10 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • Ottomans
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Geç Orta Çağ Anadolu’sunda Bir Selçuklu Kenti Bolvadin’in Tarihi Gelişimi Üzerine Bazı Notlar

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 302 · Sayfa: 17-28 · DOI: 10.37879/belleten.2021.17
Tam Metin
Selçuklu döneminde Anadolu’nun tarihi coğrafyasını tespit etmeye yönelik çok az çalışma vardır. Genellikle şehir oluşumları antik veya Roma-Bizans dönemine indirgenen bir açıklama ile tavsif edilmeye çalışılır. Mahalli tarihlerde de şehir veya kasabaların tarihini neredeyse insanlık tarihinin ilk devrelerine kadar indirme modası yaygın şekilde yerini alır. Öyle ki Anadolu şehirleri için “kadim” sıfatını kullanmak ve bunu içini doldurmak için yapılan incelemelerde tarihi bilgilerin eğilip büküldüğü ve bunun adeta bir iftihar vesilesi gibi zihinlere yerleştirilmeye çalışıldığı görülür. Benzeri bir durum Orta Çağ döneminde ortaya çıktığı tespit edilen bugün Afyonkarahisar’ın bir ilçesi olan Bolvadin için de geçerlidir. Bu makalede Bolvadin’in antik bir yerleşmenin temelleri üzerinde değil, Selçuklular döneminde teşekkül etmiş, yol şebekesi içinde önemli bir geçit yeri olarak büyük önem kazanmış bir kasaba olarak doğduğu tezi savunulmuştur. Ayrıca Bolvadin’in tarihi gelişimi içinde Osmanlı hakimiyetine girdikten sonraki durumu da incelenerek geçirdiği fziki safhalar üzerinde durulmuştur. Bu anlamda Bolvadin’in XVI. asırda önemli sayılabilecek bir nüfusuyla kasaba değil bir şehir hususiyeti göstermiş olduğu, sefer yolları yakınında veya üzerinde bulunması, adı bilinen meşhur köprü vasıtasıyla geçişe müsait bir konumda olması ve coğraf özelliğinin kazandırdığı imkanlarla gelişiminin tamamlandığı ifade edilmiştir.

Konur Alp Gazi’nin Kimliği ve Faaliyetlerine Dair Bilinirliğin Sınırları

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 300 · Sayfa: 543-558 · DOI: 10.37879/belleten.2020.543
Tam Metin
Osmanlı Beyliğinin kuruluş yıllarıyla ilgili çağdaş kaynakların yokluğu, döneme ait birçok meseleyi aydınlığa kavuşturma yolunda önemli bir eksiklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu husus kuruluş döneminden çok sonraları yazılmış kroniklerin Osman Bey ve yanındaki silah arkadaşları konusunda verdikleri bilgilerin temellendirmesinde de ciddi bir engel teşkil etmektedir. Genellikle araştırmalarda kaynaklardaki meselelere ve ele alış tarzlarına dikkat edilmeksizin yapılan aktarımlar, ilk kroniklerdeki birçok şahsın tarihi kimliğini tartışılmaz bir hale koyarak yaygın ve bilinir kimselere dönüştürmüştür. Bunlar hakkında gerçekte kroniklerde verilen bilgilerin nasıl okunması gerektiği suali ortada durmaktadır. Osman Bey’in yakın kumandanlarından ve akıncı beylerinden biri olarak kroniklerde tanıtılan Konur Alp hakkındaki biyografik çalışmalar herhangi bir itirazla karşılaşmaksızın olduğu gibi yapılan aktarımlar ve bunların tartışılmaksızın doğru veri gibi alınıp yorumlanmasıyla malûl bir özellik taşır. Gerçekte Konur Alp’in söz konusu ilk kroniklerde, araştırmalarda olduğu ölçüde temayüz ettirilmiş bir kimliği olmadığı, zayıf bilgilerin yeniden karşılaştırılmalı olarak ele alınması gerektiği açıktır. Bu makale Konur Alp’in tarihi kimliği hususunda nelerin bilindiğini ve bunların nasıl anlaşılması gerektiğini tartışmaktadır.

The Lloyd George Government of the UK: Balfour Declaration the Promise for a National Home to Jews (1916-1920)

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 294 · Sayfa: 727-759 · DOI: 10.37879/belleten.2018.727
Tam Metin
Palestine, throughout modern known history has been geographically called "the least of all lands". Meanwhile because hosted holy shrines of three monotheistic religions, it was/is one of the most praised/precious small piece of land on the globe. Palestine came under Ottoman rule after Sultan Selim's Egyptian Campaign in 1517 and until the year of 1917 was an Ottoman land during 400 years. Before Ottomans, following old Roman experience, small colonies or administrations had been planted in Palestine with the express intention of preventing the political regeneration of the Jews. Under Ottoman rule, Jews and other two religions have been peacefully living in Palestine. In 1897 at Basel Congress, World Zionist Organization decided to establish a Jewish State in Palestine. They asked Ottoman Sultan Abdulhamid II for a national home in Palestine but could not achieve what they desired. Abdulhamid II also restricted Jewish pilgrimage to Palestine to prevent any possible de facto unpermitted foreign settlement of Jews. But, due to corruption and bribery of local rulers that rule could not be implemented properly. Nowadays addressing their future plans Zionists were asking to send high number of Jews to Palestine and the progress taken by bribery was not enough such kind of stream. The opportunity Zionists looking for emerged during WWI while British search of support for unsustainable war economy. In the year of 1916, a Zionist sympathizer Lloyd George became British Prime Minister and Foreign Minister of his Cabinet Arthur Balfour proclaimed his famous publication promising a national home hence Israeli State for Jews. To realize that aim Palestine had to be occupied and become a British colony. This paper will search archive documents and related second hand publications to shed light on Zionist activities and establishment process of Israel, special focus will be put on the role of Lloyd George Government. Arab reactions, especially the attitude of Sheriff Hussein and his son Faisal to the developments also will be discussed.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Nikris Hastalığına Atfedilen Farsça Bir Reçete

Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 41-58 · DOI: 10.37879/belleten.2016.41
Tam Metin
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi E. 3146 numarada kayıtlı bulunan Farsça bir belge/reçete, bir hekimin hastasının hastalığını tanımlama ve tavsiyelerini içermektedir. Fakat bu reçetenin kim tarafından kime hitaben kaleme alındığı açıkça belirtilmemesine rağmen "İranlı bir hekimin Kanuni Sultan Süleyman'a yazdığı Farsça reçete" adı altında kaydedilmiştir. Her ne kadar yazarı ve reçetenin muhatabının açık kimliği belli olmasa da bu metin etrafında yürüteceğimiz tartışmalarla, yazının muhatabı olan tarafın hastalığı tanımlaması ve bu konuda yardımlarına başvurması üzerine mahir bir tabip tarafından yazılan bu reçetenin Osmanlı sultanları içinde nikris hastalığından en fazla mustarip olan Kanuni Sultan Süleyman'a, hastalığı ile ilgili tüm tedavilerin yetersiz kaldığı ve sultanın çok şiddetli ağrılar çektiği bir zamanda İran gibi uzak bir coğrafyada yaşayan mahir bir tabip tarafından yazılmış olabileceği ileri sürülecektir.Belgenin Farsça olması onu yazan hekimin İranlı olmasına delalet etmemekle beraber hekimin tedavi için getirtilmemiş olması onun imparatorluğun dışındaki uzak bir coğrafyadan; İran coğrafyasından olabilme ihtimali ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Karaman Sürgünleri (1467-1474)

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 284 · Sayfa: 73-104 · DOI: 10.37879/belleten.2015.73
Osmanlılar ile Karamanlılar arasında Selçuklulardan boşalan Anadolu tahtı için XIV. asrın ortasından XV. yüzyılın sonlarına kadar kesintisiz devam eden çetin bir mücadele gerçekleşti. Doğuda büyük hedefleri olan Osmanlılar 1467'de bu beyliği ilhak sürecinde büyük bir direnişle karşılaşınca, gerektiğinde siyasi, stratejik, asayiş ve iskân amaçlı olarak kullandığı sürgün yöntemini bu yörede de uyguladı. 1467- 1474 yılları arasında dört farklı tarihte, Konya, Lârende, Ereğli ve Aksaray'dan içlerinde Hıristiyan Karamanlılar ve Ermeniler de olmak üzere binlerce ailenin önemli bir kısmı yeniden imar ve iskân edilen İstanbul'a gönderildi. Geri kalan sürgünler ise Trakya'da Havsa ve Edirne, Yunanistan'da Selanik ve Tesalya yöresi, Arnavutluk, Sırbistan ve Bosna'da iskân edildi. Osmanlılar sürgünleri yaparken bölgeyi tahrip etti. Fakat Cem Sultan Karaman valiliği esnasında özellikle Lârende'yi yeniden imar etti ve bölge halkının sevgisini kazandı.

Osmanlılarda Otopsi

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 875-910 · DOI: 10.37879/belleten.2013.875
Tam Metin
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nden temin edilen vesikalar ışığında ikmal olunan bu çalışma, Osmanlı İmparatorluğu'nun son devirlerinde gerçekleştirilen otopsi ameliyatlarına ilişkin bazı ilginç ve önemli ayrıntılar sunabilmek gaye ve gayretin­den mülhemdir. Bu ana çerçeve içerisinde o dönem hangi hallerde otopsi yapılması lüzumunun hasıl olduğu, uygulamada nasıl bir tıbbi ve hukuki süreç izlendiği ve merkezi idarenin otopsi uygulamalarını geliştirme adına ne tür bir çaba göstermiş olduğu gibi kimi meseleler örnek vaka ve vesikalarla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu yapılırken de yeri geldikçe bugünün otopsi uygulamalarına göndermelerde bulu­nulmuş, bu sayede Osmanlı döneminde icra olunanlarla aralarındaki benzerlik ve farklılıklara da değinilmiştir. Böylece bu çalışma üzerinden Osmanlı döneminde girişilen otopsi uygulamalarının bugünün modem adli tıp ve hukuk sahasının geli­şimine hangi açılardan ve ne oranda bir katkılarının olduğu gibi sorulara da cevap­lar üretilmeye çalışılmıştır.

Memlük Tarihçilerine Göre Dulkadır­oğlu Şahsuvar Bey İsyanı

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 403-444 · DOI: 10.37879/belleten.2013.403
Tam Metin
Moğol istilası sebebiyle Suriye'nin kuzeyi ve Anadolu'nun güneydo­ğusuna göç eden Türkmenler Memlük Devleti tarafından Müslümanları koruma, soydaşlarına kucak açma ve İlhanlılar ile Kilikya Ermenilerine karşı tampon bölge oluşturma gibi maksatlarla himaye edilmiştir. Aralarında Dulkadıroğulları da bulunan bu Türkmen grupları Gazze'den Sis (Kozan) hududuna kadar olan bölgede iskan edilmişler, beylerine de ikta ve emirlik payesi verilmiştir. Memlük Devleti kendisine tabi unsurlar olarak gördüğü Türkmenlerin müstakil hareket etmelerine de mani ol­maya çalışmıştır. Özellikle Osmanlıların güçlü bir devlet olarak tarih sah­nesine girişinden sonra bahsedilen bölgelerdeki Ramazanoğulları ve Dulkadıroğulları gibi beylikleri kontrolü altına almaya çalışması, Memlükler ile Osmanlılar arasında nüfuz mücadelesine neden olurken, aynı zamanda Memlüklerin bu beyliklerle sorunlar yaşamasına da yol açmıştır. Memlük-Dulkadıroğulları ilişkilerinin, Memlükler ile Osmanlılar arasındaki nüfuz mücadelesinin tesirinde şekillendiğini söylemek mümkündür. Biz bu çalışmada, Memlük-Dulkadıroğulları münasebetlerinin bahsi geçen hususiyetini en fazla ortaya koyan örneklerden Şahsuvar Bey'in isyanını ele aldık. Burada da esas itibariyle Memlük tarihçilerinin Şahsuvar Bey meselesine yaklaşımını öne çıkardık.

Kızılbaş Türk Don Juan’ın Avrupa Sefareti

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 479-502
Osmanlı-Safevî rekabeti Şah Abbas'ı Hıristiyan âleminde müttefik aramaya mecbur etti. Bu münasebetle 1599 yılında İran'dan Avrupa'ya bir elçi heyeti gönderildi. Heyete bu sırada İran'da bulunan Sir Anthony Sherley de dâhil edildi. Bu zat Şah Abbas'a kendini İskoçya kralının amcazadesi olarak tanıtmıştı. Asıl amacı ise maddi kazanım elde etmekti. Yine elçiler arasında Bayat boyuna mensup Oruç Beg isimli biri daha vardı. Bu sonuncunun babası bir muharebe sırasında Osmanlılar tarafından öldürülmüştü. Bundan ötürü Osmanlılara karşı kin besliyordu. Elçi heyeti Roma'ya ulaştığında Oruç Beg ve iki arkadaşı din değiştirerek Hıristiyan oldular. İspanya'ya ulaştıklarında ise vaftiz edildiler. Baş Sefir Hüseyin Ali Beg İran'a döndü ise de tanassur eden adamları İspanya'da yaşamaya devam ettiler. Oruç Beg yolculuğu sırasındaki gözlemlerini İspanyolca kaleme aldı ve eseri günümüze kadar ulaştı. Lâkin gönderilen heyet ciddi bir başarı elde edemedi.

Mucit ve Devlet: Son Dönem Osmanlı Dünyasında Mucitler

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 783-814 · DOI: 10.37879/belleten.2011.783
Tam Metin
Sanayi devriminin gerçekleşmesi ile birlikte bütün dünyada yeni bir şeyler üretme peşinde koşan insanların sayısında hissedilebilir bir artış yaşandı. Sanayi devriminden evvel mucit yok değildi, ancak onları devrim sonrasındaki kadar şevk ve gayretle çalışır bir vaziyette görmek mümkün olmamıştı. Bu gelişme, ne kadar kendisini kesintisiz bir teknolojik ilerlemenin içerisinde görmek isteyen sanayi evriminin bir neticesi ise modern sanayinin ilerlemesi de bu evrimden sonra uyandırılan bir mucitler dünyasının eseridir. Bundandır ki sanayi, teknoloji ve icat birbirinden ayrılmayacak kadar iç içe geçmiş üç kavram halini almışlardır. Peki, bu kavramlar arasındaki bağlantı Osmanlı cephesinde anlaşılmış mıdır? Gerçek manada bir sanayi devrimi gerçekleştirilememiş olan Osmanlı coğrafyası kabuk değiştiren bu yeni dünyanın neresindedir? Orada olup bitenlerden haberdar mıdır? Kendi mucitler muhitinin oluşabilmesi için özel bir çaba sarf etmiş midir? Mucitlerin devletten bekledikleri ilgi ve desteği bulabilmeleri aşamasında üzerine düşeni her zaman yerine getirebilmiş midir? Öte taraftan, Osmanlı coğrafyasında gezinen yerli ve yabancı mucitler ne tür icatlar geliştirmişlerdir? Özellikle yerli mucitler icatlarına vücut verirken devlet ve toplum hayatının gereksinimlerini de göz önünde bulundurmuşlar mıdır? Yoksa sadece zihin ve hayal dünyalarındaki imgelerin etkisinde mi kalmışlardır? İşte bu çalışma Osmanlı arşiv vesikaları ışığında söz konusu sorulara (tam manasıyla olamayacak olsa da) imkanlar dahilinde ve makul bir çerçevede bazı cevaplar üretebilme ümit ve gayesine hasrolunmuştur.

Le Problème de L'origine des Gagaouzes D'après les Chroniques Seldjoukides et Ottomans

Belleten · 1996, Cilt 60, Sayı 229 · Sayfa: 695-702
Tam Metin
Les Gagaouzes, qui sont d'origine turque, mais de religion chrètienne orthodoxe vivent, de nos jours, en grande partie, dans la règion appalèe Bucak dans le sud de la Rèpublique Moldavie. İl existe aussi quelques petites colonies Gagaouzes en Asie Centrale (en Uzbekistan, Kazahstan, Kirgizie), dans la règion du caucase et dans d'autres contrèes de L'ex-URSS (en Ukraine, Bielorussia, Lituani, Estonie, Russia...). En Bulgarie, Les Gagaouzes occupent des villages dans le cercle de Varna, près de Provadja dans la Dobrudja près de Kavarna et dans le sud de la Bulgarie dans le cercle de Yambol et Topolovgrad. Quant à la Roumanie, il y reste encore quelques villages des Gagaouzes.