15 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
ET-TUHFETÜ’Z-ZEKİYYE Fİ’L-LUGÂTİ’T-TÜRKİYYE’DE FARSÇA SÖZCÜKLER-I
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2016, Cilt 64, Sayı 2 · Sayfa: 175-188
Özet
Et-Tuhfetü'z-Zekiyye fi'l-lugâti't-Türkiyye Kıpçak Türkçesiyle yazılmış, yabancılaraTürkçe öğretmeyi amaçlayan, döneminin en önemli eserlerinden birisidir.Arapça-Türkçe sözlük ve gramer olmak üzere iki bölümden oluşan kitabın varaksayısı 90'dır. Nerede, ne zaman ve kimin tarafından yazıldığı kesin olarak bilinmeyeneserin ikinci ve son sayfasında yazılan bazı notlara dayanarak 14. yüzyılda yaniMemlûkların son dönemlerinde yazıldığını tahmin etmek mümkündür. Eserde Farsçasözcükler, Arapça sözcüklerin karşılığı olarak Kıpçak Türkçesine ait sözcüklermişgibi gösterilmiştir.Bu çalışmada Tuhfe'de geçen Farsça sözcükler tespit edilmiş, bu sözcüklerin karşıladıklarıanlamlar ile Osmanlı ve Kıpçak Türkçesindeki biçimleri hakkında bilgiverilmiştir. Kesin sayı belli olmamakla birlikte 55-60 civarında Farsça sözcük mevcuttur.Bütün sözcükleri tek bir makalede incelemek yerine bu ilk yazıda a-h sesleri ilebaşlayan sözcükler ele alınmıştır.
MUHSİN KEYÂNÎ, Hânkāhlar Tarihi, [ايران در خانقاه ريخ] çev. Ali Ertuğrul – Süleyman Gökbulut, Büyüyenay Yayınları, İstanbul 2013, 551 sayfa. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 1205-1210
Özet
Asıl itibariyle Farsça kaynaklara dayalı bir Tasavvuf Tarihi çalışması olan kitap müesseseleşmiş tasavvufun icra mekânları addedilen 'hânkāh'ların veya Türkiye'de daha yaygın tabiriyle 'dergâh'ların tarihini İran merkezli olarak ele alan bir çalışmadır. Muhsin Keyânî (d. 1928)'nin اسلامىٔ دوره ايران در خانقاه ريخ = Târîh-i Hânkāh der Îrân Devre-i İslâmî adlı doktora tezini (1978) esas alan ve Târîh-i Hânkāh der Îrân adıyla 1990'da kitap olarak basılan çalışması Türkçeye Hankâhlar Tarihi adıyla tercüme edilmiş bulunmaktadır. Görüldüğü üzere kitabın Farsça aslı "İran'da Hânkāhların Tarihi" adını taşımaktadır. Fakat hemen göze çarpacağı üzere başlığında "İran'da.." kaydı bulunan eser Şam, Bağdad, Mısır ve Anadolu'daki hankāhlardan da söz etmektedir. Yazar, eserinin neden İran dışındaki bölgelerden bahseden bölümler ihtiva ettiğini Mısır hankāhlarından söz ettiği bölümde açıklamaktadır: "Bu eserin konusu İran hânkāhları tarihidir. Mısır hânkāhları meselesi bizim ilgi alanımıza girmemektedir. Fakat Mısır'daki hânkāhların idarecilerinden ve sâkinlerinden bir kısmının İranlı olması ve tasavvuf mesleğinin aslî rükünlerinden birinin âfakta ve enfüste seyr olması hasebiyle…" (s. 185). Bu durumda eserin isminin Türkçe tercümede sadece "Hânkāhlar Tarihi" olarak kısaltılması okuyucuyu bir anlamda yanıltmaktadır. İran dışındaki hânkāhlardan da söz ettiği için ilk bakışta doğru bir tasarrufmuş gibi gözükse de bu tutum yazarın incelemeye aldığı alandaki konu sınırlandırmasını okuyucunun dikkatinden uzaklaştırdığı için hatalı sayılabilir.
Peyvend-i Siyaset ve Ferheng der Asr-ı Zevâl-i Timurlyân ve Zuhur-i Safevlyân
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 971-974
Özet
Seferleri ve zaferleri sonunda Timur'un şöhreti bütün dünyada yayılarak, asırlarca bir dehşet siması ve efsanevi bir kahraman olarak yaşadı. Evet o, göçebe fatihlerin sonuncusudur. Fakat bazı tarihçilerin ifade ettiği gibi, sadece bir eşkıya çetesi reisi veya ele geçirdiği şehirleri yakıp yıkan, insan kellelerinden minareler diktiren bir fatih mi idi? Timur'un gayesi mümkün olduğu kadar ve hattâ kabilse o zamanın dünyasını hakimiyeti altına almaktı. Zamanın tarihçilerinden biri olan "bütün dünya iki hükümdarı n sahip olacağı kadar değerli değildir" sözünü isnad etmektedir. Tahripkarlığına rağmen o, aynı zamanda imarcı idi. Onun zamanında muhteşem bahçeler ve binalar yaptırılmış, yeni yerleşme yerleri kurulup, sulama kanalları açtırılmıştı. Bilindiği üzere İran, Orta Asya ve Hindistan'da İslam mimarisinin en parlak devri Timur ve haleflerinin adı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Timur, ticaretin devlet için en büyük gelir kaynağı olduğunun farkındaydı. Ana dili olan Türkçeden başka Farsçayı da biliyordu. Edinmiş olduğu tarih bilgisi ile meşhur İbn Haldun'u bile hayretler içinde bırakmıştı.
İran'ın Farslaşma Süreci ve Bu Süreçte Farsçanın Rolü
Erdem · 2008, Sayı 52 · Sayfa: 1-40
Özet
Tam Metin
İran, Selçuklulardan 1925 yılına kadar Türk hâkimiyeti altında yaşamıştır. Fars siyasal kimliği daha çok 1920'li ve 30'lu yıllara ait bir olgudur. Farsçılık akımının ortaya çıkışı yeri Hindistan'dır. Günümüz Farsçası, Pehlevicenin devamı değildir. Farsçanın etkinliği, özellikle Samanoğulları devrinde birçok İslam kaynağının Farsçaya aktarılmasından sonra başlamıştır. 1925'te kurulan Pehlevi idaresi framason aydınlarla işbirliği yaparak Farslaştırma politikasını başlamışlar ve bunda da kısmen başarılı olmuşlardır.
İlhanlı Tarihine Ait Yeni Bir Kaynak: Târih-i Vassâf'ın Müellif Nüshası
Belleten · 2006, Cilt 70, Sayı 258 · Sayfa: 501-522 · DOI: 10.37879/belleten.2006.501
Özet
Tam Metin
Ortaçağ İran tarihi araştırmacıları Vassâf tarihinin siyasi, sosyal ve iktisadi tarih araştırmalarındaki önemini iyi bilirler. Bunun yanında, hiç kuşku yok ki, bu değerli kaynağın tarih araştırmalarında kullanımının nedenli güç olduğunu da takdir ederler. Müellif, son derece süslü bir üslupla kaleme aldığı eserini, Arapça-Farsça kıssa ve şiirlerle süslemiş ve kullandığı nesri, kendisinden sonraki müelliflerin pek çoğunun taklit edeceği, ama hiçbirinin erişemeyeceği bir noktaya taşımıştır. Bu özelliği ile eser, kendisinden sonraki müellifler üzerinde derin izler bırakmıştır.
İdris-i Bitlisî'nin Heşt Bihişt'inin İki Tip Nüshası Üzerine Bir İnceleme
Belleten · 2005, Cilt 69, Sayı 256 · Sayfa: 859-896
Özet
Tam Metin
Osmanlı'nın ilk dönemlerine ilişkin kaynaklar içinde XVI. yüzyıl başlarında İdris Bitlisi tarafından Farsça olarak yazılan Heşt Bihişt (Sekiz Cennet) adlı kroniğin özel bir yeri vardır. Bu eser, başta Tacü't-tevârih'in yazarı Hoca Sadeddin olmak üzere sonraki Osmanlı tarihçilerince belli başlı kaynak olarak kullanılır, Hammer'in değerlendirmesinden bu yana da, önemli bir kaynak olarak tanınır. Öte yandan V. L. Menage, 1962 yılında, Heşt Bihişt'in fazla değerli olmadığını ileri sürmüş, ancak, aynı zamanda, bu kronikte Aşıkpaşazâde, Neşri v.s, tarihlerinde kullanılmayan ve bu yüzden bugüne kadar asıllarına ulaşılamadığı için kullanılmayan eski Osmanlı kaynaklarındaki kayıtların kullanıldığını onaylamıştır. Böylece Osmanlı'nın ilk dönemleri üzerine araştırmalar için, özellikle bu döneme âit kaynakların çok az olduğu hesaba alındığında, Heşt Bihişt'in hiç de ihmal edilemediği açıktır.
NEVAYl'NİN ESERLERİNDEKi DEYİMLERİN FARSÇA İLE KARŞILAŞTIRILMASI
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2003, Cilt 51, Sayı 1 · Sayfa: 1-10
Özet
On beşinci yüzyılda Çağataycanın klasik bir yazı dili olarak kimlik kazanmasında Ali Şir Nevayi'nin önemi bilinmektedir. Nevayi Türkçeyi edebi dil olarak kullanmayan, Farsça yazan çağdaşlarına çatar. Çağdaşlarının Farçanın karşısında edebi dil olarak Türkçeyi yetersiz görmelerini eleştirir, eğer emek verilirse Türkçenin de Farsça kadar, hatta daha fazla anlatım inceliklerine sahip olduğunun görüleceğini belirtir. Bu görüşlerini Muhakemetül-lugateyn'de görürüz. Türkçe Münşe'at'ında ise Türkçe mektupların da Farsça mektuplardaki letafete, belagate, süse, gösterişliliğe, zenginliğe sahip olabileceğini göstermek istediğini, bunun için de Münşe'at'ı tertip ettiğini anlıyoruz.
GIYÂSEDDİN ALİ-İ YEZDÎ, Saadetnâme yâ Ruznâme-i Gazavât-ı Hindustan der salha-yi 800-801h., be kûşeş İrec Afşar, nâşir: Miras-ı Mektub bâ hemkâri-i müessese-i Mütalaât-ı Asya-yi Merkezî ve Garbî Danişgâh-ı Karaçi, Tahran 1379(2000), 216 s. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 249 · Sayfa: 567-570
Özet
Asker bir hükümdar olan Timur, Arapça şiirleri ve ağır bir üslûpla yazılmış eserlerin inceliklerini anlayamadığından, adına kaleme alınan eserlerde sade ve anlaşılması kolay bir ifade tarzı arzu ediyordu. Ayrıca o da Ortaçağ devlet adamlarında rastlanan bir temayülden, yani başarılarının kaleme alınarak şahsının ebedileşmesi arzusundan yoksun değildi. Bu arzu ile ilgili olarak, seferler sırasında vazifeleri önemli olayları yazmak olan Uygur asıllı ve İranlı bahşı ve katiplerin tuttukları günlüklere dayanarak, edebi bir şekil vermeleri için tanınmış üslûpçu ve münşîler görevlendirilmişti.
JAN SCHMIDT, Catalogue of Turkish Manuscripts in The Library of Leiden University and Other Collections in The Netherlands. Volume One Comprising The Acquisitions of Turkish Manuscripts in The Seventeenth and Eighteenth Centuries, Leiden University Library, Leiden 2000 [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 203-208
Özet
Jan Schmidt'in hazırlamış olduğu bu kataloğun, geçtiğimiz asrın son çeyreğinde yayınlanmış kataloglar arasında müstesna bir yeri vardır. Diğer kataloglar göz önüne alınınca, aslında bu çalışmayı katalog diye adlandırmakla, sanki kendimi bir haksızlık yapmış gibi hissediyorum. Çünkü Schmidt'in eserinde sadece Leiden Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunan Türkçe yazmaların bibliyografik tanıtımlarını değil, katalogda yer alan yazmalar vasıtasıyla Hollandalı kitap meraklılarının, diplomatların ve ilim adamlarının Doğu'yla olan münasebetlerini, bu pazarlardan sağladıkları yazmaları, koleksiyonlarının oluşum serüvenini ve bu yazmaların bize anlattıkları hikayeleri de buluyoruz. Özellikle diplomatların koleksiyonlarının Osmanlı-Hollanda siyasi ve kültürel münasebetlerine ışık tutacak materyal ihtiva ettiklerini görüyoruz.
AHMED İSÂ BEK, Tarih-i Bîmâristânhâ der-İslâm (İslam Memleketlerinde Hastaneler Tarihi), Tahran 1371 [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 201-202
Özet
Tıp tarihine ilişkin olarak Dr. Ahmed İsâ Bek tarafından Arapça kaleme alınan eser Dr. Nurullah Kesâ'i tarafından Farsça'ya tercüme edilmiş ve Muhammed b. Zekeriyâ-yi Râzi'nin ölümünün on ikinci yüzyılı münasebetiyle H. 1371 tarihinde neşredilmiştir. Toplam 229 sayfa olan eserin göz önünde bulundurulması gereken en önemli özelliği, muasır kaynaklar ve vekâyinâmelerden yararlanılarak kaleme alınmış olmasıdır. Buna rağmen, kaynaklardan yapılan bazı gereksiz diyalog aktarımları, eserin bilimselliği açısından bir eksiklik olarak değerlendirilebilir. Fakat eser, İslam ülkelerinde ortaçağlarda tesis edilmiş hastaneleri toplu bir biçimde ele alması ve faaliyetlerini konu edinmesi bakımından yararlı bir yapıt niteliğindedir.