9 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Music
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Abdülmü’min b. Safiyyüddîn’in Behcetü’r-Rûh Adlı Eserinde Usûller

Erdem · 2024, Sayı 87 · Sayfa: 81-104 · DOI: 10.32704/erdem.2024.87.081
Safevî devleti (1501-1736) döneminde yazıldığı tahmin edilen Behcetü’r-Rûh adlı eserle kendisinden önceki dönemlerde yazılan ve kendisiyle hemen hemen aynı dönemde (Anadolu coğrafyasında) yazılan mûsikî risâleleri karşılaştırıldığında bu risâlelerde ele alınan konuların farklı yöntemlerle îzâh edildiği görülmektedir. Safevî devletinin kurulması ve bölgede yeni siyasi sınırların çizilmesiyle birlikte İsfahan, Tebriz, Fars ve Herat ile Buhara, İstanbul ve Bağdat gibi önemli mûsikî merkezleri arasındaki iletişim gittikçe azalmıştır. Bu durum ilerleyen zamanlarda bu bölgelerde kaleme alınan mûsikî risâlelerinin birbirinden kısmen farklı özelliklerle ilerlemesine neden olmuştur. Bahsedilen dönemde Abdülmü’min b. Safiyyüddîn tarafından Farsça yazılan Behcetü’r-Rûh, sözü edilen bölgeler arasındaki iletişimin azalması meselesine iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Zira bu eserde îkâ‘î devirler kavramı yerine usûl kavramı ve etânîn yöntemi ve tef‘ileler yerine tehecciü’ledvâr yöntemi kullanılmıştır. Bu araştırma, bahsedilen dönemde ve coğrafyada telif edilen Behcetü’r-Rûh’ta usûl kavramının nazarî olarak nasıl îzâh edildiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır. Bu önem doğrultusunda araştırmanın amacı Behcetü’r-Rûh’ta hangi usûllere yer verildiğini ve bu usûllerin nasıl bir yöntemle tarif edildiğini tespit etmektir. Çalışma betimsel nitelikli bir araştırma olup ilgili veriler kaynak tarama ve müziksel analiz yöntemleri kullanılarak elde edilmiştir. Araştırmanın bulgularından hareketle Abdülmü’min b. Safiyyüddîn’in, Behcetü’r-Rûh adlı eserinde darp sayıları verilerek tehecciü’l-edvâr yöntemiyle izah edilen 20 tane usûlün yanı sıra sadece darp sayıları verilerek tarif edilen 19 tane usûl hakkında bilgi verildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç doğrultusunda: Darp sayıları verilerek tehecciü’l-edvâr yöntemiyle tarif edilen usûllerin, Fâhte Darp, Türk Darp, Berefşân, Muhammes, Çenber, Sakîl, Hafîf, Evfer, Devir, Nîm Sakîl, Hezec, Evset, Remel, Fer‘, Devr-i Revân, Semâ‘î, Darbü’l-Kadîm, Darbü’l-Mülûk, Nîm Devir ve Ekel usûlü olduğu; sadece darp sayıları verilerek tarif edilen usûllerin, Darbü’l-Feth, Çihâr Darp, Düyek, Mieteyn, Mukaddem ve Şâhnâme usûlü olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Behcetü’r-Rûh’ta Melik Şâh-ı Selçûkî’nin gulâmı’nın icadı olan Kalenderî, Münâsafe-i Şîrâzî, Münâsafe-i İhlâtî, Münâsafe-i Darbî, Harbî, Sakîl usûllerinin yanı sıra Gulâm Şâdî’ye atıfta bulunularak Darbü’l-Kadîm, Darbü’l Mülûk, Hezec-i Kebîr, Hezec-i Sağîr, Fâhte-i Kebîr, Fâhte-i Sağîr ve Şâhnâme usûllerinden de bahsedildiği görülmüştür.

Şeyhü’r-Reis İbn Sinâ’nın Regşinâsî Adlı Eserinde Nabız İle Mûsikî İlişkisi

Erdem · 2023, Sayı 84 · Sayfa: 205-218 · DOI: 10.32704/erdem.2023.84.205
Tam Metin
Her bir ilmin temelinde diğer ilimler de bulunmaktadır. İlimlerin bu mahiyet ve özelliklerine dayanarak İslâm filozofları ilimleri nazarî (teorik) ve amelî (pratik) olmak üzere iki grupta sınıflandırmıştır. Nazarî ilimler kısmında sıralanan tıp ile mûsikî ilimleri münasebetlerinden, hem tabipler hem de mûsikî âlimleri eserlerinde söz etmişlerdir. Söz sahibi mûsikî âlimleri, mûsikînin temelini oluşturan ilimlerden bahsederken, riyâziyye (matematik), hendesî (geometri), edebiyat gibi ilimlerle beraber, tıp ilmini de zikretmişlerdir. Mûsikîde olduğu gibi, büyük tabipler de tıbbın mûsikî ile ilişkili olduğunu açıklayarak tabibin mûsikî ilmini üst seviyede değilse de temellerini bilmesinden yana olmuş bu hususu vurgulamışlardır. İslâm bilginleri tarafından ilimlerin sınıflandırmalarında da mûsikî ve tıp aynı seviyede yer almaktadır. Tıp ve mûsikî risalelerinde, bu iki ilmin birbiri ile olan bazı ilişkilerinden söz edilmiştir. Mûsikî eserlerinde, sesin insan nefesine olan etkisini vurgulayarak, mûsikîşinâsın tıp ilmini bilmesini ve bu bilgi sayesinde makamların özelliklerine göre hangi vakitte veya kimler huzurunda icra edilip edilmemesi gibi konulara değinmişlerdir. Tıpta da aynı şekilde ses ve mûsikînin insan ruhu üzerinde bıraktığı tesirinden yola çıkılarak hasta tedavisinde mûsikîden yararlanılmıştır. Bu sahada eser kaleme almış olan Cürcânî, İbn Hindû, el-Mecûsî gibi pek çok âlim bulunmaktadır. Konuya en iyi örneklerden biri de Şeyhü’r-Reis İbn Sinâ’dır. Zira kendisi tıp ilminde olduğu gibi mûsikî ilminde de söz sahiplerindendir. İbn Sinâ kaleme aldığı eş-Şifâ ve en-Necât gibi tıbbî ile Cevâmu ‘ilmi’l-mûsikâ ve Risâle fi’l-mûsikî gibi mûsikî eserlerinde tıp ile mûsikî arasında olan bu ilişkilerden bahsetmiştir. Mûsikî ile tıbbın ortak noktalarından birisi zaman ölçümüyle alakalı olarak mûsikînin ikâ’sı (ritim) ve nispetleri (oran) ile tıptaki kalp ritminin göstergesi olan nabızdır. Nitekim tabipler, nabız atışının ölçülmesi ile hastalığın ne olduğunu teşhis edebilirler. İbn Sinâ’nın mûsikî ilmi üzerinde kaleme aldığı eserleri dışında, damarlar ve nabızlar ile ilgili kaleme aldığı Farsça Risâle-i Regşinâsî eserinde mûsikî ilmine değinerek, bu konuyu incelemiştir. Bu makalede, İslâm filozofları ve bilginlerinin göre tıp ve mûsikî ile ilgi görüşleri aktarıldıktan sonra İbn Sinâ’nın Risâle-i Regşinâsî tanıtılmıştır. Kitabın altıncı bölümünde nabız ve nabzın çeşitlerinden bahsedilmiştir. Ardından eserin nabız ve ikâ ile ilişkileri olan bölümü üzerinde bilgiler verilmiştir. Nabız ve ikâ ilişkisinden yola çıkaran İbn Sinâ hem mûsikîşinas hem de tabibin karşılıklı olarak mûsikî ve tıp ilmine ait temel bilgilere hâiz olması gerekliliğini belirtmektedir.

KIRGIZ TÜRKÇESİNDE ÇALGI ALETİ KULLANMAK ANLAMINA GELEN “ÇAL-, ÇERT-, OYNA-, TART-” FIILLERININ DİĞER TÜRK LEHÇELERİNDEKİ GÖRÜNÜMÜ

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2022, Sayı 54 · Sayfa: 195-217
Tam Metin
Dillerde kullanılan fiiller, dilin esas yapısını oluşturur. Dil içerisindeki alıntı kelimelerin çoğunluğu isimlerdir. Fiiller ise dilin ana gövdesini oluşturan ve isimlere göre daha az alıntı yapılan unsurlardır. Türk lehçelerinin kelime hazinesi birbiriyle karşılaştırmalı olarak incelendiği zaman isimlerden oluşan kelimelerin daha çok farklılık gösterdiği görülmektedir. Her Türk topluluğu, yaşadığı çağ ve iletişim içerisine girdiği komşuların etkisiyle faklı dillerden kelimeler almıştır. Fakat lehçeler arasında zaman ve mekân ayrılığı ne kadar uzun bir dönemi kapsarsa kapsasın fiillerin küçük fonetik farklılıklar haricinde çoğunlukla ortaklığını koruduğu görülmektedir. Zaman, mekân vb. sebeplerden kaynaklanan farklılaşmanın daha çok kullanılan fiillerin karşıladıkları anlamlardaki değişmelerde olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışmada Kırgız Türkçesinde "müzik aleti çalmak" anlamında kullanılan çal-, çert-, oyna-, tart- fiillerinin diğer Türk lehçelerindeki görünümü üzerinde durulmuştur. Müzik aleti çalmayı ifade eden çal-, çert-, oyna-, tart- fiillerinin Türk lehçelerinin bazılarında ortak, diğerlerinde ise farklı anlamlara gelecek şekilde kullanıldığı görülmektedir. Çalışmada bu fiillerin Kırgız Türkçesi başta olmak üzere hangi lehçelerde ortak veya farklı kullanıldığı belirlenerek karşılıkları ve kullanım şekilleri ortaya konulmuştur. Aynı zamanda çal-, çert-, oyna-, tart- fiillerinin Eski Türkçeden günümüze kadar değişen yapısı üzerinde durulmuştur. Ele alınan fiillerde yeni anlamların hangi sebeplere bağlı olarak ortaya çıktığı veya çıkmadığı üzerine değerlendirmeler yapılmıştır. Çalışmanın sonuç kısmında hangi lehçede, hangi fiillerin "müzik aleti çalmak" anlamında kullanıldığına yer verilmiştir.

Karadeniz Kemençesinin Yunanistan’daki İcra Geleneği

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 189-212 · DOI: 10.32704/erdem.749159
Yaylı çalgılar ailesine mensup olan Karadeniz kemençesi, şekil ve çalım özellikleri itibariyle Türkiye sınırları içerisindeki Kuzey Doğu Anadolu (Doğu Karadeniz) bölgesine özgü bir çalgıdır ve bu bölgedeki müzik geleneğinin en önemli temsilcisidir. Karadeniz kemençesi diğer yaylı enstrümanlardan ayırılan özgün bir çalım tarzına ve repertuara sahiptir. Bugün, Karadeniz kemençesi sadece Türkiye'nin Karadeniz bölgesinde değil, 20. yüzyılın başlarında nüfus mübadelesi nedeniyle Yunanistan'a göç eden Karadenizli Rumlar tarafından da icra edilmektedir. Bu bağlamda Karadeniz kemençesi hem Türkiye'de hem de Yunanistan'da Karadenizli halkların en önemli ve sembolik çalgısı olarak karşımızı çıkmaktadır. Her ne kadar aynı ortak kültürel coğrafyadan geliyor olsalar ve birçok benzerliği hala barındırıyor olsalar da, aradan geçen neredeyse yüz yıllık bir zaman zarfından sonra, iki toplum arasında, gerek müzik, gerek dans, gerek diğer kültürel olgular açısından bir takım farklılıklar kaçınılmaz olarak ortaya çıkmıştır. Bu farklılıkların, özellikle mübadele ile birlikte farklı bir sosyo-kültürel ve politik çevreye yerleşmiş olan Karadenizli Rumların kemençe icra geleneklerine önemli ölçüde yansıdığı gözlemlenmektedir. Özellikle son 10-15 yıllık bir süreç içinde önemli bir popülerlik kazanan Karadeniz müziği, ana akım medya ve sosyal medya üzerinden daha geniş kitlelere ulaşmaktadır. Bu durum Karadeniz müziği icracılarında da bir artışa neden olmuş ve Karadeniz kemençesi icrası gençler arasında önemli düzeyde yaygınlaşmıştır. Buna ek olarak, kitle iletişim araçlarının ve internetin gelişmesiyle birlikte, Yunanistan'a göç eden Karadenizli Rumlar ve Türkiye'deki kemençe icracıları arasındaki iletişim ve etkileşim artmış, doğal olarak aynı kültürel geçmişten gelen bu insanların etkileşimi kemençe icralarına da yansımış, özellikle Türkiye'deki kemençe icracıları arasında, Yunanistan'daki Karadeniz göçmeni Rumlar arasındaki geleneksel icraya ilgi artmıştır. Yukarıda belirtilen etkenlere dayalı olarak Türkiye'deki kemençe icracıları arasında tanımlanan bir "Rum tavrı" söz konusu olmuştur. Bu makale, 2016-2018 yılları arasında Yunanistan'da gerçekleştirilen alan araştırmasının sağladığı veriler ışığında ve "Rum tavrı nedir?" sorusu bağlamında Yunanistan''daki geleneksel kemençe icra pratiğinin gelişim ve değişim sürecini, çalım tekniği ve repertuar açısından ele alıp analiz etmeyi amaçlamaktadır.

Harem Cariyelerinin Musiki ve Seyirlik Oyunlardaki Eğitimleri (1677-1687)

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 1033-1074 · DOI: 10.37879/belleten.2014.1033
Tam Metin
Bu çalışmanın amacı, Osmanlı saray haremindeki cariyelere verilen eğitimin bir yönü olan sanat eğitimi üzerinde durarak, harem yaşamı hakkında bilinmeyen bazı gerçekleri ortaya koymaya çalışmaktır. Arşiv belgelerine dayalı yapılan kronolojik sınırlama IV. Mehmed'in saltanatının son on yılını kapsamaktadır. IV. Mehmed dönemi saray hareminde, dışarıda eğitim görüp satın alınan veya yeteneklerine göre saray dışında çeşitli hocaların evlerinde eğitilerek tekrar saraya gönderilen çok sayıda cariyenin yetiştirildiği görülmektedir. Cariyelerin eğitimleri, gerek haremde gerekse hocalarının evlerinde, hocalarından birebir ya da gruplar halinde aldıkları derslerle gerçekleşmiştir. Belgelerde, cariyelerin hocalarının isimleri, hangi sanatın ustası oldukları, aldıkları ücret ve nafakalar tespit edilebilmektedir Bu dönemde, haremde musiki alanında eğitim gören cariyelerin içinde, keman, kanun, tanbur, santur, çöğür, nefir, ney, musikar çalan sazende cariyelerin yanı sıra hanende cariyelerin olduğu da bilinmektedir. Cariyelerin hayal ve kukla oyunu başta olmak üzere bazı seyirlik oyunların eğitimini aldıkları da anlaşılmaktadır. Belgelerde, cariyelerin eğitimleri esnasında yapılan yeme-içme, giyim-kuşam ve muhtelif masraflarına ilişkin bilgilere de rastlanmaktadır. Sanat eğitimi alan cariyelerin tespiti, cariyeleri eğiten hocaların kimlikleri, eğitimin niteliği ve eğitim esnasında yapılan harcamalar göz önünde bulundurulduğunda, bu cariyelerin haremdeki konumları ve harem için ne derece önem arz ettikleri anlaşılabilmektedir.

18. Yüzyıl Mutasavvıf ve Şairlerinden Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Hayatı ve Eserlerinde Musiki Olgusu

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 281 · Sayfa: 201-222 · DOI: 10.37879/belleten.2014.201
Tam Metin
18. yüzyılda yaşamış büyük Türk mutasavvıfı âlim ve şairi Erzurumlu İbrahim Hakkı; 18 Mayıs 1703 tarihinde Hasankale' de dünyaya gelmiştir. Erzurumlu İbrahim Hakkı yazmış olduğu önemli eserleri ile günümüze kadar ulaşmış ve etkisi yıllar sonrada sürecek önemli bir şahsiyettir. Bu çalışmanın amacı çok yönlü ilim insanı ve mutasavvıf Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın hayatı ve eserlerindeki musiki olgusunu incelemektir. Araştırmada İbrahim Hakkı'nın hayatı ve eserleri musiki yönü ile ele alınarak incelenmiş, İbrahim Hakkı'nın eserlerinde musiki ve onun için musikinin ne ifade ettiği daha önce yapılmış çalışmalar doğrultusunda ortaya konulmaya çalışılmıştır. 18. yüzyılda yaşamış, oldukça geniş bir dünya görüşü ve kültür birikimine sahip bu değerli ilim insanının hakkında yazılan pek çok önemli çalışma mevcut iken onun sanat ve musiki yönünü konu edinen birkaç çalışmaya rastlanmıştır. Bu nedenle çalışmaya ihtiyaç duyulmuştur. Bu araştırma nitel bir araştırma olup, araştırmada literatür tarama yöntemi kullanılmıştır. Makale ile ilgili verilerin toplanması için öncelikle kütüphane ve arşiv taramalarına dayalı kapsamlı bir literatür çalışması ve internet araştırmaları yapılmıştır. Araştırma ulaşılan kitap, dergi, tez, sempozyum bildirileri, internet kaynakları ile sınırlıdır. Araştırmada Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın eserlerinden özellikle Marifetname ve Divan'da musiki olgusuna yer verdiği ve onun için musikinin önemli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Gazelleri, İlahileri, Rubaileri ile ilahi aşkı en güzel ve etkileyici bir biçimde ifade eden İbrahim Hakkı Türk Tasavvuf Musikisinde de önemli bir yere sahiptir. Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın aile hayatı ile ilgili olarak pek çok kaynakta oğlu İsmail Fehim'in güzel kanun ve santur çaldığı belirtilmiştir. Oğlunun musikiye olan ilgisinin Erzurumlu İbrahim Hakkı tarafından hoşnutlukla karşılandığı ve onu dinlemekten zevk aldığı anlaşılmaktadır. Oğluna ait santur ve santur kabı Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesinde sergilenmektedir.

Mekân ve Müzik: Osmanlı Döneminde İstanbul'un Çokkültürlü Müzikli Eğlence Mekanları

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 277 · Sayfa: 879-904
Kültürün bir unsuru olan müzik, yaratım ve tüketim açısından insanlar ve mekânlarla varolur. Müzik her tür mekânda sunulabilse de, farklı insanların müziği birlikte yaratıp, tükettikleri özel mekânlar vardır ki, bunlar müziğin kültürel unsurlarındandır. Bu mekânlar, aynı zamanda, müziğin yaratım, seslendirme ve tüketim şeklini belirler. Bizans'tan günümüze kent kültürü olgusunu temsil eden İstanbul, bu özelliğini çeşitli mekanlarda çokkültürlü olarak gösterir. Toplumsal ve müziksel çokkültürlüğün aynı anda bulunduğu yerler ise, İstanbul'un çeşitli eğlence mekânlarıdır. Bu çalışmada, Osmanlı döneminde İstanbul'daki mekan ve müzik ilişkisi, etnomüzikoloji disiplini içinde, kültürleşme ve çokkültürlülük bağlamında araştırılmış, yedi kapalı ve üç açık olmak üzere, on bir müzikli mekan türü ortaya çıkmıştır. Bu mekan türleri, kavramsal, tarihsel ve sosyo-kültürel yaklaşımlarla ayrı ayrı incelenmiştir.

Peyami Safa’nın Eserlerinde Güzel Sanatlar

Erdem · 2012, Sayı 62 (Peyami Safa Özel Sayısı) · Sayfa: 99-110
Tam Metin
Peyami Safa, Türk düşünce, kültür ve sanat hayatının en önemli şahsiyetlerinden biridir. Türk edebiyatına damga vuran önemli romanlarının dışında bilgi ve kültür birikimiyle Türk fikir hayatında önemli bir yere sahiptir. Yazar, romanlarının dışında yazılarında, sohbet ve röportajlarında roman, edebiyat, kültür, güzel sanatlar gibi pek çok konudaki düşüncelerini ortaya koymuştur. Biz de bildirimizde romanlarından, yazılarından, röportajlarından hareketle "Peyami Safa'nın Eserlerinde Güzel Sanatlar"ı göstermeye çalıştık.

İsmail Müştak Mayakon’un Atatürk’ün Sofrasında Tuttuğu Notlar

Erdem · 2008, Sayı 51 · Sayfa: 171-178
Tam Metin
Atatürk'ün sofrası; devlet adamlarının, bilim insanlarının ve sanatçıların bir araya geldikleri, ülke ve dünya sorunlarını, bilimsel konuları tartıştıkları akademik bir ortamdır. Bu ortamlarda Atatürk, katılımcıların düşüncelerini dinledikten sonra, kendi görüşlerini de katarak konuşulanlardan bir senteze gitmiştir. Çoğu kez Atatürk'ün sofrasında bulunan İsmail Müştak Mayakon bu tartışmaları kayda geçirmiştir. Bu notlardan biri de 2/3 Ekim 1937 Pazar gecesi Park Oteli'nde tutulmuştur. "Bir Gecenin Hatırası" başlığını taşımaktadır. Dönemin kadın havacılarından Naciye Toros, Yıldız Uçman, Perihan Eldeniz, Saim Ali Dilemre ve Saadettin Kaynak'ın musiki hakkındaki görüşlerine Atatürk'ün verdiği yanıtları içeren bu notlarda Atatürk'ün sanata ve musikiye bakışının yanı sıra, insan zekâsına verdiği değeri de bulmak olasıdır.