1135 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Araştırma Merkezi
  • Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Atatürk'ün Kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin Temel Nitelikleri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1993, Cilt IX, Sayı 27 · Sayfa: 523-548
Bu konuyu inceleyebilmek için sadece yürürlükteki Anayasa'da mevcut nitelikleri ortaya koymak yeterli değildir. Cumhuriyetimizin tarihsel oluşumunu, Türk kültüründeki yerini, temel felsefesini, TBMM'nin açılışından bugüne kadar kabul edilen Anayasaları detayı ile ele almak ve özellikle Atatürk'ün bu konudaki fikirlerini irdelemek gerekir.

Kastamonu'da Yapılan İlk Kadın Mitingi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1993, Cilt IX, Sayı 27 · Sayfa: 653-662
Bilindiği gibi, 1914 yılında başlayan 1. Dünya Savaşı, arkasında yüz binlerce ölü ve yaralı bıraktıktan sonra 1918'de sona ermiştir. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesine göre, ülkemiz yer yer işgal edilmiş; düşman çizmesi altına giren yerlerde, insanlık tarihinin kaydetmediği en ağır mezalim yapılmıştır. Masum insanlarımız öldürülmüş; evleri, barklan yakılıp yıkılmış; ırz ve namusları ayaklar altına alınmıştır. Kastamonulu hanımlar, Müdafaayı Hukuk Cemiyeti yararına gösterilecek bir filmin biletlerini satmak üzere bir komite kurmuşlardır. Bu konudaki haber, Açıksöz gazetesinin 19 Ekim 1919 tarihli nüshasında yayınlanmıştır. Bu komitede görev alan hanımlar, muhtemelen Müdafaayı Hukuk Cemiyeti kadınlar şubesinin kurucuları olmuşlardır. Bu takdirde, söz konusu cemiyetin kadınlar şubesinin, 27 Eylül-19 Ekim 1919 tarihleri arasında kurulmuş olduğu söylenebilir. Kastamonulu kadınlar açısından çok önemli gördüğümüz bir konu ise onların düzenledikleri kadınlar mitingidir. Yurdumuzun yabancılar tarafından işgal edilmesini ve oralarda yapılan vahşetleri protesto etmek maksadıyla bir miting yapılması plânlanmış ve bu maksatla miting tertip heyeti kurulmuştur

Atatürk ve Çağdaşlaşmada İnsan Prototipi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1993, Cilt IX, Sayı 26 · Sayfa: 281-288
"Çağdaşlaşmak", kavramın anlamı itibariyle yeni bir sözcük değildir. 19. yüzyılın ikinci yarısından ve özellikle 1908 Meşrutiyetinden itibaren bu kavramı ifade amacı ile "asrîleşmek" sözcüğü kullanılmıştır. Sonradan bu sözcük bir kısım zümrelerde Türk, İslâm örf ve âdetlerinden, kültüründen kopmuş, yabancı (gavur) taklitçiliği yapmış bulunmayı çağrıştıran ek bir anlam ifade etmeye başlamış ve bazı sosyal grupları belirlemek amacıyla ve çok kere istihza maksadıyla kullanılmıştır; bundan sonra da batılı toplum biçimine uygun tarzda başka bir medeniyet dünyasına yollama yapmak amacıyla "medenîleşmek" terimi kullanılmaya başlanmıştır. Atatürk'ün "Muasır medeniyet seviyesi" olarak ifade ettiği hedef medenî batı toplumları düzeyidir. Günümüzde, yukarda belirlediğimiz kavramla yani çağdaşlaşma ile çok sıkı bir İlişki içinde söz konusu edilen bilimsel kavram ise, "sivil toplum" (La société civile-civil society) dur. Sivil toplum, hemen açıklayalım ki, askerî toplum teriminin karşılığı değildir. Fransızca ve İngilizce karşılığındaki "civil" kelimesi şehirleşmiş toplum, medenî toplum anlamındadır. Bilindiği gibi medenî kelimesi medine yani şehir kelimesinden gelmektedir. "Türk Medenî Kanunu" ibaresinde geçen medenî kelimesinde olduğu gibi; zira şehirleşmek ile medenîleşmek arasında çok sıkı bir ilgi vardır.

Atatürk ve İslam Dini

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1993, Cilt IX, Sayı 26 · Sayfa: 289-302
Benim görüşüme göre, Atatürk'ün düşünceleri ve reformları arasında, içeriklerinin en sık saptırılanları ve en yaygın olarak yanlış yorumlananları İslam dinini ve laikliği ilgilendirenlerdir. Bir tarafta, asla uzun boylu bir dine önem vermeyen materyalistler ve ateistler, Atatürk'ün İslam dinine düşman olduğunu ya da basitçe görmezden gelen bir lider olduğunu bilerek ve amaçsız iddia edecek kadar ileri gittiler. Bu insanlar Atatürk'ün reformlarının ardındaki niyetlerini gizlemek için bu pozisyonu almışlardır. Öte yandan, bu sinsi propagandadan yanıltılan ve çıkarları tehlikeye giren bazı küçük gruplar, laiklik hakkında kesin bir bilgiye sahip olmayan ve Atatürk'ün düşüncelerinden ve gerçek tutumundan habersiz kalmayı tercih edenlerle el ele çalıştı. İslam dinine doğru. Bunun yerine, bu tür insanların dine yönelik olumlu ve reformcu yaklaşımlarını keşfetmeleri, eleştirel olarak değerlendirmeleri ve geliştirmeleri bekleniyordu. Bu talihsiz gelişmeler sonucunda Atatürk ve reformları ile ilgili iki karşıt mezhep ortaya çıktı: Biri onu sömürüyor, diğeri reddediyor. Sonuç olarak, her ikisi de Atatürk'e ve ülkeye zarar vermiştir. Bir insanı görüşlerinden ve düşüncelerinden ayrı olarak yargılamak imkansızdır. Atatürk'ü ve ilkelerini tam olarak kavramak, kendisi tarafından tutulan ve ortaya atılan ana düşünce ve görüşleri inceleyerek elde edilebilir.

Atatürk Düşüncesi ile Türk Kadınının Çağdaşlaşması

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1993, Cilt IX, Sayı 26 · Sayfa: 303-310
Türkiye'nin bağımsız bir ülke olarak belirmesi, 1919 yılında başlayan Millî Mücadele sonucunda görülür. Bu mücadeleyi başarıyla yönlendiren Ulu Önder Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'ni sadece savaşarak kurtarmamış, bunun yanı sıra gerçekleştirdiği reformlarla da Türkiye'nin yeni düzenini oluşturmuştur. Bu açıdan konuşmamıza vesile olan çağdaşlaşma kavramı, Türkiye'nin İktisadî ve sosyo-kültürel gelişmişliğini ifade eder. Günümüzde ülkeler genelde gelişme biçimleri ve düzeylerine göre sınıflandırılır. Gelişmekte olan ülkeler, batılılaşmak, kalkınma aşamasında da batıyı Örnek almak istemektedirler. Bu gelişme süreci, çağdaşlığı yakalama olarak değenlendirilebilir. Bu düşünceler ışığında çağdaşlıktan söz edebilmek için, önemli koşullar gereklidir. Örneğin, ülkenin eğitim durumu, yani halkının okuryazarlığı, lâik hukuk düzeninin olması ve gelirin tabana eşit dağılımının sağlanması gibi. Çağdaşlaşmanın önemli unsurlarından olan lâik düzenin sağlanması, çağdaş devlet düzeninin temel taşıdır. Lâik devlette kişiler din ve vicdan hürriyetine sahiptir. Bu düzende kişi özgürlüğü söz konusudur. Eğitim kurumlan lâik ilkelere göre düzenlenir. Lâik devlette, hukukî işlemler, akıl, mantık, ihtiyaç ve hayatın gereklerine göre düzenlenir. Bunun sonucu olarak da zaten kadın-erkek eşitliği ortaya çıkar.

Milli Mücadelede İtalyan İşgalleri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1993, Cilt IX, Sayı 26 · Sayfa: 395-416
I. Dünya Savaşı'nın başlarında tarafsızlığını ilân eden İtalya savaşın gelişimini yakından izledi. İtalya için savaşa girmede amaç, ekonomik ve siyasal beklentilerini mümkün olduğunca fazla tatmin etmektir. Bu bakımdan İtalya savaşa, hangi taraf beklentilerini daha fazla karşılarsa o blokla birlikte girecektir. Fakat savaşın başlamasından bir yıl sonra başlayan kamuoyu baskısı ve Çanakkale Savaşlarının İtilâf Devletleri tarafından kazanılacağı endişesi ile İtalya savaşa Fransa ve İngiltere yanında girmeye karar vermiştir. İtalya, İngiltere ve Fransa ile yaptığı andlaşmalarla savaştan sonraki beklentilerini garanti altına almıştır. 1915 Londra ve 1917 St.Jean de Maurienne gizli andlaşmalarıyla İtalya'ya Anadolu'da, İzmir'den Antalya'ya kadar geniş bir bölge vaat edildi. Savaş, İtalya'nın da yer aldığı İtilâf Devletleri tarafından kazanılmışsa da, İtalya'nın kendisine vaad edilmiş bölgelere yerleşmesinde bir takım zorluklar vardır. Her şeyden önce İtalya'ya vaad edilmiş olan İzmir, daha sonra, savaşa kendi yanlarında girmesi şartıyla Yunanistan'a da vaat edildi. Savaştan sonra toplanan Paris Barış Konferansı'nda İtalya ile Yunanistan arasında İzmir'e sahip olma konusunda büyük bir mücadele başladı. Bu mücadelede İngiltere, güçlü İtalya'ya karşı Yunanistan'ı destekledi. Konferansda, İzmir konusunda İngiltere'yi, Fiume meselesinde Amerika'yı karşısına alan İtalya, müttefiklerinden bağımsız bir Türkiye politikası izlemeye başladı.

Roma'da Canonica Müzesi'nde Atatürk

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1993, Cilt IX, Sayı 26 · Sayfa: 443-448
Vatikan'da görevde iken bir Italyan dostum "Roma'da Türkler için çok değerli bir müze var" dedi. Gittim. Roma'nın ihtişamlı Pincio Parkı'nda Villa Borghese yakınında bulunan bu müze, tanınmış Italyan heykeltraş Pietro Canónica (Torina 1869-Roma 1959)'nın ömrünün son dönemini geçirdiği "La Fortezzuola" diye adlandırılan tarihi villa'dadır. Son zamanlara kadar helkeltraşın eşinin yaşadığı bu villa'da, bugün Canonica'nın eserleri teşhir edilmekte, ayrıca eşinin ölümünden sonra sanatkârın atölyesi de ziyarete açılmış bulunmaktadır. Müze her bakımdan sanatın evrenselliğini bir kez daha simgelemektedir. Heykel sanatında yeni klasikçilik ile insan psikolojisi üzerindeki derin vukufunu büyük bir incelikle bağdaştıran bu heykeltraş, İtalya'da ve çeşitli ülkelerde yaptığı anıtlarla da tanınmıştır. Roma'daki Canonica'ya ait müzenin bizim bakımımızdan Önemi, Atatürk'ün ilginç bir büstüne ilâveten, Türkiye'de yapmış olduğu anıtlara ait bazı büyük modellerin görkemli bir şekilde sergilenmiş olmasıdır. Heykeltraşın atölyesinde, ayrıca anıtlarla ilgili olarak hükümetimizle, bu arada o dönemin başbakanı İsmet Paşa İle yaptığı temaslara ilişkin resimler ve belgeler bulunmaktadır.

Akbaş Baskını (Olayı) ve Baskınları

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1993, Cilt IX, Sayı 26 · Sayfa: 417-442
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalayarak I. Dünya Savaşandan çekildi. Ateşkes Antlaşması 24 maddeden oluşuyordu ve çok ağır hükümleri ihtiva etmekteydi . Antlaşma istismara da çok müsait idi. özellikle bazı maddeler Osmanlı Devletini tamamen savunmasız hale düşürüyor ve müttefikler suni sebeplerle çıkartılacak karışıklıklarla emniyetlerinin bozulduğunu İleri sürerek ülkenin önemli stratejik mevkilerini işgal etme hakkını elde ediyorlardı. Nitekim Ateşkes Antlaşmasından sonra İtilâf Devletleri Antlaşmayı istismar ederek, daha önce aralarında yaptıkları gizli antlaşmalardaki nüfuz bölgelerini işgal etmeye başladılar. Diğer taraftan Ateşkes Antlaşmasının imzalanmasından evvel 400.000'i aşan Türk Ordusu, Antlaşma' nın tatbikatından sonra bu sayı iyice düşerek birlikler kadro haline gelmişti.

Büyük Taarruz'da Komuta Kademelerinde Görev Alanlarla Üst Düzeydeki Karargah Subayları

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1993, Cilt IX, Sayı 26 · Sayfa: 311-394
Türk Harp Tarihinde "Büyük Taarruz" olarak yer alan Afyon Dumlupınar Meydan Muharebesi Türk İstiklâl Harbi'nin odak noktası ve aynı zamanda düşmanın Türk vatanının harimi ismetinde yok edildiği büyük bir askerî zaferdir. Bu meydan muharebesinde Türk Silahlı Kuvvetleri, inisiyatifi düşmandan alarak elinde bulundurmuş; köylüsü, kentlisi ile Türk milletinin desteğinde, büyük mücadeleyi bu tarihi olayla çözümlemiştir. Bu çalışmamda Büyük Taarruz'da Başkomutanı' ndan başlayarak büyük küçük komuta kademesinde görev alanları, üst düzeydeki karargah subaylarını kısa biyografileriyle genç kuşaklara tanıtma görevini yerine getirmeye çalıştım.

Yurtta Barış Cihanda Barış

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt IX, Sayı 25 · Sayfa: 9-26
Sonuna yaklaşmakta olduğumuz XX. yüzyıl içinde iki dünya savaşının acısını yaşayan ve bugün çok daha büyük yıkıma yol açabilecek nükleer savaş tehlikesiyle her an karşı karşıya bulunan insanlık, barışın erdemine artan bir inanç duymaktadır. Uluslararası alanda, barışın önemini vurgulayan çabalar yoğunlaşmaktadır. Kitle haberleşme ağının yaygınlaşması ve toplumlararası ilişkiler çerçevesinin geniş boyutlara ulaşmasıyla, bugün dünyamız, insanlığın ortak değerlerinin barış içinde korunması gereğini daha iyi kavramaktadır. Hızlı nüfus hareketleri ve teknolojik gelişmelerle giderek küçülen dünyamızda, barış fikri yücelerek yaygınlaşmaktadır. "Yurtta barış, cihanda barış" ilkesi işte bu olguyu dile getirmektedir. Üstelik, dünyada barışın önemini belirtmenin ötesinde, bu hedefe varmanın yolunu da göstermektedir: Dünyada barış için, önce her ülkenin kendi içinde barış kurulmalıdır, Böylece, refah ve huzur, yani barış ortamında yaşayan milletlerden oluşan uluslararası toplum da barış ve sükûn içinde olacaktır. Ferdî sorumluluğa dayalı bir toplum düzeni anlayışını dile getirmektedir. İyi bir bütün, ancak teker teker iyi durumdaki parçalardan oluşabilecektir."Yurtta barış, cihanda barış" ilkesinin anlamı, bir başka ifadeyle şudur: "Dışarıdaki güvensizlik, içeride güvensizliği, içteki güvensizlik de dıştaki güvensizliği besler".