30 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • ATATÜRK
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Atatürk'ten Anılar

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 204 · Sayfa: 939-952
Tam Metin
ATATÜRK ADI, Bunu Atatürk Hayatı ve Eseri adlı kitabımın önsözünde kısaca ele almıştım. Sonra karşılaştığım sorular dolayısıyle işin gerektiği gibi anlaşılmadığını gördüğümden daha açık yazmayı doğru buldum. Bir akşam Atatürk, bu adı almaya karar verdiğini söyledi ve düşüncemi sordu. "Mustafa Kemal adıyle parlak zaferler kazandınız, ün saldınız, çürümüş bir imparatorluktan dipdiri bir cumhuriyet çıkardınız, büyük devrimler yaptınız; bu adı bırakmak doğru olmaz." dedim.

Atatürk'ün Hastalığı

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 204 · Sayfa: 1195-1454
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, Atatürk'ün sağlığı konusunda ilk haber, Kasım 1923'te çıktı. Cumhuriyet ilan edileli henüz on gün kadar olmuştu. Bir gün Gazi, öğle yemeği sırasında, sofra başında birdenbire bir kriz geçirdi. Eşi Lâtife Hanım'ı tedavi için rastgele orada bulunan Dr. Refik (Saydam) Bey hemen bir morfin iğnesi vurdu. Kriz geçti. İki gün sonra, öğle yemeğinden sonra Cumhurbaşkanı bir kriz daha geçirdi. Bu biraz daha hafifti. Bunun üzerine, kalp mütehassısı Prof. Dr. Neşet Ömer (İrdelp) 13 Kasım 1923 günü İstanbul'dan Ankara'ya çağırıldı. Ertesi günü Çankaya'da Cumhurbaşkanı'nı muayene etti. Rahatsızlığın "çok çalışmadan ve yorgunluktan" ileri geldiğini, asabî bir hal olduğunu söyledi. Dinlenme; alkol, tütün ve kahveyi azaltmayı öğütledi. Gazi, iki ay kadar rejim yaptıktan sonra tamamen iyileşti. Bu konuda önce bir bildiri yayınlanmadı. Gazeteler konuyu kurcaladılar. Sonunda Hükümet, Prof. Dr. Neşet Ömer (İrdelp) imzasını taşıyan sağlık raporunu yayınladı. 2 Şubat 1924 tarihli bu raporda, "Gazi Paşa'nın tamamen ve katiyen afiyette bulundukları" kesinlikle açıklandı. Atatürk aslında beş-on gün kadar iyice dinlenip perhiz yapmış, ondan sonra doktorun öğütlerine pek aldırmamış, yine eski yaşamını ve yoğun çalışmalarını sürdürmüştü.

Cumhuriyet Eğitimine Geçişte Atatürk'ün Etkisi

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 204 · Sayfa: 1013-1088
Konumuzu Cumhuriyet eğitimine geçiş dönemi sınırları içinde ele alacağız ve geçiş yıllarını da hesaba katarak Atatürk'ün etkisini belirtmeğe çalışacağız. Bu dönem bilindiği gibi 23 Nisan 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisinin Anakra'da toplanması, 25 Nisan 1920 tarihinde de İcra Vekilleri Heyetinin kurulmasıyla başlar. Cumhuriyetin ilanı olan 29 Ekim 1923 yılına kadar süren bu dönemin eğitime ait durumu ve gelişimi üzerindeki incelemelerimizi açıklarken kurtuluş savaşlarının başlatılmasında ve yeni devletin bu savaşların temel felsefesi üzerine kurulmasında öncülük eden Atatürk'ün Cumhuriyet öncesinden başlayan eğitime etkilerini de belirteceğiz.

Atatürk'ün Edebiyat ve Sanat Anlayışı

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 204 · Sayfa: 1133-1168
Tam Metin
Sözlerime başlamadan önce, Türk Tarih Kurumu Başkanı Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu ile, bu Kurumun Yönetim Kurulu Üyeleri Meslektaşlarıma, Atatürk'ün 25. ölüm yıldönümünde, bütün bir yıl verilecek konferanslar dizisinde, bana da yer ayırdıklarından ötürü, kendilerine, önünüzde teşekkür etmek isterim. Atatürk'ün edebiyat ve sanat anlayışı ve bu alanlardaki başarılariyle ben, yıllardır, yalnız ilgilenmiş değil, aynı zamanda o çağın havasını da içime almış ve başlangıçtan bugüne değin onun sağladığı hız içinde edebiyat ve sanatımızın gelişme basamaklarını izlemiş bulunuyorum.

Atatürk ve Türk Sanatları

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 204 · Sayfa: 1119-1132
Türk sanatlarına dair etüdlere XIX. yüzyılın sonlarına doğru başlanılmış olduğu ve bazı yabancı alimler tarafından ele alınan bu konunun "İslam Sanatı" başlığı altında incelendiği görülmektedir. Halbuki Çin'den tâ İspanya'ya kadar yayılmış olan milyonlarca İslâmların asırlar boyu devam eden çeşitli sanatlarını bir din birliğine bağlamağa imkân var mıdır? Böyle bir etüd imkânı olsa idi, bütün dünya sanatlarını dini zümrelere, yani birkaç gruba ayırmakla mesele halledilmiş oluverirdi.

Atatürk, Bilim ve Üniversite

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 204 · Sayfa: 1089-1104
Tam Metin
Atatürk'ü doğumunun yüzüncü yılında bütün dünya saygı ile, hayranlıkla anıyor. Biz ona bağlılığımızı, ona sonsuz saygımızı nasıl dile getirelim? Biz ona neler borçlu değiliz ki! Bugün özgür ve saygın bir millet olarak varlığımızı koruyorsak, dünya ulusları arasında şerefli bir yere sahipsek, bunun için en başta Atatürk'e şükran borçluyuz.

Atatürk'ün Uygarlık Anlayışı

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 204 · Sayfa: 1105-1118 · DOI: 10.37879/belleten.1988.1105
Tam Metin
29 Ekim 1973'de Cumhuriyet elli yılını dolduruyor. Cumhuriyet'in ilan edildiği yıl doğanlar, şimdi memleketin kaderine hâkim bulunuyorlar. Artık memleketin geleceği, Devletimizin kurucusu Atatürk'ün büyük ümitlerle cumhuriyeti emanet ettiği, "cumhuriyet nesli"nin ellerinde bulunuyor. Teşekkülünden bu yana cumhuriyeti yönetenler, her türlü ilhamı "Atatürkçülük" den almışlardır. Bundan sonra da aynı kaynakdan beslenmeğe devam edeceklerdir. Bu hususta fikir birliği vardır. Ancak cumhuriyet idaresinin ilham kaynağını yorumlamak bahis konusu olunca fikirler, kanaatlar değişmekte ve genellikle ilgili şahsın fikir ve ideolojik temayülüne uygun bir biçime girmekte, bazan da pek çelişmeli hükümler ortaya çıkmaktadır. Aynı kaynaktan ilham aldıklarını söyliyen kimselerin fikirleri arasında bu kadar çelişmeli hükümler nasıl meydana çıkabilmektedir? Bunun sebepleri nelerdir? Bu durumun başlıca nedeni Atatürkçülüğün temel özelliğinin, anafikrinin gerektiği gibi dikkate alınmamasıdır. Burada haliyle başka bir soru hatıra gelmektedir: Atatürkçülüğün herkes tarafından tartışmasız kabul edilecek temel özelliği nedir? Atatürkçülüğün temel özelliği anafikri şüphesiz ki "medeniyetçiliktir". Bunda asla şüpheye mahal yoktur. Atatürk, bir "ferd-i millet" olarak girdiği Millî Mücadele'nin en karanlık günlerinden, 10 Kasım 1938'de Dolmabahçe sarayında hayata gözlerini kapadığı zamana kadar, "medenileşmek", "medeni milletler camiasına girmek", "muasır medeniyeti iktisap ile onun seviyesinin üstüne çıkmak", "asrileşmek", ve "garplılaşmak" üzerinde ısrarla durmuştur. Millî Mücadeleyi zaferle taçlandırdıktan sonra, büyük kurtarıcının en büyük arzusu, her bakımdan tam istiklaline sahip T.C. nin dünyanın en medeni ve en müreffeh bir devleti haline getirmektir. Atatürk'ün Millî Mücadele günlerinden hayatının sonuna kadarki sözleri bunu açıkça göstermektedir.

General De Gaulle'ün Türkiye'yi Ziyareti (25-30 Ekim 1968)

Belleten · 1987, Cilt 51, Sayı 200 · Sayfa: 949-964
Tam Metin
Fransa'nın büyük devlet adamı de Gaulle 1968 Ekim ayı sonlarında Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulunmuştur. Böyle bir şey tarihte ilk kez oluyordu. Görünüşte bu, Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın bir yıl önce Fransa'ya yaptığı ziyaretin karşılığı idi. Ama, aynı zamanda, beşyüz yıllık Türk-Fransız ilişkilerinin çerçevesi içinde, 1867'de Sultan Abdülaziz'in Fransa'yı ziyaretinin, geç de olsa, bir iadesi sayılabilirdi. Olayın üzerinden henüz 19 yıl geçmiş olmasına karşın, onun Tarih Kurumumuzda bir Konferans konusu yapılması doğru muydu? Kanımca doğru idi, çünkü yüzyılımızın büyük devlet adamlarından biri olan de Gaulle'ün Atatürk Türkiye'sinin geleceğine olan inancı, Türk-Fransız ilişkilerine verdiği önem ve gelecekteki işbirliği için getirdiği mesaj bir an önce değerlendirilmeliydi.

Dünyanın İlk Çocuk Bayramı 23 Nisan ve Uluslararası Çocuk Yılı

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 183 · Sayfa: 567-594
Tam Metin
Uluslararası Çocuk Yılı vesilesi ile 23 Nisan Çocuk Bayramımız konusunda yaptığım çalışmaları burada sizlere açıklamak olanağını bana verdiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Konumuz Atatürk ve Atatürk'ün TBMM'nin açıldığı 23 Nisan gününü çocuklara armağan ederek başlattığı dünyanın ilk Çocuk Bayramı. Çocuk Bayramı konusu gündeme 1979'un Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca Dünya Çocuk Yılı ilan edilmesi üzerine geldi; Uluslararası Çocuk Yılı düzenlemekle güdülen amaçların bir yılda çözümlenmesi söz konusu olmadığı anlaşılıp, çalışmalara süreklilik sağlayacak yöntem araştırmaları başlayınca da, büyük ağırlık kazandı. Çünkü, oluşumu 1920'lerde başlamış olan 23 Nisan Çocuk Bayramı törenlerinin canlandırılıp, güncelleştirilmesi koşulu ile aranılan yöntem olabileceği yolundaki önerimiz ilgi ile karşılandı . 23 Nisan Çocuk Bayramımızın Uluslararası Çocuk Yılı çalışmalarına böylesine bir katkısı olabileceğinden söz edilebilmesi için önce bir çocuk bayramının dünya çocuk yılının nedenleri ve amaçları çerçevesi içindeki yerinin saptanması, sonra temelleri 1920'lerin başında atılmış olan 23 Nisan Çocuk Bayramını kutlama törenlerimizin bu bakış açısından değerlendirilmesi gerekir. Bu izlenceye uyarak önce Uluslararası Çocuk Yılının nedenlerini ve amaçlarını özetlemeye çalışalım.

Sur La Politique Étrangère D'Atatürk

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 182 · Sayfa: 271-290 · DOI: 10.37879/belleten.1982.271
Tam Metin
"Paix dans le pays, paix dans le monde!" Cette formule bien connue de Mustafa Kemal Atatürk est aujourd'hui engravée â l'entrée du Ministère des Affaires Etrangères à Ankara, comme une règle de conduite pour la diplomatie turque moderne. Mais pour bien saisir les conceptions du grand homme d'Etat pacifiste sur les relations étrangères il faudrait aller aux annees 1920. En effet, dès son débarquement en Anatolie, le 19 mai 1919, avec la détermination de créer un nouvel Etat turc sur l'Empire ottoman en morcellement, Mustafa Kemal posait les bases de sa politique extérieure. Son point de départ était les principes des Droits de l'Homme. Pour lui, chaque nation comme chaque individu a le droit à la vie. Il se révoltait contre les Puissances imperialistes qui voulaient priver le peuple turc du droit à l'existence, parce que l'Empire ottoman était vaincu dans la Grande Guerre mondiale: "Messieurs, nous ne demandons nen de plus à personne, disait-il. On ne doit pas nous priver de ce que chaque peuple civilisé du monde possède naturellement et l'on doit reconnaltre nos droits. En effet, nos droits sont naturels, légitimes, raisonnables et ils nous sont nécessaires. Nous ne renoncerons pas à notre droit." "Nous sommes un peuple qui veut vivre et cela en jouissant de sa dignité et de son honneur. Nous ne pouvons tolérer de nous voir dépouillés de ces attributs".