18 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Bilim
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

DİLİN BİLİMİ MÜMKÜN MÜDÜR?

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2022, Sayı 74 · Sayfa: 69-100 · DOI: 10.32925/tday.2022.86
Tam Metin
Dil, insanı diğer canlılardan ayıran bilişsel kapasitelerden biridir. Bu kapasitenin bilim içinde nasıl inceleneceği hep tartışma konusu olmuştur. G. Sampson gibi bazı araştırmacılara göre dil, bilimsel yöntemlerle incelenemeyeceği için dil bilimi bir bilim dalı değildir. Başını N. Chomsky’nin çektiği başka bir grup bilim insanı ise dilin doğa bilimlerinin yöntemleriyle incelenmesi gerektiğini savunur. Bu makalede ilk olarak bilim olgusuyla ilgili tartışmalar değerlendirilmektedir. Karl Popper, Thomas Kuhn, Imre Lakatos ve Paul Feyerabend gibi düşünürlerin bilimsel yöntemlere dair görüşleri dil araştırmalarındaki bazı tartışmalarla ilişkilendirilmektedir. “Dilin tanımı”, “dilin edinimi”, “dil bilgisi yazımı”, “Altay dilleri teorisi”, “sıfır biçim birimi” gibi dil araştırmalarının yöntemlerden adlandırmalara varıncaya değin tartışılan konuları bilim felsefesindeki teorilere göre değerlendirilmektedir. Popper’in geliştirdiği ve bilimsel çalışmalarda nirengi noktalarından biri olan “yanlışlanabilirlik” ölçütünün dil incelemelerindeki yaklaşımlara ne oranda uyduğu ve bu ölçütün uygulanabilirliği tartışılmaktadır. Makalede dilin bilim dışında bırakılmasının dil ile ilgili soruların çözümüne katkı sağlamayacağı savunulmaktadır. Dil incelemelerinde kullanılan bazı yöntemlerin eleştiriye açık olduğu; ancak bunun dil bilimini bilim dışı olarak etiketlemek için yeterli olmadığı ifade edilmektedir. Bilimin yöntemler de dâhil olmak üzere her şeyin eleştirilmesiyle ilerlediği; eleştirilen yöntemlerin yeniden düzenlenmesiyle ilerlemelerin gerçekleştiği vurgulanmaktadır. Makalede varılan sonuç şudur: Dil hem doğa bilimleri hem formel bilimler hem de sosyal bilimlerin yöntemleriyle incelenebilecek çok yönlü bir olgudur. Bu alanlardan gelecek veriler dile dair bilgilerimizin derinleşmesini sağlayacaktır.

Gazzâlî ve İbn Rüşd’de Nedensellik Tartışması ve Bilim Tarihindeki Yansımaları

Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 87-126 · DOI: 10.32704/erdem.656895
Tam Metin

İslam dünyasında Gazzâlî ile başlayan ve İbn Rüşd'de karşılığını bulan tehâfüt (tutarsızlık) tartışması, İslam ortaçağında, kelam (teoloji) ile felsefe geleneklerinin birbiriyle olan eleştirel diyaloglarını irdelemek bakımından bir başlangıç noktası sunar. Tartışma konularının hemen hepsi ilgi çekici olmakla birlikte, tehâfütteki hemen tüm tartışmaların düğüm noktasını nedensellik sorununun oluşturduğu söylenebilir. Bilindiği gibi, ortaçağ İslam düşüncesinin iki temel entelektüel akımı olan kelam ile felsefe arasında, nedensellik konusunda köklü bir ayrışma yaşanmıştır. Kelamdaki nedensellik tartışması, daha çok dinsel bildirilerde yer alan Tanrı'nın kudreti ile Tanrı-evren ilişkisine ait ifadelerin yorumlanmasına dayanır. Kelamcılar, antik atomcu gelenekten yola çıkarak, parçalı ve süreksiz bir evren modeli geliştirmişler ve İslam dinsel bildirilerini bu model ışığında yorumlamışlar, hem tanrısal hem de doğal düzeyde nedensel zorunluluğu inkâr etmişlerdir. Aristotelesçi anlamda, nesnelerin eylemlerini gerektiren bir doğalarının ve özlerinin olduğunu reddetmişlerdir. Oysa filozoflar, kendilerini Aristoteles'in akılcı ve bilimsel felsefesinin geliştiricisi olarak görmüşlerdir. Felsefi çevrelerde, Tanrı ilk neden olarak görülmüş, şeylerin tanrısal sudur yoluyla neden-sonuç ilişkisiyle zorunlu olarak varlığa geldiği savunulmuş, nesnelerin eylemlerini gerektiren bir doğalarının ve özlerinin bulunduğu ileri sürülmüştür. Filozoflara göre, bir şeyi bilmek demek, o şeyin nedenlerini bilmek demektir; dolayısıyla bir şeyin doğasının ve doğal nedenselliğin inkârı aynı zamanda bilginin inkârı demektir. Bu yüzden nedenselliğin onayı, filozoflar için epistemolojik ve ontolojik bakımdan yaşamsaldır. İşte Gazzâlî kelam geleneğini, İbn Rüşd ise felsefe geleneğini öncelemiş, bu ikisi arasında tehâfüt geleneğinde doğal nedenselliğin zorunlu olup olmadığı konusunda köklü bir tartışma yaşanmıştır. Bu çalışmada, önce Gazzâlî'nin doğal nedenselliğin zorunluluğu düşüncesine yönelttiği eleştiriler, ardından da bir filozof olarak İbn Rüşd'ün Gazzâlî karşısında nedensel zorunluluğu savunusu ele alınacak, tartışmaların dayandığı ontolojik ve epistemolojik zemin ana hatlarıyla gözler önüne serilmeye çalışılacaktır. Tartışma gerçekten önemlidir; zira pek çok modern doğulu ve batılı araştırmacı, Gazzâlî'nin nedenselliğin zorunluluğunu eleştirisini, nedenselliğin inkârı olarak yorumlamış ve nedensellik düşüncesi geçmişten günümüze bilimde güçlü bir işlev yüklendiği için Gazzâlî'yi İslam dünyasında yaşanan bilimsel duraklamanın ve gerilemenin baş müsebbibi ilan etmiştir. Dolayısıyla sağlıklı bir karara varabilmek için tartışmayı analiz etmek kaçınılmazdır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Sanayi, Bilim ve Teknoloji Yayıncılığı Örneği: Fen ve San’at Mecmuası

Erdem · 2018, Sayı 74 · Sayfa: 5-34 · DOI: 10.32704/erdem.450072
Tam Metin

Avrupa'da gerçekleşen sanayi devrimi sonrası yaşanan teknik gelişmeler Osmanlı İmparatorluğu tarafından yakından takip edilmeye
başlanmıştır. XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren öncelikle savunma sanayinin ihtiyacının karşılanmasına yönelik sanayi tesisleri kurulmak
suretiyle Avrupa'daki teknik gelişmeler Osmanlı coğrafyasına getirilmiştir.
Başlangıçta yabancı ve azınlıkların oluşturduğu teknik uzmanlar tarafından kurulan ve işletilen fabrikalar da daha sonra yetiştirilen Müslüman ve Türk mühendis ve işçileri görev almışlardır. Gerek fabrikalarda çalışanlar, gerekse mühendishanelerde ve sanayi mekteplerinde okuyan öğrenciler ile okuma yazma bilenlerin okuyabileceği teknik makalelere, dönemin farklı gazete ve mecmualarında kısıtlı da olsa yer verilmiştir.
Ancak, tamamıyla sanayiye dönük bilimsel ve teknik konuların ele, İbrahim Pertev tarafından Sanayi adı ile 1914-1921 yılları arasında İstanbul'da çıkarılmıştır. Sanayi mecmuası 1933 yılında İbrahim Pertev tarafından İzmir'de Fen ve San'at adı ile yeni Türkçe harflerle tekrar yayımlanmaya başlanmış ve Eylül 1935 tarihine kadar yayım hayatını sürdürmüştür. Bu tarihten sonra Endüstri adını almış olan mecmua, 1958 yılına kadar yayımlanmıştır. Bu makalede, 1930'lu yıllarda başlatılan sanayileşme çabaları döneminde yayımlanan Fen ve San'at mecmuasının
sanayinin gelişimindeki yeri ortaya konulmak suretiyle sanayi tarihimiz ile bilim ve teknoloji tarihimizin aydınlatılmasına çalışılmıştır.

Bilimsel ve Teknolojik Açıdan Osmanlı İmparatorluğu’nda XVIII. Yüzyıldan XIX. Yüzyıla Çiçek Aşısı ve Kuduz Aşısı

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 611-626 · DOI: 10.37879/belleten.2015.611
Tam Metin
Türkiye'deki aşı araştırmaları ve üretimi bilim ve teknoloji bağlamında arzu edilir seviyelerde değildir. Buna karşın, Osmanlı İmparatorluğu son dönemindeki aşı araştırmaları ve üretimindeki gelişmeler dikkate alındığında bugün Türkiye'nin bu alanda yetişmiş insan gücü ile Dünya'da daha iyi bir mertebede olması beklenirdi. Bu beklentiden hareketle, ülkedeki XVIII. ve XIX. yüzyıl merkezli aşı faaliyetlerinin ortaya konulması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Bu amaca yönelik olarak hazırlanan bu makalede; Osmanlı İmparatorluğu'nda XVIII. ve XIX. yüzyıllardaki çiçek aşısı ve kuduz aşısı hususlarındaki çabalar ve sonuçları Batı'daki bilimsel gelişmelerle karşılaştırılmalı olarak bilim ve teknoloji ekseninde örneklemelerle kısaca açıklanmıştır. Konu, alanında öne çıkan Türk bilim insanları vasıtasıyla zenginleştirilmeye çalışılmıştır.

Osmanlı Algısında Garb Teknolojisi: ''Mösyö Elektrik''in Sergüzeşti

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 713-740 · DOI: 10.37879/belleten.2013.713
Tam Metin
Bu makale bir kitap ve yazarına odaklanan bir mikro tarih çalışmasıdır, Ahmet Faik olarak bilinen fakat asıl adı Faik Sabri (Duran) tarafından yazılmış Mösyö Elektrik isimli kitap. 1902 yılının ikinci yarısında Il. Abdülhamid'in sansürcüleri kitabı incelemiş ve eserin daha çok kişiye ulaşmasını engellemiştir. Makale, hikayenin bu hikayesini anlatmanın yanı sıra Osmanlı edebiyatının Batı teknolojisiyle ilişkisini de tartışmaktadır. İlk örneklerden hareketle Osmanlı matbuatının Batı teknolojisiyle ilişkisi ele alındıktan sonra sansür süreci sonucunda ''Mösyö Elektrik''in nasıl bir yasaklı kitap haline geldiği anlatılmıştır. Çalışmada, mahlasla yayınlanmış hikayenin yazarının kim olduğu ilk kez tespit edilmiş ve yazarın kimliği ile diğer çalışmalarından bahsedilmiştir. Hikayenin Batı teknolojisine dair algısını ele alan sonuç kısmından önce ''Mösyö Elek­trik'' eleştirel bir gözle değerlendirilmiştir.

Gölgeden Gerçeğe Osmanlı’dan Bugüne Aydın Kadınlarımız

Erdem · 2009, Sayı 54 · Sayfa: 137-148
Tam Metin
Bu makalenin konusu, Osmanlı İmparatorluğu'ndan günümüze Türk kadınının bilim ve sanat alanına yaptığı katkılardır. Söz konusu katkıları somut olarak ortaya koymak amacıyla, farklı alanlardan 13 örnek seçilmiştir. Örnek olarak seçilen kadınların, kadın haklarını savunma konusundaki çabalarıyla birlikte, bilim ya da sanata yaptıkları katkıları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bunun yanında, bilim insanı, sanatçı ve insan olarak birbirlerine benzer yönleri ve farklılıkları vurgulanmıştır.

Bilimsel Faaliyet ve Etik

Erdem · 2005, Sayı 44 (Etik Özel Sayısı) · Sayfa: 173-180
Bu makalede, bilginin tanımıyla, bilimsel bilgi, bilimsel faaliyetin rasyonalite teorileri/metodolojileri ve üniversiteler arasındaki ilişki irdelenmektedir. Bu irdeleme çerçevesinde, bilginin elde edilmesi ve haklı gösterilmesi uğraşısında normatif değerler olarak karşımıza çıkan metodolojik kriterlerin, hem epistemolojik faaliyette hem de genel olarak üniversitelere, özelde de üniversitelerin nasıl yapılanmaları ve başarılarının nasıl tespit edilmesi gerektiğine dair etiksel kriterler olarak da nasıl tezahür ettikleri ortaya konulmaktadır. Günümüzde, bilgiyi bir ürün olarak gören hakim epistemolojik tavnn etiksel kriterlerinin, üniversitelere dair negatif sonuçlarına dikkat çekilerek, yeni bir epistemolojik tavnn geliştirilmesi gerekliliğine işaret edilmiştir.

Atatürk, Cumhuriyet, Bilim ve Teknoloji

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2003, Cilt XIX, Sayı 56 · Sayfa: 521-552
Bilgelik veya "hikmet", bilindiği üzere, kökü bakımından, (herhangi bir konuda), doğru ve yakînî bilgidir; ve, o bilgiye göre davranmaktır". Böyle bir bilgiyi hep aramak ve o bilgiye göre davranmayı durmadan İstemek ise, "bilgeliği sevmek"tir, felsefedir. Felsefenin konusu, Tanrı-Evren-Toplum-İnsan-İnsanın kültürüdür. Felsefenin, yöntemde sadık kaldığı geleneği ise, Mezopotamya kökenli olan "tanzîm" ve "tasniftir; ve, "kavramları, dikkatle birbirlerinden ayırmaktır" (Platon); matematiksel düşünceyi, örnek alarak, prototip sayarak, öne almaktır. Atatürk, kendisini, hikmete ve felsefeye çok yakın hissetmiş olan bir devlet adamıdır.

Paracelsus, Selected Writings, Ed. JOLANDE JACOBI Çev. NORBERT GUTERMAN, Princeton University Press, 1988 (IX + 279 sayfa). [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2000, Cilt 64, Sayı 240 · Sayfa: 661-662
Tam Metin
Paracelsus ya da asıl adıyla Philippus Aurelius Theophrastus Bombastus von Hohenheim onaltıncı yüzyılda yaşamış meşhur bilimadamlarından olup, o dönemde eserlerini anadilinde yazan nadir düşünürlerdendir. Onun sadece hekim olduğunu söylemek pek doğru olmaz; tıbbın yanısıra, alşimi ve astroloji ile de yakından ilgilenmiştir. Onun çalışmaları, sadece devri tıbbına değil, daha sonraki dönemlerdeki kimya çalışmalarında da etkili olmuş; kimyanın ve inorganik ürünlere dayalı farmakolojinin gelişiminde önemli bir adım teşkil etmiştir.

Atatürk, Bilim Ve Din

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1999, Cilt XV, Sayı 44 · Sayfa: 487-500
İslâm dünyasında Emevi hanedanının yıkılması ve Abbasîlerin yönetimi ele geçirmesiyle İdarî, askerî, siyasî ve İlmî sahalarda çok büyük değişmeler olmuştur. Bu dönem İslâm kültür ve medeniyetine damgasını vuran çok önemli bir süredir. Islâm dünyasında çok çeşitli kurumlar ve bilimler bu dönemde şekillenmiştir. Filolojik, dinî, sosyal ve tabii bilimler sahasında ilk çalışmaların bir kısmı Emeviler döneminde başlamışsa da, bu çalışmaların sistemli bir şekilde ele alınarak her birinin ayrı bir bilim dalı haline gelmesi Abbasİler döneminde olmuştur. Bu dönemde yapılan fetihler sonucunda, geniş bir alana yayılan Müslümanlar Eski Yunan, İran ve Hint kültürlerine büyük ilgi duymuşlar ve eski dünyanın bilimsel ve felsefî eserlerini, Arapçaya çevirme ihtiyacını hissetmişlerdir. Bu sahada yapılan ilk çalışmalar, Abbasi Halifesi Me'mun döneminde (813-833), Beytü'l- Hikme kuruluncaya kadar fazla verimli olmamış ve kişisel bazı çalışmalardan öteye gidememişti. Emeviler döneminde yalnızca tıp, kimya, astronomi alanında yapılan çalışmalar, Abbasi halifesi Mansur döneminde (754-775) genişleyerek cebir, geometri, mantık ve felsefe alanlarını da içine almıştır.