104 sonuç bulundu
Dergiler
- Belleten 104
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Tarih 20
- Türkiye 17
- Türk Tarih Kurumu 15
- Türkler 15
Atatürk Özgürlük Savaşının Macar Basınında Yankıları
Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 177 · Sayfa: 79-86 · DOI: 10.37879/belleten.1981.177-79
Özet
Kemal Atatürk'ün muzaffer harplerinin Macar umumi fikirlerinde yarattığı duyguları kısaltarak belirtmek için, sayısı pek çok günlük Macar basınından ancak ikisini dahi ele almak yeterlidir. Bu iki gazeteden biri en eskisi, diğeri ise en yenisidir. En eskisi, 1840'ta kurulan Pesti Hirlap (Peşte Haber Gazetesi) 'in görevi Fransız, İngiliz ve Amerika büyük gazetelerinin yayınlarım aktarmak idi. Bu yabancı gazeteler Sevr muahedesi zihniyetiyle, genel olarak Yunan haberlerini olduğu gibi aldıkları için çoğunlukla gerçeği yansıtmıyorlardı. Aynı zamanda Triyanon barışı hazırlıkları en kötü siyasi münakaşalara yol açtığından Macar genel efkârı kötümser, içe dönük ve duygusuz (apathique) idi. Her yön adeta çember içine alınmıştı. Bir misal olarak şunu zikredebiliriz : Romen Dışişleri bakanı Take Jonescu, yağma edilmesi kararlaştırılan Macar arazisinin bir kısmını Macarlara bırakmak yerine tekmilinin bölünmesini ve bir hissenin Polonya' ya verilmesini teklif etmişti. Bu teklif Varşova'da aleyhte şiddetli bir nümayişle karşılandı. Bin yıldan beri süre gelen Leh - Macar dostluğuna işaretle, ancak müstakil bir Macaristan'la ortak sınır sahibi olmak isteniyordu. Ancak Macaristan'da, Türkler hakkındaki düşmanca duygulu dünya basım haberlerine inanmayan ileri görüşlü kimseler 1920 Aralık sonunda Magyarsag (Macarlık) adli günlük gazete çıkarmayı başardılar. Kısa zamanda halkın benimseyerek sevdiği bu gazete, Türk menfaatlerinin savunucusu idi. Harbin ortasında kendi muhabirlerini Türkiye'ye gönderdi.
Des Mots Importants de Mustafa Kemal (Atatürk)
Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 177 · Sayfa: 43-56 · DOI: 10.37879/belleten.1981.43
Özet
1905 Damas. II ne s'agit pas de mourir, mais, avant la mort, créer et stabiliser notre idéal. (A. II 49, B. 1298) 1906 Salonique. Notre but est la délivrance de notre patrie malheureuse. (B. I 622; ASD II I ) 1908 Hiver (Salonique). Il faut achever la révolution. Je le ferai. (A. II 12) 1918 24.V. (İstanbul). Dédicace Ruşen Eşref: Malgre tout, nous avançons vers une lumiere süre. La force qui me donne cette foi, c'est, part de l'amour sans bornes à ma patrie et mon peuple, la conviction qu'il y a, au milieu des ténèbres, du manque de caractère et de la charlatanerie actuelle, une jeunesse patriotique aspirant à la lumière. (Hakimiyeti Milliye , 16.V.1933) 4. XI . (Adana). Dorénavant, il faut que notre nation défende ses droits et que nous lui montrions sa voie et, autant que possible, lui aidions avec toute l'armée. (C. 1 29) i3. XI. (İstanbul). Ils s'en iront, comme ils sont venus. (Cevat Abbas Gürer: Atatürk'ün zengin Tarihinden Birkaç _Yaprak, 1939, 166) 15.XI. Toute la nation ottomane doit croire qu'elle n'a pas un ami plus bienveillant que l'Angleterre. (Minber, 17. XI.1918)
M. Kemal Atatürk'ün Doğumunun 100. Yıldönümü (19 Mayıs 1981) Türk Tarih Kurumu'nun Kuruluşunun 50. Yıldönümü (15 Nisan 1981)
Belleten · 1980, Cilt 44, Sayı 176 · Sayfa: 629-642 · DOI: 10.37879/belleten.1980.629
Özet
Tam Metin
Yıl 1918. Birinci Cihan Savaşı, Osmanlı Devletinin katıldığı müttefik grubunun mağlubiyeti kabul etmesi ile sonuçlanmıştı. Mondros Mütarekesinin imzası ile Türk yurdunun hemen her bölgesi istilaya uğruyordu. 25 maddelik bu belge, her bakımdan bir devletin henüz sulh antlaşması yapılmadan egemenliğinin ortadan kalkması idi. Özellikle 7. maddeye göre "İtilaf devletleri emniyetlerini tehdit edecek bir durum karşısında herhangi bir sevkulceyş (stratejik) noktayı işgal hakkını haiz olacaklardır". Bu madde çok geniş yorumlara ve uygulamalara neden olmuştur. Osmanlı hükümeti acz içinde idi. Padişah Kanun-i Esasinin (Anayasa) 7. maddesinin kendisine tanıdığı hakka dayanarak Meclisi Mebusanı feshetmiş, (21.XII.1918) ancak yine kanuna göre yeni seçimlerin 4 ay içinde yapılması ve bunun da ilânı gerektiği halde bu dikkate alınmamıştır. Böylece meşruti idare Osmanlı devlet bünyesinden süresiz olarak kalkmış bulunuyordu.
IL VELTRO. 2-4, Anno: XXIII, Marzo - Agosto 1979, 40, 539 S. (Le Relazioni tra l'Italia e la Turchia = İtalya ile Türkiye arasındaki ilişkiler). [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 1980, Cilt 44, Sayı 176 · Sayfa: 753-762
Özet
Tam Metin
1957'den bu yana "İtalyan Kültürü Dergisi" olarak yayımını sürdüren II Veltro'nun 1979 Mart-Ağustos aylarına ait XXIII. cildinin 2-4. sayıları, Türkiye ile İtalya arasındaki ilişkilere ayrılmış bir "özel sayı" niteliğinde çıktı. Normal sayılarının yanıbaşında İtalyan Kültürünün önemli konularını ele alan, ya da İtalya ile diğer ülkeler arasındaki ilişkileri inceleyen özel sayılar çıkarmakla da tanınan II Veltro, İtalya Cumhurbaşkanı'nın 1979 da sözkonusu olan Türkiye gezisi nedeniyle, 24. özel sayısını iki ülke arasındaki ilişkileri inceliyen yazılarla dolu olarak çıkarmış bulunuyor. Gerçekten de büyük boyda (40) 539 sayfa tutan bu özel sayı, Türkiye ile İtalya arasında en eski çağlardan günümüze değin ilişkileri her yönüyle inceleyen '36' makaleyi içermektedir. İki ülkenin Cumhurbaşkanları Sn. Sandro Per tini ile Sn. Fahri Korutürk'ün mesajlarından ve dergi yazıkurulunun açıklamasından (3-8) sonra inceleme yazıları, tarihsel gelişime de uygun olarak '4' bölüm içerisinde verilmekte (9-520), bunları da "Dünya'da İtalyan etkinlikleri" ile, özel sayıda yazıları bulunan araştırmacıların kısa biyografilerini içeren birer ek izlemektedir.
Kurtuluş Savaşında Talat Paşa ile Mustafa Kemal'in Mektuplaşmaları
Belleten · 1980, Cilt 44, Sayı 174 · Sayfa: 301-346 · DOI: 10.37879/belleten.1980.301
Özet
Tam Metin
Son yıllarda İttihat ve Terakki tarihi üzerinde bir ilgi yoğunlaşması oldu. Yapılan birçok yeni araştırma İttihat ve Terakki hareketinin farklı dönemlerine aydınlık getirdi. Bu araştırmaların en az aydınlattığı konu, İttihat ve Terakki önderlerinin, Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra Türkiye'yi terk ederek Avrupa'ya gittiklerinde, orada nasıl bir çaba gösterdikleri, örgütlenmeye girdikleridir. İttihat ve Terakki önderlerinin ülkeyi terk etmeleri başarılı olamamış siyasetçilerin bir "inzivaya" çekilmesi demek değildi. Ülke dışında olsalar da, Türkiye'nin kurtuluş uğraşında etkin bir rol oynamak ve kurtuluş sonrasında, ülkede siyasal önderliği tekrar ele geçirmek istiyorlardı. İktidara gelişinden beri İttihat ve Terakki önderleri arasında süregelen yarışma ve gerilimler bu dönemde de sürmüştür. İttihat ve Terakki'nin önderleri çeşitli Avrupa ülkelerinde ayrı ayrı şehirlerde küçük gruplar halinde örgütlenerek çalışmışlardır. Önderler arasındaki bu görüş ayrılıklarına ve gerilimlere karşın, yine de hareketin bir bütünlüğü vardır. Bu bütünlük, Kurtuluş Savaşı sonrasında ülkede siyasal önderliğin İttihat ve Terakki'nin kontroluna geçmesi etrafında kurulmaktadır.
Önderliğin Başlangıç Yılları: Mustafa Kemal'in Libya'yı İlk Ziyareti, 1908
Belleten · 1980, Cilt 44, Sayı 173 · Sayfa: 83-96 · DOI: 10.37879/belleten.1980.83
Özet
Tam Metin
Mustafa Kemal'in Türk - İtalyan savaşında (1911-12) oynadığı rol iyi bilinmektedir; Derne yakınında Ayn el Mansur'da cephe kumandanıydı. Tüm Berka (Sirenayka) vilâyetinin Kumandanı Enver Bey aynı cephede bulunuyordu. Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Arşivleri'nde, savaş sırasında Mustafa Kemal'in eliyle yazılmış belgeler bulunmaktadır. Ayrıca zamanın gazetelerinde Deme cephesi hakkında bilgi veren yazılar ve fotoğraflar çıkmıştır. Daha sonra, Mustafa Kemal'in cephedeki rolünden ve Enver Bey'le olan anlaşmazlıklarından pek az kimse söz etmiştir. Bu bölge ve sorunları Mustafa Kemal için yabancı değildi. Mustafa Kemal'in Libya'yı ilk ziyareti kısa süreliydi ve askeri yanı sıra başka bakımdan da önem taşıyordu. Siyasal ve askeri başkaldırını n nedenlerini incelemek üzere, 1908 yılının Eylül ayı sonunda İttihad ve Terakki Cemiyeti'nce Libya'ya gönderilmiş ve aynı zamanda Genç Türkler'in buradaki durumunu güçlendirmesi buyrulmuştu. Bu ziyarete ilişkin bilgiler, Mustafa Kemal'in, ölümünden sonra yayımlanan anılarına büyük ölçüde dayalıdır. Zamanın belgeleri, Mustafa Kemal'in bu görevine yeni bir ışık tutmaktadır. Belgelerin yazarları, henüz tanımadıkları bu subayın kişiliği ile etkilenmişler, kimi erdemlerini sezmişler ve kişiliğinde büyük bir geleceğin saklı olduğunu anlamışlardır.
Beginnings of Leadership. Mustafa Kemal's First Visit to Libya, 1908
Belleten · 1980, Cilt 44, Sayı 173 · Sayfa: 69-82 · DOI: 10.37879/belleten.1980.69
Özet
Tam Metin
Mustafa Kemal's role during the Turkish - Italian war (1911-12) is well known; He was the commander of the front near Derna, in 'Ain al - Mansur. Enver Bey, who was the commander of the whole of Cyrenaica, stayed at the same camp. In the Presidential Archives in Ankara there are documents written by Mustafa Kemal during the war. In addition, there appeared contemporary journalistic descriptions and photographs of the Derna front. Later on, quite a few people described Mustafa Kemal's role there and his confrontations with Enver Bey. The area and its problems were not new to him. Mustafa Kemal's first visit to Libya was a short one and had more than a military aspect. He was sent there by the Committee of Union and Progress (CUP) at the end of September 1908, to investigate the reasons for political and military insubordination in Libya and was ordered to strengthen the Young Turks' status there. The descriptions of this visit are based to a great extent on Mustafa Kemal's memoires as published posthumously. Contemporary documents shed new light on his mission. Their authors were impressed by the character of this, to them yet unknown, young officer: they were aware of some of his virtues and realized the great future in store of him.
Kur'an Harfleri ve Atatürk Devrimlerine Karşı Çıkışlar
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 172 · Sayfa: 823-836
Özet
Tam Metin
Atatürk'ün ulusu yararına gerçekleştirdiği devrimlerin en büyüklerinden birinin 50. nci yılında bulunmamız nedeniyle, konuyu yazı devriminden ve bu devrimden 50 yıl sonra, kimi sorumlu kişilerin ve bu arada kişisel çıkar gözleyenlerin rejim dahil devrimlerimizin tümüne yönelmiş karşı görüş ve propagandalarından seçtim. Bugün sayıları milyonları bulan eğitimden yoksun yurttaşların arasında Arap yazısının kutsallığına, bu yazının dünyanın kurulduğu günden beri var olduğuna inandırılmış sayısız kişiler vardır. Gene bu eğitimsiz kütlelere Türk ulusunun yalnız Arap harflerini kullanmış olduğu, ayrıca bütün başarı nın tarihteki şan ve şereflerin Islam dinine borçlu bulunulduğu kanısı verilmiştir. Gerçekte kaba bir hesapla binyıl öncesinden başlayarak 1 Kasım 1928'e gelinceye kadar kullanılan Arap yazısı Türk ulusunun dil özelliklerine uygun düşmediği gibi, anlamı bilinmeyen sözcüklerin doğru okunması da mümkün değildi; bu yazıları okuyanlarca pek iyi bilindiği üzere. Bir soru gelebilir usumuza: Öyle ise atalarımız neden hem Arap yazısını hem de büyük ölçüde arapça sözcükleri aldılar? Gene 900 yıldan bu yana Selçuk ve Osmanlı İmparatorlukları iktidarlarında Türkler'le içiçe yaşayan Türk soyundan olmayan azınlıklar örneğin Rumlar, Ermeniler, hatta Müslüman olan başka etnik gruplar kendi dillerini belki bu ölçüde ihmal etmemişler de, zengin kökleri olan türkçe neden bu ölçüde gerilemiş, neden arapça ve farsça sözcükler ve kurallarla dolu bir resmi türkçe meydana gelmiş? Bunu yanıtlamak için sık sık yinelenen, tarihsel gerçeklerle de çelişen bir konuya değinmek istiyorum. O da Türklerin İslam dinini kendi bünyelerine uygun bularak hemen kabul ettikleri iddiasıdır. Oysa tam tersi...
Büyük General, Asil Düşman ve Cömert Dost Gazi Mustafa Kemal
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 171 · Sayfa: 619-634 · DOI: 10.37879/belleten.1979.619
Özet
Tam Metin
Lozan antlaşması imzalandıktan sonra, Türkiye ile İngiltere arasındaki tüm anlaşmazlıklar (Musul sorunu dışında) ortadan kalkıyor; 1926'da bu sorunun da çözümüyle iki ülke arasında dostluk ilişkileri kuruluyor; bu dostluk, Türkiye'deki İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk' in ve Türk önderlerinin içten çalışmalarıyla 1930 başlarında doruk noktasına eriyor; İngiltere Büyükelçisi, İngilizlerin Türklere olan güven ve dostluk duygularını kanıtlamak amacıyla, ya kişisel olarak Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal'e veya Türk yönetimine bir iyi niyet gösterisinde bulunulması için kendi yönetimini sıkıştırmaya başlıyordu. Bu iyi niyet gösterisinin ne olabileceği İngiltere Dışişleri Bakanlığında tartışılırken, Doğu Dairesi yetkililerinden A. K. Helm'in 14 Eylül 1931'de aklına şu fikir geliyordu: "Gaziye dostça bir jestte bulunmamız için yapılan öneriden hemen sonra, Gelibolu (Anafartalar) savaşının resmi tarihini kapsayan yapıtın kimi bölümlerinin elimize geçmiş olması bana şu fikri verdi: bu yapıtın uygun biçimde ciltlenmiş bir suretini Gaziye takdim edersek aynı amaca yardım etmiş olmaz mıyız? Bu denli bir ödülün onu çok sevindireceğine eminim. Gazinin Anafartalar savaşı hakkında konuşurken duyduğu zevkin ne kadar büyük olduğunu kişisel deneyimle saptamış bulunuyorum. Sonra bu yapıtta, Mustafa Kemal'in, yarımadanın savunulmasında önemli ve kesin bir rol oynadığı gösterilmektedir. Bu ödülün dilendiği biçimde etkili olabilmesi için Büyükelçimizce Gaziye takdim edilmesi gereklidir".
Bir Devrim Eri
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 305-308 · DOI: 10.37879/belleten.1979.305
Özet
Tam Metin
Atatürk dönemi bir devrim dönemidir. Bu döneme emeğini katmış herkes bir "devrim eri" sayılır. Ne var ki, bir dönemi kendi çabasıyla yaşayanların sayısı çok azdır. Bu yıl sekseninci yaşına basan Uluğ İğdernir de bu az kişilerden biridir. Devrim, genel tanımıyla, geçerliği kalmamış bir düzenin, tutarlı bir düzenle ortadan kaldırılması eylemidir. Devrimci, yıkması gereken düzeni çok iyi bilmekle birlikte, onun yerine neyi koyabileceğini de iyi kestirebilmelidir. Bu olmadı mı, devrim gibi, toplum yaşamını tepeden tırnağa değiştirmeyi amaçlayan bir eylem, bir karmaşa ortamı yaratır. Bunun etkisiyle, toplum ilerleyeceğine geriler. Toplumların yaşamında bunun örnekleri çoktur. Kişinin bilinçli olması, birey olarak sorumluluğunu bilmesi, devrime neler katması gerektiğini kavraması çok önemlidir. Kişi, tam anlamıyla bir devrim emekçisi olmalıdır. Kanıyla canıyla adamalıdır kendini devrime. Denetimsiz bir ortamda, tek başına, kendini bir "toplum" gibi sorumlu duymalıdır. Kendi emeği eksilince, devrimin ana taşlarından birinin düştüğünü varsaymalıdır. Devrimin var olmasının ya da yok olmasının kendine bağlı olduğunu bir bilinç olarak kişiliğine sindirmelidir.