48 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Iran
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Muhammed Kerim Yusuf-i Cemali, Zindegâni-i Şah İsmail-i Evvel (Bâ nigâreş ber hususiyat-ı cismi, ruhi, zovki, ahlaki, mezhebi ve revabıt-ı cı bâ düvel-i harici), (I. Şah Ismail'in Hayatı (Beden, Ruh, Zevk, Ahlak, Din Bakımından Özelliklerinin Tasviri ve Yabancı Devletler İle ilişkileri), İntişarat-ı Muhteşem

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 609-612
Merhum Prof. Dr. Faruk Sümer, 1976 yılında basılan Safevi devletinin kuruluşuna dair yazdığı eserine "Safevi Devleti'nin kuruluşu İslam ve Türkiye tarihinde mühim bir hadisedir. Bu hadisenin en mühim neticesi, İslam aleminin merkezinde yeni bir âlemin meydana gelmiş olmasıdır. Başlıca vasfı Şiilik olan ve İran'ı içine alan bu âlem, varlığını, bilindiği gibi, zamanımıza kadar devam ettirmiştir. Anadolulu Türklerin Safevi devletini kurmaları ve bu unsurun zor kullanarak Şiiliği İran'ın rakipsiz bir mezhebi haline getirmesi bugüne kadar ilim âlemince lâyıkıyle anlaşılmamış bir konudur" ifadesi ile başlamakta, "Safevi devletinin milli bir İran devleti olduğu görüşünün artık ciddi ilim adamları arasında pek taraftarı kalmadığını" belirterek, "Safevi devleti tarihinin bizim için taşıdığı ehemmiyet, bilhassa devleti kuran ve geliştiren unsurun Anadolulu olması ve bunlarla ilgili olarak kalabalık sayıda göçebe ve köylü Türk topluluklarının bu ülkeden İran'a göç etmeleridir" diyerek "devletin kurulduktan sonra da uzun zaman, bilhassa insan gücü bakımından Anadolu'dan beslendiği sonucuna" varmaktadır.

İran'a Elçi Olarak Gönderilen Kesriyeli Ahmet Paşa'nın Sefaret Hazırlığı Ve Yolculuğu (1746-1747)

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 407-446 · DOI: 10.37879/belleten.2011.407
Tam Metin
1746 yılında Osmanlı ve İran devletleri siyasi, sosyal ve dini problemlerin çözümü için bir barış anlaşması yapmak üzere elçiler görevlendirmişlerdi. Osmanlı Elçisi Mustafa Nazif Efendi, barış için İran'a gönderilirken, İran Elçisi Fethi Ali Han İstanbul'a gelmişti. Osmanlı ve İran hükümetlerinin diplomatik görüşmeleri neticesinde anlaşmaya varılmıştı. Antlaşma maddelerinin teyidi ve onayı için birbirine eşit rütbede yeni elçilerin görevlendirilmesi gerekliydi. Osmanlı hükümeti anlaşmanın onaylanması için Sivas Valisi Ahmet Paşa'yı seçerken, İran hükümeti Mehdi Mustafa Han'ı görevlendirmişti. Osmanlı hükümeti, 1746 Ekimi'nde İrana gidecek elçinin hazırlığına başlamıştı. Hazırlık çalışmaları; elçilik heyetinin seçilmesi, görevlilere bahşiş ve ücret ödenmesi, mehterhane malzemesi, hediye ve yiyecek tedariki, nakliye vasıtalarının düzenlenmesi şeklinde gerçekleşmişti. Elçilik heyeti 1747 Ocağı'nda törenle İstanbul'dan ayrılarak Anadolu orta-kolu üzerinden İran'a doğru yola çıkmış, 30 Mayıs 1747'de Bağdat'a varmıştı. 27 Haziran'da diplomatik teamüller gereği Osmanlı elçisi Hamedan'a, İran elçisi ise Bağdat'a doğru yola çıkmıştı. Ancak 19 Haziran'da İran'da çıkan karışıklıklar ile Nadir Şah öldürüldüğünden, Osmanlı elçisi Bağdat'a dönerken, İran elçisi Bağdat'a kalarak İstanbul'a gidememişti. Nadir Şah'ın ölümünden sonra İran'da meydana gelen taht mücadeleleri nedeni ile Osmanlı ve İran elçileri uzun süre Bağdat'ta ikamet etmişlerdi. Osmanlı elçisi 1748 yılında Bağdat'ta vefat ederken , İran elçisi 1752 yılında taht mücadelesi için İran'a geçmişti. Osmanlı Devleti, İran'daki taht mücadelelerine karışmadığı gibi, imzalanan anlaşmaya sadık kalmaya çalışmıştı.

Tarih-i Ferhengi-i İl-i Şahseven-i Bağdadi (Bağdad Şahseven Aşiretinin Kültürel Tarihi),

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 272 · Sayfa: 261-268
Şahseven, İran'da özellikle Mugan ve Erdebil yöreleri ile Zencan, Tahran, Harrakan ve Hamse yörelerinde yaşamakta olan bazı Türk asıllı aşiret topluluklarının adıdır. Oğuz boylarına mensup olan Şahsevenlerin kökenleri belirsizdir ve XVI. yüzyıl ile XVIII. yüzyıllar arasındaki bir tarihte konfederasyon şeklinde bir araya getirilmiş aşiretlerden oluştukları sanılmaktadır. Mugan Şahsevenleri hakkında yazan pek çok araştırıcının tespit ettiği, aşiretin kökeni konusundaki en yaygın rivayet; onların 1600 yıllarında, Şah Abbas tarafından kendisine sadık bir güç olarak oluşturulmuş karma bir aşiret olduğu şeklindedir. Ancak Şahsevenlerin kökeni konusunda ne resmi, ne de sözlü anlatımlar tam olarak belgelere dayandırılamamaktadır. Şah Abbas devrinde "Şahseven" adı ile herhangi bir karma aşiretin kurulmuş olduğu hakkında hiçbir kanıt bulunmamakla birlikte, onun uyguladığı askeri ve aşiretleri dağıtma siyasetleri sonucunda birbirinden çok farklı bölgelerde, farklı aşiretlerin parçalarına rastlanır olmuştur. Bu parçalar ise zamanla "Şahseven" adı altında bir oluşum, bir konfederasyon oluşturmuştur.

İran'ın Farslaşma Süreci ve Bu Süreçte Farsçanın Rolü

Erdem · 2008, Sayı 52 · Sayfa: 1-40
Tam Metin
İran, Selçuklulardan 1925 yılına kadar Türk hâkimiyeti altında yaşamıştır. Fars siyasal kimliği daha çok 1920'li ve 30'lu yıllara ait bir olgudur. Farsçılık akımının ortaya çıkışı yeri Hindistan'dır. Günümüz Farsçası, Pehlevicenin devamı değildir. Farsçanın etkinliği, özellikle Samanoğulları devrinde birçok İslam kaynağının Farsçaya aktarılmasından sonra başlamıştır. 1925'te kurulan Pehlevi idaresi framason aydınlarla işbirliği yaparak Farslaştırma politikasını başlamışlar ve bunda da kısmen başarılı olmuşlardır.

Kahire Millî Kütüphanesi’nden Minyatürlü Farsça Yazmalar

Erdem · 2008, Sayı 51 · Sayfa: 235-254
Tam Metin
Mısır, antik medeniyetiyle ve önemli tarihsel anıtlarıyla dünyanın en çok ilgi çeken ülkelerinden biridir. Mısır 1517'de Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Kahire sokaklarındaki Osmanlı mimari üslubunun özelliklerini taşıyan birçok yapı, Mısır'ın bu kültürden etkilendiğinin göstergesidir. Osmanlı kültürünün etkileri sadece mimaride değil diğer sanat alanlarında da görülmektedir. Mısır kütüphanelerinde Osmanlı dönemine tarihlenen birçok resimli yazma bulunmaktadır. El yazmaları bakımından ülkenin zengin kütüphanesi hiç şüphesiz Dâru'l-Kütüb el-Kavmiyye olarak bilinen Kahire Milli Kütüphane'sidir. Kütüphanede Arapça, Türkçe, Farsça resimli yazmalar bulunmaktadır. 70 civarındaki minyatürlü eserle Farsça yazmalar sayı bakımından en geniş grubu teşkil etmektedir. Daha çok edebî konulu bu yazmalardaki minyatürler genellikle İran resim üslubu ile Hind-Moğol resim üslubunu yansıtmaktadırlar.

RICHARD TAPPER, İran'ın Sınır Boylarında Göçebeler - Şahsevenlerin Toplumsal ve Politik Tarihi, çev. F. Dilek Özdemir, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2004, 699 sayfa [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2006, Cilt 70, Sayı 259 · Sayfa: 1005-1010
Şahseven, İran'da, özellikle Azerbaycan'daki Mugan ve Erdebil yöreleri ile Zencan ve Tahran arasındaki, Harrakan ve Hamse yörelerinde yaşamakta olan bazı aşiret topluluklarının adıdır. İnanç olarak Şii olan ve Türkçe konuşan Şahsevenler, günümüzde büyük ölçüde yerleşik hayata geçerek, tarım ile uğraşmakta iseler de, yakın zamanlara kadar konar-göçer bir hayat tarzı sürdürmüşlerdir. İzleri XI. yüzyılda İran'a gelmiş bulunan Türk-Oğuz boylarının kültürlerine kadar uzanır. XVI. yüzyıldan itibaren XX. yüzyıl ortalarına kadar İran, Osmanlı, Rus ve Sovyet kuvvetleri çeşitli vesilelerle Şahseven topraklarında hak iddia etmiş veya bu toprakları işgal etmiştir. Bulundukları coğrafi konum yüzünden Şahsevenlerin merkezi hükümetle ilişkileri değişiklik göstermiş ve aşiret konfederasyonu 1880'lere kadar birleşik ve merkezi bir siyasi yapıya kavuşamamıştır.

İlhânlı Hükümdarı Ebû Sa'îd Hân'a Ait Dört Yarlıg

Belleten · 2005, Cilt 69, Sayı 254 · Sayfa: 65-116 · DOI: 10.37879/belleten.2005.65
Tam Metin
Tanınmış şarkiyatçı Bertold Spuler, İlhânlı Devleti siyasi ve idari tarihine dair meşhur eserini 1939 yılında yayımladığı zaman, araştırmacının istifadesinde, çoğu henüz neşredilmemiş durumda olan tarihi kaynaklar ile, İlhânlı hükümdarları Argün ve Olcâytû'nun dış muhaberatıyla ilgili iki mektubu bulunuyordu. Bugün aradan geçen yaklaşık altmış beş yıllık süre zarfında, İlhânlılar devri tarihi kaynaklarının tanıtım ve yayınından başka, inşâ' ve devlet muhasebesiyle ilgili kitaplar ile, o devre ait pek çok orijinal vesikanın varlığının ortaya çıkarılmış olması İlhânlı tarihi araştırmalarına büyük hız kazandırmıştır.

Z. VESEL - H. BEIKBAGHBAN - B. THIERRY (de Crussol des Epesse) (et. Birleştiren ve Sunan) La Science Dans le Monde Iranien a l'Epoque Islamique, Tahran 1998. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2004, Cilt 68, Sayı 252 · Sayfa: 569-576
Bu kitap bilim tarihi ile ilgili araştırmaları kapsayan makalelerden oluşmakta olup, başında UNESCO'nun, Strasburg Üniversitesi Rektörünün, yine orada öğretim elemanı olan H. Beikbaghban'ın önsözleriyle bir giriş ve kısaltmaları gösteren cetvelden oluşmaktadır. Giriş kısmında da belirtilmiş olduğu gibi, bu kitapta, İran ve çevresindeki bölgelerde astronomi, fizik, kimya ve biyoloji ve tıp konusunda yapılan çalışmaların değerlendirilmesi niteliğini taşıyan makaleler yer almaktadır. Burada ele alınan ilk grup makale astronomi ile ilgilidir. David King'in 'Two Iranien World Maps for Finding the Direction and Distance to Mecca' adlı makalede iki haritadan söz edilmektedir.

DR. SEYYİD EBU'L-KASIM FURUZANÎ, Sîmcûrîyân, Nuhustîn Dudmân-ı Kudretmend-i Türk der İrân, Tehran hş. 1381 (m.2002), XII+121 s. (İran'da Kudretli İlk Türk Ailesi, Sîmcûrîler) [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 250 · Sayfa: 1013-1020
Adı geçen eserde Fihrist/İçindekiler ve Mukaddime, s.IX-XI/Önsöz'den sonra Birinci bölüm, Türkan der Fırâz ve Furûd-ı Rüzgâr, s. 1-14/Türkler zamanın zirvesinde ve dibinde başlığı altındadır. Bu bölümde Sasaniyân ve Türkân, s. 3-7/Sasanîler ve Türkler ile Müslümanân ve Türkân, s. 7-12/Müslümanlar ve Türkler, Türkân der Sipâh-ı Samaniyân, s. 12-14/ Samanîler ordusunda Türkler konuları işlenmektedir. Bu bölümün Müslümanlar ve Türklerle ilgili ilk bilgilerin zikri; Buhara hâkimi Hatun unvanlı bir kadınla Araplar'ın işbirliği yapmasıyla başlıyor. Daha sonra Emevî ve Abbasî dönemlerinde Halife Mu'tasım (833-842)'a kadar Türk-Arap münasebetleri anlatılıyor.

GIYÂSEDDİN ALİ-İ YEZDÎ, Saadetnâme yâ Ruznâme-i Gazavât-ı Hindustan der salha-yi 800-801h., be kûşeş İrec Afşar, nâşir: Miras-ı Mektub bâ hemkâri-i müessese-i Mütalaât-ı Asya-yi Merkezî ve Garbî Danişgâh-ı Karaçi, Tahran 1379(2000), 216 s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 249 · Sayfa: 567-570
Asker bir hükümdar olan Timur, Arapça şiirleri ve ağır bir üslûpla yazılmış eserlerin inceliklerini anlayamadığından, adına kaleme alınan eserlerde sade ve anlaşılması kolay bir ifade tarzı arzu ediyordu. Ayrıca o da Ortaçağ devlet adamlarında rastlanan bir temayülden, yani başarılarının kaleme alınarak şahsının ebedileşmesi arzusundan yoksun değildi. Bu arzu ile ilgili olarak, seferler sırasında vazifeleri önemli olayları yazmak olan Uygur asıllı ve İranlı bahşı ve katiplerin tuttukları günlüklere dayanarak, edebi bir şekil vermeleri için tanınmış üslûpçu ve münşîler görevlendirilmişti.