10 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • Orta Çağ
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Karacahisar Kalesi’nde Bulunan Bir Sikkenin İzinde: Ramazan 790 Tarihli I. Murad Sikkeleri

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 489-525 · DOI: 10.37879/belleten.2023.489
Tam Metin
Bu makalenin konusu Osmanlı sikkeleri içerisinde üzerinde ilk kez görülen ifadeler içeren I. Murad dönemine ait Ramazan 790 tarihli mangırlardır. Bu sikke tipi, üzerinde darbedildiği tarihi ay detayı (Ramazan) ile birlikte veren tek Osmanlı sikkesi olması bakımından önemlidir. Sikke ayrıca, Osmanlı dönemi mangırları içerisinde üzerinde sultanın babasının adının yazılmadığı tek örnektir. Sikkenin üzerinde yazan “azze nasruhu” ibaresinin Osmanlı mangırları içerisinde ilk defa bu tip üzerinde görülmesi de dikkate değer bir diğer özelliktir. Birçoğu müze ve özel koleksiyonlarda olmak üzere tespit edilmiş çok sayıda Ramazan 790 tarihli sikke olmasına karşın, bugüne kadar bahsi geçen sikke tipinin nümizmatik açısından detaylı incelemesi ve sikkelerdeki verilerin temsil ettiği tarihsel süreç ile ilişkisi sebep sonuç bağlamında ele alınarak değerlendirilmemiştir. 2001 yılından itibaren aralıklarla devam eden Karacahisar Kalesi kazılarının 2019-2022 yılları arasındaki sürecinde I. Murad dönemine ait 281 adet (7 akçe, 274 mangır) sikke bulunmuş olup bu sikkelerden 40’ı makalenin konusu olan Ramazan 790 tarihli mangırlardır. Bu sikke, üzerinde net tarih bildirildiği için ele geçtiği kontekstte karşılaşılan diğer arkeolojik verilerin tarihlenmesine önemli katkı sunmuş, aynı zamanda Karacahisar Kalesi’nin tarihsel süreci ile yazılı kaynakların çok az olduğu bir tarihsel aralığa dair önemli çıkarımlara kaynaklık etmiştir. Çalışmamızda Karacahisar Kalesi kazılarında bulunan örneklerin ışığında bahsi geçen sikke tipinin nümizmatik bilimi çerçevesinde analizi yapılarak değerlendirilmiş, bu sikke grubunda ilk kez karşılaşılan tercihlerin sebepleri üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu makalede 1388 yılının 3 Eylül ile 2 Ekim aralığındaki bir tarihte basılan sikke ile yakın tarihlerde gerçekleşen tarihsel olayların bağlantısının olup olamayacağı sebep sonuç ilişkisi bağlamında tartışılmıştır.

Silifke Kalesi’nde Ortaya Çıkan Bir Grup Sikke

Höyük · 2022, Sayı 10 · Sayfa: 191-211 · DOI: 10.37879/hoyuk.2022.2.191
Tam Metin
Mersin ili, Silifke ilçesinde bulunan “Silifke Kalesi” hac ve ticaret yolu üzerinde yer almaktadır. 186 metre yüksekliğinde bir tepe üzerinde yer alır. İlk yerleşim Orta Kalkolitik Çağ’da başlamıştır. Hitit ve Asur Dönemi’nde de iskânın görüldüğü Silifke Kalesi’nde ilçeye ismini de veren Selefkoslar (MÖ 321 - MS 95) Dönemi’nde kale ve şehir büyük bir gelişim sağlamıştır. Kalenin Romalılar (MÖ 95 - MS 395) Dönemi’nde, akropol olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Kalenin ana şeklinin Roma Dönemi’ne ait olduğu, günümüze ulaşan hâlinin ise büyük oranda Bizans Dönemi’ne ait olduğu bilinmektedir. Roma, Bizans, Ermeni, Rodos Şövalyeleri, Karamanoğlu ve Osmanlı Dönemlerinde de kaleye eklemeler ve onarımlar yapılarak kullanılmıştır. Kale geçirdiği onarım ve değişiklikler sonucu bugün bir Orta Çağ kale-kenti görünümündedir. Prof. Dr. Ali Boran başkanlığında 2011 yılından beri devam eden kazı çalışmalarında, kale burçlarının bir kısmı, Camii, konut olarak kullanılan mekânlar ve sarnıçlar gün yüzüne çıkarılmıştır. 2020 yılı kazı çalışmaları kalenin Kuzey-Batı bölümünde B4 mekânı güneyinde yer alan Hisarpeçe ve A2 mekânı arasında kalan alanlarda gerçekleştirilmiştir. Bu alanda yapılan kazı çalışmalarında farklı dönemlere ait sikkeler çıkarılmıştır. Kazılar sonrası farklı mekânlar da Roma, Bizans, Kilikya Tâbi Ermeni Baronluğu, Karamanoğlu Beyliği, Osmanlı Devleti ve Avrupa sikkelerinin yer aldığı 186 eser ele geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan sikkelerin temizliği ve konservasyonundan sonra tanımlama ve değerlendirmeleri yapılmıştır. Araştırmanın temel amacı 2020 kazı döneminde özgün örnekler olarak gün yüzüne çıkarılan bu sikkelerin tanımlanması, benzer örneklerle karşılaştırılarak dönem özelliklerinin belirtilmeye çalışılarak literatüre kazandırılmasıdır.

Yirmibirinci Yüzyıla Girerken Klasik Çağ Düşüncesi, Avrupa ve Türkiye

Belleten · 1992, Cilt 56, Sayı 216 · Sayfa: 513-530
Tam Metin
Avrupa'yı ortaçağdan çıkarıp onu yeni bir hayata kavuşturan, yeni çağı açan klasik çağ düşünürlerinin 21. yüzyıla girmeye hazırlanan Avrupa için ve Atatürk devrimi ile çağdaşlaşma yolunda büyük bir atılım yapan ülkemiz için anlamı ve önemi nedir? Bu soruyu cevaplandırmadan önce klasik filolojinin, klasik eğitimin, humanist düşüncenin Atatürk'ün yaratmak istediği yeni Türkiye için hayati önem taşıdığı fikrinin ilk olarak 1940'ta Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji kürsüsünde dile getirildiği belirtilmelidir. 1940 yılından beri de kürsü mensuplarının çalışmalarında ön planda tutulduğunu hatırlatmak gerekir. Daha sonra 1960'ta yayınlanan L'Humanisme a Venir'de sorun tarihi bir çerçeve içinde teorik açıdan incelendi. 1976 ve 1977 yıllarında, bilindiği gibi, Klasik Çağ Araştırmaları Kurumu düzenlediği iki simpozyumda sorunu değişik açılardan inceledi. Son olarak 1-2 Aralık 1991'de düzenlenen seminerin amacı 21. yüzyıla girerken klasik filoloji, klasik eğitim ve klasik düşüncenin Avrupa'daki ve Türkiye'deki yerini saptamaktı.

Türk Sosyal Hayatında Kölelik

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 187 · Sayfa: 805-830 · DOI: 10.37879/belleten.1983.805
Tam Metin
İnsanlık kadar eski bir geçmişi olan kölelik, bir insanın bütün varlığı ile bir başkasının tasarrufunda bulunmasıdır. Önceleri savaş esirliği ile ortaya çıkan, beslenen ve sosyal hayata yerleşen kölelik kurumu, zamanla toprağa bağlı kölelik, toplu kölelik ve ev içi hizmeti köleliği biçiminde geniş bir kullanım alanını içine aldı. Bu yapısıyla da yüzyıllar boyu varlığını korudu ve sürdürdü.

Ortaçağları Araştıran Türk Tarihçilerinin Yeni Eserleri

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 87-94 · DOI: 10.37879/belleten.1983.87
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu'nun 8. kongresi (Ekim 1976) memlekette en eski bu meşhur bilimsel teşkilatın elli yıllık faaliyetini sonuçladı . Kemal Atatürk tarafından kurulan ve kendisinin önerdiği programa dayanarak çalışmalarına başlayan Kurum Türkiye'de tarih biliminin gelişiminde büyük rol oynamıştır ve kendi üyelerinin eserleriyle dünya şarkiyatına önemli katkıda bulunmuştur. Kurum'un bilimsel faaliyeti üstüne Genel' Müdür Uluğ iğdemir'in yayımladığı hesap raporu Türk halkları ve tüm doğu halklarının tarihi üstüne birçok sorunlar, kaynaklar ve belgelerin yayımlanması, kitaplıkların ve arşivlerin işi, Kurum'un uluslararası ilişkileri üstüne monografi araştırmalar hakkında bilgi vermektedir. İlginç şurasıdır ki, yabancı bilginlerin Türkçeye çevrilen eserleri listesinde (topyekûn 1-43) 47 eser Sovyet bilginlerine ilişkindir. Bartold'un hemen hemen tüm eserleri, Yakubofski, Gordlefski, Kraçkofski, Okladnikof, Bernştam, Denike, Gryaznof, Melioranski, Kiselyof ve başkalarının birçok eserleri çevrilmiştir. Doğu memleketlerinin Ortaçağ tarihi sorunları Türk tarihçilerinin eserlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Maalesef, bu eserler Sovyet tarihçilerine hemen hiç malum değildir, bunun içindir ki, bunlardan bazıları üzerinde mufassalan durmak gerektir. Ortaçağları araştıran Türk tarihçilerinin araştırma faaliyeti genellikle iki yönde sürdürülmektedir. Ortaçağ yazılı kaynakların çevrilmesi yönünde (Arap, Fars, Ermeni, Suriye ve Moğol dillerinden) ve metin ve kaynaklar faksimillerinin basılması yönünde (Arap, Fars ve Eski Türk). Genel Türk problemlerine, hilafete, Selçuklulara, Osmanlılara, her türlü Türk hanedanı veya devletlerine, keza şimdi Türkiye Cumhuriyeti terkibinde veya sınırlannda bulunan topraklarda vuku bulan hareketlere münasebeti olan kaynaklar araştırmalara alınmıştır.

Ortaçağ'da Türk Hükümdarları Tarafından Batılılara Ahidnamelerle Verilen İmtiyazlara Genel Bir Bakış

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 95-104 · DOI: 10.37879/belleten.1983.95
Tam Metin
Anadolu Selçuklu Devleti Hükümdarları tarafından ilk defa XIII. yüzyılda Hıristiyan Devletlere ahidnâmeler verilmeye başlanmıştır. Ahidnâmeler (kapitülasyonlar), bugünkü antlaşmalardan farklı olarak, yabancılara imtiyaz tanıyan belgelerdir. Ahidnâmeler, diğer Müslüman Devletlerde olduğu gibi Türkler tarafından da Fıkıh'a göre düzenlenmiştir. İslâm Hukukuna göre, dünyadaki ülkeler ikiye ayrılmaktadır: Birincisi; daru'l-harb yani İslâm egemenliğinde olmayan ülkeler. İkincisi; daru'l-islâm, İslam egemenliği altında bulunan ülkelerdir. Darü'l-harp de bulunan Müslüman olmayanlar "harbî" yani savaş durumunda sayılı rlardı. Müslüman olmayanları n kanun himayesine alınmaları ve ahidnâme elde etmeleri için "amân" istemeleri gerekiyordu. Âmân dileyerek İslâm ülkesine giren yabancıların canları ve malları hukuken kanun himayesine alınmakta ve kendilerine de "müste'min" adı verilmekteydi. İslâm hükümdarları tarafından ahidnâmeler, tek taraflı ve şahısları adına verilmekte ve sadece saltanatları boyunca geçerli olduğundan, halefleri tarafından da yenilenmeleri gerekmekteydi. Batılı Devletler ile Müslümanlar arasındaki ticaret, özellikle XI. yüzyılın sonunda başlayan Haçlı seferleri nedeniyle gelişmiştir. Eski çağlardan beri önemli ticaret yolları üzerinde bulunan Anadolu'nun, Türkiye Selçuklu Sultanları tarafından güvenliğinin sağlanmasıyla da, bu ticarette oynamış olduğu rol daha da artmıştır. Anadolu Selçuklu Sultanları Antalya (1207) ve Sinop (1214) gibi önemli limanların fethinden sonra, deniz aşırı ülkelerle ticari ilişkilerini geliştirmeye ve Hıristiyanlara ahidnâmeler vermeye başlamışlardır. Ahidnâmeler verilmesinde başlıca amaç, uluslararası ticareti teşvik etmek ve siyasal dostluklar sağlamak olmuştur

BERNARD LEWIS, The Muslim Discovery of Europe, New York-London, 1982, 350 Sayfa [A IV/6732]. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 395-396
Tam Metin
Şark âlemini en iyi bilen batılı araştırıcılardan biri olan B. Lewis, uzun zamandan beri sürdürdüğü araştırmalarının sonucunu güzel bir cilt halinde yayınlamış bulunuyor. Doğu tarihi üzerinde çalışanlar, kendi ülkeleri için yararlı bilgiler getiren kitaplar ve makaleler kaleme almışlardır. Yazar, bu kitabında doğu aleminin batı âlemini nasıl tanıdığı üzerinde duruyor. Şark araştırmaları için "istişrak" ve alanda çalışanlara "müsteşrik" gibi sözcükler uydurulmuş ise de batıyı öğrenme çabalarına herhangi bir öneri bulunmamaktadır. Konumuz istişrak [ = orientalizm] olmadığı için, geriye bakacak değiliz. Zira bu konuda çok güzel araştırmalar yapılmış ve kaynakçalar derlenmiştir. Fakat doğulu yazarların batı hakkındaki düşüncelerini ele alan araştırmaların sayısı epey azdır. Bu arada, üstünlüğün gene batı aleminden yetişen kişiler elinde olduğuna işaret etmeliyiz. Ortaçağ'daki arap coğrafyacıların eserlerinden başlıyarak, Haçlı Seferleri sırasında islam tarihçilerin verdikleri bilgiler, İdrisi, Reşidüddin, Uman gibi batı hakkında bilgi veren doğuluların eserlerinin çağdaş bilimsel yöntemlerle ortaya koyma çabaları, genellikle batı da gerçekleştirilmiştir. Bunun nedenlerini sıralarken, gereksinme ve basımın önceliğinin batı âleminde olduğunu söylemekle yetiniyoruz. Bunun yanında, ayrı düşün yapılarının da etkili olduğunu işaret etmeliyiz. B. Lewis, her iki düşün dünyasının belli başlı dillerini çok iyi bildiği ve ilk çalışma dönemlerinden başlı yarak çeşitli toplantılarda ve eserlerinde tartışma ortamı açtığı için bu konuya yetkiyle eğilecek birkaç kişiden birisidir.

Kitaplardan Haber [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 179 · Sayfa: 329-332
Tam Metin
Ortaçağda güçlü bir monarşi olan Gürcistan Krallığı, büyük veba salgını, 14. yüzyıl sonunda Timurlenk'e karşı direnmek için girişilen uzun savaşlar, son olarak da, İstanbul'un Türkler tarafından ele geçirilmesi gibi çeşitli olayların etkisiyle, onbeşinci yüzyılın ortalarından başlayarak parçalanmış ve onaltıncı yüzyılın başında yerini bazı küçük devletlerle prensliklere bırakmıştır. Krallığın dağılması, Gürcüleri, komşu Osmanlı ve Safevi imparatorluklarının nüfuz politikalarının hedefi durumuna getirmiş, onaltıncı yüzyılın sonlarında Rusların güneye doğru ilerlemeleri, Kafkasya'nın tümü üstünde askeri ve diplomatik nüfuz savaşımını yoğunlaştırmıştır. Bu savaşının bir sonucu olarak, Rus çarları ile 1564-1605 yılları arasında Doğu Gürcistan' yöneten Gürcü kralları arasında onyedi elçi gidip gelmiştir. Bu elçilerin tuttukları kayıtların bir bölümü Rus devlet arşivinde günümüze değin kalmış; ilk kez Çar I. Nikola döneminde Rusya'da Gürcü araştırmalarının öncülüğünü yapmış olan tanınmış Fransız bilgini M. F. Brosset tarafından ayrıntılı olarak incelenmiş, daha sonra S. A. Belokurov, Rusça metinlerin 1578-1613 dönemini kapsayan bölümünü 1889 yılında Moskova'da yayımlamıştır.

FUAT SEZGİN, Geschichte des Arabischen Schrifttums, cilt 7, E. J. Brill, Leiden 1979, XVI + 486 sayfa, 196 guilder. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 178 · Sayfa: 113-114
Tam Metin
Fuat Sezgin'in ünlü yayınının yedinci cildi de çıkmış bulunuyor. Bu cilt altıncı cildin tamamlayıcısı ya da kardeş cildi sayılabilir. Çünkü altıncı cilt astronomi üzerine idi. Son çıkan bu yedinci cilt ise astroloji konusunda. Astronomi ile astrolojinin, bunlar hakkında günümüzde kesinlikle sahip olduğumuz farklı değer yargıları açısından, birbirlerinden ayırdedilmeleri çok uygun olmakla beraber, bu iki konu Ortaçağda çok içiçe bir durumda olduklarından, eldeki metinlerin bu açıdan tefriki her zaman kolay olmasa gerektir. Fuat Sezgin'in bu konuları ayrı ayrı ciltler içine almayı, herhalde, kısmen olsun, ciltlerin uygun hacimde olabilmesi bakımından tercih etmiş olduğu düşünülebilir. Ayrıca, bu cildin bölümlere ve kısımlara ayrılışı da bu sayede bu konuya özgü bir biçimde yapılabilmiştir. Cildin tümü üç ana kısımdan oluşuyor. Bu ana kısımlar yerine göre tâli kısımlara ya da bölümlere, bölümler de tekrar kısımlara ayrılıyor. Bunlara tekabül eden başlıklar da genel astroloji; meteoroloji ve onunla ilişkili konular; Arapların ulusal meteoroloji ve astronomisi; kaynaklar, Arap astrologlar; Arap meteorologlar; astrolojik meteoroloji; Arap astrometeorologIar, envai ve envâi tipi eser yazarları başlıklarıdır.

Balat (Ortaçağ'da Miletos) Kentinin Ekonomik Canlılığının Kanıtları

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 297-304 · DOI: 10.37879/belleten.1973.147-297
Tam Metin
Son yıllarda, ortaçağ yapılarının duvar sıvalarına kazınmış resimlerin (graffiti) incelenmesi yeniden ilgi uyandırmıştır. Bu konudaki incelemeler, yazıtlar ve Batılı hacıların armaları, ya da çoğunlukla Hristiyan anıtları, kilise ve manastırların duvarlarına kazılmış ya da oyulmuş, akidographemata diye de adlandırılan gemi resimleri üstünde yoğunlaşmıştır. Gerçekten, dinsel yapıların duvarlarına resim kazınması, oyulması ya da çizilmesi, özellikle gemi resimleri, doğuda Isfahan'a, güneyde Nil'in ilk çağlayanına, kuzeyde Helsingör'e, batıda Ren vadisine dek uzanan yaygın bir uygulamadır. Bu resimlerin amacı ile ilgili olarak çeşitli nedenler sıralanabilir. Bir çok durumlarda, ortaçağa ilişkin ad ve arma resimleri, söz konusu kişinin belli bir yere geldiğinin belirtisinden öte bir anlam taşımıyordu. Kudüs ya da Sina'daki St. Catherine Manastırı gibi din bakımından önemli kutsal ziyaret yerlerinde ise bu resimler, ziyaretçilerin toplumsal durumlarını gösteren bir çeşit sembol oldukları ölçüde, dinsel görevin yerine getirildiğinin az ya da çok kalıcı kanıtlarıydılar. Araplar, özellikle göçebe Bedevi kabileleri, yapıların duvarlarına, kuyulara, vb. çeşitli desenlerde resimler kazıyarak ya da oyarak, bu yerlerin kullanımına ya da mülkiyetine ilişkin belli haklara sahip olduklarını gözle görülür bir biçimde ortaya koyuyorlardı. Bu tür resimlere genellikle evsâm (tekili vesm) denilmekte ve bir çok Doğu Akdeniz ülkesinde bunlara rastlanmaktadır.