114 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Ottoman Empire 114
- Osmanlı Devleti 42
- Osmanlı İmparatorluğu 33
- History 11
- Turkey 7
- Europe 6
- Turks 5
- World War I 5
- Avrupa 4
- İngiltere 4
Halk Hekimliğinden Diş Hekimliğine: 19. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Dişçilik Mesleği (Erbab-ı Esnan)
Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 671-712 · DOI: 10.37879/belleten.2013.671
Özet
Tam Metin
Dişçilik mesleği Osmanlı devletinde tıbbın bir parçası olarak görülmemiş bu nedenle de genelde halk hekimleri tarafından yapılmıştır. 20. yüzyıl başlarında dişçilik mektebinin kurulmasıyla profesyonel ilk diş hekimleri yetiştirilmiştir. Ancak yetiştirilen dişçilerin sayılarının az olması nedeniyle ülkenin diş hekimi ihtiyacı tam olarak karşılanamamıştır. Bu nedenle de devlet tarafından halk hekimlerine geçici olarak, ''vekaleten diploma'' verilerek dişçilik mesleği hem yasal denetim altına alınmış hem de meslekten tam olarak anlamayan kişilerin dişçilik yapmasına engel olunarak toplum sağlığı korunmaya çalışılmıştır.
Arvad; Doğu Akdeniz'de Bir Osmanlı Adası ve I. Dünya Savaşı'ndaki Fonksiyonları
Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 278 · Sayfa: 219-238
Özet
Osmanlı Devleti'nin Doğu Akdeniz hinterlandında bulunan Arvad (Ervad-Ruad) Adası oldukça küçük, su kaynaklarından yoksun ve tarıma uygun olmayan bir yapıya sahiptir. Arvad, I. Dünya Savaşı'nın devam ettiği günlerde Fransız birliklerince 1915 yılı Eylül ayında işgal edilmiştir. Osmanlı idaresindeyken halkının büyük çoğunluğu balıkçılıkla geçinen bu küçük ada Fransızlar tarafından Osmanlı ana karasına olan yakınlığı nedeniyle istihbarat toplanması için casusların gönderilip alındığı bir merkez konumuna gelmiştir. Adada bu amaçla kurulan istihbarat merkezinde bölgenin yerlisi casuslar vasıtasıyla Fransız birlikleri önemli bilgiler edinebilmişlerdir. Ayrıca Arvad Adası'nın Osmanlı idaresinden koparılmasından sonra Fransızlar birtakım Osmanlı gemilerini yağmalamış ve adada yiyecek maddelerinin temininde sıkıntılar yaşanmıştır. Arvad Adası Fransa'nın Suriye hâkimiyetini sağlamak için işgal ettiği stratejik bir noktadır.
The Power of Rumours in the Making of History: The Case of the Adana Incident of 1909 in the Ottoman Empire
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 277 · Sayfa: 951-972
Özet
The Adana Incident of 1909 is one of the local events of the Armeno-Muslim relations during the final decades of the history of the Ottoman Empire. A good amount of works has been hitherto done by the historians of the Middle East about the communal conflict in Adana in April 1909. Historians have so far heavily focused on the political, economic and social dimensions and/or reasons of the conflict. In spite of the proliferation of writings, however, very few have touched upon the power of rumours in the escalation of violence between the two communities. Indeed, my work on the archival sources of the incident have produced enormous documentation which indicate that the rumours circulated around the city had played unquestionable role in building distrust between the peoples and led to the rise of numerous conspiracy theories. According to one rumour the Armenians were organizing themselves against the Muslims in order to separate from the Empire. Another rumour was that a group of Armenian rebels were about to attack Muslim villages around the city, which stirred up the fears of Muslims. There were also rumours circulating among the Muslim community that Armenians had dug up an underground tunnel in order to reach the weapons depot, which was to aid them in their quest for independence. One major rumour was that Armenians placed human faeces at the door of the Great Mosque. Indeed it was through such rumours that suspicions were piqued and people sought to acquire weapons as a means of protecting themselves. Thus when the killings began on April 14, 1909 in Adana, people attacked each other under the influence of the psychology built by such rumours. Therefore I am of the opinion that it is important to deal with rumour and its affinity to communal violence in history. In this paper an attempt will be made to analyse the role of rumours in the events that unfolded in Adana in April 1909.
Mevleviler ve Devlet: Ankara Mevlevîhanesi Örneği (Ekonomik Statü, Vakıflar ve Yönetim)
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 527-552
Özet
Anadolu Selçuklu Devleti'nin son yıllan ve Beylikler devrinde Mevlevîlerin devlet adamlarıyla kurmuş oldukları dostluklar, zamanla tarikatın büyümesinde, dergâhların inşa edilmesinde önemli bir etken olmuştur. Genel olarak söylenebilir ki; Anadolu Selçuklu Devleti'nden OsmanlI Devleti'ne kadar geçen sürede Mevlevîlerin padişah ve devlet adamlarıyla karşılıklı iyi niyetli yaklaşımları çerçevesinde gerek aynî ve gerekse Mevlevîhânelerin ihtiyacı olan nakdî yardımlar artarak sürmüştür. Bütün bu gelişmeler, tesis edilmiş olan iyi niyetli çabaların bir ürünüdür. Mevlevi tekkeleri, XIV. yüzyıldan beri Konya'da oturan ve Mevlana Celâleddîn-i Rûmî'nin soyundan gelen Çelebiler tarafından kurulmuş ve yönetilmiştir. Anadolu'da Mevlevîhânelerin ilk ortaya çıkışı, Mevlâna'nın vefatından sonra yerine geçen oğulları ve torunları zamanında olmuştur. Özellikle Ulu Arif Çelebi'nin devlet adamlarıyla kurduğu iyi ilişkiler, pek çok şehirde yeni tekkelerin açılmasına zemin hazırlamıştır. Osmanlı Devleti'nin kurulmasından sonraki dönemde ise Mevlevîhânelerin sayısı önce yetmişaltı, sonra da doksanikiye kadar ulaşmıştır. Mevlevîliğin şehirli bir tarikat olması nedeniyle kurulan tekkeler, genellikle büyük yerleşim sahalarında ortaya çıkmıştır. Elimizdeki kaynaklardan Ankara'da bir Mevlevîhânenin olduğu biliniyor olsa da bunun şehrin hangi kısmında olduğu, kimler tarafından idare edildiği, tekkenin fizikî yapısının nasıl olduğu ve bütün bu sorular içerisinde belki de en önemlisi tekkenin temel geçim kaynaklarının nelerden oluştuğu hiç bilinmemektedir. Bu yazı, gerek şer'iyye sicilleri ve gerekse Osmanlı Arşivi'nden elde edilen belgeler ışığında, Ankara Mevlevîhânesi'nin tarihi hakkında bazı bilgiler ortaya koymaya çalışacaktır.
Alaca Hisar Sancağına Ait 1536 Tarihli Bir Vakıf Defteri
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 31-44
Özet
Tam Metin
Osmanlı İmparatorluğu'nda ve bütün İslam dünyasında, dini ve insani yardım amacıyla tesis edilen en önemli kurum vakıflardı. Vakıflar genellikle dini kurumların, camilerin, mescidlerin, mekteblerin, medreselerin, tekkelerin ve buna benzer binaların yapılması demektir. Balkanlarda bu konuyla ilgili çok yazı yazılmıştır. Yazımızda incelediğimiz ve transkripsyon ve tıpkıbasım şekilde verdiğimiz 1536 tarihli Alaca Hisar Sancağı Tahrir Defterine ait vakıf defterinde ihtiva edilen Alaca Hisar'da (bugünkü Kruşevaç) ve Leskovçe'de bulunan vakıflar hakkında da araştırma yapılmıştır. Bu defterden ve diğer vakıf defterlerinden Osmanlıların fethinden itibaren XVI. yüzyılın sonuna kadar İslam mimarlığına ait hangi kamu binalarının yapıldığını görebiliriz. Aynen öyle bu defterden anlayabiliriz ki, emlak vakıflarının yanında, sadece nakit sermaye ile de vakıf kurmak mümkündü, bu tür vakıflar para vakıfları adıyla adlandırılıyorlardı. Vakfedilen para belirli bir istirbah ile (ribh) (verilen 10 akça için 11,5 veya 12 akça çevirilmeliydi, demek yılda ribh genelde %15-20 arasında değişirdi) kredi olarak borç veriliyordu.
Osmanlı Devleti Zamanında Kocaeli Ormanları
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 769-782 · DOI: 10.37879/belleten.2011.769
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti döneminde Kocaeli ekonomisinin gelişmesine etki eden amillerden bir tanesi de sahibi olduğu zengin ormanları idi. Ormanların bol miktarda bulunması Kocaeli'ni ekonomik açıdan önemli kıldığı gibi stratejik önemini de arttırmıştır. Bu ormanlar ticari açıdan değerlendirilmiş ve önemli gelirler elde edilmiştir. Osmanlı Devleti, Kocaeli ormanlarına özel bir önem vermiştir. Devletin başkenti olan İstanbul halkının yakacak ihtiyacı, devletin tophane ve tersane gibi kurumlarında genellikle Kocaeli ormanlarından kesilen keresteler kullanılmıştır. Zamanla bu ormanlar bölge nüfusunun çoğalmasıyla yer yer azalmıştır.
1862 Karadağ Askeri Harekatı ve Sonuçları
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 503-544 · DOI: 10.37879/belleten.2011.503
Özet
Tam Metin
XIX. yüzyıl ortalarına kadar dünyada birkaç seyyah dışında kimsenin ilgilenmediği dağların vahşi insanları Karadağlılar, Paris Barış Antlaşması'nı takip eden günlerde birden bire uluslararası gündeme dahil oldular. Karadağlılar bağımsızlık ve sınırlarını genişletmek istediklerini açıkça tüm dünyaya ilan ettiler. Fakat önlerindeki en büyük engel bağlı oldukları Osmanlı Devleti idi. İstekleri kabul edilmeyen Karadağlılar, kendilerine verilmeyen bağımsızlığı zorla almaya kalktılar. 1857'den beri Bosna Hersek'te ortaya çıkan isyanları kullanarak durmaksızın Osmanlı topraklarına akınlar yaptılar. Buna karşı Osmanlı Devleti, Paris Barış Antlaşması'ndan sonra oluşan olumlu havayı yıkmak istemediğinden binlerce insanın hayatına mal olan bu saldırılara karşı gerekli önlemleri almadı. Ancak 1862'ye gelindiğinde Karadağ'a bir operasyon yapılmadan olayların durulmayacağı ortaya çıktı ve nihayet Karadağ"a girildi. Her zaman olduğu gibi Batılı büyük güçler olaylara müdahale etti ve Osmanlı Ordusu Çetine'ye 16 kilometre uzaklıkta durduruldu. İki taraf arasında sınırların konsoloslar tarafından belirlendiği ve hiçbir zaman uygulanamayan İşkodra Antlaşması imzalandı. Karadağ Harekatı ve sonrası, bu yüzyılda Osmanlı Devleti'nin büyük devletlere dayanarak politika üretmesinin hem tipik bir örneği hem de bu politikanın iflasının güzel bir örneğidir. Ancak Osmanlı Devleti, Berlin Kongresi'ne kadar bu politikayı ısrarla sürdürecek ve acı bedeller ödemek zorunda kalacaktır.
The Dutch in the Levant: Trade and Travel in the Seventeenth Century
Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 273 · Sayfa: 373-386 · DOI: 10.37879/belleten.2011.373
Özet
Tam Metin
Although Dutch connections with the Levant, especially in terms of pilgrimages to the Holy Land, and also within the context of the Crusades, may go back to the Middle Ages and perhaps even before, it was from the late sixteenth century onwards that these connections took a dramatic turn and were fully developed. Despite the political, economic, administrative and military problems with Spain after the 1560s, historically termed as the Eighty Years War (1567-68 to 1647-48), the States General of the Dutch Republic prudently took courageous steps and put in place sober policies to establish diplomatic relations with the Ottornan Empire and become a major player in the so-called "riches trade" with the Levant. Indeed, the Republic and the Ottoman Empire were both enthusiastic about forging their cooperation for mutual interests, and, from 1612 onwards, when the first Dutch diplomatic mission was set up in lstanbul, the Dutch primacy in the Levant was consolidated. Dutch merchants were granted by the Ottoman government special privileges and exemptions (i.e. the "capitulations") and, thus, strongly competed with, and even outplayed, other European trade colonies, especially the English, in the Levant. Along with the development of Dutch trade with the Ottoman Empire, there also began Dutch travels to the region. Among the early Dutch travellers, especially Cornelis de Bruijn (1652-1727), who stayed in Izmir and Istanbul for nearly three years (1678-1681) is of particular interest.
Gümülcine Ayanı Tokadcıklı Süleyman 1761(?)-1804
Belleten · 2010, Cilt 74, Sayı 271 · Sayfa: 707-768 · DOI: 10.37879/belleten.2010.707
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nin siyasi ve askeri zaaf içerisinde bulunduğu, devlet idaresinde adem-i merkezci eğilimlerin kök saldığı bir dönemde Batı Trakya gibi en azından iktisadi şartların elverişli olduğu bir coğrafyada idarecilik yapma şansını elde eden Tokadcıklı Süleyman, ayanlığı süresince edindiği servet ve itibarını devlet idaresi geleneğinin üstünde tutarak; çevresine ve devlete karşı denge siyaseti izlemede yetersiz kalarak hayatı gibi, kazanımlarını da kaybetmiştir.
Osmanlı Yurdu Olan Bosna Hersek'te XIX. Yüzyıldaki Siyasi Olaylar
Belleten · 2010, Cilt 74, Sayı 270 · Sayfa: 421-476
Özet
Tam Metin
XIX. yüzyıl İlber Ortaylı'nın nitelediği gibi gerçekten de uzun bir yüzyıl oldu. Yüzyıla ardı arkası kesilmeyen ıslahatlar ve milliyetçi isyanlar damgasını vurdu. Bilhassa Balkanlar, çok milliyetçi yapısı ve Düvel-i Muazzama denen İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve daha sonra Prusya'nın hedef sahasını oluşturması sebebiyle bölgede kargaşa dinmek bilmedi. Kargaşadan en fazla etkilenen yerlerin başında da Bosna Hersek yer almaktaydı. Özellikle Avusturya-Macaristan, Sırp, Karadağ ve Hırvatların nüfuz alanı içindeydi. Hükümet bu saldırılardan korunmak ve modern çağa ayak uydurmak için yüzyılın başından itibaren bir dizi yeniliklere girişti. Yenilikler başka milletlerin işine yaradığı gerekçesiyle Boşnaklar'ın tepkisini çekti. Onlar Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ'daki gelişmelere bakarak aynı şeyin kendi başlarına gelmesinden korkarak katı bir muhafazakarlık geliştirdiler. Ne devlet onları ne de onlar devleti anladı. Yüzyılın ilk yarısı iki tarafın çatışmasıyla geçti. 1857'de bu kez Hıristiyanlar ortaya çıktı. Devlet yaklaşık 30 yıl da onlarla uğraştı ve nihayet 1878'de eyalet kaybedildi. Bu kez Boşnaklar 200 yıllık kabuslarıyla yaşamaya başladılar. Yüzyılın sonuna doğru siyası olarak örgütlendiler ve diğer milletlerle eşdeğer bir milli benlik gelişti. XX. yüzyıla bu şartlar altında girildi. Fakat Avusturya işgal ve ilhakı boyunca (1878-1918) Boşnaklar, Osmanlı Devleti'nin kendilerini kurtaracağına olan inançlarını hiçbir zaman yitirmediler. Osmanlı Devleti belki onları kurtaramadı ama onlar için daima güvenli bir barınak oldu. Aynı mirası Türkiye Cumhuriyeti de benimsedi. Türk-Boşnak kardeşliği günümüze kadar geldi.