4 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • Hilâfet
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Hulefâ ve Ulemâ Arasında Bir Rekabet ya da İş Birliği Alanı Olarak Savaş İdaresi (2-3/8-9. Yüzyıllar)

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 819-848 · DOI: 10.37879/belleten.2021.819
Tam Metin
İslam tarihinin ilk yüzyılları üzerine yapılan bazı çalışmalarda, savaşın (cihâd) ilan ve idare yetkisi üzerine halife ve din âlimleri arasında rekabet yaşandığı, zühtçülükleri nedeniyle sınırlara cihat yapmak üzere giden din âlimleri ve onların emrindeki gönüllü din savaşçılarının devletle hiçbir münasebetlerinin olmadığı ve bu gerilimin savaş liderliği ve hatta dini otoritenin halifeden hadis ilmiyle de ilgilenen bu zâhit-savaşçılara geçmesiyle sonuçlandığı iddia edilmektedir. Bu çalışmada, tarihsel verilerin böyle bir varsayımda bulunmak için yeterli olmadığı savunulmakta, iki taraf arasında savaşın ilan ve idaresi konusunda bir anlaşmazlık yaşanmadığı, aksine din âlimlerinin cihat doktrininde siyasi konjonktürü, yani aslında devletin ihtiyaçlarını dikkate alarak belirli revizyonlar yaptıkları ileri sürülmektedir.

Mısır'da Abbâsi Halifeleri

Belleten · 1991, Cilt 55, Sayı 214 · Sayfa: 613-652
Müslümanların, Hz. Muhammed'in vefatından sonra, dini koruması ve dünya işlerini dini bir siyasetle idare etmesi için başlarına geçirdikleri kişilere halife, bu kuruma da hilâfet (imâmet) adı verilmiştir. Kur'ân'da yer yer "halife" ve çoğul olarak "halâif" ve "hulefâ" kelimeleri geçmektedir. Ancak bu kelimelerin, Peygamber'in yerine geçecek olan kimselerin ünvanı olması gerektiğine dair açık bir işaret yoktur. Halife ünvanını ilk olarak kullanan kişinin Hz. Ebu Bekir olduğu rivayet edilmektedir. Hz. Ömer devrinde ise İslam cemaatinin başkanı hakkında genel olarak kullanılan "Halîfetü Rasûlillâh" (Peygamber'in halefi) ünvanının dışında "Emîrü'l-mü'minîn" ünvanı yerleşmişti. Halife karşılığı olarak "İmam" ünvanı da kullanılmış olup bu ünvan namazdaki imamlıktan istiare yoluyla alınmıştır. Hz. Peygamber, kendinden sonra kimin halife olacağına ilişkin herhangi bir vasiyette bulunmamıştır. Öte yandan halifenin nasıl seçileceği hususunda âyet ve hadislerde de belirli bir hüküm yoktur. Bu belirsizliklerden ötürü olsa gerek ilk dört halifenin tayininde belirli bir usûlün takip edilmediğini görüyoruz.

Memluk Sultanlığında Devlet Yapısı

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 202 · Sayfa: 227-246
Memlûk sultanı keyfi karar veren bir otokrattı; ama teknik açıdan ne mutlaktı, ne de tamamen bağımsızdı. Bir müslüman olarak herhangibir tebası kadar İslamın kutsal yasasına tâbi olduğu halde hâkimleri, uygulamada ona karşı kullanabilecekleri müeyyidelerden yoksundular. Sünni hukukçuların tefsirine göre İslam doktrini, İslam toplumunun hükümdarı olarak Allah'tan sonra ancak bir kişiyi tanıyordu, o da halife idi. Bundan dolayı Abbasi hilâfetinin 656/1258 yılında Hulagu tarafından fiziki olarak yok edilmesi, örneği görülmemiş bir durum yarattı. Bu vaziyet 659/1261 yılında Memlûk sultanı az-Zâhir Baybars, iltica eden bir Abbasi emirini Mısır'da kabul edip "al-Mustansır" lakabıyla hilafet makamına oturttuğu zaman şeklen düzelmiş oldu.

Türkiye'de Din Sömürüsü ve Lâiklik

Belleten · 1977, Cilt 41, Sayı 163 · Sayfa: 565-584 · DOI: 10.37879/belleten.1977.565
Tam Metin
Genel olarak, dünya işlerini din kuralları ile yönetmemek, dini, kişinin özgürce inanmasına bırakmak diye tanımlanan laiklik kavramının bizde türlü yönlere çekilmesi, din anlayışındaki çelişkilerden ileri gelir. Bu nedenle işin sadece yasal yönünü ele almak konuyu açıklığa kavuşturmaz. Bu nedenle burada önce, bizde İslam dininin çoğu çevrelerde gerçeğe aykırı olarak anlaşılışı, topluma öyle gösterilmek istenişi ve bunların nedenleri üzerinde durmak istiyoruz. Bir ülkede ibadet ve din eğitimi ora halkının kendi dili ile yapılmazsa ve hele dinin gerçek kuralları, bunların asıl nedenleri ve amaçları doğru olarak anlatılmazsa o ülkede din konusu bağnazlığa, biçimselliğe bürünür ve kutsal inançlar sömürüsüne açık bir ortam oluşur. Bir kez bu yol açıldı mı da bundan yararlanan çıkarcı sömürücüler bu ortamın sürüp gitmesi için halkın gerçek din kurallarını öğrenmemesi yolunda ellerinden gelen her şeye başvururlar: Her mahallede Kur'an kursları açıp çocuklara mânâsını bilmedikleri Kur'an'ı ezberleterek onların körpe dimağlarını mahvetmeye, teknik ve yapıcı düşüncenin gelişmesini yok etmeye çalışırlar. Oysa ki Kur'an âyetleri, kişinin ve toplumun yaşam kurallarını onlara bildirmek için Peygamberin kalbine doğdurulmuştur.