13 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Mesnevi
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

MESNEVİLERDE “MAHBÛB”UN ANLAM ÇEŞİTLİLİĞİ VE CİNSİYETİ

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2022, Sayı 74 · Sayfa: 161-192 · DOI: 10.32925/tday.2022.90
Tam Metin
Temelde sevilen ve sevgili anlamlarına gelen mahbup kelimesinin bir süredir anlam daralmasına tabi tutularak oğlan sevgili, erkek sevgili anlamlarıyla kavramlaştırılmaya hatta terimleştirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu yaklaşım, mahbup kelimesini divan edebiyatı metinlerinde aynı şekilde ele almakta ve anlamlandırmaktadır. Bu durumun divan edebiyatı metinlerinde ne kadar karşılığı olduğunu anlamak için öncelikle mesnevilerde bir tarama yapılmasına ihtiyaç vardır. Çünkü mesnevilerde mahbup kelimesinin anlamlarını, ismi veya sıfatı olduğu şahsiyetlerin cinsiyetini çoğunlukla kesin olarak tespit etmek mümkündür. Burada aşikârdan müpheme, bilinenden belirsize doğru bir yol izlemek daha isabetli olacaktır. Elde edilen veriler ışığında kelimenin diğer divan edebiyatı metinlerindeki kullanımlarına bakmak daha sağlıklı sonuçlara ulaşılmasını sağlayacaktır. Ayrıca divan şiirinin aşk anlayışı da mahbubu anlamak için elzemdir. Buradan hareket edilerek bu makalede öncelikle divan şiirindeki aşk anlayışına kısaca değinildi. Daha sonra mahbup kelimesinin sözlüklerdeki anlamları verildi. Mahbubun, Arapçada müzekker bir kelime olması da bazı tartışmalara sebep olabilmektedir. Bu sebeple “mahbûb”un Arapça ve Türkçedeki cinsiyeti meselesi ele alındı. Son olarak mahbup kelimesinin mesnevilerdeki kullanımları üzerinde duruldu.

Zübdetü’t-Tevârîh Müellifi Mustafa Sâfî’nin Bir Başka Eseri: Tercüme-i Celâl ü Cemâl

Erdem · 2019, Sayı 76 · Sayfa: 89-116 · DOI: 10.32704/erdem.572907
Tam Metin

Klasik Türk edebiyatı sahasında mesnevi oldukça rağbet görmüş türler arasında yer alır. Türk edebiyatı tarihine bakıldığında gerek telif gerek tercüme yoluyla birçok mesnevinin kaleme alındığı görülmektedir. Türk ve Fars edebiyatlarının etkileşimine yeni bir örnek sayılabilecek Tercüme-i Celâl ü Cemâl, 17. yüzyılın başlarında yapılmış tercüme mesneviler arasında yer almaktadır. Bu eser, yine Mustafa Sâfî'nin bir başka mühim eseri Zübdetü'-Tevârîh'ten öğrenildiği kadarıyla Sultan I. Ahmed'in telkini ve teklifi; Hafız Ahmed Paşa'nın aracılığıyla Mustafa Sâfî tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. Mustafa Sâfî, tercümesinin "Sebeb-i Telif" kısmında, eserin Farsçasını Mevlânâ Âsafî'ye isnat etmiştir. Buna karşın Uppsala Üniversitesi'nden temin edilen Celâl ü Cemâl'in Farsça asıl metni incelendiğinde, eserin Emîr Emînüddîn Nezlâbâdî adında bir müellife ait olduğu görülmüştür. Bu eserin Şukûfe Kabbâdî tarafından İran'da yayımlanan tenkitli metni de incelenmiş olup bu bilgi teyit edilmiştir. Araştırma ve taramalar neticesinde, Türkiye'de üzerinde herhangi bir çalışmanın yapılmamış olduğunu tespit edilmiş ve Tercüme-i Celâl ü Cemâl'in tam metni tarafımızca okunmuş olup bu makalede eserin Türk edebiyatı araştırmacılarına tanıtılması amaçlanmıştır. Alegorik bir aşk hikâyesi olan Tercüme-i Celâl ü Cemâl, iki kahraman arasındaki vuslat yolculuğunun yanı sıra tasavufî örüntüsüyle de dikkat çekicidir. Eserin Farsça aslında ve tercümesinde şahıs kadrosu, mekân ve olayların akışı tamamıyla uyumludur. Bu yönüyle asıl ve tercüme eser arasında farklılıklardan ziyade benzerliklerden söz edilebilir. Ancak mütercim Mustafa Sâfî'nin eserin kimi kısımlarına, özellikle Sultan I. Ahmed'e methiyeler içeren telif metinler eklediğini belirtmek gerekir. Tercüme metni asıl metinden ayıran en belirgin özelliğin ise mensur ve manzum karışık olarak kaleme alınmış olması gösterilebilir. Bu durumu mütercim yazma nüsha içerisinde dile getirmiş olup mensur kısımların şahın (Sultan I. Ahmed) övgülerini, manzum kısımların Celâl ve Cemâl kıssasını içerdiğini vurgulamıştır. Bu makalede sırasıyla mütercim Mustafa Sâfî'nin hayatı, edebî şahsiyeti ve eserleri hakkında genel bilgiler verilecek, ardından Tercüme-i Celâl ü Cemâl şekil ve muhteva özellikleri yönünden ele alınacaktır.

Mevlânâ’nın Mesnevî’sindeki Meseller ile Küçürek Öyküler Arasındaki İlişki

Erdem · 2013, Sayı 65 (Küçürek Öykü Özel Sayısı) · Sayfa: 33-45
Tam Metin

Küçürek öykü kısa, öz ve damıtılmış niteliği ile her ne kadar günümüz insanının ihtiyacına binaen edebiyatta yerini alsa da, bu türün Türk kültüründeki ilk izlerine yüzyıllar öncesinde rastlanmaktadır. Bu bağlamda Mevlânâ'nın Mesnevî'sinin "küçürek öykü" tanımına oldukça paralel bir durum arz etmesi dikkat edilmesi gereken bir özelliktir.

Az sözle çok şeyin anlatıldığı, kısa, etkin ve şok uyarıların etkileyici bir biçimde kullanıldığı küçürek öyküler; sembolik, samimi ve içten söylemleri ile Mevlânâ'nın Mesnevî'sindeki mesellere yaklaşmaktadır. Felsefi söylem ve ucu açık nitelikli yapısıyla da Mevlânâ'nın mevcut eserine yaklaşım gösteren bu öykü çeşidinin, doğrudan mesaj iletme ve halkı eğitme yönünde bir iddiası olmadığı için Mesnevî'deki mesellerden bu küçük nitelikleriyle ayrı tutulabilmektedir. Fakat genel anlamda; olay kurgusu, sezdirme yöntemine başvurulması, örtük anlatımın bilinçli ve yoğun bir şekilde ele alınması, sembol ve imge tercihlerindeki orijinallik, Mevlânâ Mesnevî'sindeki meselleri küçürek öykülere yaklaştırmaktadır.

Netice itibariyle bugünün küçürek öyküsünün modern insanın dramı üzerine konumlandığı dikkate alınırsa, Mevlânâ Mesnevî'sindeki mesellerin de insani öze odaklandığını ve onun evrensel problematiği ile ilgilendiği görülebilmekte; zengin birikimi ve kültürel dokusu ile küçürek öyküye iyi, orijinal ve güzel bir model oluşturduğu düşüncesini güçlendirmektedir.

Sözel Metinlerde Yer Alan Görsel Malzemelerin Halı Tarihindeki Önemi

Arış · 2012, Sayı 8 (Türk Dünyasında Halı ve Düz Dokuma Sempozyumu Özel Sayısı - 4) · Sayfa: 4-15 · DOI: 10.34242/akmbaris.2019.35
Tam Metin
Türk halısı ile ilgili yapılan araştırmalarda kaynak olarak kullanılan belgelerin çoğu doğrudan halının kendisidir. Bunların başında kazılarda elde edilen halı parçaları, müzelere intikal eden halılar gelmektedir. Buna mukabil halı tarihi araştırmalarında Holbein, Lotto halısı gibi Avrupalı ressamlar tarafından yapılmış resimlerdeki görüntüler de dolaylı belge olarak kullanılmıştır. Klasik devir anlatı metinleri sözel malzeme olarak daha fazla dikkat çekmiştir. Türk klasik edebiyati aratı metinleri bundan dolayı dünyanın pek çok yazma kütüphanesine intikal etmiştir. Anlatı metinlerinin bazı nüshaları çeşitli vesilelerle nakışhanelerde minyatürlenmiştir. Filologlar ve edebiyatçılar kendi branşlarına uygun metinler üzerine çalışırken bu tür görüntü malzemelerini pek dikkate almamıştır. Diğer yandan sanat tarihçileri için anlatılar da pek önemsenmemiştir. Halbuki her iki alanın verileri bir birini destekler mahiyettedir ve bu tür görüntü malzemeleri disiplinler arası yeni dikkatlerle incelendiğinde, tebliğimizde göstermeye çalıştığımız gibi, bilhassa halı araştırmaları konusuna yeni veriler sunmaya imkan vermektedir. Bu tebliğimizde minyatürlerdeki halı resimlerinin dolaylı belge olarak kullanılabilecegi konusu işlenmektedir.

Bursalı Rahmî ve Yenişehir Şehrengizi

Erdem · 2012, Sayı 63 · Sayfa: 89-126
Tam Metin
Bu yazıda öncelikle XVI. yüzyılın değerli şairlerinden olan Bursalı Rahmî'nin hayatı, edebî kişiliği ve eserleri hakkında derli toplu bilgi verilecek, ardından Rahmî'nin Yenişehir Şehrengizi isimli eseri tanıtılıp incelenecek, en son da ilgili şehrengizin çevriyazılı metni sunulacaktır. Devrin ünlü şairlerinden biri olan Rahmî, daha çok Hayâlî tarzında âşıkâne ve zarif gazeller söyleyen biridir. Eserleri arasında Divan, Gül-i Sad-berg, Şâh u Gedâ ve Yenişehir Şehrengizi bulunmaktadır. Şehrengiz 279 beyitten oluşan bir mesnevîdir. Girişinde kâinatın yaratılışından ve aşktan bahsedilmektedir. Asıl konunun işlendiği bölümde ise Rumeli'de bulunan Yenişehir'in güzelliklerinden ve buradaki önde gelen yirmi dört kişiden söz edilmektedir.

GAZAVAT-NÂME-İ MİDİLLİ TÜRK DİLİ VE KÜLTÜR TARİHİ BAKIMINDAN DEĞERİ

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2008, Cilt 56, Sayı 1 · Sayfa: 113-126
Gazavat-nâmeler savaşları anlatan edebî türlerdir. Edebî bakımdan önem taşıdıklarıgibi içerdikleri veriler açısından tarihî ve kültürel olarak da değer taşırlar. Kalemealındıkları dönemin edebî ve kültürel ortamına ışık tutarlar. Bu çalışmada da 15. yüzyılaait, Gubârî'nin gazavat-nâmesi ele alınmış, onun Türk dili ve kültür tarihi yönüyledikkate alınması gerekliliğine işaret edilmiştir.Şair, Midilli Adasında cereyan eden savaşı nazma dökerken çoğu yerde, hiç şüphesiz,dinî-tasavvufî yönü ağır basan mistik bir hayal dünyasından seslenmiştir, ancakeserin böyle bir üslup özelliği göstermesi, elbette edebî ve kültürel bakımdan taşıdığıdeğeri eksiltmez.Metin her şeyden önce, Türk dili tarihi bakımından önemli bir kaynak niteliğindedirve Eski Anadolu Türkçesine ait zengin söz varlığına sahiptir. Bunun yanında, Türktarihi bakımından da önemli bilgiler içerir. Kimi tarih kitaplarınca da doğrulanan birdizi olaya kaynaklık eder. Kaleme alındığı dönemin sosyal yapısını, kültürel unsurlarını,inanış ve yaşayış tarzını aksettirmesi yönüyle de kültür tarihinin değerli bir başvurukitabı sayılmalıdır.

Mehmed Şakir'in Manzum Mesnevi Tercümesi

Erdem · 2008, Sayı 50 (Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ Özel Sayısı) · Sayfa: 51-58
Mevlana Celaleddin-i Rumî (ö: 672/1273)'nin Mesnevi'si, yazıldığı günden bu güne kadar manzum ve mensur olarak birçok dile tercüme edilen ve üzerine şerhler yazılan bir eserdir. Seyyid Mehmed Şakir (ö. 1252/1836)'in "Tercemânu'l-Ma'nevî fî-Tercemeti'l-Mesnevî" adlı eseri de, Mesnevi'nin manzum tercümelerinden birisidir. Eser, Mesnevi'nin tamamını içeren bir tercüme olması bakımından önem taşımaktadır. Bu yazıda, tam bir nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunan bu eserin Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi'nde bulunan gözlerden uzak kalmış ve mütercim Mehmed Şakir'in kendi hattıyla bir nüshası tanıtılmakta, ayrıca mütercimin kimliği açıklığa kavuşturulmaktadır.

Mesnevî'de Temsîlî Anlatım ve Hikâye ve Temsîllerle Kurân Âyetlerinin Açıklanması

Erdem · 2008, Sayı 50 (Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ Özel Sayısı) · Sayfa: 129-160
Mevlânâ'nın en önemli ve en büyük eseri olan Mesnevî, İslâm ve insanlık tarihinin en faydalı ilim ve kültür hazinelerinden biridir. Bu değerli eserinde Mevlânâ, çok zengin bilgi ve tecrübelerini, eşsiz dehasıyla çok yararlı ve cazip bir şekilde okurlarına sunmaktadır. Mesnevî'yi cazip ve unutulmaz kılan en önemli üslûp özelliklerinden birisi de onun "temsîlî anlatım metodu" dediğimiz birtakım çekici hikâye ve temsillerle konuyu anlatmasıdır. Bu metot sayesinde konu bir yandan daha iyi bir şekilde anlaşılırken, öte yandan akılda daha kalıcı tesirler oluşturmaktadır. Mesnevî, aslında Kurân âyetleri ile Hz. Peygamber'in hadislerinin açıklandığı ve özetlendiği İslâmî bir eserdir. Onu iki kelime ile en iyi bir şekilde özetleyen "Mağz-ı Kurân/Kurân'ın Özü" ifadesi de bu gerçeği açık bir şekilde ifade etmektedir. Ancak onun bu görevini yerine getirirken yukarıda faydalarına işaret ettiğimiz temsîlî anlatım metodunu kullanması, diğer İslâmî kitaplardan farkını ortaya koymaktadır.

Sâfî’nin Hasbıhâl’inde Rüşvet

Erdem · 2007, Sayı 45-46-47 · Sayfa: 183-194
Bu makalede Sâfî tarafından 16 yüzyılda yazılan Hasbıhâl-i Sâfî adlı eserden yola çıkarak Sâfî'nin hangi meslekleri rüşvet bağlamında eleştirdiği değerlendirilmiş ve bu konu, Atayî'nin Hamse'si ve Nabî'nin Hay­riyye'sinden de yararlanılarak karşılaştırmalı bir şeklide tartışılmıştır. Bu üç eserde de rüşvetin bürokrasi ve adlî makamlarda çalışan meslek grupları ile makam elde etme noktasında öne çıktığı ve neredeyse kurumsallaştığı görülmektedir. Şair rüşveti dinin ve sosyal normların yaptırım gücünü kullanarak eleştirmiştir.

Osmanlı Devleti'nde Mevleviler

Belleten · 1991, Cilt 55, Sayı 213 · Sayfa: 351-358
Tam Metin
Türk fikir ve kültür hayatına eserleri ile büyük hizmetlerde bulunan Abdülbaki GÖLPINARLI Mevlânâ'dan sonra Mevlevîlik'e yazdığı "Ön-Söz"de "Mevlevilik, Mevlânâ'dan sonra ve derhal menâsikiyle teessüs etmediği için tarîkat hakkında yazılan risaleler, çok muahhar devirlere ait. Kaldı ki, onlar da tarîkatin öz hüviyetini vermekten ziyade yazarlarının düşüncelerini ve tesiri altında kaldıkları müesseselerin karakterini tesbit etmekte ve yazarları, tarîkati bilfiil kuranların fikriyatından tamamiyle uzak kalmakta. Hatta Mevlevîler ve Mevlânâ muhibleri, işi o kadar Mevlânâ'dan ayırmışlar ve o kadar kendilerine mal etmişler ki Mesnevî'yi şerh edenler bile onun diğer eserleriyle hakkında yazılmış ana kaynakları, hele Şems'in Makaalât'ını okumak lüzumunu duymuyorlar ve tasavvufta, hatta dinde bir reform eri olan Mevlânâ'nın, kalıplaşmış tasavvufa verdiği insânî ve reel karakteri düşünmüyorlar, onu, onun ve sohbet dostu Şems'in yoluna aykırı bir yolun mümessili olan İbn-i Arabî'ye dayanarak şerh ediyorlar" der. GÖLPINARLI, bu şartlar altında Mevlevîlik Tarihi'ni yazmanın çok güç olduğuna değinir,eğer Sakıp Dede'ye inansa, söylenenleri tekrarlamaktan başka bir şey yapamıyacağını belirtir, XVI. yüzyıl ortalarında vefat eden Muğlalı derviş ve mutasavvıf şâir ŞÂHİDÎ'nin Gülşen-i Esrâr'ını bulmasaydı, mevlevîliğin köylere kadar yayıldığını, Anadolu'da mevlevî köyleri bulunduğunu öğrenemeyeceğini söyler. Konya'da bir süre bulunuşu, ona Mevlânâ Müzesi'ndeki yazmalardan faydalanmak imkanını sağlamış, Rüsuhî BAYKARA da kendisine Başbakanlık Arşivi'ndeki memuriyeti sırasında görüp kopya ettiği bir kısım belge suretlerini vermiş, böylece eseri "yalnız bir tarîkatin hal tercümesi değil, bir yandan da vesikalar topluluğu" olmuştur.