6 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • medicine
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Şeyhü’r-Reis İbn Sinâ’nın Regşinâsî Adlı Eserinde Nabız İle Mûsikî İlişkisi

Erdem · 2023, Sayı 84 · Sayfa: 205-218 · DOI: 10.32704/erdem.2023.84.205
Tam Metin
Her bir ilmin temelinde diğer ilimler de bulunmaktadır. İlimlerin bu mahiyet ve özelliklerine dayanarak İslâm filozofları ilimleri nazarî (teorik) ve amelî (pratik) olmak üzere iki grupta sınıflandırmıştır. Nazarî ilimler kısmında sıralanan tıp ile mûsikî ilimleri münasebetlerinden, hem tabipler hem de mûsikî âlimleri eserlerinde söz etmişlerdir. Söz sahibi mûsikî âlimleri, mûsikînin temelini oluşturan ilimlerden bahsederken, riyâziyye (matematik), hendesî (geometri), edebiyat gibi ilimlerle beraber, tıp ilmini de zikretmişlerdir. Mûsikîde olduğu gibi, büyük tabipler de tıbbın mûsikî ile ilişkili olduğunu açıklayarak tabibin mûsikî ilmini üst seviyede değilse de temellerini bilmesinden yana olmuş bu hususu vurgulamışlardır. İslâm bilginleri tarafından ilimlerin sınıflandırmalarında da mûsikî ve tıp aynı seviyede yer almaktadır. Tıp ve mûsikî risalelerinde, bu iki ilmin birbiri ile olan bazı ilişkilerinden söz edilmiştir. Mûsikî eserlerinde, sesin insan nefesine olan etkisini vurgulayarak, mûsikîşinâsın tıp ilmini bilmesini ve bu bilgi sayesinde makamların özelliklerine göre hangi vakitte veya kimler huzurunda icra edilip edilmemesi gibi konulara değinmişlerdir. Tıpta da aynı şekilde ses ve mûsikînin insan ruhu üzerinde bıraktığı tesirinden yola çıkılarak hasta tedavisinde mûsikîden yararlanılmıştır. Bu sahada eser kaleme almış olan Cürcânî, İbn Hindû, el-Mecûsî gibi pek çok âlim bulunmaktadır. Konuya en iyi örneklerden biri de Şeyhü’r-Reis İbn Sinâ’dır. Zira kendisi tıp ilminde olduğu gibi mûsikî ilminde de söz sahiplerindendir. İbn Sinâ kaleme aldığı eş-Şifâ ve en-Necât gibi tıbbî ile Cevâmu ‘ilmi’l-mûsikâ ve Risâle fi’l-mûsikî gibi mûsikî eserlerinde tıp ile mûsikî arasında olan bu ilişkilerden bahsetmiştir. Mûsikî ile tıbbın ortak noktalarından birisi zaman ölçümüyle alakalı olarak mûsikînin ikâ’sı (ritim) ve nispetleri (oran) ile tıptaki kalp ritminin göstergesi olan nabızdır. Nitekim tabipler, nabız atışının ölçülmesi ile hastalığın ne olduğunu teşhis edebilirler. İbn Sinâ’nın mûsikî ilmi üzerinde kaleme aldığı eserleri dışında, damarlar ve nabızlar ile ilgili kaleme aldığı Farsça Risâle-i Regşinâsî eserinde mûsikî ilmine değinerek, bu konuyu incelemiştir. Bu makalede, İslâm filozofları ve bilginlerinin göre tıp ve mûsikî ile ilgi görüşleri aktarıldıktan sonra İbn Sinâ’nın Risâle-i Regşinâsî tanıtılmıştır. Kitabın altıncı bölümünde nabız ve nabzın çeşitlerinden bahsedilmiştir. Ardından eserin nabız ve ikâ ile ilişkileri olan bölümü üzerinde bilgiler verilmiştir. Nabız ve ikâ ilişkisinden yola çıkaran İbn Sinâ hem mûsikîşinas hem de tabibin karşılıklı olarak mûsikî ve tıp ilmine ait temel bilgilere hâiz olması gerekliliğini belirtmektedir.

ESKİ ANADOLU TÜRKÇESİYLE YAZILMIŞ BİR TIP METNİ: MANẒŪME-İ ṬIBB

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2023, Sayı 75 · Sayfa: 151-180 · DOI: 10.32925/tday.2023.99
Tam Metin
Selçuklular, Beylikler ve Osmanlıya geçiş dönemini içine alan Eski Anadolu Türkçesi, Oğuzcaya dayalı ilk yazı dili olarak 13. ve 15. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Bu dönemde yazılan eserlerin temalarını yalnızca edebî konular oluşturmamaktadır. Din, tasavvuf ve aşk dışında çeşitli temalarla örülü çok sayıda eserin yazıldığı bu dönemde tıp konulu eserler de önemli bir yere sahiptir. Tarihsel perspektiften bakıldığında tıbba dair terimlerin Türk yazı dilleri içinde Göktürkler döneminde ortaya çıktığı, bilgi birikimi ve uygulama alanlarının artmasıyla Uygurlar döneminde ilk yazılı kaynakların verilmeye başlandığı görülmektedir. Karahanlı Dönemi'yle birlikte tıp metinlerine duyulan yoğun ilgi özellikle 15. yüzyılda daha da artmış, Türk hekimleri başta olmak üzere tıp alanında çok sayıda isim yetişmiş, bu isimlerin artışına paralel olarak alana ait metinlerin sayısında da artış gözlemlenmiştir. Çalışmanın konusunu oluşturan Manẓūme-i Ṭıbb isimli mesnevi Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış bir tıp metnidir. Eser üç varaktan oluşan kısa bir mesnevidir. 15. yüzyılda yetişmiş, musahibi olduğu hükümdara yakın olacak kadar saygı duyulan ünlü hekimbaşı Ahî Çelebi tarafından kaleme alınmıştır. Belirlenebildiği kadarıyla Türkiye ve Türkiye dışında toplam sekiz nüshası bulunan eserin bu yazıdaki neşri için bütün nüshalar dikkate alınmış ve bu nüshalardan hareketle bir metin neşri hazırlanmıştır. Böylelikle bazı nüshalarda tespit edilen eksiklikler ve vezne bağlı kalınmadan yazılan beyitler tamir edilerek okuyucuya sunulmuştur.

Tarihsel ve Güncel Yönden Tıp Etiği

Erdem · 2005, Sayı 44 (Etik Özel Sayısı) · Sayfa: 83-102

Tıp etiği tıp biliminin tarihi kadar eskiye gider. Tıp bir toplumda yaşayan tüm insanları ilgilendirdiği için bu bilimin yöntem ve kuralları diğer bilimlere göre daha erken geliştirilmiştir.

Tarihsel süreç içerisinde baktığımız zaman günümüzde dahi kabul edilen hasta-hekim ilişkisinin etik yönünün temel ilkeleri eski Yunanlı hekim Hipokrat'a; özellikle de hekimlerin içmelerinin öngörüldüğü onun andına (yeminine) atfedilir.

Kesin bilgiler olmamasına karşılık Hipokrat Andı, Yunan kültür ve bilimine ait diğer unsurlarla birlikte bütün Orta Çağ boyunca unutulmuştur.

Ancak Avrupa'da başlayan Rönesans düşüncesi ile eski Yunan kültürünü arama çabaları sonucu Hipokrat Andını tıp etiğinin temel taşı durumuna getirmiştir.

Son 30 yıl içinde değişen ve gelişen toplumsal değerler, insan haklan vd. gibi kavramlar ile Hipokratik geleneğe içerik ve kapsamı zengin yeni ilke ve kurallar eklenmiştir.

One of the Samples of the Influences of Avicenna on the Ottoman Medicine, Shams Al-Din Itaqi

Belleten · 2000, Cilt 64, Sayı 239 · Sayfa: 63-68
Tam Metin
Anatomy was an important subject to solve human health problem. In Islam Avicenna (980-1037) was well known physician and he was also interested in anatomy and gave description on this subject in detail in his famous work, al-Qanun. Avicenna showed extensive influence on the physicians lived in the following the centuries, not only in the eastern countries, but also in the West. His work, al-Qanun was translated into different languages including in Latin. Its Latin version was published several times in different countries in Europe. Avicenna was also very influential in the Ottoman Empire. His work, al-Qanun was used extensively as a handbook among the physicians. One of the physicians who showed this influence obviously was Shams al-Din Itaqi in the Ottoman Empire in the seventeenth century. He wrote an illustrated anatomical work, named 'Treatise on Anatomy of Human Body'. 'Treatise on Anatomy of Human Body' was written in Turkish and gave description of the anatomical structures of the whole human body in detail including in several anatomical illustrations of some of the organs in colour. When we study Itaqi's work we can define the resemblance of his anatomical explanations witlı Avicenna did in his al-Qanun, as is seen in the classification of the organs as simple and compound organs. Itaqi also gave original description of some of the organs in his work. Among them can be mentioned the description of the cranial nerves.

A Newly Discovered Translation of At'Tasrif, "Zahrâvi 'İlm-i Cerrah"

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 203 · Sayfa: 453-460
Tam Metin
The Public Library of the Manisa Province has a fairly rich collection of medical manunscripts some of which are unique copies. Two examples that may be cited in this connection are Tarvih al-Ervah by physician and poet Ahmedî (1334(?)-1413) and the Persian translation of Beyrunî's Kitab-al-Saydala. Another unique manuscript is an abridged translation of Zahravî's work, which I intend to introduce here briefly.

Certain Aspects of Medical Instruction in Medieval Islam and its Influences on Europe

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 178 · Sayfa: 9-22 · DOI: 10.37879/belleten.1981.9
Tam Metin
Speaking of the university, Charles Homer Haskins says, "Universities, like cathedrals and parliaments, are a product of the Middle Ages. The Greeks and the Romans, strange as it may seem, had no universities in the sense in which the word has been used for the past seven or eight centuries. They had higher education, but the terms are not synonymous. Much of their instruction in law, rhetoric, and philosophy it would be hard to surpass, but it was not organized into the form of permanent institutions of learning. A great teacher like Socrates gave no diplomas; if a modern student sat at his feet for three months, he would demand a certificate, something tangible and external to show for it-an excellent theme, by the way, for a Socratic dialogue. Only in the twelfth and thirteenth centuries do there emerge in the world those features of organized education with which we are most familiar, all that machinery of instruction represented by faculties and colleges and courses of study, examinations and commencements and academie degrees. In all these matters we are the heirs and successors, not of Athens and Alexandria, but of Paris and Bologna". The madrasa, in its standard and typical form, was the school for higher education in theology and law in medieval Islam. It came into official existence in the eleventh century, while the European university was developed over a century later and at a time when already Latin translations of Arabic philosophical and scientific works were available. There were certain parallelisms between the features of the madrasa and the university. Moreover, certain essential characteristics of the university were radically new, and the development of the medieval university in Europe was rather rapid. In view of such considerations certain scholars have suggested the possibility that the medieval European university owed much to conscious imitation of the madrasa system.