15 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Farsça
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Na'l-Baha ve Kullanılışına Dair Örnekler

Belleten · 1996, Cilt 60, Sayı 227 · Sayfa: 21-32
Tam Metin
Selçuklular ve Ortaçağ'daki öteki Türk-İslam devletlerinde görülen müesseselerden biri de na'l-bahadır. Na'l-baha iki kelimeden oluşan bir terkipdir. Birincisi Arapça olup, ayakkabı, pabuç ve na'l anlamındadır. İkinci baha ise, kıymet, bedel ve değer manasında Farsça bir kelimedir.

Selçuklularda Emîr-i Dâd Müessesesi

Belleten · 1995, Cilt 59, Sayı 225 · Sayfa: 327-340 · DOI: 10.37879/belleten.1995.327
Tam Metin
Büyük Selçuklular'da: Emîr-i dâd, Arapça "Emîr" ve Farsça "Dâd" yani adalet kelimelerinden oluşmuş bir terkiptir. Ayrıca "Dâdbeg" şeklinde Farsça-Türkçe bir terkip olarak da görülmektedir. Belki de terkip olması nedeniyle lügatlerde pek açıklanmasına rastlanmıyor. Steingass bu terkibi Emir maddesinde, Emir-i Dâd-chief justice: baş hâkim olarak açıklamaktadır. İslam Ansiklopedisi'nde de bu konu gereği kadar incelenmemiş, Avrupa'daki ikinci baskısıyla, Türkçe neşrinde "Selçuklular devrinde, hususiyle Anadolu Selçuklularında, adliye nazırı" şeklinde bir açıklama ile geçiştirilmiştir.

Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı'nın Ardından

Belleten · 1994, Cilt 58, Sayı 221 · Sayfa: 241-266
Tam Metin
Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı İstanbul'da 1913 tarihinde doğmuştur. Babası Abdurrrahman Sayılı'nın görevi dolayısıyla henüz altı aylıkken gitmiş olduğu İran'dan dokuz yaşındayken dönmüştür. Orada bulunduğu sürece özel eğitim görmüştür. Daha sonra ailesiyle birlikte yurduna dönen Aydın Sayılı'nın hayatında bu dönemin önemli izleri olduğu bir gerçektir. Daha sonra, üniversite yıllarında aldığı derslerle Farsça ve İran Edebiyatı ile ilgili bilgilerini geliştirmiştir. O İran kültürünü çok iyi tanıyordu ve meşhur İranlı şairlerinin birçok şiirini ezbere bilirdi. Muhtemelen bu, biraz da onun güzele, sanata olduğu kadar bilime, ve doğru ve gerçeğe tutku denebilecek eğiliminden kaynaklanmış olmalıdır. Bu eğitim onun bu birbirini bütünleyen iki konuya yoğun ilgi duymasını sağlamıştır. Biz onun resim yaptığını, özellikle karakalem resimle uğraştığını biliyoruz.

KUTADGU BİLİG’DE İKİ AYRI BİÇİMDE TRANSKRİPSİYONLANMIŞ ARAPÇA VE FARSÇA KÖKENLİ KELİMELERİN BİRLEŞTİRİLMESİ

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 1987, Cilt 35 · Sayfa: 165-172
Yakın zamanlara kadar Kutadgu Bilig'deki Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yüz ile yüz yirmi arasında olduğu kabul edilirken, bu konuda V. Milli Türkoloji Kongresi'nde sunduğumuz bir bildiri ile, anılan yabancı kaynaklardan Kutadgu Bilig'de bulunan kelime sayısının dört yüzü aştığı; eserin dizininde görülebileceği gibi, madde başı durumundaki kelimelerin ise iki bin sekiz yüzü geçtiği…

Mevlânanın Yazı Dili Niçin Farsça'dır

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 37-46 · DOI: 10.37879/belleten.1983.37
Tam Metin
Mevlânâ Celaleddin Rûmi özbeöz Türk olduğu halde, yurdumuzda ve yabancılar arasında onun, Mesnevi'deki ve Divan-ı Kebir'deki şiirlerini, mecalis-i seb'a, fih-i mâfih ve mektubattaki nesir yazılarını niçin Türkçe yazmadığı konusu tartışılıp durmuştur. Mevlânâ'nın Konya'da medresede verdiği dersler de Farsça idi. O bu dersleri, sokaktan gelen kişilere değil, Farsça bilen, felsefede, tasavvufta ve İslami bilimlerde yetenekleri olan elit bir topluluğa veriyordu. Zaten bir kişi Farsça bilse de, o bilimlerde behresi yoksa o dersleri anlıyamazdı. Onları anlıyabilmek için temel gerekti. Bu derslerin Farsça verildiğini, bunlardan bir kısmını oluşturan Farsça "fıh-i mafih" adlı eserinden de anlıyoruz. Celaleddin Rûmi, şiir halindeki ve nesir halindeki bütün eserlerinde bir hayli Türkçe sözcük kullanmış ve bir miktar da Türkçe şiir yazmıştır ama on onbeş beyti geçmeyen bu Türkçe şiirler, mesnevinin yirmi yedi bin beşyüz beytine ve divanın otuz beş bini aşkın beytine kıyasla hiç denecek kadar azdır.