5 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • fetih
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Harput Darplı Osmanlı Sikkeleri ve Belirlenen İki Yeni Tip

Höyük · 2022, Sayı 9 · Sayfa: 179-198 · DOI: 10.37879/hoyuk.2022.179
Tam Metin
Harput İç Kale’deki yerleşimin bugüne kadar MÖ 8. yüzyılda Urartular zamanında başladığı tahmin edilmekteydi; ancak 2021 yılı arkeolojik kazı sezonu buluntuları, kaledeki yaşantıyı M.Ö. 3. bin yıla kadar götürmüştür. Bu tarihten, Erken Cumhuriyet Dönemi’ne kadar da (1930’lu yıllar) kale içinde kesintisiz yerleşim görülmektedir. Ortaçağ’dan itibaren de burada bir darphanenin varlığı bilinmektedir. Bu nitel araştırmada, Harput’un Osmanlılarca fetih tarihi sorununa da değinilmiştir. Harput İç Kale kazılarında bulunan Harput darplı Osmanlı sikkeleri, makalenin ana konusunu oluşturmaktadır. 9 adet sikkenin 1’i (Kat. No: 1) Yavuz Sultan Selim Dönemi’ne, 7’si de (Kat. No: 2-8) Kanûnî Sultan Süleyman Dönemi’ne tarihlendirilmiştir. 1 adet sikkenin de (Kat. No: 9) hangi hükümdar döneminde darp edildiği tespit edilememiştir. Katalogda yer alan 2 ve 9 numaralı mangırların, Harput darplı Osmanlı sikkelerinin yeni tipleri olduğu tahmin edilmektedir. Yanı sıra; Harput darphanesiyle ilgili ilk kez ayrıntılı bilgi verilmiş, burada hangi devletlerin sikke kestirdiği gibi sorularla ilgili dağınık, eksik bilgilerin nümismatik veriler ölçeğinde derlemesi ve yorumlaması yapılarak darphanenin iç kalede nerede olabileceğine dair görüş sunulmuştur. Sonuç olarak, Harput araştırmacılarının ve Osmanlı yazarlarının verdikleri bilgilerden hareketle, 921/1515 kışında başlayan fethin, 922/1516 baharında tamamlandığı anlaşılmıştır. İlhak tarihi belli olmasına rağmen çeşitli kataloglarda yer alan Harput darphanesine ait 920/1514 tarihli sikkenin de üzerine durulmuş ve bunun hatalı okunduğu, gerçekte de 925/1519 yılına ait olması gerektiği kanaatine varılmıştır. Böylece net bir fetih tarihi (1516) ortaya çıkmıştır.

Osmanlı Ailesinin Savaşlarda Şehit Olan Üyeleri

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 67-88 · DOI: 10.37879/belleten.2017.67
Tam Metin
Klasik dönem Osmanlı imparatorluğunun üzerinde yorum yapılan temel konularından biri de Osman'ın ailesine mensup erkek üyelerin taht kavgalarına karışmaları ve ülkenin içine düştüğü kaotik durumdur. Özellikle taht kavgalarının sonucunda ortaya çıkan kardeş katli meselesi ilgi çekici bulunmuş ve bu çerçevede konu daha çok öne çıkarılmıştır. Ancak Osmanlı ailesinin üyeleri, yetişmiş profesyonel yöneticilerin olmamasına da bağlı olarak, üstlendikleri askeri ve idari görevlerle imparatorluğun kuruluşunda önemli katkılar yapmışlardır. Gerek ordu komutanı olarak gerek ele geçirilen yerlerin yönetiminde sağladıkları bu katkılar kaynaklara ayrıntılı biçimde yansımıştır. Elinizdeki bu çalışmada da Osmanlı fetihlerine katkıda bulunmak üzere yapılan savaşlara katılarak önemli yararlılıklar gösteren ve savaş meydanlarında şehit olan aile üyeleri ele alınmıştır. Kaynakların derinlemesine incelenmesinden anlaşıldığına göre imparatorluğun özelikle ilk yüz yılında aileye mensup üyeler ordu komutanı olarak savaşlara katılmışlar ve bunlardan yedi tanesi savaş meydanında şehit olmuştur. Savaşırken hayatını kaybeden aile üyelerinin şehit olmalarına bağlı olarak kutsiyet atfedilerek mezarlarının türbe haline gelmesi ise hayli dikkat çekicidir.

Osmanlı Kuruluş Döneminde Devlet

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 431-454
Batı Anadolu'da küçük bir beylik olarak ortaya çıkan Osmanlı Beyliği'nin bir dünya devleti haline gelmesi Osmanlı tarih yazımında cevabı hâlâ netleşmemiş bir sorudur. Bu makalede; Osmanlı kuruluş dönemini anlatan birinci kaynaklardan Aşık Paşazade Tarihi, Ahmedî'nin Tarih ve İskendernamesi, Kenzü'l-Kübera ve Mehekkü'l-Ulema, Murad-Nâme, Kabus-Nâme, Garibname gibi kaynaklar esas alınarak kuruluş döneminde devletten ne anlaşılıyordu? Beylikten devlet olma sürecine nasıl geçildi? ve en önemlisi de devleti temsil eden sultan ve reaya arasındaki ilişkiler nasıldı? Benzeri sorulara cevap aranmaya çalışıldı.

Arap Kökenli Hıristiyanlar ve İslam Fetihleri İle Olan İlişkileri

Belleten · 1999, Cilt 63, Sayı 238 · Sayfa: 869-934
Tam Metin
Dindarlık, insanların, varlığı hususunda görüş birliği içinde oldukları, fakat aynı zamanda uygulanışı konusunda farklı gruplara ayrıldıkları bir olgudur. Araplar da, diğer milletler gibi birçok dine mensup olmuşlardır ki, Hıristiyanlık da bunlardan birisidir. Sonra İslam dini ortaya çıktı ve insanlarda gel-git olayını andıran bir düşünce akımının meydana gelmesine sebep oldu. İnsanların düşünce hayatında bir durumdan diğerine geçiş ve değişkenlik kabiliyeti her zaman canlılığını korumuşsa da, bu olay kolay bir şekilde gerçekleşmemiştir. Hatta bu olgu, kendine has bazı kısıtlamalarla karşılaştığı gibi, en azından başlangıç safhasında muhalefetin varlığını da engelleyememiştir. Bu araştırma, Arap kökenli Hıristiyanlar ile İslam'ın yayılışı arasındaki ilişkileri öğrenmeye yönelik bir çalışmadır. Ayrıca onların (Hıristiyanların) İslam fetih hareketine ve bu hareketin Arap Yarımadası, Suriye ve Irak'taki yayılışına karşı göstermiş oldukları reaksiyonları izlemek, bunları belirleyen faktörleri ortaya çıkarmak ve bu faktörlere etki yapan İslamî faaliyetin rolünü tespit etmek amacını taşımaktadır.

14-15. Yüzyıllarda Osmanlı Fetihleri Sırasında Avrupa'nın Siyasî ve İktisâdî Durumu

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 202 · Sayfa: 101-114
Tam Metin
Osmanlıların Avrupa'ya ayak bastıkları ve arkasından süratle ilerleyerek Balkanlar'da ve Orta Avrupa'da İmparatorluğun temellerini attıkları bir sırada Avrupa'da siyasi, iktisadi ve sosyal durum ne idi sorusuna cevap verecek bir araştırmaya bu güne kadar rastlayamadık. Hammer, Zinkeisen, Jorga gibi Osmanlı tarihlerinde, Türklerin fetihleri sırasında karşılaştıkları ülkeleri, onların siyasi ve sosyal durumlarını dağınık bahislerde ele alarak kısım kısım açıklamalara rastlanır. Zinkeisen bu konuda daha da faydalı olmaktadır. Ayrıca Delaville-Leroulx, Alexandrescu-Dersca, Gibbons, Elekes, Babinger ve Werner gibi araştırıcılar da konularıyla ilgili olarak Osmanlılarla temas halindeki devletlerin durumlarını izaha çalışırlar. Fakat mozaik şeklinde verilen ve birbirinden ayrı bütün bu açıklamalar, okuyanı aydınlatmakta fazla yardımcı olmamaktadır. Özellikle bu devirde Avrupa toplumuna hâkim bulunan fikirleri bir kül olarak anlamamıza yaramıyorlar. Bu sebeble, yıllarca evvel bu konuda başladığımız bir araştırmanın burada sadece bir özetini veriyoruz.