36 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • İran
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

İlhanlı Hükümdarlarının İslam'a Girmesinde Rol Alan Türk Sufileri: İlhan Tegüder ve Gazan Han Devirleri

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 7-30 · DOI: 10.37879/belleten.2012.7
Tam Metin
İlhanların ve İlhanlı aristokrasisinin İslam'a girmeleri çok boyutlu, karmaşık ve bir makale dahilinde izah edilemeyecek bir süreçtir. Onların İslam'a geçişlerinde Türk popüler dini şahsiyetlerin önemi bilinmekte ve sık sık vurgulanmaktadır. Ancak, bu konu üzerinde etraflıca bir çalışma henüz yapılmamıştır. Makalede, bu konunun genel bir çerçevesi çizilmeye çalışıl­mış; İlhanların İslam'a dönmelerinde önemli rolleri bulunduğu açık bazı Türk sufi şeyhleri, tarihi perspektifte ele alınmıştır. Makale, ilk olarak, hagiografi tarzındaki bazı eserler çerçevesinde popü­ler sufi şeyhlerin Moğollar ile ilişkilerine dair rivayetleri takdim etmektedir. Efsanevi mahiyete sahip bu malumatın takdimi ardından, İlhanlılar üze­rindeki dini nüfuzları belirgin olan; kaynaklarda, haklarında tutarlı bilgiler bulunan Türk sufi şahsiyetlerinin tasvirine girilmektedir. İlhanlar üzerindeki siyasi ve kültürel etkileri bağlamında, biyografile­rini ve faaliyetlerini inceleyeceğimiz şahsiyetlerin başında Kemal el-Din 'Abd el-Rahman Kevaşi/Rafi'i gelmektedir. Bu şeyh, İlhan Tegüder'in (1282-1284) İslam'a dönmesinde ve sonrasında büyük rol oynamış; hem kültürel, hem de siyasi manada bu İlhan dönemine damgasını vurmuştur. İlhan Ahmed Tegüder'in, hürmetinden ötürü, baba diye hitab ettiği bu şeyhin saray çevresindeki nüfuzu ve İlhanlı-Memluk ilişkilerindeki pozis­yonu, makalenin ana konularındandır. Kalenderi şeyhi Babi Ya'kub'un müritlerinden olan İşan Hasan Mengli (Menli) de, İlhan Ahmed Tegüder'in çevresinde bulunan bir diğer önemli heterodoks Türk sufi şeyhidir. İlhan Ahmed Tegüder'in karındaş diye hitab ettiği Mengli, bu dönem İran'ında önemli derecede dini-siyasi nüfuza sahip Zahidiler ile mücadeleye girişecek ve İlhanı da bu yönde etkileyecekti. İlhan Gazan'ın (1295-1304) İslamiyet'i kabulünde etkin Türk şahsiyet­lerden Sa'd el-Din Kutluğ Hace Halidi Kazvini de, kaynaklar ışığında tanıtılmıştır. Bir sufi şeyhi olmasa da Gazan Han üzerinde kültürel-dini etkisi bulunan Emir Nevruz, ayrıca analize tabi tutulmuştur. Makalede, Gazan Han'ın İslam'a dönmesini ve bu dinde kalmasını mümkün kılan, ılımlı İs­lam anlayışının şeri'a adına ürettiği ara formüller de ayrıca konu edilmiştir.

Peyvend-i Siyaset ve Ferheng der Asr-ı Zevâl-i Timurlyân ve Zuhur-i Safevlyân

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 971-974
Seferleri ve zaferleri sonunda Timur'un şöhreti bütün dünyada yayılarak, asırlarca bir dehşet siması ve efsanevi bir kahraman olarak yaşadı. Evet o, göçebe fatihlerin sonuncusudur. Fakat bazı tarihçilerin ifade ettiği gibi, sadece bir eşkıya çetesi reisi veya ele geçirdiği şehirleri yakıp yıkan, insan kellelerinden minareler diktiren bir fatih mi idi? Timur'un gayesi mümkün olduğu kadar ve hattâ kabilse o zamanın dünyasını hakimiyeti altına almaktı. Zamanın tarihçilerinden biri olan "bütün dünya iki hükümdarı n sahip olacağı kadar değerli değildir" sözünü isnad etmektedir. Tahripkarlığına rağmen o, aynı zamanda imarcı idi. Onun zamanında muhteşem bahçeler ve binalar yaptırılmış, yeni yerleşme yerleri kurulup, sulama kanalları açtırılmıştı. Bilindiği üzere İran, Orta Asya ve Hindistan'da İslam mimarisinin en parlak devri Timur ve haleflerinin adı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Timur, ticaretin devlet için en büyük gelir kaynağı olduğunun farkındaydı. Ana dili olan Türkçeden başka Farsçayı da biliyordu. Edinmiş olduğu tarih bilgisi ile meşhur İbn Haldun'u bile hayretler içinde bırakmıştı.

İslâmî Yazmalara Adanan Bir Ömür: Prof. İrec Afşar (1925-2001)

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 975-978
İran'ın dil, tarih, edebiyat ve kültür alanlarında yetiştirdiği en büyük ilim adamlarından Prof. İrec Afşar 9 Mart 2011 Çarşamba günü Tahran'da vefaat etti. İran tarihi araştırmacıları, yayınladığı iki yüzün üzerinde ana kaynak ve iki binin üzerinde makale ile Prof. Afşar'ın İran tarihi ve kültürüne nedenli önemli katkılarda bulunduğunu gayet iyi bilirler. O, Mirzâ Muhammed-i Kazvini, Seyyid Hasan Taki-zâde, Nefisi, `Abbâs İkbâl, Muctebâ Minovi ve Muhammed Taki Dânişpejuh gibi İran dili, edebiyatı ve tarihinin büyük araştırmacılarının son temsilcilerindendi. Prof. Afşar 16 Mihr 1304/8 Ekim 1925 tarihinde muhtemelen XVI. yüzyılda İran'ın Yezd şehrine göç eden Afşar Türklerine mensup olan Dr. Mahmud Afşar ile Nusret Afşar'ın oğlu olarak Tahran'da dünyaya geldi.

Muhammed Kerim Yusuf-i Cemali, Zindegâni-i Şah İsmail-i Evvel (Bâ nigâreş ber hususiyat-ı cismi, ruhi, zovki, ahlaki, mezhebi ve revabıt-ı cı bâ düvel-i harici), (I. Şah Ismail'in Hayatı (Beden, Ruh, Zevk, Ahlak, Din Bakımından Özelliklerinin Tasviri ve Yabancı Devletler İle ilişkileri), İntişarat-ı Muhteşem

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 609-612
Merhum Prof. Dr. Faruk Sümer, 1976 yılında basılan Safevi devletinin kuruluşuna dair yazdığı eserine "Safevi Devleti'nin kuruluşu İslam ve Türkiye tarihinde mühim bir hadisedir. Bu hadisenin en mühim neticesi, İslam aleminin merkezinde yeni bir âlemin meydana gelmiş olmasıdır. Başlıca vasfı Şiilik olan ve İran'ı içine alan bu âlem, varlığını, bilindiği gibi, zamanımıza kadar devam ettirmiştir. Anadolulu Türklerin Safevi devletini kurmaları ve bu unsurun zor kullanarak Şiiliği İran'ın rakipsiz bir mezhebi haline getirmesi bugüne kadar ilim âlemince lâyıkıyle anlaşılmamış bir konudur" ifadesi ile başlamakta, "Safevi devletinin milli bir İran devleti olduğu görüşünün artık ciddi ilim adamları arasında pek taraftarı kalmadığını" belirterek, "Safevi devleti tarihinin bizim için taşıdığı ehemmiyet, bilhassa devleti kuran ve geliştiren unsurun Anadolulu olması ve bunlarla ilgili olarak kalabalık sayıda göçebe ve köylü Türk topluluklarının bu ülkeden İran'a göç etmeleridir" diyerek "devletin kurulduktan sonra da uzun zaman, bilhassa insan gücü bakımından Anadolu'dan beslendiği sonucuna" varmaktadır.

İran'a Elçi Olarak Gönderilen Kesriyeli Ahmet Paşa'nın Sefaret Hazırlığı Ve Yolculuğu (1746-1747)

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 407-446 · DOI: 10.37879/belleten.2011.407
Tam Metin
1746 yılında Osmanlı ve İran devletleri siyasi, sosyal ve dini problemlerin çözümü için bir barış anlaşması yapmak üzere elçiler görevlendirmişlerdi. Osmanlı Elçisi Mustafa Nazif Efendi, barış için İran'a gönderilirken, İran Elçisi Fethi Ali Han İstanbul'a gelmişti. Osmanlı ve İran hükümetlerinin diplomatik görüşmeleri neticesinde anlaşmaya varılmıştı. Antlaşma maddelerinin teyidi ve onayı için birbirine eşit rütbede yeni elçilerin görevlendirilmesi gerekliydi. Osmanlı hükümeti anlaşmanın onaylanması için Sivas Valisi Ahmet Paşa'yı seçerken, İran hükümeti Mehdi Mustafa Han'ı görevlendirmişti. Osmanlı hükümeti, 1746 Ekimi'nde İrana gidecek elçinin hazırlığına başlamıştı. Hazırlık çalışmaları; elçilik heyetinin seçilmesi, görevlilere bahşiş ve ücret ödenmesi, mehterhane malzemesi, hediye ve yiyecek tedariki, nakliye vasıtalarının düzenlenmesi şeklinde gerçekleşmişti. Elçilik heyeti 1747 Ocağı'nda törenle İstanbul'dan ayrılarak Anadolu orta-kolu üzerinden İran'a doğru yola çıkmış, 30 Mayıs 1747'de Bağdat'a varmıştı. 27 Haziran'da diplomatik teamüller gereği Osmanlı elçisi Hamedan'a, İran elçisi ise Bağdat'a doğru yola çıkmıştı. Ancak 19 Haziran'da İran'da çıkan karışıklıklar ile Nadir Şah öldürüldüğünden, Osmanlı elçisi Bağdat'a dönerken, İran elçisi Bağdat'a kalarak İstanbul'a gidememişti. Nadir Şah'ın ölümünden sonra İran'da meydana gelen taht mücadeleleri nedeni ile Osmanlı ve İran elçileri uzun süre Bağdat'ta ikamet etmişlerdi. Osmanlı elçisi 1748 yılında Bağdat'ta vefat ederken , İran elçisi 1752 yılında taht mücadelesi için İran'a geçmişti. Osmanlı Devleti, İran'daki taht mücadelelerine karışmadığı gibi, imzalanan anlaşmaya sadık kalmaya çalışmıştı.

Tarih-i Ferhengi-i İl-i Şahseven-i Bağdadi (Bağdad Şahseven Aşiretinin Kültürel Tarihi),

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 272 · Sayfa: 261-268
Şahseven, İran'da özellikle Mugan ve Erdebil yöreleri ile Zencan, Tahran, Harrakan ve Hamse yörelerinde yaşamakta olan bazı Türk asıllı aşiret topluluklarının adıdır. Oğuz boylarına mensup olan Şahsevenlerin kökenleri belirsizdir ve XVI. yüzyıl ile XVIII. yüzyıllar arasındaki bir tarihte konfederasyon şeklinde bir araya getirilmiş aşiretlerden oluştukları sanılmaktadır. Mugan Şahsevenleri hakkında yazan pek çok araştırıcının tespit ettiği, aşiretin kökeni konusundaki en yaygın rivayet; onların 1600 yıllarında, Şah Abbas tarafından kendisine sadık bir güç olarak oluşturulmuş karma bir aşiret olduğu şeklindedir. Ancak Şahsevenlerin kökeni konusunda ne resmi, ne de sözlü anlatımlar tam olarak belgelere dayandırılamamaktadır. Şah Abbas devrinde "Şahseven" adı ile herhangi bir karma aşiretin kurulmuş olduğu hakkında hiçbir kanıt bulunmamakla birlikte, onun uyguladığı askeri ve aşiretleri dağıtma siyasetleri sonucunda birbirinden çok farklı bölgelerde, farklı aşiretlerin parçalarına rastlanır olmuştur. Bu parçalar ise zamanla "Şahseven" adı altında bir oluşum, bir konfederasyon oluşturmuştur.

RICHARD TAPPER, İran'ın Sınır Boylarında Göçebeler - Şahsevenlerin Toplumsal ve Politik Tarihi, çev. F. Dilek Özdemir, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2004, 699 sayfa [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2006, Cilt 70, Sayı 259 · Sayfa: 1005-1010
Şahseven, İran'da, özellikle Azerbaycan'daki Mugan ve Erdebil yöreleri ile Zencan ve Tahran arasındaki, Harrakan ve Hamse yörelerinde yaşamakta olan bazı aşiret topluluklarının adıdır. İnanç olarak Şii olan ve Türkçe konuşan Şahsevenler, günümüzde büyük ölçüde yerleşik hayata geçerek, tarım ile uğraşmakta iseler de, yakın zamanlara kadar konar-göçer bir hayat tarzı sürdürmüşlerdir. İzleri XI. yüzyılda İran'a gelmiş bulunan Türk-Oğuz boylarının kültürlerine kadar uzanır. XVI. yüzyıldan itibaren XX. yüzyıl ortalarına kadar İran, Osmanlı, Rus ve Sovyet kuvvetleri çeşitli vesilelerle Şahseven topraklarında hak iddia etmiş veya bu toprakları işgal etmiştir. Bulundukları coğrafi konum yüzünden Şahsevenlerin merkezi hükümetle ilişkileri değişiklik göstermiş ve aşiret konfederasyonu 1880'lere kadar birleşik ve merkezi bir siyasi yapıya kavuşamamıştır.

İlhânlı Hükümdarı Ebû Sa'îd Hân'a Ait Dört Yarlıg

Belleten · 2005, Cilt 69, Sayı 254 · Sayfa: 65-116 · DOI: 10.37879/belleten.2005.65
Tam Metin
Tanınmış şarkiyatçı Bertold Spuler, İlhânlı Devleti siyasi ve idari tarihine dair meşhur eserini 1939 yılında yayımladığı zaman, araştırmacının istifadesinde, çoğu henüz neşredilmemiş durumda olan tarihi kaynaklar ile, İlhânlı hükümdarları Argün ve Olcâytû'nun dış muhaberatıyla ilgili iki mektubu bulunuyordu. Bugün aradan geçen yaklaşık altmış beş yıllık süre zarfında, İlhânlılar devri tarihi kaynaklarının tanıtım ve yayınından başka, inşâ' ve devlet muhasebesiyle ilgili kitaplar ile, o devre ait pek çok orijinal vesikanın varlığının ortaya çıkarılmış olması İlhânlı tarihi araştırmalarına büyük hız kazandırmıştır.

Z. VESEL - H. BEIKBAGHBAN - B. THIERRY (de Crussol des Epesse) (et. Birleştiren ve Sunan) La Science Dans le Monde Iranien a l'Epoque Islamique, Tahran 1998. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2004, Cilt 68, Sayı 252 · Sayfa: 569-576
Bu kitap bilim tarihi ile ilgili araştırmaları kapsayan makalelerden oluşmakta olup, başında UNESCO'nun, Strasburg Üniversitesi Rektörünün, yine orada öğretim elemanı olan H. Beikbaghban'ın önsözleriyle bir giriş ve kısaltmaları gösteren cetvelden oluşmaktadır. Giriş kısmında da belirtilmiş olduğu gibi, bu kitapta, İran ve çevresindeki bölgelerde astronomi, fizik, kimya ve biyoloji ve tıp konusunda yapılan çalışmaların değerlendirilmesi niteliğini taşıyan makaleler yer almaktadır. Burada ele alınan ilk grup makale astronomi ile ilgilidir. David King'in 'Two Iranien World Maps for Finding the Direction and Distance to Mecca' adlı makalede iki haritadan söz edilmektedir.

DR. SEYYİD EBU'L-KASIM FURUZANÎ, Sîmcûrîyân, Nuhustîn Dudmân-ı Kudretmend-i Türk der İrân, Tehran hş. 1381 (m.2002), XII+121 s. (İran'da Kudretli İlk Türk Ailesi, Sîmcûrîler) [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 250 · Sayfa: 1013-1020
Adı geçen eserde Fihrist/İçindekiler ve Mukaddime, s.IX-XI/Önsöz'den sonra Birinci bölüm, Türkan der Fırâz ve Furûd-ı Rüzgâr, s. 1-14/Türkler zamanın zirvesinde ve dibinde başlığı altındadır. Bu bölümde Sasaniyân ve Türkân, s. 3-7/Sasanîler ve Türkler ile Müslümanân ve Türkân, s. 7-12/Müslümanlar ve Türkler, Türkân der Sipâh-ı Samaniyân, s. 12-14/ Samanîler ordusunda Türkler konuları işlenmektedir. Bu bölümün Müslümanlar ve Türklerle ilgili ilk bilgilerin zikri; Buhara hâkimi Hatun unvanlı bir kadınla Araplar'ın işbirliği yapmasıyla başlıyor. Daha sonra Emevî ve Abbasî dönemlerinde Halife Mu'tasım (833-842)'a kadar Türk-Arap münasebetleri anlatılıyor.