419/aamd.1480283
Tam Metin
19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde başlayan bağımsızlık hareketine Ermeniler de katıldılar. Ermeniler bağımsızlık mücadelelerinde, devlete karşı toplu ayaklanmalar çıkarttılar, Avrupa devletlerinden yardım gördüler ve terörü amaçlarına ulaşmak için etkili bir silah olarak kullandılar. Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı terör faaliyetlerini üç aşamada incelemek mümkündür. Birincisi, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında İstanbul’da Osmanlı Bankası’nı basmaları (26 Ağustos 1896) ve Sultan II. Abdülhamit’e karşı suikast düzenlemeleridir (21 Temmuz 1905). İkincisi, Mondros Mütarekesi’nden sonra, 1915’te tehcir kararını alan İttihat ve Terakki Partisi’nin liderlerine karşı intikam almak amacıyla düzenledikleri Nemesis operasyonlarıdır. Üçüncü aşama ise 1970’lerde dünyanın değişik ülkelerinde Türk diplomatlarına karşı başlattıkları saldırılardır. Bu yazıda Ermeni terör örgütlerinin Türklere karşı İtalya’da yaptıkları saldırılar incelenmektedir. Bu çerçevede İtalya’da ikisi ölümle, ikisi yaralanmayla sonuçlanan dört suikast araştırıldı. Bunlar, eski sadrazam Sait Halim Paşa’nın öldürülmesi (6 Aralık 1921), Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Taha Carım’ın şehit edilmesi (9 Haziran 1977), Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel’in yaralanması (17 Nisan 1980) ve Türkiye’nin Roma Büyükelçiliği İkinci Kȃtibi Gökberk Ergenekon’a karşı saldırıdır (25 Ekim 1981). Bu makalede incelediği probleme ilişkin sorgulayıcı, yorumlayıcı ve problemin doğal ortamındaki biçimini anlamaya çalışan nitel bir araştırma yöntemi takip edilmiştir. Ayrıca suikastların yapıldığı yerler tespit edilerek Roma’da suikast mahallerinde alan çalışması yapılmıştır. Ağırlıklı olarak birinci elden İtalyan kaynakları kullandığımız çalışmamızda suikastların İtalyan kamuoyundaki yankıları incelendi. Dönemin önde gelen İtalyan gazeteleri tarandı. İtalyan kamuoyunun farklı kesimlerinin görüşlerini yansıtan gazetelerdeki haber ve yorumlar karşılaştırmalı olarak ele alındı. Avanti!, Il Messaggero, Corriere della Sera ve La Stampa gibi sürekliliği olan gazetelerin yanı sıra Ermeni terörünün yaşandığı dönemde yayınlanmış gazeteler de incelendi. Böylece İtalyan kamuoyunun terör eylemlerine karşı tavrı izlenmiş oldu.

Türk Dış Temsilciliklerinde Cumhuriyet Kutlamaları (1923-1933)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 173-238 · DOI: 10.33419/aamd.1480147
Tam Metin
29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı Türkiye’de siyasal alanda köklü bir değişimi ve dönüşümü beraberinde getirmiştir. Türk Milleti’ne idarede kayıtsız şartsız hâkimiyet hakkını teslim eden Cumhuriyet rejimi gelişime açık yönüyle Türkiye’de hayata geçirilen inkılap hareketinin de merkezinde yer almıştır. Gazi Mustafa Kemal ile arkadaşları yeni rejimin varlığını ülkeye ve dünyaya kabul ettirmek ve kökleşmesini sağlamak üzere çetin bir mücadele vermiştir. Bu nedenle özellikle ilk 10 yıllık zaman dilimi içinde icra edilen Cumhuriyet kutlamaları ayrı bir anlam ve önem taşımıştır. Bu çalışma münasebetiyle yeni rejimin ilk 10 yılında Türkiye’nin Dış Temsilciliklerinde icra edilen Cumhuriyet kutlamaları özgün bilgi ve belgeler ışığında incelenmiştir. Türk diplomatların ev sahipliğinde yabancı diplomatların, önde gelen devlet yetkililerinin, bilim, sanat, edebiyat ve basın dünyasından tanınmış simaların ve Türk tebaanın katılımıyla icra edilen bu etkinlikler Türkiye’de siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel hayatta görülen değişikliklerin ve gelişmelerin ülke dışına aksettirilmesi açısından önem arz etmiştir. Türkiye’deki Cumhuriyet kutlamalarına ilişkin çokça araştırma varken Türk Dış Temsilcilikleri vasıtasıyla yurt dışında düzenlenen kutlamalara ilişkin müstakil bir çalışmanın olmaması alan yazınında önemli bir eksiklik teşkil etmektedir. Bu çalışma ile söz konusu eksikliği gidermek amaçlanmıştır. Çalışmanın başlıca kaynakları arasında T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi (BCA)’ndeki belgeler, TBMM Zabıt Ceridesi, Resmî Gazete ve Düstur önem arz etmektedir. Bunun yanı sıra Hâkimiyet-i Milliye, Ulus, Cumhuriyet, Akşam, Vakit, İkdam ve Tanin gazetelerinden geniş ölçüde istifade edilmiştir. Konuyla ilgili muhtelif telif tetkik eserler ile güncel süreli yayınlardan da yararlanılmıştır. Temin edilen bilgiler tasnif ve tahlil edilerek tenkit süzgecinden geçirilmiş ve özgün bir yorumla terkip yoluna gidilmiştir. Bu doğrultuda çalışmada nitel araştırmalarda sıklıkla başvurulan “Doküman Analizi Yöntemi” tercih edilmiştir.

Cumhuriyet Dönemi Arkeoloji Politikaları Ve Bir Cumhuriyet Aydını Ekrem Akurgal

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 113-134 · DOI: 10.33419/aamd.1480114
Tam Metin
Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşunun ardından Mustafa Kemal Atatürk, yeni bir devlet/yeni bir uygarlık projesi kapsamında birçok alanda bir dizi yenilik gerçekleştirmeyi ve “Bilim Cumhuriyeti” kurmayı amaçlamıştır. Bu amaç doğrultusunda atılan her bir adımda “bilim, millî egemenlik, millî irade” gibi esaslar yer almıştır. Bilim Cumhuriyeti’nin esasları arkeolojiye de sirayet etmiş, hem Cumhuriyet’in bilim politikaları hem de cumhuriyetçilik ilkesinin esasları neticesinde arkeoloji alanında eğitimden uygulamaya kadar bir dizi yenilik gerçekleşmiştir. Bu dönemde söz konusu yenilikler hem 1930’lu yıllarda kurulan Türk Tarih Kurumu, Türk Arkeoloji Enstitüsü, Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi gibi kurumlarla hem de uzmanlar aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bilim dünyasında Batı’dan yararlanma fikri arkeoloji alanında da fark edilmiş ve bu alanda yetişecek uzmanların yurt dışında eğitim alması devlet tarafından gerekli görülmüştür. Bu dönemde yurt dışına gönderilen öğrenciler arasında çalışmanın konusu olan Ekrem Akurgal da yer almıştır. Bilindiği üzere 1911-2002 yılları arasında yaşamış olan Akurgal, Türkiye Cumhuriyeti’nde yazılı bir tezle doçentlik unvanını almış olan ilk akademisyendir. Bu çalışma Akurgal’ın hayat öyküsünü, onun arkeoloji dünyasına katkısını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin arkeoloji politikalarını kapsamaktadır. Çalışma arkeoloji tarihine katkı sunmayı hedefleyen nitel bir araştırmadır. Araştırma boyunca ele alınan konunun seyrine bağlı olarak genel araştırma tekniklerinden, karşılaştırma, sebep-sonuç ilişkisi kurma ve tümevarım gibi bilimsel araştırma yöntemlerinden yararlanılmıştır. Çalışmanın amacı ise, söz konusu kapsam dahilinde oluşturulmuş, Atatürk’ün “Bilim Cumhuriyeti” idealinden bağımsız olmayan Türkiye Cumhuriyeti’nin arkeoloji politikalarının söz konusu arkeoloğun çalışmalarına ne denli yansıdığı araştırılmıştır. Ekrem Akurgal’ın yaptığı kazılarda ve kaleme aldığı eserlerde bir gayesi olduğu ve bu gayeyi “Bilim Cumhuriyeti” ideali ve cumhuriyetçilik ilkesi ruhuyla gerçekleştirmeyi amaçladığı saptanmıştır. Ayrıca Cumhuriyet’in kurumsallaşma politikalarını arkeolojiye uygulamış, bu alanın kurumsallaşması ve alanda istihdam edilecek uzmanların yetişmesi için girişimlerde bulunmuştur. Bu bağlamda Akurgal, millî bir kültür oluşturabilme ve bir kültürün aydınlatılabilmesinde bir arkeoloğa düşen görevin ne derece büyük olduğunun farkına varan ve çalışmalarını millî bir ruhla yapan bilim insanı olarak tanımlanmıştır.

Sovyet Basınında Türkiye Cumhuriyeti’nin Onuncu Yıl Kutlamaları Ve Kliment Yefremoviç Voroşilov’un Türkiye Ziyareti

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2024, Cilt XL, Sayı 109 · Sayfa: 135-172 · DOI: 10.33419/aamd.1480137
Tam Metin
Türkler ve Ruslar yaklaşık dört asır boyunca birbirlerine karşı birçok kez savaşmıştır. İki millet arasındaki son savaş Birinci Dünya Savaşı olmuştur. Savaş sonrasında iki ülkede de rejim değişiklikleri yaşanmıştır. Yaşanan rejim değişiklikleriyle birlikte iki ülke arasında dostluk ilişkileri kurulmuş ve bu ilişki İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasının öncesine kadar dostluk ve iyi komşuluk çizgisinde sürekli pozitif yönlü olarak gelişmiştir. Bu süreçte her iki ülke temsilcilerinin karşılıklı ziyaretleri ile dostluk ilişkileri sağlamlaşmıştır. Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu kuruluş yıl dönümü olması dolayısıyla hem de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet Paşa’nın 1932 yılında gerçekleştirmiş olduğu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ziyaretine karşılık olarak bir Sovyet Heyeti’nin 1933 yılında Türkiye’yi ziyareti planlanmıştır. Askeri ve Deniz İşleri Halk Komiseri Kliment Yefremoviç Voroşilov başkanlığında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Hükümeti’nin önemli temsilcilerinden bir heyet ziyaret için görevlendirilmiştir. Çalışmanın konusunu Kliment Yefremoviç Voroşilov başkanlığındaki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği heyetinin 1933 yılında Türkiye’ye gerçekleştirmiş oldukları ziyaret oluşturmaktadır. Çalışmada söz konusu heyetin Türkiye’ye gerçekleştirmiş olduğu ziyaret ile dönem konjonktürü içerisinde iki ülke arasındaki ilişkilerin gelmiş olduğu boyut ele alınmaktadır. Ayrıca çalışmada ziyaretin Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu kuruluş yıl dönümü kutlamalarına denk gelmesiyle Sovyet kamuoyunda kutlamaların ne şekilde ele alındığı da incelenmektedir. Bu doğrultuda çalışmanın temeline Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin en önemli iki gazetesi konumunda olan Pravda ve İzvestiya gazeteleri yer almıştır. Bunlara ilaveten Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Arşivi, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Türk Diplomatik Arşivi’nden ziyaret ile ilgili belgelere de yer verilmiştir. Ayrıca SSCB Hükümeti tarafından yayınlanmış olan belge seçkisinden de faydalanılmıştır. Ziyaretin gerçekleştiği dönemin Türk-Sovyet ilişkileri üzerine yayınlanmış telif ve tetkik eserler de çalışma içerisinde kullanılmıştır. Döküman analizi çalışmanın yöntemi olarak benimsenmiştir.