15 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
Bergama Ulu Camii Hakkında Bazı Görüşler
Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 27-47 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.027
Özet
Tam Metin
Yıldırım Bayezid’in Anadolu’da hüküm süren beylikler üzerine yaptığı seferler sonucunda pek çok beylik Osmanlı’ya tâbi olmuş ve böylece Osmanlı’nın Anadolu’daki hakimiyeti perçinleşmeye başlamıştır. Hakimiyet alanını genişletmenin yanı sıra özellikle bürokratik, mali ve askeri alanlarda yapılan hamleler ile Osmanlı’nın ilk imparatorluk denemesi olarak kabul gören bu dönem aynı zamanda mimari alanında da birtakım yenilikleri beraberinde getirmiştir. İnşa edilen yapıların plan anlayışı ve tasarımlarında yeni denemelerin uygulanması ve ayrıca çevre kültür etkilerinin gözlemlenmesi bu durumu destekler niteliktedir. Bu bağlamda ön plana çıkan yapılardan biri de Bergama Ulu (Yıldırım) Camii’dir.
Taç kapısında yer alan kitabesine göre 1398-1399 yılında inşa edilen Bergama Ulu Camii, derinlemesine yönelik üç sahından oluşan bir yapıdır. Caminin cephe düzenlemelerinin ana odağı, kuzey cephesindeki sivri kemerli taç kapısıdır. Gotik üslubun karakteristik özelliklerinden biri olan bu sivri kemer uygulaması taç kapıda kademeli olarak yapılmış profillerle vurgulanmıştır. Yapı, gerek plan şeması ve gerekse taç kapı tasarımı bakımlarından Osmanlı Mimarisi için “yeni” bir deneme olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla, Yıldırım Bayezid döneminde inşa edilen diğer yapılarda gözlemlenen farklı tasarımların izleri bu camide de takip edilebilmektedir.
Literatürde konuyla ilgili yer alan kaynaklar Bergama Ulu Camii’ne dair ayrıntılı bilgi vermekte, bazı çalışmalar yapıyı etki bağlamında inceleyerek Gotik üsluba atıf yapmakta ve çağdaşı sayılan Beçin Ahmed Gazi Medresesi (1375) ile bağlantı kurmaktadır. Nitekim, her iki yapıda da yer alan Gotik üsluba sahip taç kapı tasarımı da bu durumu desteklemektedir. Bununla birlikte, etkinin kaynağı bakımından ele alındığında Bergama Ulu Camii, Akdeniz çevresindeki Haçlı devletlerinde görülen mimari üslup ile bağlantılı mıdır? sorusu bu çalışmanın temel araştırma sorusudur. Dolayısıyla çalışmanın başlıca amacı da, Bergama Ulu Camii’ni etki çerçevesinde değerlendirerek Haçlı devletlerindeki mimari anlayışla bağlantısını benzer örnekler üzerinden açıklamaktır. Çalışmanın bir başka amacı ise yapının inşasında görev alan sanatkâr ve/veya ustaların sahip oldukları mimari hafızayı yapıya uygulamalarındaki aracı rollerine açıklık getirmektir. Araştırma kapsamında yöntem olarak literatür taraması, saha araştırması ve fotoğraflama kullanılmıştır. Saha araştırması Bergama’nın yanı sıra Akdeniz’in önemli merkezleri arasında yer alan Rodos ve Kıbrıs adalarında gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, Bergama Ulu Camii’ndeki taç kapı tasarımının Akdeniz çevresindeki Haçlı devletlerinde görülen mimari anlayıştan kaynaklandığı sonucuna varılmış ve bu bağlantı Rodos ve Kıbrıs adalarındaki örnekler üzerinden açıklanmıştır. Ulaşılan bir başka sonuç ise bu etkinin sanatkâr ve/veya ustaların, hatta bunların mensubu olduğu atölyelerin aracılığıyla yayılmış olduğunun anlaşılmasıdır.
19. Yüzyıl Dua Kitaplarına Bir Örnek: Düzdidil Kadınefendi Adına Hazırlanan Enꜥâm-ı Şerîf
Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 49-80 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.049
Özet
Tam Metin
Enʿâm sûresinin başka sûre ve dualarla birlikte güzel bir hatla yazılması ve tezyîn edilmesiyle hazırlanan Enꜥâm-ı Şerîfler, Osmanlı toplumunda Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en çok okunan dua kitaplarından olmuştur. 19. yüzyıl Enꜥâm-ı Şerîfleri, içeriklerinin ve süsleme özelliklerinin farklılığıyla diğer dönem Enꜥâm-ı Şerîflerinden ayrılmaktadır. Çalışmamızın konusu olan Enʿâm-ı Şerîf, 19. yüzyıl Enꜥâm-ı Şerîflerinden olup I. Abdülmecid’in üçüncü kadını Düzdidil Kadınefendi için hazırlanan, München Bayerische Staatsbibliothek’te (Münih Bavyera Eyalet Kütüphanesi) Cod.turc.553 numarasıyla yer alan, H.1261/M.1845 tarihli Enꜥâm-ı Şerîf’tir. Eserin içerisinde Düzdidil Kadınefendi’nin kendi ağzından dua ve yakarışlar, şifa talebine dair ayetler, dualar, virdler, tılsım özellikli mühürler ve vefkler yer almaktadır. Düzdidil Kadınefendi, erken yaşta verem hastalığına yakalanmış ve bu hastalık sebebiyle erken yaşta vefat etmiştir. Muhtemelen bu dua kitabını hastalığı sebebiyle tertip ettirmiştir. Haremdeki bir kadınefendinin vereme yakalanması ve bunun üzerine içerisinde şifa talebine yönelik dualar barındıran bir dua kitabı tertip ettirmesi, söz konusu yazma eseri özel ve farklı kılmaktadır. Eser aynı zamanda tasavvufî bir karakter taşımaktadır. İçerisinde tasavvuf büyüklerinin isimleri ve bu isimlerin geçtiği dualar yer almaktadır. Eser, zengin süsleme özelliklerine sahiptir. Eserin tezhip üslübu barok-rokoko tarzında olup sepet, vazo, gül, papatya gibi bitkisel motifler yoğun olarak kullanılmıştır. Bitkisel motiflerde altın rengi yoğunlukta olmakla birlikte geniş bir renk skalası kullanılmıştır. Eserin barok-rokoko tarzındaki cildi, bitkisel bezeme özellikleri göstermekte olup yekşâh tekniğiyle oluşturulmuştur. Eserin içerisinde Hz. Muhammed’in eşyalarından oluşan kutsal emanetlerin ve Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebî gibi kutsal mekanların minyatürleri yer almaktadır. Kutsal emanetlerin minyatürleri iki boyutlu olarak resmedilmişken, Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebî gibi mekanların minyatürleri ortografik ve paralel perspektifte resmedilmiştir. Eserin müzehhibi Hüseyin Efendi, hattatı Seyyid Muhammed Tâhir Efendi’nin öğrencisi Hafız Hasan Râşid Efendi’dir. Eseri üreten hattat ve müzehhibin isimleri bilinmekle birlikte eserin müzehhibinin kimliği konusunda bir karışıklık söz konusudur. Bu makalenin amacı, 19. yüzyılda Osmanlı haremindeki bir kadınefendi adına hazırlanan bu Enʿâm-ı Şerîf’i, hâmi-sanatkâr-içerik temelinde çok yönlü bir bakış açısıyla hem içeriği hem de süsleme özellikleri açısından inceleyerek, eseri üreten sanatçıların kimliğini ortaya çıkararak bu eserin Türk kitap sanatları tarihi içerisindeki yerini ortaya koymaktır. Çalışma, hem 19. yüzyıl dua kitaplarına dair yapılacak olan çalışmalara katkı sağlayacak hem de harem kadınlarının kitap hâmîliğine dair, Osmanlı haremindeki bir kadınefendinin mâli gücü ve tasavvufî eğilimine dair ileride yapılacak yenilikçi araştırmalara öncü olacaktır.
Kahkaha Gazetesi Üzerine Bir İnceleme (Yıl: 1875 / Sayı: 1-10)
Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 1-25 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.001
Özet
Tam Metin
İnsanlık tarihinin başlangıcından itibaren var olan mizah; olaylara, kişilere, durumlara farklı bir açıdan yaklaşan, insanları güldürürken düşündürme niteliği taşıyan bir sanattır ve günümüzde birçok alanın içinde yer almaktadır. Bu alanlardan birisi de insana ait her konuya yer veren edebiyattır. Edebiyatın hemen hemen her türünde kendine yer bulan mizahi yazılar, 1868 yılında yayımlanan Terakki gazetesinin eki ile gazete sahasına da girmiş ve böylece mizah gazeteciliği başlamıştır. Mizahi gazeteler, içinde yaşadığı devrin aksaklıklarını, çarpıklıklarını, yanlış – eksik yönlerini gösteren birer araç olarak kısa sürede geniş kitlelerce sevilmiş ve gün geçtikçe bu gazetelere yenileri eklenmiştir. Türk basınında karşımıza çıkan bu mizahi gazetelerden birisi de Kahkaha’dır.
Kahkaha, Ali Efendi tarafından Rumi 22 Mart 1291/Miladi 3 Nisan 1875 tarihinde Trabzon’da yayın hayatına başlamış bir mizah gazetesidir. Kahkaha, toplam yirmi altı sayıdır ve gazetenin içerisinde yer alan yazıların tümü imzasız olarak yayımlanmıştır. Kahkaha’nın içeriği ise çeşitli karikatürler, muhavereler, şiir ve tiyatro gibi türlerde kaleme alınmış yazılar, haberler, telgraflar ve ilanlardan oluşmaktadır. Bunun yanında Ali Efendi, Kahkaha gazetesinde devrinin diğer gazetelerini ve sosyal hayatta yaşanan olayları da eleştiren başlıksız düz yazılara sık sık yer vermiştir.
Çalışmada basın ve edebiyat birlikteliğinde ele alınabilecek konulardan birisi olan Kahkaha gazetesinin içeriğinin açığa çıkarılması amaçlanmıştır. Çalışmada öncelikle mizah kavramına, ardından mizah gazeteciliğine değinilmiş, Kahkaha gazetesinin yayın hayatına başlayana kadarki süreçte görülen mizahi gazetelerden kısaca bahsedilmiştir. Daha sonra Kahkaha gazetesinin kimliği verilmiş, gazetenin şekil özellikleri, yayın süreci ve muhtevası incelenmiş, akabinde Kahkaha gazetesinin ilk on sayısı içerisinde yer alan metinler sınıflandırılmış, Kahkaha’nın eleştiri yönelttiği toplumsal konular, gazeteler, dönemin gazetecik anlayışı ve kişiler/kurumlar ele alınmış ve değerlendirilmiştir.
Değerlendirme sonucunda Kahkaha gazetesinin içeriğinde on sekiz düz yazı metni, otuz iki haber yazısı, Kahkaha’ya mahsus on adet telgraf, beş ilan, bir oyun, üç şiir, bir mektup, on üç muhavere yer aldığı ve her sayının dördüncü sayfalarında karikatürlerin bulunduğu görülmektedir. Kahkaha gazetesi bu metinler aracılığıyla toplumsal sorunları, basın hayatı ile ilgili sorunları, Güllü Agop ve Gedikpaşa Tiyatrosu’nu eleştirmiştir. Bu bağlamda Kahkaha gazetesinin yayımlandığı dönemin siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel unsurlarına yer vererek âdeta o dönemin bir panoramasını çizdiği görülmektedir. Bu durum kısa ömürlü bir gazete olan Kahkaha gazetesinin Türk edebiyatı içerisinde etkin bir role sahip olduğunu ön plana çıkarmaktadır.
Osmanlı Arşiv Belgesine Göre Melike Ahmed Hanım’dan Melek Ahmed Hanım’a
Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 181-205 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.181
Özet
Tam Metin
Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet döneminin ilk yıllarını kapsayan süreçler içerisinde Türk heykel sanatı adına yapılmış olan çalışmaların kısıtlı olduğu bilinen bir gerçektir. Yapılan çalışmalar içerisinde de ismine nadiren rastlanan ve haklarında bilgi sahibi olabildiğimiz ilk kadın heykeltıraşların sayısı da buna dahil edilebilir. Süreç içerisine Sanayi-i Nefise Mektebi ve İnas Kız Sanat Okulu girince, bu konuda yapılan çalışmaların, az da olsa bilim dünyasına katkı sağlaması yönüyle önemli bir olgudur. Bu bağlamda İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ni ve sanatçılarını kapsamına alan önemli çalışmalar olarak literatüre geçen Paşalıoğlu, Hacer Banu (1995). İnas Sanayi-i Nefise Mektebi ve Mezunları, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Sanatı Ana Bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Saldıran, Burcu (2023). Cumhuriyet Dönemi Kadın Heykeltıraşların Biyografi ve Sanat Üslubu Açısından İncelenmesi (1923-1950), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Sanatı Ana Bilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Sokur, Büşra (2020). Türkiye’de Kadın Heykeltıraşlar 1900-1950, İstanbul Kültür Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Sanat Yönetimi Programı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul gibi çalışmaların yanı sıra Halil Özyiğit’in makale çalışmaları ile Sanayi-i Nefise Mektebi üzerine yapılan tarih ve eğitim ağırlıklı çalışmalar, aynı zamanda okulun resimden heykel sanatına öğrencileri hakkında çeşitli bulgulara erişmemiz için de kolaylık sağlamış olmaktadır. Bizler de Türk kadın heykel sanatçıları içerisinde sadece ismine rastladığımız ya da kendileriyle ilgili sınırlı bilgilere ulaşabildiğimiz sanatçıları araştırmak amacıyla yola çıkarak, bu çalışmayı ortaya çıkarmaya karar verdik. Haklarında bilgi sahibi olduğumuz en sık rastlanan kadın sanatçılar, Sabiha Bengütaş, Nermin Faruki, Melek Cemal Sofu ve İraida Barry gibi birkaç kişiden ibaretti. Bunun neticesinde yolumuzu, ismen çok az tanınan hatta hakkında neredeyse çok az bilgi edinilmiş bir kadın heykel sanatçısını aramaya yönelttik. İşte bu noktada, birkaç kaynakta çok az bilgi edinebildiğimiz ancak özel bir çalışma olan Burcu Saldıran’ın (2023), “Cumhuriyet Dönemi Kadın Heykeltıraşların Biyografi ve Sanat Üslubu Açısından İncelenmesi (1923-1950)” isimli teziyle karşılaştık. Bu tez, alanında gerçekten önemli bir açığı doldurmuş ve çalışmamıza konu olacak “Melek Ahmed Hanım” hakkında da en iyi sonuç veren bir çalışma olarak dikkatlerimizi çekmiştir. Bu çalışmayı görünce, Melek Ahmed Hanım hakkında bizler daha farklı ve ne çeşit bilgiler edinebiliriz sorusuna yönelik araştırmalarımızı derinleştirdik. Melek hanımla ilgili olarak, Cumhuriyet arşiv taramalarını da gerçekleştirdik. Ancak Melek Hanım ile ilgili ilk etapta bir sonuca ulaşamadık. Araştırmayı salt “heykeltraş” olarak indirgediğimiz zaman ise karşımıza ilginç bir sonuç çıkmıştı ve bu sayede, belki de bir yanlışı düzeltebileceğimizi görebilmiştik. Arşiv bulgumuz bize “Heykeltraş Melike Ahmed Hanım” isimli bir sanatçıyı tanıştırmaktaydı. İşte bu noktada bizim için düğüm çözülmeye başlamıştı ve Osmanlıcada “Melek ve Melike” sözcüklerinin yazılışlarının aynı olmasının, araştırmacıların sanatçımıza ulaşmasına engel teşkil ettiğini gösteriyordu. Neticede kadın heykel sanatçılarımız arasında böyle bir isim yoktu. Ve elde ettiğimiz belgenin Melek Ahmed hakkında olduğu varsayımımız bizim için netlik kazanıyordu. Böylelikle gözden kaçmış bir belgeyi bulmak ve bunu Türkçeye kazandırmaya çalışmamız bizim düşüncemize göre orijinallik kazanıyor ve Melek Ahmed Hanım hakkında farklı bir bilgi kaynağı da edinmiş oluyorduk.
Tarihi Ekonomik Coğrafya: XIX. Yüzyıl Üsküdar Kazası Kırsalında Mesleki İhtisaslaşma Örüntüleri
Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 127-161 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.127
Özet
Tam Metin
Bu çalışma ekonomik faaliyetlerin ve süreçlerin hangi yerlerde nasıl gelişim gösterdiğini aynı zamanda bu gelişimin nüfus merkezlerini nasıl dönüştürdüğünü detaylı bir şekilde inceleyen tarihi ekonomik coğrafya perspektifiyle, XIX. yüzyılın ilk yarısında Üsküdar kazasına bağlı Kanlıca ve İncir köylerindeki mesleki ihtisaslaşma örüntülerini, nüfus defteri verileri üzerinden ele alıyor. Ülkemizde tarihi ekonomik coğrafya alanında yapılan çalışmaların sınırlı olması, bu araştırmanın önemini artırmaktadır. İki köy arasındaki sektörel olarak meslek dağılımının farklılığı, mekânın mesleki ihtisaslaşma örüntüleri üzerindeki etkisinin sorgulanmasına yol açmış ve çalışmanın temel sorusu olarak “Mekânın mesleki ihtisaslaşma örüntüleri üzerindeki etkisi nedir?” şeklinde belirlenmiştir. Araştırma kapsamında, 181 numaralı nüfus defteri kullanılarak köylerdeki meslek grupları ve sektörel dağılımları analiz edilmiştir. Kanlıca ve İncir köylerinin seçilmesinde, iki köyün coğrafi yakınlığına rağmen mesleki ve ekonomik açıdan farklı örüntüler sergilemeleri etkili olmuştur. Kanlıca köyünün Üsküdar kaza merkezine ve Suriçi’ne (İstanbul’a), dolayısıyla ticari ve ekonomik faaliyetlere daha yakın konumu, ona avantaj sağlarken; İncir köyü, daha izole konumu sebebiyle birincil ekonomik faaliyetlere (tarım) odaklanmıştır. Kanlıca köyünde, denizle ilişkili meslekler (kayıkçılık, kireç kayıkçılığı, kalafatçılık, vb.) baskın hale gelmiştir. Bu meslekler, köyün ekonomik yapısının çeşitlenmesine ve ticari ilişkilerinin güçlenmesine katkı sağlamıştır. Nüfusun %67’si üçüncül sektörde (hizmet sektörü) çalışmaktadır. Kanlıca’nın ulaşım ağı içerisinde, özellikle denizyolu ulaşımında etkin bir noktada olması, ekonomik faaliyetlerin yoğunlaşmasını sağlamıştır. Bu sayede, Kanlıca yoğurdunun ün kazanarak Suriçi’ne kadar götürülmesi mümkün olmuştur. İncir köyünde ise, tarımsal faaliyetler (rençberlik, bağcılık) ön plana çıkmış ve nüfusun %73’ü birincil sektörde faaliyet göstermektedir. Köyün görece izole konumu ve Avrupa yakasına olan uzaklığı, ekonomik çeşitliliğin sınırlı kalmasına yol açmıştır. İncir köyü, geleneksel ekonomik yapısını koruyarak tarıma dayalı bir yaşam sürdürmüştür. Bu durum, köyün ekonomik faaliyetlerinin daha geleneksel bir yapıda şekillenmesine neden olmuştur. Sanayi öncesi toplumlarda ve bir tarım imparatorluğu olan Osmanlı ülkesinde köyler, birincil ekonomik faaliyet kollarının ön plana çıktığı alanları tanımlar. İncir köyü genel kanıya uygun olarak birincil sektörün baskın ekonomik faaliyeti oluşturduğu bir köy olarak ortaya çıkmıştır. Fakat Kanlıca’da birincil ekonomik sektörden ziyade üçüncül sektör daha baskındır. İki komşu köy olan Kanlıca ve İncir’deki ekonomik faaliyetlerin belirgin farklılığına bakıldığında Osmanlı ülkesinde, kırsal alanda dahi genel paradigmaya uymayan durumlar söz konusu olabilmektedir. Bu durum zamansal ve mekânsal manada sanayi öncesi köyü (sosyal ve ekonomik bağlamıyla) yeniden düşünmemiz gerektiğini göstermektedir.
Kam Alkış ve Kargışlarında Su Kültünün Karakteristiği
Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 101-125 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.101
Özet
Tam Metin
Yaşamış olduğu çevreyi; hayatı devam ettirme noktasında temel unsurlardan biri olarak kabul eden Türkler, doğadaki her varlığın bir ruhu olduğuna inanmış ve bunlara kutsiyet atfetmişlerdir. İnsanın doğayı anlamlandırma çabası doğadaki toprak, hava, ateş ve su gibi dört ana ögenin anlamlı kılınmasını sağlamıştır. Bu dört unsurdan biri olan su etrafında çeşitli uygulamalar ortaya çıkmıştır. Türk kültürünün en eski temel kültlerinden biri olan su, yaratılış mitlerinden itibaren türlü görünümleriyle dikkat çekmekte ve pek çok ritüelde yer almaktadır. Kutsama, cezalandırma, şifa, korunma, arındırma gibi olgularda suya değişik anlamlar yüklenmiştir. Böylelikle Türk toplum hayatında suya karşı saygı, korku, umut gibi farklı duygular oluşmuş ve davranışlar gelişmiştir. Türk toplumlarında ortak bir simgeyi barındıran su yaşamın sürdürülmesinde aslî unsurlardan biri şeklinde belirmektedir. Su, insanlar için zaman zaman farklı amaçlara hizmet etmiştir. Bazen doğuşu bazen ölümü bazen ise var oluşu simgelemiş olan suyla birey ve toplum böylece farklı şekiller ve bağlamlarda çeşitli biçimlerde iletişim kurmuşlardır. Suyun kutsal olma özelliğinden dolayı onu kirletmek yasaklanmıştır. Bu eylemi yapanların ise su iyeleri tarafından cezalandırılacağına inanılmıştır. Türk dünyasında ortak bir kült olarak ortaya çıkan su gündelik hayatta farklı etkiler uyandırmıştır. Su kültü hem bolluk bereket gibi nitelikleriyle hem de hastalık verme gibi özellikleriyle ön plana çıkmıştır. Bu yüzden su iyesini kızdırmamak ve onu memnun etmek gerekmiştir. Aksi durumda farklı sonuçlara neden olacağı düşünülmüştür. Bu suyun hem kutsal olma özelliğini göstermekte hem de her ne kadar başlangıçta bir kaos içerisinde yer alsa da aslında kaostan kozmosa giden bir düzeni sağladığı görülmektedir. Farklı anlatılar suyla ilgili çeşitli inançlara kaynaklık etmiştir. Tanrı’ya yakın olmak isteyen insan, su kültüne tanrısallık atfetmiştir. Sonrasında bu kült Tanrı’yla insan arasında bir araç görevi üstlenmiştir. Su anlatılarda hem kutsiyet ve tanrısallık hem de yok edici ve cezalandırıcı gibi nitelikler taşımaktadır. Her iki yönüyle bir bütünlük içerisinde çeşitli uygulamalarla toplum hayatına ve insan davranışlarına yön vermiştir. Toplum hayatının en önemli ögelerinden biri olan suya Türk sözlü anlatılarında da sıkça yer verilmiştir. Bu anlatılardan biri olan alkış ve kargışlarda su kültüne ait izler çok fazla görülmektedir. Kutsiyet atfedilen su, kamların veya şamanların ritüellerinde alkış ve kargışların icrasında kullanılmaktadır. Bu çalışmada Tuva, Altay-Teleüt, Altay-Sayan, Uygur, Kırgız-Kazak, Şor Türklerinden seçilen örnek metinlerde suyun kam alkış ve kargışlarındaki işlevi üzerinde durulmuştur. Kam alkış ve kargışlarından seçilen bu örnek metinlerden hareketle suyun hangi özelliğiyle ortaya çıktığı belirlenmiştir. Geçmişten günümüze su etrafında geliştirilen ritüellerin alkış ve kargışlara ne şekilde yansıdığı ve hangi nitelikleriyle ön plana çıktığı tespit edilmiştir.
III. Ahmed Kitaplığındaki Katı’ Tekniğinde Yapılmış Yazma Eser Kapak İçlerinin İncelenmesi
Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 81-100 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.081
Özet
Tam Metin
Cilt; bir kitap veya mecmuanın yapraklarını dağılmaktan korumak için yapılan koruyucu kapağa denilmektedir. Ön ve arka kapaklar, miklep, sertab, sırt, iç kapaklar ve şiraze cildin bölümlerini oluşturur. Cilt kapakları kullanılan malzemeye göre sınıflandırılır ve süsleme tekniklerine göre incelenirler. Derinin ince ince oyularak altın zemin üzerine yapıştırılması suretiyle yapılan süsleme müşebbek veya katı’ şemse adını alır. Cilt kapak içleri deri oyma olarak karşımıza çıkar ve sonraları kâğıt oymacılığı şeklinde devam eden katı’ sanatı ile ilgili yapılan araştırmalarda genellikle kâğıt oymalar üzerinde durulmuş, deri oymacılığı araştırmalar yeterince yer bulamamıştır.
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkiye’nin en zengin yazmalarına sahip bir ihtisas kütüphanesidir. III. Ahmed Kitaplığı da bu kütüphane içerisinde yer almaktadır. Bu makalenin konusu III. Ahmed Kitaplığında bulunan katı’ tekniğinde yapılmış yazma eser kapak içleridir. III. Ahmed Kitaplığında yer alan 15 ve 16. yüzyıl tarihli olan 5 cildin (TSMK, A.242, A.3169, A.1357, A.21, A.1585) kapak içi bezemesinde katı’ sanatı tespit edilmiş ve betimsel araştırma yöntemi kullanılarak tezyinatları açısından incelenmiştir. III. Ahmed Kitaplığındaki ciltlerin niteliği, cilt sanatı açısından bilimsel olarak tanıtılması amaçlanmıştır. Cilt sanatının önemli bir bölümünü oluşturan kapak içi süslemeleri açısından yapılan çalışmalardaki eksiklikleri gidermek, dönem özelliklerini belgelemek, Türk sanatı açısından oldukça önemlidir.
Yazma eserlerin katı’ sanatlı kapak içlerinde mühür ya da mücellitlerle ilgili bilgiye rastlanmamıştır. Ciltlerin kapak içleri kahverengi ve vişne çürüğü renk deri ile kaplanmıştır. Kapak içlerinde bordür, köşebent, şemse, salbek, miklep, sertab bölümlerinde katı’ tekniği görülür. Ayrıca iç kapak üzerinde yer alan şemse ve miklepteki dendanlı form uygulaması, köşebentlerde Baba Nakkaş üslubunda içeriye doğru kıvrımların yer alması, Fatih döneminin özelliklerindendir. Şemseler dışında tam zeminli ciltler de bulunmaktadır. Kitapların kapak içleri genellikle lacivert, mavi, yeşil, altın, sülyen, siyah zemin üzerinde derinin oyulması ile yapılmış katı’ tekniği tezyinata sahiptir. Katı’ uygulamalarının deri üzerinde geleneksel motiflerin nasıl bir tasarımla uygulanmış olduğunun bilinmesi adına yapılan tespitlerde ayrıca önem arz etmektedir. Desenlerde Selçuklu tezyinatını devam ettiren rumi motifi, bitkisel motif kullanılmış ve 15. yüzyılda kullanılmaya başlanan bulut motifi de rumi motifinin yanına eklenmiştir. Yazma eser iç kapaklarının diğer kütüphanelerdeki örneklerle de karşılaştırması yapılmıştır. 15 ve 16. yüzyıl cilt iç kapak bezemelerinde yüzyıllar arası geçişler çok keskin değildir. Her yüzyılda bir önceki yüzyılın geleneğinin devamıyla birlikte şekil ve bezeme bakımından katı’ sanatlı yazma iç kapaklar, dış kapak tarzında yapılmış, dönemin cilt üslubu ve tezyinat programını yansıtmaktadır.
İki Yeşil Susamuru Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri İsimli Romanda Bir Cezalandırma Şekli Olarak Terk Etme Düşkünlüğü
Erdem · 2025, Sayı 88 · Sayfa: 163-180 · DOI: 10.32704/erdem.2025.88.163
Özet
Tam Metin
Buket Uzuner’in İki Yeşil Susamuru, Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri isimli eseri, asıl kişi Nilsu’nun şahsında insan varlığını tehdit eden unsuru, terk etme düşkünlüğü olarak görünüşe çıkaran bir romandır. Terk etme düşkünlüğü, bütün dikkatini varlığa (elde olana) adamak yerine, elde olmayana bağımlı kalmak ve içsel veya dışsal bir şeyleri, kendini veya insanları, pragmataya uymadığı için cezalandırmak demektir. Cezalandırma durumu, daima elde olmayana bağlı ve bağımlı olmayı işaret eder. İçinde olunan ancak farkında olunmayan bu duruma, kendini yeterince bilmeme veya kendilik cehaleti içinde olma da denilebilir. Hem bir cezalandırma düşkünü olmayı hem de bunun farkında olmamayı işaret eden bu durum, ayrıca varlığı (elde olanı) sahipsiz bırakma gibi bir tavrı içerir ve çok sık tekrarlanarak yapılanır. İntikamcı olduğu için de bırakılma gibi istisnasız herkesin başına gelen hadiseleri, bir saldırı olarak anlayıp yorumlar ve ona benzer nitelikte bir eylemle karşılık vermeyi içerir. Söz konusu bu kısırdöngü, aynı anlayıp yorumlama şekli işlediği müddetçe yapılanıp normalleşir ve giderek hiç fark edilmez hâle gelir.
Özünü kısaca bu şekilde ifade edebileceğimiz bir terk etme düşkünlüğü içinde olan ancak onun farkında olmayan Nilsu, romanın asıl kişisidir ve on dört yaşında iken ebeveyni tarafından terk edilmiş birisidir. İlk gençlik yıllarında ödüllendirilmeyi beklerken terk edilen ve derin bir hayal kırıklığına uğrayan Nilsu, aslında yeni bir imkân olan bu hadiseyi cezalandırılma olarak anlar, yorumlar ve daima öyle hatırlar. Zamanla yapılanan bu durumun iç dünyasındaki yansımalarını bir dereceye kadar bilir ancak onu bütünüyle bilmez. Bütünüyle değil de kısmen bilinen bu durum ise bir yöneticiye dönüşerek onun varlıkla (elde olanla) uyumlu olmasını da insanlarla uzun soluklu ilişkiler kurmasını da engeller. O, bu durum içinde iken Selen ile arkadaş, Mike ve Teoman ile sevgili olur. Onlarla kurduğu ilişkiler esnasında ise üç defa sınır duruma gelir ve açılan olanaklar arasından seçimler yapmak zorunda kalır. Ardı ardına gerçekleşen bu seçimler esnasında ise iki esas olanak vardır karşısında: O, ya ceza kesme düşkünlüğünü aşacak ya da durumu olduğu gibi bırakacaktır. Olanakların sınırında duran Nilsu, değişip dönüşmeyi ve kendisini aşmayı değil, durumunu olduğu gibi bırakmayı seçer. Onun açılan olanağı kapatmasının esas nedeni, içinde olduğu ancak farkında olmadığı terk etme (ceza kesme) düşkünlüğü durumudur. Bu çalışmada Nilsu’nun seçimlerinin öncelikli nedeni olarak ceza kesme düşkünlüğü işaret edilmiştir.
Halep’te Hazırlanmış 18. Yüzyıl’a Ai̇t Hayvanlar ve Bi̇tki̇ler Hakkında Bi̇r El Yazması: El-ʿÖmeri̇’ni̇n Mesāli̇kü’l Ebṣār Fī Memālīkü’l Emṣār’ı
Arış · 2025, Sayı 26 · Sayfa: 157-172 · DOI: 10.32704/akmbaris.2025.207
Özet
Tam Metin
Bu makale, Şamlı yazar Şihabüddin el-ʿÖmeri’nin (ö. 1349) ansiklopedik eseri Mesālīkü’l-ebṣār fī memālīkü’l-emṣār’ın, hayvanlar ve bitkilerle ilgili bölümlerinin resimli iki nüshasını karşılaştırmalı olarak inceler. İncelenen nüshalardan biri, 1710 tarihli olup University of Pennsylvania Kislak Center koleksiyonunda (Schoenberg 447), diğeri ise 1600-1602 yıllarında hazırlanmış ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Revan koleksiyonunda (TSMK R. 1668) kayıtlıdır. Her ikisi de beşyüzü aşkın resim içerir. Daha erken tarihli olan Topkapı nüshasının resimleri, 16. yüzyıl Avrupası’nda yayımlanan botanik kitaplarından, özellikle de Siena’lı tabip Pietro Andrea Mattioli (ö. 1578) ve Segovia’lı tabip Andres Laguna’nın (ö. 1559) tarafından yapılan Dioscorides’ in De materia medica çeviri ve şerhlerinden etkilenmiştir. Mattioli birinci yüzyılda aktif olan Yunanlı hekim ve bitkibilimci Dioscorides’in (ö. 90) eserini hem İtalyanca’ya çevirmiş, hem de orijinal edisyonlardan yararlanarak Latince’ye çevirmiştir. Laguna da bu eserin, bitkibilimci Jean Ruelle’in (ö. 1537) Latince çevirisine dayanarak ve ayrıca buradaki hataları bularak, yine orijinal edisyonlara da dayanarak İspanyolca çevirisini yapmıştır. Laguna da Mattioli de, Dioscorides’in bu meşhur eserini sadece çevirmekle kalmamışlardır, ayrıca kendi gözlemlerini, çağdaşlarının bilgilerini ve yeni keşfedilen bitkilerle ilgili bilgileri de eklemişlerdir. Bu eserler, o dönemde Avrupa’da yaygın olup Halep gibi kozmopolit bir merkeze ulaşmış ve Topkapı nüshasına kaynaklık etmiş olabilir. Topkapı nüshasının da 18. yüzyıl başına kadar Halep’te bulunmuş olması muhtemeldir. Bu iki nüshanın resimlerinin birbirine büyük ölçüde benzerliği, Topkapı nüshasının da Halep’te üretilmiş olabileceğini düşündürmektedir. Makalenin devamında, el-ʿÖmeri’nin eseri ve Pennsylvania nüshasının fiziksel özellikleri açıklanarak, Topkapı nüshasıyla karşılaştırmalı olarak bazı resimler ayrıntılı biçimde incelenmektedir.
Keles Yörükleri Kadın Kıyafetlerinde Kimlik Ve Teknik Özellikler: Saha Çalışmasına Dayalı Bir İnceleme
Arış · 2025, Sayı 26 · Sayfa: 115-155 · DOI: 10.32704/akmbaris.2025.206
Özet
Tam Metin
Geleneksel Anadolu Türk kıyafetleri, köklü tarihî ve toplumsal birikimi ile geçmişle günümüz arasında kültürel bir köprü kuran önemli varlıklarımızdandır. Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan süreçte özellikle konar-göçer Oğuz boylarına ait Türkmen ve Yörük giysileri, ortak kültürel unsurlar barındırmakla birlikte bölgesel olarak farklı biçim ve özellikler göstermektedir. Bu giysiler, yalnızca estetik değer taşımakla kalmayıp; renk, desen ve formlarıyla atalarımızın giyim kuşam anlayışını, bireyin toplumsal statüsünü, yaşını, medeni halini ve ekonomik yaşam biçimini ortaya koyan benzersiz kültürel miras öğeleri olarak öne çıkmaktadır.
Toplumların yaşadığı coğrafi konum, tarihsel geçmiş ve sosyoekonomik şartlar giyim ihtiyaçlarını şekillendirmektedir. Bu araştırmada, Bursa’nın ilinin Keles ilçesi ve bağlı dağ köylerinde yaşayan Yörük kadınlarının yüzlerce yıl değişmeden devam etmiş giysilerinin kültürel kökenini ve teknik özelliklerini incelenmektedir. Geleneksel kadın giysileri, canlı renkleri ve el işçiliğiyle dikkatimizi çekmiş, analiz edilerek kayıt altına alınmaya değer görülmüştür. Çalışmayla kültürel değerlerin korunmasına katkı sağlarken, moda tasarımı alanında yenilikçi tasarımlara ilham kaynağı olması hedeflenmiştir.
Araştırma kapsamında, Keles ilçesi yetkilileri ziyaret edilmiş, Belediye başkanı ve Halk Eğitim Merkezi yetkililerinin yönlendirmesiyle çevre köyler ziyaret edilmiştir. Yörede bulunan Belenören, Kıranışıklar, Sorgun, Kocakovacık köyleri ve Halk Eğitim Merkezi olmak üzere beş farklı bölgede araştırma yapılmıştır. Toplam 13 adet giysi ve giyim eşyası incelenmiş; sahiplerinden elde edilen bilgiler doğrultusunda belgelenmiş ve fotoğraflanmıştır. Her bir parçanın türü ve kullanılan malzemeleri, işlevsel kullanım biçimlerine göre belirlenmiş; dikiş teknikleri analiz edilmiş, tasarımların teknik çizimleri hazırlanmış ve tüm bulgular sistematik biçimde kayıt altına alınmıştır.