14 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
Moralı Seyyid Ali Efendi’nin Fransa Sefareti ve Paris Risalesi
Belgeler · 2023, Cilt XXXVIII, Sayı 42 · Sayfa: 229-275 · DOI: 10.37879/belgeler.2023.229
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti, III. Selim döneminde daimî elçilikler açmaya başlamıştır. Nizam-ı Cedid hareketleri kapsamında değerlendirilen bu süreçte Avrupa’da dört merkezde daimî büyükelçilik ihdas edilmiş ve Maliye Kaleminden yetişmiş olan Moralı Seyyid Ali Efendi Paris’e gönderilmiştir. Osmanlı Devleti’nden bir Büyükelçinin gönderilmesi İhtilal sonrası Fransa Cumhuriyeti tarafından büyük sevinçle karşılanmıştır. Zira elçilik ihdası yeni cumhuriyetin tanınmış olması anlamına da gelmekteydi. Elçinin varışından kısa bir süre sonra General Napoléon kontrolündeki Fransız birlikleri Mısır’a çıkartma yapmıştır. Savaşın patlak vermesi diplomatik ipleri koparmış ve Seyyid Ali Efendi “Sâbık Osmanlı Elçisi” olarak Fransa’da mecburî ikamete tâbi tutulmuştur. Ali Efendi 1797-1802 yıllarını kapsayan Paris ikametinin anılarını, gözlem ve tecrübelerini iki eserde toplamıştır. Birinci eseri farklı el yazmaları sayesinde daha iyi bilinen ve Osmanlı Devleti’nin son döneminde basılmış olan sefaretnamesidir. Bu sefaretname, 1797’de Elçinin İstanbul’dan denizyoluyla ayrılışından başlayıp, 1802 yılında İstanbul’a kara yoluyla dönüşe kadar yaşanan tüm olayları özetler mahiyettedir. Ali Efendi’nin bıraktığı diğer eser ise Fransa tarihçesini ihtiva eden Paris Risalesi’dir. Tek yazma nüshası tespit edilmiş bu eser muhtemelen bir Türk tarafından Fransız İhtilaline dair yazılmış ilk örnektir. Seyyid Ali Efendi’nin Paris Risalesi, hacmen sefaretnamenin dörtte biri kadardır ve on altı varaktan ibarettir. Bu makalede Seyyid Ali Efendi’nin eserlerinin muhtevaları kıyaslanmış, daha az bilinen Paris Risalesi latin harflerine aktarılmış ve notlandırılarak istifadeye sunulmuştur.
Muharebeden Diplomasiye: Lozan Konferansı’nda Türk Delegasyon Heyetinin Karşılaştığı Zorluklar
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2019, Cilt XXXV, Sayı 99 · Sayfa: 95-140 · DOI: 10.33419/aamd.558002
Özet
Tam Metin
Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonlanmasının ardından, dönemin siyasi aktörleri, bir an önce, yeni bir devletin temellerini atmak istemişlerdir. Savaş haline son vermek için toplanan Lozan Konferansı, var olan sorunların çözülmesi için bir fırsat olarak görülmüştür. Zira İstanbul'un tahliye edilmesi ve savaş sonrası duruma geçilip devletler arasındaki sorunların kalıcı bir şekilde çözülebilmesi için Lozan Konferansı büyük önem taşımaktaydı. Lozan Konferansı'nda yürütülen müzakerelerin bir boyutu da son yüzyılda Avrupalı devletler karşısında bir varlık gösteremeyen Osmanlı diplomasisinden farklılaşmak isteyen Anadolu Hareketinin Lozan müzakerelerinde karşılaştığı içinden çıkılmaz güçlüklerdi. Bu çalışma kapsamında Türk delegasyon heyetinin Lozan Konferansı'nda içine girdiği diplomasi mücadelesinde yaşadığı çıkmazlar ve geliştirdiği çözüm yöntemleri üzerinde durularak birincil kaynaklar ışığında Yeni Türkiye Devleti'nin diplomatik temellerinin aydınlatılmasına katkı sunulmaya çalışılacaktır.
İspanya Elçilik Raporlarında 1875 Hersek İsyanı
Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 294 · Sayfa: 627-673 · DOI: 10.37879/belleten.2018.627
Özet
Tam Metin
1875 yılında, Hersek'in Nevesin kazasında başlayan küçük isyan, Osmanlı Hükümeti'nin zafi yeti nedeniyle, kısa sürede Bosna ve Hersek'in neredeyse tamamına yayılmıştır. Osmanlı Hükümeti, isyanın yayılmaya başladığı süreçte de Sırbistan ve Karadağ'ın isyana dâhil olmasından çekinerek ve büyük Avrupa devletlerini endişelendirmekten imtina ederek, isyanı bastırmak için büyük bir güç kullanmamış ve bu politikanın sonucunda isyan uluslararası bir boyut kazanmıştır. İspanya'nın İstanbul, Viyana, Berlin ve St. Petersburg elçileri, isyanın başlangıcından itibaren, hazırladıkları raporlar aracılığıyla hükümetlerini yaşanan gelişmelerle bilgilendirmişlerdi. Bu çalışmada, ilgili elçilik raporlarında, tarafsız bir ülkenin temsilcilerinin gözünden olayların nasıl anlatıldığı ve yorumlandığı ortaya konulacaktır. Bu çerçevede, İspanya Dışişleri Bakanlığı Arşivi'nde Hersek isyanıyla ilgili oldukları tespit edilen 32 rapor incelenecektir.
Memlûk - İlhanlı Diplomatik İlişkileri
Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 83-158 · DOI: 10.37879/belleten.2018.83
Özet
Tam Metin
Tarih boyunca devletlerarası ilişkilerde diplomasi daima belirleyici bir unsur olmuştur. Savaşlar ve barışlar da diplomatik gelişmelerin seyrine göre neticelenmiştir. Bu bağlamda tarihte devletlerin varlık mücadelesi ve amaçları gibi hususları takip ve tespit etmenin en önemli aracı diplomatik vesikalardır. Günümüzde Ortadoğu olarak isimlendirilen bölgede hâkimiyet mücadelesi vermiş İlhanlılar ve Memlûkler Hazar'dan Nil'e Karadeniz'den Yemen'e geniş bir bölgenin kaderini bir dönem belirlemiş iki devlettir. İslâm dünyası Haçlı işgalleri ve Moğol istilâlarıyla sarsılırken gelişmeler Mısır ve Suriye'de hanedanın yönetmediği kuvvet ve kudret sahibi güçlü ve nüfuzlu emirlerin sultan olabildiği siyasi bir yapının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bir tarafta İlhanlılar Cengiz Han'ın varisi sıfatıyla tehdit ve korkutmaya dayalı geleneksel Moğol diplomasisini sürdürürken diğer tarafta Memlûkler Müslümanları himaye politikası temelinde hilafet kurumunu yeniden tesis ederek politika geliştirmişlerdir. Memlûkler orijinal siyasi yapılarıyla İlhanlılar karşısında başarılı savunma savaşları vererek diplomatik ilişkilerin seyri zamanla değişmiş ve düşmanca ilişkiler eşitlik esasına dayalı politik münâsebetleri doğurmuştur. Sonunda barış tesis edilmiştir. Çalışmamızda Memlûk-İlhanlı diplomatik ilişkilerinin değişen seyrini karşılıklı elçilik teatileri ve mektuplaşmalar temelinde ele alıp her iki devletin karşılıklı dış politikasını ortaya koymaya çalışacağız.
Sultan Birinci Mahmud Dönemi Osmanlı-Rus Siyasi İlişkileri
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 589-610 · DOI: 10.37879/belleten.2015.589
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren pek çok devletle karşılaşmış ve onlarla askerî, siyasî, ticarî ve diplomatik münasebetlerde bulunmuştur. Fetih politikasını batı yönünde belirleyen devletin karşısına çıkan önemli rakiplerden biri de Rusya'dır. İki ülke arasında ilk kez XV. yüzyılda başlayan münasebetlerin ilk dönemlerinde yükselme devresini yaşayan Osmanlılar, Ruslara göre her açıdan üstün durumdadır. XVI. ve XVII. yüzyıllarda bu üstünlüğünü koruyan ve bunu yaptığı savaş ve antlaşmalara yansıtan Osmanlılar, XVIII. yüzyıldan itibaren eski güç ve otoritesini kaybetmeye başlamıştır. Bu çalışmada iki devlet arasında Sultan I. Mahmud dönemindeki (1730-1754) ilişkiler, taraflar arasında yaşanan 1736-1739 Osmanlı-Rus savaşları çerçevesinde incelenmiştir. Osmanlı Devleti bu devrede bir önceki döneme göre önemli bir toparlanma süreci geçirmiştir. Sultan Birinci Mahmud'un saltanatının başlarında bir taraftan İran ile savaşlar devam ederken, Rusya'nın Azak ve Kırım'a saldırısıyla başlayan Osmanlı-Rus savaşları Avusturya'nın da Ruslarla ittifakı sonucu üçlü bir savaşa dönüşmüştür. 1736 yılında başlayan bu savaşlarda Osmanlı Devleti Sultan Birinci Mahmud'un başarılı politikaları sayesinde iki devlete karşı üstün gelebilmiş ve Osmanlı tarihinin son kazançlı antlaşması olan Belgrad Antlaşması'nı iki devlete ayrı ayrı imzalatmayı başarmıştır. Antlaşma ile Ruslara karşı önemli üstünlük ve avantajlar sağlandığı gibi aynı zamanda taraflar arasında 29 yıl sürecek uzun bir barış döneminin de temelleri atılmıştır.
Kostaki Musurus'un Atina Sefareti ve Osmanlı-Yunan Diplomatik Krizi
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 207-238 · DOI: 10.37879/belleten.2012.207
Özet
Tam Metin
Kostaki Musurus, Atina'ya elçi olarak tayin edildikten yaklaşık yedi yıl sonra 1847 senesinde Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında patlak veren diplomatik bir krize sebep olur. Yunan Kralı Otto'nun harb yaveri Albay Caratoss isimli bir şahıs Atina'daki Osmanlı elçiliğine gelerek İstanbul'a gitmek istediğini belirtir ve vize talebinde bulunur. Ancak adı geçen kişinin talebi, 1841 yılında Selanik, Tırhala ve Girid'de Osmanlı karşıtı eylemlerde başrolde olduğu gerekçesiyle geri çevrilir. Caratoss'un vize talebinin reddedilmesinden sonra Yunan Kralı, bütün diplomatik misyonun hazır bulunduğu bir baloda Osmanlı elçisini açıkça tahkir eder. Ardından hem elçi hem de Osmanlı yönetimi Yunan Devleti'nin özür dilemesini isterse de uzun bir süre beklenen talep yerine getirilmez ve iki ülke arasında önemli bir kriz ortaya çıkar. Arızi bir diplomatik mesele gibi görünse de gerçekte konu, bağımsız Yunanistan'ın ilanından itibaren bu ülkenin Osmanlı topraklarına doğru genişleme ideali -Megali idea- ile yakından bağlantılıdır. Her iki devlet de sorunun iç siyasete dönük önemini bildiklerinden iddialarından geri adım atmazlar. Nihayet Osmanlı idaresinin kararlı tutumu ve özellikle İngiltere'nin açık desteği, sorunun Osmanlı lehine çözümüne giden yolu açar.
Türk - Macar Diplomatik Ziyaretlerinin Türk Basınına Yansımaları (1930-1931)
Erdem · 2009, Sayı 54 · Sayfa: 85-106
Özet
Tam Metin
1930-1931 yılları Türkiye-Macaristan diplomatik ziyaretlerinin yoğunluk kazandığı bir süreç olmuştur. Macar Dışişleri Bakanı M. Walko ile başlayan bu süreç, Macar Başbakanı Kont Bethlen ile devam etmiştir. Bu ziyaretleri Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın ziyaretleri takip etmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrası gelişmeler, bu diplomatik girişimleri Balkanlarda ve Avrupa'da önemli kılmıştır. Türk basını da, Türk-Macar ilişkileri ve dostluğuna dayalı bu ziyaretlere gereken ilgiyi göstermiştir. Türk gazeteleri bu diplomatik ziyaretleri haber olarak sayfalarına taşımış ve gereken yorum-kritiği yapmışlardır. Türk basını Türk-Macar Kardeşliği öz deyişini ilgi ve yorumlarının merkezine almıştır. Günümüzde olduğu gibi geçmişte de ülkeler arası diplomatik yakınlaşma basın için her zaman önemini korumuştur. Bu ilgiyi Türk basınında çalışılan dönemde de görmek mümkündür.
Basınımıza Yansıdığı Şekliyle Balkan Antantı Sürecinde Türkiye ve Bulgaristan
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2004, Cilt XX, Sayı 60 · Sayfa: 759-784 · DOI: 10.33419/aamd.703340
Özet
Balkanlar, Avrupa'nın her zaman müdahale ettiği ve çıkarları için kullandığı alan olmuştur. I. Dünya Savaşı'ndan sonra bir barış ortamı oluşmasına rağmen, bu sonucu kabullenmeyen devletler de mevcuttu. Avrupa'da İtalya ve Almanya, Balkanlar'da ise Bulgaristan anti-revizyonist bir dış politika içerisine girmişlerdi. Türkiye ise kendisi için barışçı bir politikayı hem içte hem dışta benimsememiştir. Bu amaçla bütün komşuları ile barış ve dostluk antlaşmaları imzalamıştır. Balkan Antantı'da, özellikle Türkiye'nin girişimleri ile oluşturulmaya çalışılmıştır. Antantın oluşum süreci içerisinde Türkiye ve Bulgaristan'ın yaklaşım ve tutumları, Türk basınına yansımaları ile ele alanmıya çalışılmıştır. Balkan devletleri arasında yoğun diplomatik ziyaretler yapılmış ve bu işin odağını da Türkiye oluşturmuştur.
Atatürk Döneminde Türkiye’nin Balkan Diplomasisi (1923-1930)
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2004, Cilt XX, Sayı 60 · Sayfa: 799-820 · DOI: 10.33419/aamd.703322
Özet
Bu makale Atatürk döneminde Türkiye'nin 1923-1930 yılları arasında Balkanlarda takip ettiği diplomasiyi ayrıntılı bir şekilde ortaya koymak amacıyla hazırlanmıştır. Makalede ayrıca Balkanlarda takip edilen dış politika değişiklikleri ve bunun sebepleri analiz edilmiştir. Yukarıda bahsi geçen süreçte Türkiye'nin Balkanlarda takip ettiği politikayı özelliklerine göre iki ana döneme ayırmak mümkündür. 1923-1925 yılları arası dönem ve 1925-1930 yılları arası dönemler. İki dönemde nüfusun büyük çoğunluğu Türk olan Batı Trakya meselesi Türk dış politikasının ana gündemini oluştururken ikinci dönemde ise daha ziyade Türkiye'nin Balkan devletleriyle olan sorunlarının giderilmesi ve bu devletlerle ikili münasebetlerin geliştirilmesi ön plâna çıkmıştır. Makalede geniş ölçüde yabancı arşiv kaynakları kullanılırken, yayınlanmış Türk belgeleri ve ikinci el Türkçe ve İngilizce kaynaklardan da istifade edilmiştir.
Atatürk İlkelerinin Türk Dış Politikasına Etkisi
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1996, Cilt XII, Sayı 36 · Sayfa: 891-909
Özet
Çok tekrarlanan bir tarife göre, dış ilişkileri yönetmek anlamına gelen diplomasi için: "Mümkün olanın sanatıdır" denilmektedir. "Mümkün olanın elde edilmesi" şeklindeki tarif ilk bakışta, diplomasiye çok dar bir hudut çizdiği intibaını verebilir. Oysa ki, devletlerin güçlerini oluşturan öğelerden, stratejik konum, nüfus ve işgücü, doğal kaynaklar, endüstriyel ve tarımsal potansiyel ve gelişmişlik düzeyi, askerî güç gibi objektif kıstaslar yanında; sübjektif öğeler diyebileceğimiz ulusal moral, halkın dış politikayı desteklemekteki kararlılığı, topluma önderlik yapabilme bakımından ve halkın desteğini devamlı sağlayabilmek yönünden kuvvetli sayılan hükümetler, ve dış ilişkileri yürüten diplomatların kalitelerinin niteliği gibi hususlar işin içine girer. Diğer taraftan, devletlerin dış politikayı uygulamadaki araçlarının, uluslararası hukuka uygun biçimde kullanılmaları da kabildir.. (Meşru müdafaa, ambargo, barışçı bloküs, sıcak takip vs. gibi). Bütün bu hususlar dikkate alınınca, sözünü ettiğim diplomasi tarifinin verdiği kısıtlayıcı izlenimin doğru olmadığı, çünkü dış ilişkilerin meşru zeminlerde yürütülmesinin ve ulusal çıkarların kollanıp elde edilmesinin çok emek, sabır, bilgi ve tecrübe isteyen, icabında "hesaplanmış risk-calculated risk"leri de içeren, kısa ve uzun vadeli planlamaları, hatta siyasî ve askerî ittifaklar dahil çeşitli çalışma ve girişimleri gerektiren çok karmaşık bir "process" olduğu anlaşılır.