146 sonuç bulundu
Dergiler
- Belleten 111
- Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 26
- Erdem 6
- Belgeler 3
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Ottoman Empire 146
- Osmanlı Devleti 62
- Osmanlı İmparatorluğu 41
- History 12
- Turkey 9
- Birinci Dünya Savaşı 8
- First World War 8
- Europe 6
- Russia 6
- Turks 6
Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu Esnasında Bizans ve Avrupa
Belleten · 2004, Cilt 68, Sayı 251 · Sayfa: 63-104 · DOI: 10.37879/belleten.2004.63
Özet
Tam Metin
Anadolu'nun kuzey batısında, 14. yüzyılın başında kurulan bu küçük Türk Beyliği, o devirde benzerleri çok görülen olaylardan biri olduğundan başlangıçta hemen hiç dikkati çekmemiş ve ancak 1354'te Rumeli'ye geçtikten sonra Osmanlı Beyliği'nin hayatı temelinden ve süratle değişmiştir. Osmanlıların yüzyıllık bir zaman içinde bir uç beyliğinden bir dünya imparatorluğu haline gelmesi, Ortaçağ sonrası Doğu Avrupa ve hatta dünya tarihinin de benzeri az görülen olaylarından biridir. Bu gelişmede, bir Oğuz boyu olan Osmanlıların devlet kurma işinde sahip bulundukları dinamizmin büyük payı olmakla beraber, o devirde Bizans'ta ve Avrupa'da mevcut şartların bu büyük başarıdaki katkılarının bugüne kadar gereği gibi araştırılmadığı da bir gerçektir.
Halide Edib (Adıvar)'s appeal to the American public for justice for the Turks
Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 249 · Sayfa: 531-540
Özet
Tam Metin
This article presents an appeal written in 1919-1920 by Turkey's first major woman writer, novelist and newspaper reporter Halide Edib (Adıvar), to the people of the United States, entrusted to Lewis Edgar Browne, who was covering the Turkish War for Independence and the Russian Revolution and Civil War for the Chicago Daily News while the Paris Peace Conference was going on. Halide Edib believed that the people of the United States were without bias in considering the problems of the Ottoman Empire during and after World War I, and, that, as had been stated in President Woodrow Wilson's Fourteen Points, they wanted all the peoples of the Empire, including the Turks, to achieve independence in their own lands following the war. In her statement, she condemned the efforts then being made in Paris to blame on the Turks alone all the excesses and abuses that had gone in the war, pointing out that all the peoples of the Empire had sinned and been sinned against, all had suffered terribly from massacre and starvation, not only the Sultan's Christian subjects, and that the Turks, like the others, therefore deserved to achive independence in the areas of Anatolia and Thrace where they constituted large majorities of the population. In the end, this appeal fell on deaf ears. Halide Edib did not understand that the minds of the people of the Christian West had been so poisoned against Muslims by wartime propaganda that the accusations were being used as pretexts to deny to them rights that were being granted to their Christian neighbors. In the end, it was not such appeals for justice and understanding, then, but the force applied by the Turkish national resistance movement led by Mustafa Kemal Atatürk that achived an independent existance for the Empire's Turkish subjects as a result of the Lausanne Conference and the establishment of the Turkish Republic in 1923.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Son Dönemine Ait Hilâfet Tartışmalarıyla İlgili Yayınlar*
Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 249 · Sayfa: 457-494
Özet
Tam Metin
Osmanlılar döneminde, bazı müellifler, devlet kurumlarının hızlı, verimli ve adaletli bir şekilde çalıştırılabilmesi konusundaki görüşlerini, "nasihâtnâme" veya "siyasetnâme" türündeki eserlerinde dile getirdikleri gibi, özellikle bürokrasi tecrübesine sahip bazı devlet adamları da nizam-ı devletin ıslahı konusunda çeşitli layiha ve arîzalar kaleme almış; hatta bizzat yöneticiler de devlet kurumlarının işleyişiyle ilgili birtakım şikayetlerin giderilebilmesi için zaman zaman eyaletlere çeşitli adâletnâmeler göndermişlerdir. Ancak bütün bunlar, özellikle devletin alt birimlerinin işleyişine yönelik bazı önerilerden ibarettir. Bizzat padişah/halifelerin yetkileriyle ilgili tartışmalar ise, özellikle 1839 Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu'nun ilanı ile başlamış ve bu durum 1876 Kânûni Esâsî'sinde açık bir şekilde kendisini göstermiştir.
Genesis of Turkish Nationalism
Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 249 · Sayfa: 495-518
Özet
Tam Metin
In this research, conditions for the emergence of the Turkish nationalism and chief intellectuals who formulated the Turkish nationalism are comprehensively scrutinized. Turkish nationalist thought developed as a part of modernization and Westernization ideologies, then, it became an independent political ideology. Turkish nationalism was the last link of the Ottoman Empire's reconstruction and Westernization movement chains. Namık Kemal was the chief intellectual, who affected almost the entire variety of intellectuals in the Empire. He was the Hegel of the Turks. Ziya Gökalp, who was deeply influenced by Namık Kemal, was the first intellectual to see Turkist ideology as a political thought. He tried to organize and formulate the pillars of the Turkish nationalism. Although, cultural nationalism began earlier, political nationalism, among the Turks, gained popularity, especially during and after the Balkans Wars.
Bir "Zırvata"* Olayı Tunus'un İşgali
Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 119-138
Özet
Tam Metin
Tunus Kuzey Afrika'nın Akdeniz kıyısında olan ülkelerden birisidir. Doğusunda Trablusgarp (Libya), Akdeniz; batısında Cezayir; kuzeyinde Akdeniz ile çevrilidir. Osmanlılar, Doğu ve Batı Akdeniz'i kontrol eden Malta-Sicilya-Tunus üçgeninin bir ucunu teşkil eden bu yerin Akdeniz hakimiyeti için önemini anladılar. Devlet hizmetine giren Barbaros Hayrettin Paşa ilk seferini Tunus'a yaptı ve 1534 yılı sonlarına doğru Tunus ve limana hakim Halkulvad (Goulette) Osmanlı ülkesine katıldı. Fakat ertesi yıl, 1335 yazında bu bölge İspanyollar tarafından geri alındı. 1569 yılına kadar İspanyollarla yapılan mücadeleler sonunda Halkulvad hariç Tunus tekrar ele geçirildi. Uzun süren Tunus'un fethi işini sonuçlandırmak üzere; 1574 yılında Yemen fatihi Koca Sinan Paşa ve Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa görevlendirildiler. Aynı yıl Tunus tamamen ele geçirildi. 1881 yılında Fransızlar tarafından işgal edilinceye kadar 307 sene Osmanlı Devleti hakimiyetinde kaldı.
Mondros Mütarekesi Gereğince Osmanlı İmparatorluğu'ndan Ayrılan Alman ve Avusturya Vatandaşlarının Durumu
Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 139-152
Özet
Tam Metin
Osmanlı İmparatorluğu'nun 30 Ekim 1918'de imzaladığı Mondros Mütarekesi, bir devletin sona erişine işaret ettiği gibi Mütareke hükümlerinin uygulanmaya başlaması ile birlikte bir başka devletin doğuşuna yol açacak ulusal uyanışa da başlangıç olacaktır. Mütarekenin bir işgal politikası ile birlikte başlayan uygulaması uzun bir süreç içerisinde tersine çevrilecek ve başlangıçta tasarlanan hiç bir şey yeni ve bağımsız bir devletin kurulma kararlılığı karşısında gerçekleşme şansını elde edemeyecektir. Mondros Mütarekesi sonrası dönem, askeri açıdan İtilaf Devletleri'nin politikalarına bir karşı duruşu getirmiş olmakla beraber, üzerinde çok fazla durulmayan ancak bir dönem için oldukça önemli olan dış siyaset ilkelerini de zorunlu olarak değiştirmiştir.
The Wounded Turks and the Fall of Damascus, 1 October 1918
Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 247 · Sayfa: 931-942
Özet
Tam Metin
At 6 a.m. on 1 October 1918, Feisal's forces entered Damascus. All day and night they flowed into the Omayade capital and started looting and killing, particularly Turkish soldiers who were wounded and sick. British units remained outside the city. The new Arab administration proved unable to keep order. One particularly gruesome incident was the looting of the main Turkish hospital. It contained between 600 to 800 wounded. Many of them died. The Turks had no cover for the sick. Few of the men had blankets; they had no medical organisation. There were no drugs, bandages, or food fit for sick men; no sanitation. Very little assistance could be obtained from the local Arab authorities in Damascus. They were indifferent to human suffering. However, the wounded Turks left in Damascus suffered not just because of Arab logistical problems, but also because the political need to exclude the British units from Damascus left the sick and wounded Turks bereft of care. The British re-occupied the Turkish military hospitals after four days' Arab control as the Turkish wounded were receiving no care. They then set about cutting the death rate from 70 to 15 a day. The patterns of military administration in Damascus were supposed to follow international practice as prescribed in the Fourth Convention Concerning the Laws and Customs of War on Land signed at the Hague in the Netherlands on 18 October 1907 and entered into force on 26 January 1910, to which both Britain and the Ottoman Empire were parties. The British clearly disregarded the general rules on the occupied enemy territories as defined by this convention. It was essential to obey the main rules of military occupation. Therefore the neglect of the Turkish hospitals in Damascus by British forces, was, to say the least, unlawful. The poor conditions for the wounded Turks were a direct result of the British army being instructed to promote an Arab administration in Damascus. The French looked upon this British connivance with indignation. Paris accused London of hiding behind the façade of Arab nationalism to undermine French influence in Syria. During the war Britain had already in the Sykes-Picot Agreement recognised French interest in Syria. In terms of international politics it must have been that the Turkish sick and wounded were marginal to the central objective of giving the impression that Feisal's Arabs were in charge. Turks suffered as a result of British realpolitik.
1849-1851 Bosna Hersek İsyanı
Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 247 · Sayfa: 905-930
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nde Tanzimat'ın ilânının ardından bir takım yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bu durumdan en fazla yerel ayrıcalıklara sahip yöneticiler etkilenmiştir. Bunlar kendi ayrıcalıklarını korumak için merkezle kıyasıya bir mücadele içine girmişlerdir. Hıristiyan tebaaya tanınan haklar ise Hıristiyan güçlere verilen tavizler olarak algılanmıştır. Sonuçta Bosna Hersek, Bulgaristan ve Arnavutluk'ta şiddetli ayaklanmalar ortaya çıkmıştır. Bu kargaşa sadece devletin Balkan toprakları ile sınırlı kalmamıştır. Benzer çatışmalar devletin diğer bölgelerinde de meydana gelmiştir. Bosna Hersek bu düzenlemelerden derinden etkilenen bölgelerin başında yer almıştır. Bosna Hersek, Tanzimât'a kadar devletin nazarında korunması gereken ve çeşitli ayrıcalıklarına göz yumulan bir serhat eyaletiydi. Tanzimât'la birlikte orada da yeni değişikliklerin uygulanması gündeme geldi.
Brest-Li̇tovsk Barış Konferansında Sovyet Rusya'nın Ermeni̇ Poli̇ti̇kası
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2002, Cilt XVIII, Sayı 54 · Sayfa: 829-848
Özet
1917 Bolşevik İhtilâli, I. Dünya Savaşı'nın gidişatına tesir etmiş olup, Türkiye'nin Doğu Cephesi'ndeki olumsuz durumuna son vermişti. Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti arasında yapılan Brest-Litovsk Antlaşması ile I. Dünya Savaşı'nın ilk barışı akdedilmiştir. Fakat, bu durum bir şekilde sona ererken, antlaşmanın imzalanması ancak 3 Mart 1918'de mümkün olabilmiştir. Bu süreçte, Rus delegeleri sürekli olarak bir taraftan Bolşeviklik propagandası yaparken. Diğer taraftan da Ermeniler'i silâhlandırarak, Doğu Anadolu ve Kafkasya'da Türk-İslâm ahaliye mezalim uygulatmışlar. Amaçları, Elviye-i Selase'yi Türkiye'ye bırakmayacak Büyük Ermenistan Devleti'nİn teşkilini sağlamaktır. Ancak, Türkiye'nin lüzûmlu politik ve askeri teşebbüsleri temini ile amaçlarına nail olamamışlardır.
Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıktığı 19 Mayıs 1919’da Türkiye’nin İçerisinde Bulunduğu Şartlar
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2001, Cilt XVII, Sayı 50 · Sayfa: 327-344
Özet
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında Anadolu'nun durumu çok kötüydü. Uzun savaşlardan çıkmış halk, yorgun, bezgin ve moralsiz idi. Osmanlı İmparatorluğu, İtilaf Devletlerinin esiri olmuş, İstanbul işgal edilmiş idi. Sultan Vahideddin ise çaresiz ve zavallı bir durumdaydı. Gayesiz ve uzayıp giden savaşlardan bıkmış halk, bir savaşı daha göze alamıyordu. Ancak Anadolu yer yer işgalci devletler tarafından işgal edilmeye başlayınca her yöre bulunduğu yerde canını, malını, namusunu savunmaya başladı. Böylece Kuva-yı Milliye ortaya çıktı. Mustafa Kemal, Kuva-yı Milliye birliklerini organize ederek düzenli bir ordu kurabilmişti. Böylece Anadolu inşam, bu kez öz topraklan için milli ve dini değerleri için Milli Mücadele'yi başlattı. Mustafa Kemal'in önderliğindeki Türk halkı, bütün dünyaya bir kez daha Türk istiklalini ve Türk mevcudiyetini ilan etmiştir