36 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Farsça 3
- İslam 3
- Kaçar Hanedanı 3
- Qajar Dynasty 3
- Tahran 3
I. Erzurum Antlaşmasının (1823) Meclis-i Mükâleme Mazbatası
Belgeler · 2024, Cilt XXXIX, Sayı 43 · Sayfa: 1-14 · DOI: 10.37879/belgeler.2024.1
Özet
Tam Metin
XIX. yüzyılın başından itibaren sınır, ticaret ve aşiretler gibi meseleler dolayısıyla anlaşmazlıklar yaşayan Osmanlı ve İran devletleri, 1820 yılının sonundan itibaren bu anlaşmazlıkları silahlı mücadeleyle çözme yoluna gitti. İran Devleti’nin Veliaht Şehzadesi Abbas Mirza’nın Kars ve Bayezid sınırından Osmanlı topraklarına gerçekleştirdiği saldırılar, iki ülkeyi kaçınılmaz bir savaşa itti. Yaklaşık üç yıl devam eden savaş, Şark ve Bağdat cephelerinde cereyan etti. Büyük oranda Osmanlı ve İran devletlerinin sınır hattında konargöçer olarak yaşayan Kürt aşiretlerinin kimin tebaası olduğu noktasında uzlaşamayan iki devleti tam barışa sevk eden gelişmeler ise, 1823 yılından itibaren başladı. İran’dan gelen elçiler, Osmanlı Devleti’ni, yapılacak barış antlaşmasıyla sorunların çözümüne ikna etmek ve savaş hâline son vermek için çabaladılar. Elçilerin masaya çekmeyi başardığı Osmanlı Devleti’nde antlaşma müzakerelerini yürütmek için Erzurum Valisi Rauf Paşa görevlendirildi. İran ise müzakereler için Muhammed Ali Aştiyani’yi tayin etti. İki devlet arasındaki savaşı bitiren ve barışı tesis eden 1823 I. Erzurum Antlaşması’nın maddelerini oluşturacak metnin müzakereleri, Erzurum’daki valilik sarayında 22 Temmuz 1823 tarihinde gerçekleşti ve görüşmeler neticesinde anlaşmaya varılan hususların maddeler hâline getirilmesine karar verildi. Bu çalışmada, Osmanlı ve İran devletlerini savaşa götüren süreç; savaş, iki ülke arasında barış için başlayan diplomatik çabalar ve müzakereler esnasında yaşanan tartışmalara yer veren bilgiler sunulduktan sonra, mükâleme mazbatasının transkripsiyonuna yer verilecektir.
Osmanlı Döneminde Açılan İran Okulları ve İranlıların Eğitimi (1883-1912)
Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 310 · Sayfa: 985-1019 · DOI: 10.37879/belleten.2023.985
Özet
Tam Metin
Osmanlı ve İran arasında XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen iyi ilişkilerle beraber diplomatik temsilciliklerin açılması, iki devletin birçok açıdan birbiriyle yakınlaşmasına zemin hazırladı. Bu durumu değerlendiren İranlı tüccarların İstanbul başta olmak üzere Osmanlı Devleti’nin vilayetlerinde giriştiği ticari faaliyetler ve İstanbul’da yaşayan İranlı aydınların yayın faaliyetleri, Osmanlı’da yaşayan İranlı sayısının da artmasına yol açtı. Aileleriyle Osmanlı topraklarına göç eden ve nüfusları artan İranlı tüccarlar ile aydınlar, çocuklarını eğitim alabilecekleri okullara gönderme ihtiyacı duydular. Bu zümre, büyük oranda kendi imkânları ve İran’ın desteğiyle 1883 ve 1912 yılında İstanbul, 1885 yılında Trabzon, 1909 yılında Kazımiye ve 1912 yılında Kerbela’da devletin izniyle yabancı okul statüsünde okullar açtı. Ayrıca açılış yılı net olarak tespit edilemese de İzmir’de de bir İran okulunun faaliyet yürüttüğü bilinmekteydi. Zikredilen okullardan mezun olan İranlılar, Osmanlı Devleti içerisinde eğitimlerine üst kademelerde devam edebilecekleri bir İran okulu olmaması dolayısıyla devlete ait okullara başvurarak orta, lise ve yüksekokul seviyesinde de eğitim aldılar. Bu duruma daha sonra, Osmanlı topraklarında yaşamayan ancak Osmanlı’da eğitim almak isteyen İranlılar da eklendi. Eğitimlerini tamamlayan İranlılar daha sonra, Osmanlı Devleti’nin çeşitli kurumlarında mesleklerine göre istihdam edildi. Bir kısmı da ülkelerine dönerek orada çalışma imkânı elde etti. Çalışmanın amacı, XIX. ve XX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde İranlıların açtığı okulları, bu okulların idari yapılarını, eğitim faaliyetlerini ve Osmanlı okullarında okuyan İranlıların hangi okullarda eğitim gördüklerini ortaya koymaktır.
Ehl-i Hiref Maaş Defterlerinde Kayıtlı Tebrizli Sanatkârlar (1526-1566)
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 849-887 · DOI: 10.37879/belleten.2021.849
Özet
Tam Metin
Osmanlı saray sanatkârları ile ilgili başvurulacak kaynakların başında Ehl-i hiref maaş defterleri gelmektedir. Sanatçıların maaşları, unvanları, menşeleri, kuruma giriş şekilleri ve aile bilgileri gibi verilerin kaydedildiği bu defterler, sanatçıların kariyerleri ve ölüm tarihleriyle birlikte hangi sanat dalında kaç kişi çalıştıklarına dair bilgileri de içermektedir. Ehl-i hiref maaş defterlerinden izlenebildiği kadarıyla, kuruma alınan sanatçıların bazılarının çeşitli savaşlar sonucunda ülkeye getirilmiş usta sanatkârlar olduğu anlaşılmaktadır. Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481) kazanılan Otlukbeli Savaşı’ndan (1473) sonra Akkoyunlu bazı ilim ve sanat erbabı getirilip Osmanlı Devleti’nde görevlendirilmeye başlanmıştır. II. Bayezid döneminde (1481-1512) yine kuruma çok sayıda sanatçı alındığı maaş defterlerine düşülen notlardan anlaşılmaktadır. Ayrıca Yavuz Sultan Selim’in (1512-1520) Safevî hükümdarı Şah İsmail’i Çaldıran Savaşı’nda (1514) yenilgiye uğratmasından sonra Tebriz’de Şah’ın özel hizmetinde görevli ve saray dışında serbest çalışan ünlü sanatkârları toplatmış olduğu bilinmektedir. Bu sanatçılar sefer dönüşünde kışın geçirildiği Amasya’ya getirtilmiş, İstanbul’a gelindiğinde ise sarayın Ehl-i hiref teşkilatında ilgili sanat sınıflarında görevlendirilmiştir. Bu çalışmada, Kanuni Sultan Süleyman dönemine (1520-1566) ait günümüze ulaşan en eski Ehl-i hiref maaş defterlerinde kayıtlı Tebrizli sanatkârların isimleri, maaşları, sanat sınıfları, Osmanlı hizmetine giriş tarihleri ve hizmet süreleri incelenmektedir.
İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin İran Politikası
Belleten · 2019, Cilt 83, Sayı 296 · Sayfa: 261-288 · DOI: 10.37879/belleten.2019.261
Özet
Tam Metin
Avrupa'da yayın yapan bir aydın muhalefeti olarak yola çıkan ve sonunda ülke yönetimini bütünüyle ele alan İttihad ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı Devleti'nin kadim komşusu İran ile kendi iç değişimlerine paralel ilişkiler geliştirmiştir. Başlangıçta yalnızca II. Abdülhamid'e atfedilen sorunlarla sınırlı bir bakış gözlenirken, sonraki yıllarda II. Abdülhamid'in politikasına benzer bir İttihad-ı İslam söylemi ve ardından siyasi dayanışma ve kurtuluş motifl erinin ön plana çıkacağı politik bir üslup belirlenmiştir. Özellikle Settar Han öncülüğünde Tebriz'de yürütülen direniş, İttihad ve Terakki Cemiyeti ile İran'lı Meşrutiyetçiler arasındaki en önemli bağı oluşturur. Ancak bu olumlu bakış açısı özellikle sınır sorunları gündeme geldiğinde sorun çözücü olmaktan uzak kalmıştır. Geleneksel sınır ihtilafl arının aşılması iki ülkenin iyi komşuluk ilişkisi geliştirmenin yanında kendi siyasetleri ile ilgili farklı noktalara dokunduğundan Meşrutiyetçi dayanışma söylemi ile güncel siyasal zorunluluklar arasında sürüp giden bir mücadele yaşanmıştır. Bu çalışmada İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin İran'a yönelik politikaları iki farklı bakış açısı ile ele alınmaya çalışılacaktır. Öncelikle İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin başlangıcından, 1.Dünya Savaşına kadar olan dönemde geçirdiği değişimlerin İran'a yönelik politikasının belirlenmesine olan etkileri ele alınacak, ardından İran politikasının II. Abdülhamid yönetimi ile kesişen ve ayrışan tarafl arının neler olduğuna değinilecekir. Çalışmanın kapsamı Cemiyet'in ilk yayınlarından başlamakla birlikte 1.Dünya Savaşı'nın başlangıcına kadar olan dönemdir. Çünkü bu savaş içerisinde İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin İran'a yönelik tutumları, doğrudan doğruya savaş koşulları, cephe gereksinimleri ve Alman genelkurmayının öncelikleri doğrultusunda şekillenmiştir. Bu nedenle 1914'den sonraki süreci genel savaş planlarının içerisinde ele almak gerektiğinden, çalışmada 1913 yılındaki Trablusgarp Savaşına kadar olan dönemin olayları incelenmiştir.
Rusya-İran (Kaçar) İlişkileri Adına Dehşet Verici Bir Hadise: Rusya’nın Tahran Başkonsolosluğu Baskını ve Büyükelçi Aleksandr Griboedov ve Maiyetinin Katledilmesi (11 Şubat 1829)
Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 294 · Sayfa: 569-586 · DOI: 10.37879/belleten.2018.569
Özet
Tam Metin
Diplomasi tarihinin en elim vakıalarından biri 11 Şubat 1829 tarihinde Tahran'da meydana gelmiştir. Rusya ve İran (Kaçar) devletleri arasında iki yıl süren savaşın ardından imzalanan Türkmençay Antlaşması, iki ülke arasında diplomatik misyonların oluşturulmasını gündeme getirmekle birlikte, antlaşma maddelerinin uygulanması konusunda ortaya çıkabilecek sıkıntıların büyükelçilik nezdinde çözüme kavuşturulmasını da öngörmekteydi. Ancak savaşın geride bıraktığı husumetler, ilk kez böyle bir görev ifa eden Rus Büyükelçi Griboedov'un hataları, bölgede söz sahibi olmak isteyen diğer aktörler, dini fanatizm boyutunda yaşayan halkın inancını istismar eden provokatörler ve birtakım talihsizlikler bir araya gelince, iki ülke diplomasisi adına eşine benzerine rastlanılamayacak derecede büyük bir trajedi ortaya çıktı. Rus Büyükelçilik delegasyonunun neredeyse tamamının katledildiği 11 Şubat'taki baskının ardından kopması beklenen fırtına ise Rusya'nın içinde bulunduğu siyasi konjonktür sebebiyle akim kalmıştır. Bu çalışmada, dönemin ana kaynakları ışığında 11 Şubat 1829 tarihli Rus Büyükelçiliği baskını mercek altına alınacak, nedenleri ve sonuçları üzerinde bir takım tespitlerde bulunulacaktır.
MUHSİN KEYÂNÎ, Hânkāhlar Tarihi, [ايران در خانقاه ريخ] çev. Ali Ertuğrul – Süleyman Gökbulut, Büyüyenay Yayınları, İstanbul 2013, 551 sayfa. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 1205-1210
Özet
Asıl itibariyle Farsça kaynaklara dayalı bir Tasavvuf Tarihi çalışması olan kitap müesseseleşmiş tasavvufun icra mekânları addedilen 'hânkāh'ların veya Türkiye'de daha yaygın tabiriyle 'dergâh'ların tarihini İran merkezli olarak ele alan bir çalışmadır. Muhsin Keyânî (d. 1928)'nin اسلامىٔ دوره ايران در خانقاه ريخ = Târîh-i Hânkāh der Îrân Devre-i İslâmî adlı doktora tezini (1978) esas alan ve Târîh-i Hânkāh der Îrân adıyla 1990'da kitap olarak basılan çalışması Türkçeye Hankâhlar Tarihi adıyla tercüme edilmiş bulunmaktadır. Görüldüğü üzere kitabın Farsça aslı "İran'da Hânkāhların Tarihi" adını taşımaktadır. Fakat hemen göze çarpacağı üzere başlığında "İran'da.." kaydı bulunan eser Şam, Bağdad, Mısır ve Anadolu'daki hankāhlardan da söz etmektedir. Yazar, eserinin neden İran dışındaki bölgelerden bahseden bölümler ihtiva ettiğini Mısır hankāhlarından söz ettiği bölümde açıklamaktadır: "Bu eserin konusu İran hânkāhları tarihidir. Mısır hânkāhları meselesi bizim ilgi alanımıza girmemektedir. Fakat Mısır'daki hânkāhların idarecilerinden ve sâkinlerinden bir kısmının İranlı olması ve tasavvuf mesleğinin aslî rükünlerinden birinin âfakta ve enfüste seyr olması hasebiyle…" (s. 185). Bu durumda eserin isminin Türkçe tercümede sadece "Hânkāhlar Tarihi" olarak kısaltılması okuyucuyu bir anlamda yanıltmaktadır. İran dışındaki hânkāhlardan da söz ettiği için ilk bakışta doğru bir tasarrufmuş gibi gözükse de bu tutum yazarın incelemeye aldığı alandaki konu sınırlandırmasını okuyucunun dikkatinden uzaklaştırdığı için hatalı sayılabilir.
CİHANBAHŞ SEVAKIB, Tarihnigârî-i Asr-ı Safeviye ve Şinaht-ı Menâbi ve Meahız – Historiography of the Safavid Period and Study of the Related Sources – (Safevî Devri Tarih Yazıcılığı ve Kaynaklar ve Araştırmaların Tanıtımı), İntişârât-ı Nevîd-i Şiraz, Şiraz 1380 (2001), 929 sayfa. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 1195-1204
Özet
Safevî devletinin kuruluşu İslâm tarihinde gerçekten önemli bir hadisedir. Bu hadisenin en önemli sonucu, İslâm dünyasının ortasında yeni bir oluşumun meydana gelmiş olmasıdır. Başlıca özelliği Şiîlik olan bu yeni oluşumu meydana getiren, yani Safevî devletini kuran unsur, bilindiği üzere Türklerdi. Önceleri bir tarikat iken, zamanla siyasî bir teşekkül halini alan hânedan, adını tarikatın kurucusu Şeyh Safiyüddin'den almıştır. Hânedanın seyyidlik ile de hiçbir ilgisi olmayıp, Firuzşah adlı Sincarlı bir aileden gelmektedir. Tekkenin bulunduğu Erdebil, yüzyıllardan beri Sünnî-Şafiî ahalinin yaşadığı bir şehir olup, Safiyüddin de SünnîŞafiî idi. Esasen XV. yüzyılın sonlarına kadar İran'daki halkın çoğunluğu da Sünnî idi. XV. yüzyıl ortalarına kadar Sünnî esaslara bağlı kalan tarikat, zamanla Şiî akideleri benimsedi ve nihayet Şah İsmail yanındaki Anadolu'dan gelen Kızılbaş Türkler ile Şiîliği İran'da hâkim bir mezheb haline getirdi.
Mîrzâ Tâki Hân (Emîr Kebîr) ve Reformları (1848 - 1851)
Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 278 · Sayfa: 151-182
Özet
19. yüzyıldaki İran modernleşme hareketlerinin en önemli siması olan Mirza Tâki Han ya da yaygın olarak bilinen adıyla Emir Kebir, yaklaşık üç yıl süren sadrazamlığı boyunca Osmanlı Devleti'ndeki II. Mahmut ve Tanzimat reformlarına benzer şekilde İran'da geniş bir alanda yenilik hareketlerini başlatmış ve bu kısa sürede yaptıklarıyla İran modernleşmesinde etkisi günümüze kadar süren derin izler bırakmıştır. Orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mirza Tâki Han, elde ettiği başarılarla kısa sürede önemli görevlere gelmiş ve sırasıyla askerî kâtip, büyükelçi, Vezir-i Nizam (Azerbaycan Ordusu Komutanı), Emir-i Nizam (Genel Kurmay Başkanı) ve Şahs-ı Evvel-i İran (Sadrazam) olarak görev yapmıştır. Ayrıca Atabeg ünvanıyla daha sonra tahta çıkacak olan Nasıreddin Mirza'nın hocalığı gibi önemli bir görevi de üstlenmiştir. Sadrazamlığı sırasında elde ettiği güç ve yaptığı yenilikler siyasi rakiplerini, hanedan üyelerini ve İngiltere ve Rusya gibi yabancı devletleri korkutmuş ve bu korku onların Emir Kebir'e karşı ittifak yapmalarına neden olmuştur. Bu ittifak onun önce görevden uzaklaştırılması ve kısa bir süre sonra da öldürülmesine neden olmuştur.
XX. Yüzyılın Başlarında İran Ticaretinde Osmanlı-Rus Rekabeti
Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 278 · Sayfa: 239-270
Özet
XIX. yüzyılın başlarında kapitalist endüstri devletleri kendi ürün ve üretimlerini Doğu'ya ulaştırmak ve aynı şekilde doğudan batıya ham madde aktarmak için rekabete girişmişlerdi. Aynı güçler Karadeniz'in doğu limanlarından İran'a kadar uzanan ticaret yoluna büyük önem vererek bu güzergahta hakim güç olmak için rekabete girişmişlerdi. XIX. yüzyıl başlarında Karadeniz ticaretinin canlanması ve 1869 yılında Süveyş kanalının açılması Karadeniz'in doğusundan İran'a yapılan ticaretin hem iktisâdî ve hem de siyasi bakımdan uluslararası stratejik önem kazanmasına sebep oldu. Karadeniz tarihine baktığımızda Trabzon limanının önemi, üstünlüğü, tarihi geçmişinden değil, aktif bir ticari yol olan Erzurum-Tebriz hattına bağlanmasından kaynaklanıyordu. XIX. yüzyılda Karadeniz'in doğu limanlarından İran'a transit ticareti yapan iki yoldan Osmanlı hakimiyet bölgesindeki Trabzon-Erzurum-Tebriz yolu ve Rus hakimiyet sahasındaki Gürcistan sahillerinden Sohum-Poti limanları üzerinden geçen Batum-Tiflis-Tebriz yolu iki devleti rakip haline getirdi. Rus Çarı, Kafkas ticari-transit yolunu öne çıkarmak amacıyla ülkenin kuzey bölgesinde yarı sömürgeci durumunu korumak, Kafkasya'yı büyük bir ticari bölge yapmak, bütün Asya pazarlan ile bağlantı kurmak niyetindeydi. Rusya kendi tüccarını önceden mükellef olduğu yerel vergilerden muaf tutarak, onlara mali ve gümrük yardımları yaparak tüccarı himayesi altına aldı. Rusya tüm bu girişimleriyle Osmanlı toprakları üzerinden İran'a gelen İngiliz malları ile rekabet etmeyi amaçlıyordu. Diğer yandan Rusya, Kafkas yolunda ticari üstünlüğü daimi surette elinde bulundurmak için çeşitli önlemler aldı. Tebriz-Culfa demiryolunu yaparak bütün yol boyunca Rus askerlerini bu güzergaha yerleştirdi. Aynı yolun kenarlarına kullanışlı kervansaraylar yaparak tüccarın ve yolcuların seyahatini kolaylaştırdığı gibi menzillerle de bölge güvenliğini sağlamıştı. 1820 yılının ortalarında İngiliz malları ilk olarak Fars körfezinden İran'a girmiş, bu yıldan sonra da İngiliz malları Kuzey'den Sohum yoluyla Kafkasya ve Anadolu'nun doğusuna, İran'ın kuzeyine ulaşmıştı. İngiltere'nin bu başarısı bölgedeki Rus pazarını tehdit etmişti. Rusya, siyasi açıdan Kafkasya bölgesiyle güçlü bağlantılar kurmasına rağmen, ekonomik açıdan güçlü bağlantılar kuramamış hatta günden güne bölgedeki ticari varlığı zarflamıştı. Rusya'nın bölgede varlığı zayıflamasına karşın İngiliz mallarının satışı İran'da artıyordu. İngiltere, daha fazla kâr elde etmek için kısa deniz yolları bulmaya yöneliyordu. İşte bu noktada İngiltere'nin İran'a ulaşmak için bulduğu en kısa yol Karadeniz güzergahıydı. Bu makalede yeni bir bakış açısıyla ve belirli etkenler haricinde - Hindistan'ın siyasi ve iktisâdî rolü göz ardı edilerek - dış güçlerin olumsuz etkilerine rağmen XIX. yüzyıl sonu, XX. yüzyıl başlarında İran ticaretinin canlanmasını incelemeye çalıştık. Diğer taraftan zikrettiğimiz yollarda Osmanlı ve Rusya arasındaki rekabetin neden ve nasıl bir şekilde ortaya çıktığı sorusuna cevap vermeye, aynı zamanda İngiltere'nin Osmanlı'ya ait olan yolu sahiplenmedeki rolünü belirlemeye çalıştık.
Kızılbaş Türk Don Juan’ın Avrupa Sefareti
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 479-502
Özet
Osmanlı-Safevî rekabeti Şah Abbas'ı Hıristiyan âleminde müttefik aramaya mecbur etti. Bu münasebetle 1599 yılında İran'dan Avrupa'ya bir elçi heyeti gönderildi. Heyete bu sırada İran'da bulunan Sir Anthony Sherley de dâhil edildi. Bu zat Şah Abbas'a kendini İskoçya kralının amcazadesi olarak tanıtmıştı. Asıl amacı ise maddi kazanım elde etmekti. Yine elçiler arasında Bayat boyuna mensup Oruç Beg isimli biri daha vardı. Bu sonuncunun babası bir muharebe sırasında Osmanlılar tarafından öldürülmüştü. Bundan ötürü Osmanlılara karşı kin besliyordu. Elçi heyeti Roma'ya ulaştığında Oruç Beg ve iki arkadaşı din değiştirerek Hıristiyan oldular. İspanya'ya ulaştıklarında ise vaftiz edildiler. Baş Sefir Hüseyin Ali Beg İran'a döndü ise de tanassur eden adamları İspanya'da yaşamaya devam ettiler. Oruç Beg yolculuğu sırasındaki gözlemlerini İspanyolca kaleme aldı ve eseri günümüze kadar ulaştı. Lâkin gönderilen heyet ciddi bir başarı elde edemedi.