1135 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Araştırma Merkezi
  • Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Armeniermorde im Jahre 1915

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 46 · Sayfa: 1-13
Yaklaşık olarak üzerinden bir yüzyıl geçmesine rağmen sözde Ermeni katliamı hala tartışılıyor. Ermeni katliamının olup olmadığına karar vermeden önce, Batılı emperyalist ülkelerin Osmanlı Devleti üzerindeki emelleri araştırılmalıdır. Bilindiği gibi o dönemlerde, bu devletler, büyüme politikalarını Osmanlı Devleti topraklarında gerçekleştirmek istiyorlardı. Bundan dolayı onların çıkış tarihlerinin ve sebeplerinin bilimsel olarak ortaya konulması gerekmektedir. Dönemin Alman basınında olaylar hakkında birçok haber çıkmıştır. Mesela 10 Ekim 1915 tarihli tarafsız bir Alman gazetesi olan "Kölnische Zeitung"ta Türkler'in kesinlikle bir katliama girişmedikleri net bir şekilde yazılmıştır

Türk-Yunan Anlaşmazlıklarının Kökeni ve Önemi Üzerine

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 46 · Sayfa: 277-286
Bu makalede güncel gelişmeler ve Türk, kamuoyunda endişe konusu olan Kıbrıs ve Ege sorunlarına kısaca değinildikten sonra, Türk-Yunan anlaşmazlıklarının kökeni ve kaynağında Ege sorunlarının olduğu ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye ile Yunanistan'ı nasıl savaşla karşı karşıya getirdiği -içinde Atatürk'ün yazışmalarının da yer aldığı- arşiv belgeleriyle vurgulanmaya ve konunun önemine dikkat çekilmeye çalışılacaktır.

İstanbul’un İşgalini Takip Eden Dönemde Türk Milletinin Egemenlik Haklarını Ele Almasına Yönelik Çalışmalar

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 46 · Sayfa: 89-116
Türk tarihinin en kritik safhalarından birisi hiç şüphesiz, asırlardır OsmanlI hanedanı tarafından kullanılan egemenlik haklarının padişahlardan alınarak "fiilen millet adına bir meclis eliyle kullanılmaya başlanmasıdır. Tek kişinin egemenliğinden millet egemenliğine geçilmiştir. Bu geçiş Türk milletinin Kurtuluş Savaşı gibi varlık yokluk mücadelesi verdiği en buh¬ranlı bir dönemde olmuştur. Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti Mondros ateş¬kes antlaşması ile savaşa son verdi. itilaf Devletleri söz konusu anlaşmayı ileri sürerek Anadolu'nun bazı yerlerine, bu kapsamda İstanbul'a da asker çıkardılar. Osmanlı Devlet'ini çok sıkı olmayan bir denetim altına aldılar. Anadolu'da her geçen gün güçlenen Kuva-yı Milliye hareketleri ile İstanbul'da Meclis-i Mebusan toplanarak önemli kararlar alması itilaf devletlerini daha etkin hareket etmeye zorladı. Türk milletinin kalıcı bir barış için gerekli gördüğü asgari şartlan kapsayan Misak-ı Millinin ilan edilmesi İngiltere'nin barış için düşündüğü modeli (Sevr Antlaşması) riske atınca İngilİzler 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul'u tamamen işgal ettiler. Meclis-i Mebusan kendisini feshetti. Mustafa Kemal Paşa İstanbul'un İşgal haberini veren ilk telgraftan sonra karşı karşıya bulunulan durumu ileri görüşlülüğüyle çok iyi değerlendirdi. Osmanlı Devleti sona ermişti. Hiç vakit kaybetmeden seri önlemler almaya başladı. İstanbul'un işgalinden hemen sonra alman bu önlemler İstiklal Savaş'ının sağlam temellerini oluşturmuş, bu temeller üzerinde bağımsız bir devlet ve modern bir toplum yükselmiştir. Alınan önlemler kapsamında; dış dünya ile haberleşme kesildi, İtilaf Devletlerinin Anadolu içlerine kuvvet sevk etmesi ihtimaline karşı Geyve Boğazında ve Ulukışla civarlarında demir yolları tahrip edildi, Anadolu'daki mali kaynaklar kontrol altına alındı. İşgal Türkiye'de bulunan bütün dış temsilcilikler nezdinde protesto edildi. Heyet-i Temsiliye Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa; devlet otoritesinin kalmadığını görerek olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin An¬kara'da toplanmasını ve bütün yetkileri üzerine alarak tek merci haline gelmesini sağladı. 23 Nisan 1920!de toplanan Büyük Millet Meclisinin açılışı; Türk tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Türk milleti yönetimini her yönüyle ellerine bıraktığı meclisinin ve meclis başkanlığına seçtiği Mustafa Kemal Paşa'nın kararlarına göre hareket ederken her ne yapıyorsa bizzat kendisi ve geleceği için yaptığının farkına varmaya başladı. Artık açıkça ifade edilmese bile padişahın esir, vatanın işgal altında olduğu söylemleri ar¬kasında devletin, padişahın devleti, vatanın padişahın mülkü olmadığı anlatıla bilmeye ve halk tarafından anlaşılmaya başlandı. Milletin seçtiği temsilciler tarafından yönetilen vatanda millet egemenlik haklarını, temsilcileri eliyle fiilen kullanmaya başladı.

İkinci Dünya Savaşı Döneminde Adana Görüşmelerinin Siyasi Yönü

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 46 · Sayfa: 153-192
Kasım 1942'deki Stalingrad çarpışmalarının neticesi ile Casablanca Konferansı'nda alman kararlar Adana görüşmelerine giden yoldaki önemli gelişmeler olmuştur. Adana görüşmeleri Churchill ile Roosevelt'in Ca- sablanca'da üzerinde anlaştıkları kimi konuların bir sonucu olarak, ortaya Çıkmıştır.. Bu görüşmelerin siyasi boyutunun ele alındığı bu çalışmada, Churchill'in şahsında beliren İngiliz politikasının Türklerce izlenen dış politikayla hangi hususlarda örtüştüğü ve hangi hususlarda İse ne tür nedenlerden dolayı çakıştığı ele alınmış; konuyla ilgili görüşme tutanakları başta olmak üzere kimi birinci elden kaynaklara dayanılarak görüşülen konular açıklanmaya ve irdelenmeye çalışılmıştır. Ayrıca; müttefiklerin başta Balkanlar olmak üzere Yakın doğu politikalarıyla Sovyetlerin özellikle Tür¬kiye'ye ve Balkanlara ilişkin siyasetleri, toplantıya yansıdığı ölçüde irdelenmiştir. Bu arada Türkiye'nin hassasiyetle üzerinde durduğu Sovyet baskısının toplantıda önemli bir görüşme konusunu oluşturduğu gözlenmiştir. Saptanan bir diğer özelliğin de Churchill'in şu ya da bu koşullar karşısında Türkiye'nin müttefikler yanında savaşa girmesini sağlamak için yoğun çaba gösterdiği olmuştur. Görüşmelerin Yabancı ve Türk kamuoyunda yarattığı yankı ve yorumlar da bu çalışmada göz önünde tutulan ayn bir husus olmuştur. Bu arada Türk yetkililerince toplantıda açıklanan düşüncelerin, ülke çıkarlarının mümkün olduğunca ne denli korunmaya çalışıldığını gösterdiği de dikkati çeken bir diğer nokta olmuştur.

Türkiye’nin Kıbrıs Politikaları (1950-1960)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 46 · Sayfa: 249-275
Kıbrıs sorunu, resmi olarak 1954 yılında Türkiye'nin gündeminde yer almaya başlamıştır. Bu tarihe kadar Türkiye, Kıbrıs adasını ele geçirmek isteyen Yunanistan karşısında sessiz bir politika izlemeyi uygun görmüştür. Bu sessizliğin nedeni; Kıbrıs'ın, İngiltere'ye ait olmasından ileri geliyordu. Yunanistan'ın Kıbrıs konusunu 1954 yılında Birleşmiş Milletlerin gündemine getirmesi üzerine, Türkiye de, bu soruna taraf olduğunu ortaya koymuştur. Bu tarihten sonra Türkiye'nin, Kıbrıs konusunda izlediği politikalar üç aşamadan geçmiştir. Türkiye birinci aşamada; Kıbrıs'ın, İngiltere ta¬rafından Türkiye'den alındığını ileri sürerek, adanın bütünüyle Türkiye'ye geri verilmesi anlamına gelen "ilhak" tezini savunmuştur. Ancak kısa bir süre sonra bu politikanın başarılı olamayacağı anlaşılmıştır. Türkiye, ikinci aşamada da; dönemin siyasi, ekonomik koşullarının zorlaması ve İngiltere'nin de baskıları sonucunda, 1957 yılından itibaren, Kıbrıs adasının paylaşılmasına razı olmuş, yani "taksim" tezini benimsemiştir. Ancak bu politika da, Yunanistan'ın uzlaşmaz tutumu yüzünden, gerçekleştirilememiştir. Türkiye, üçüncü ve son aşamada ise; İngiltere'nin empoze ettiği ve taraflara baskı yaparak kabul ettirdiği, federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması yolundaki çözümü kabul etmiştir. Bu çözümün sonucu olarak, 1959'da Zürich ve Londra Antlaşmaları imzalanmış ve İngiltere, Türkiye ve Yunanistan'ın garantörlüğünde Kıbrıs Federal Cumhuriyeti kurulmuştur.

Ege Adaları Meselesinin Tarihçesi Hakkında 3 Şubat 1922 Tarihli Bir Rapor

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 46 · Sayfa: 225-248
Bu çalışmada Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Ali Fuad Türkgeldi Evrakı içerisinde yer alan "Adalar Meselesi'nin Tarihçesi ve Vaziyet-i Haziresi" isimli bir rapor ele alınmıştır. 3 Şubat 1922 tarihini taşıyan raporda Trablusgarp Savaşı sırasında Rodos ve 12 Ada'nın İtalya tarafından işgali ve Uşi Andlaşması, Balkan Savaşı sırasında diğer Ege Adalarının Yunanistan tarafından işgali ile Londra barış konferansları, Konferans sırasında ve son¬rasında Büyük Devletlerin çabaları ve konu ile ilgili kararları ele alınmıştır. Ayrıca Sevr Andlaşması sırasında bu konudaki gelişmeler ile İtalya ve Yu¬nanistan arasında Rodos ve 12 Ada konusunda yapılan anlaşmalar üzerinde durulmuştur. Sonuçta ise konu ile ilgili tesbitler yer almaktadır. Raporun önünde konu hakkında bir de giriş yeralmaktadır

Güneydoğu ve Milli Bütünlüğümüzün Coğrafi-Tarihi Temelleri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 46 · Sayfa: 193-203
Tarihi hadislerin izahında, Tarihi olaylar ile tabii olaylar arasındaki ilişki ve benzerliklerin daima dikkate alınması gerekir. İbn Haldun'un coğrafyaların insanlar üzerindeki tesirlerine dair görüşü bu ilkeye temel teşkil etmektedir. Toplumlar üzerinde tesir icra eden coğrafya, üzerinde bulunan Devletler üzerinde de benzer tesirler icra eder. Dolayısı İle her coğrafya bir takım umumi kanunlar ortaya koyar. Bütün zamanlar için geçerli olan bu kanunlar tabi oldukları coğrafyaların organik bir bütünlük arz etmelerinden kaynaklanmaktadır. Güneydoğu Anadolu bölgesi de tarihin ilk dönemlerinden beri coğrafi, siyasi, beşeri, ekonomik ve kültürel olarak Anadolu'nun tabii bir parçası olmuştur. Hititler ile Mısır, Bizans ile İslam, Osmanlı ile Memlukler arasındaki mücadelelerde ve en son işgallere karşı Milli Mücadele'nin bu bölgede başlaması ve ilk kazanılan cephe olması Güneydoğu Anadolu'nun, Anadolu'nun tabii bir parçası olduğunu göstermektedir. Kısaca Osmanlı miri rejimi ile Misak-ı Millinin bu coğrafi-tarihi temeller üzerinde Örtüşmesi başka türlü izah edilemez ve Güneydoğu Anadolu'nun milli bütünlüğümüz içindeki yeri belli coğrafi ve tarihi temellere dayanmaktadır.

Güney Doğu’daki Terör Sorunu, Tarihî İnceleme, Tedbirler

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 46 · Sayfa: 133-144
Güney Doğıı'dakİ terör sorununun tarihî bir perspektifini çizmeye ça-lıştığımız makalemizde önce Kürtlerin menşei ve dili üzerinde durduktan sonra OsmanlI'dan günümüze kadar gelen çalışmalar anlatılmıştır. OsmanlInın son dönemlerinde yapılan bir takım ıslahat hareketlerine değindikten sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş aşamasında gerçekleştirilen faaliyetlerine, Türkiye Cumhuriyeti'nin mimarı Mustafa Kemal Atatürk'ün, meseleyi millet bazında alışma değinilmiştir. Gerçekten de, Mustafa Kemal Atatürk, birçok dünya liderinin aksine kendisini değil onları, halkı hâkim kılmış ve "Hâkimiyet-i Mİlliye"yi gerçekleştirmiştir. Makalenin devamında da, ele alınacak tedbirler maddeler hâlinde sıralanmış ve çözüm yollan belirtilmiştir.

Atatürk, Millî Birlik ve Beraberlik

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 46 · Sayfa: 117-132
Atatürk'ün üzerinde önemle durduğu bu konu Türk anayasalarına da yansımıştır. 1982 Anayasası, milli birlik ve beraberliği bir anlamda da devletin varlığını, ülke ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü temel ilke olarak ele almıştır. Bunu en üstte tutulması gereken bir hukuk kuralı olarak bazı maddelere de yansıtmıştır. Anayasanın 66, Maddesinde Türk'ün tanımı yapılmakta ve Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür demektedir. Bu hukuki terime rağmen özellikle son 15 yıldır alevlendirilen bölücülük sorununun hukuki, siyası ve sosyal bir temeli yoktur. Yine de son yıllarda milli birlik konusunun ne denli önemli olduğu Atatürk'ün bu konudaki söz ve çalışmaları daha iyi anlaşılmaktadır.

The Life and Career of a Turkish Statesman: Cevat Açıkalın

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2000, Cilt XVI, Sayı 46 · Sayfa: 205-223
Cevat Açıkalın (1901-1970) is a diplomat who had a distinguished career in the Turkish foreıgn service between 1922 and 1961, Açıkalın acted as the secretarygeneral of the Turkish delegation to the Montreux Straits Conference in 1936 and he functioned as Turkish Envoy Extraordinary in Hatay in 1938-1939. Furthermore, he acted twice as the Secretary-General of the Ministry of Foreign Affairs and served ably as ambassador in Moscow, London and Rome. In these capacities he provided invaluable Services to Turkey, Açıkalın was also a senatör between 1961 and 1968. Ow- ing to his superior virtues and distinguished personality, Açıkalın was a much respected and adored statesman.