4034 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Mısır Memlûkları'nda Bir Sürgün Sistemi Olan Battallık ve Kudüs

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 246 · Sayfa: 363-370 · DOI: 10.37879/belleten.2002.363
Tam Metin
Devletler tarih boyunca idari, askeri, siyasi, dini vb. sebeplerden dolayı kişileri ya da toplulukları "sürgün" etmeyi bir metod olarak kullanmışlardır. Sürgün yeri, sürgünün mahiyetine göre değişmekle beraber bazen merkeze uzak, sakin, etkisiz bir yer olabildiği gibi, bazen de merkeze yakın, manevi olarak insanları onore edecek bir yer olabiliyordu. Üç semavi din için de kutsal merkez kabul edilen Kudüs, Ortaçağlar'da bir sürgün yeri olarak da karşımıza çıkmaktadır. Kudüs'ün bir sürgün yeri olması Emeviler döneminde başlayıp Abbasiler dönemi boyunca devam etmiştir. Ancak Kudüs'ün bir sürgün yeri olması tam manasıyla Memlûklar döneminde şehre damgasını vurmuştur.

Doğu Anadolu Yüksek Yaylası'ndan M.Ö. 2. Binyıl Kurganları

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 246 · Sayfa: 343-356 · DOI: 10.37879/belleten.2002.343
Tam Metin
Bilindiği üzere, "kurgan", Batı dillerindeki "tumulus", yapay mezar tepesi karşılığı kullanılan Türkçe bir sözcüktür. Anadolu ve Ön Asya'ya yabancı olan bu türde mezar anıtı geleneğinin en erken temsilcilerine Asya bozkırlarında M.Ö. 5. binyılın ikinci yarısından beri rastlanılmaktadır. Anadolu'ya bu türdeki mezar anıtları, Balkan kökenli bir halk olan Phrygler tarafından Orta Anadolu'ya getirilmiştir ve en eskileri de M.Ö. 800 yılları civarına tarihlenir.

Türkiye'de İlk Beglik'ler ve Kabilevî Siyasî Birlik'lerin Ortaya Çıkışı (1071-1175)

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 245 · Sayfa: 61-86
Tam Metin
Göçebelerin hâkimiyetini esas alan tarihçiler, M. S. 1000-1500 arasını "göçebe imparatorluklar çağı" olarak nitelendirir(1). Gerçekten bu dönemde göçebeler o kadar geniş bir coğrafyaya yayıldı ki, meskûn dünyada neredeyse ayak basmadık yer bırakmadılar. Batı Asya(2) ve Batı Asya'nın en uç uzantısı olan yarımada da bundan yoğun olarak etkilendi. Burada yaşanan değişim öylesine dikkat çekiciydi ki, bir süre sonra yarımada Latinler tarafından Turkia (Turcia) olarak adlandırıldı(3). Dolayısıyla bu coğrafyanın tarihinde, göçebe ve yarıgöçebe hayat süren Türkmenler ve onların oluşturdukları siyasî birlikler gözardı edilemeyecek kadar önemli bir yere sahiptir.

Templier ve Hospitalier Şövalye Tarikatlarının Kuruluşu

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 245 · Sayfa: 87-94
Tam Metin
Birinci Haçlı Seferi sonunda, 1099 yılında kurulmuş olan Kudüs Haçlı Krallığı'nın askerî savunmasında krallığın gücünü oluşturan ordunun yanı sıra şövalye tarikatlarının gücü de büyük rol oynamıştır. Bu yazımızda, Ortaçağ İslâm tarihçilerinin Dâviyye ve İsbitâriyye olarak adlandırdıkları iki önemli şövalye tarikatı olan Templier ve Hospitalier tarikatlarının kuruluşunu ele almaya çalışacağız.

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki Bir Kiliseye Ait Mimari Parçalar

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 245 · Sayfa: 49-60
Tam Metin
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi bahçesinde envanter numarasız bir ambona(1) ait olduğunu düşündüğümüz iki levha ile bir templon(2) payesi bulunmaktadır. Bu üç eserin pembe öbeklere sahip mermer malzemeye sahip oluşları, aynı kiliseye ait mimari parçalar olduklarını gösterir.

KEMALETTİN KÖROĞLU, Üçtepe I. Yeni Kazı ve Yüzey Bulguları Işığında Diyarbakır/Üçtepe ve Çevresinin Yeni Assur Dönemi Tarihi Coğrafyası

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 245 · Sayfa: 165-168
Gerçekte bir doktora tezinin bazı değişiklikler ve eklemeler yapılarak düzenlenmiş yeni biçimi olan kitapta, Diyarbakır ili Bismil ilçesinin 10 km batısındaki Üçtepe Höyüğü merkez olmak üzere, Yukarı Dicle Yöresi'nin Yeni Assur Dönemi (İÖ 1000-612) tarihi coğrafya sorunları ele alınmakta ve yeni öneriler sunulmaktadır. Kitap Önsöz, I. Giriş, II. Tarihi Coğrafya, III. Lokalizasyon Sorunları ve Yeni öneriler, IV. Sonuç, Summary, Conclusion, Bibliyografya ve Kısaltmalar, Yeni Assur Kronolojisi, Dizin ve Levhalar'dan oluşmaktadır. Kitaba arkeolojik bulgu olarak temel destek sağlayan Üçtepe kazıları ile Diyarbakır Bölgesi Yüzey Araştırmaları'nı gerçekleştiren ekibin başkanı olan V. Sevin tarafından kaleme alınmış bulunan Sunuş bölümünde, Diyarbakır Bölgesi'nde yapılmış Üçtepe kazılan ile buna koşut olarak geliştirilmiş yüzey araştırmalarının amacı, gelişimi, Anadolu ile Mezopotamya arkeolojisindeki yeri ve önemi vurgulanmıştır.

ÖMER DEMİREL, Sivas Şehir Hayatında Vakıfların Rolü: Osmanlı Vakıf-Şehir İlişkisine Bir Örnek, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2000, XI+209+31 sayfa levha ve resim

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 245 · Sayfa: 181-186
Diğer Orta ve Yakındoğu Türk ve İslam devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda da, devletin temel görevinin, egemenliği altında bulunan topraklarda güvenliği ve adaleti sağlamaktan ibaret olduğu bilinmektedir. Buna mukabil, bugün, genelde devlet tarafından yürütülen din, kültür, eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetler toplumdaki varlıklı kimselerin kurmuş oldukları vakıflarca sağlanmış ve böylece dengeli bir toplum tesis edilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle, eski Türk toplum hayatına ilişkin yapılan her araştırmada vakıf müessesesiyle karşılaşılmaktadır. İşte burada, Cumhuriyet Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Dr. Ömer Demirel'in, Osmanlı devri Türk toplumunun şehir hayatında vakıfların rolünü irdeleyen ve bu konuda bize yeni bilgiler sunan bir çalışması üzerinde durulacaktır.

PETER JACKSON, The Delhi Sultanate A Polidcal and Military History, Cambridge University Press

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 245 · Sayfa: 169-174
Delhi Sultanlığı (1206-1526), Türkler tarafından kurulan ve gerek İslam dininin gerekse Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin yayılmasında birinci derecede rol oynayarak Ortaçağ Hindistanı'na adeta damgasını vuran bir devlettir. Kuruluşundan 1414 yılına kadar Delhi Sultanlığı'nı Türk kökenli hânedanlar (Muizzîler, Halacîler, Tuğluklular) idare ettiler. Bu dönem aynı zamanda bütün Asya kıtasını kasıp kavuran Moğol istilâsının yaşandığı yıllara rastlar. Türk idareciler Hindistan'da kurdukları bu devleti, içte yaşanan hanedan kavgalarına ve isyanlara rağmen gitgide artan Moğol tecavüzlerine karşı takip ettikleri akıllıca politikalarla korumaları yanında, XIV. yüzyıl başlarında Hindistan gibi çok geniş bir ülkeyi tek elden yönetilen merkezi bir devlet haline getirebilmişlerdi.

HOWARD CRANE, The Garden of the Mosques. Hafız Hüseyin alAyvansarayf's Guide to the Muslim Monuments of Ottoman Istanbul, Brill, Leiden. Boston. Köln 2000, XXXIV+635 sahife. Studies Islamic Art and Architecture, Supplements to Mılqarnas,

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 245 · Sayfa: 187-190
Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendi İstanbul camileri hakkındaki Hadîküt'l-cevâmi' adlı eseri ile tanınan bir osmanlı yazarıdır. Babası Hacı İsmail Ağa IV. Mehmet'in kızı Hatice Sultan'ın teberdarlarının kethudası idi, 21 Haziran 1752'de vefat etmişti. Hafız Hüseyin Efendi kendisini Ayvansaray'da Toklu Dede mahallesinden Dergâh-ı Âli yeniçerileri sekbanlarının 15. Ortasına mensup, aynı zamanda aynı semtteki Toklu İbrahim Dede Mescidi imamı Halil Efendi'nin çömezi olarak tanıtır. Temmuz 1787'de ölmüştür. Muhtemelen babası ve üstâdı Halil Efendi gibi Toklu İbrahim Dede haziresinde defn olunmuştur.

RICHARD J. EVANS, Tarihin Savunusu, trc. Uygur Kocabaşoğlu, İmge Yayınları

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 245 · Sayfa: 175-180
1963 yılında telif ettiği bir makalesinde Türk tarihçiliğini bir yerlere oturtmaya çalışan İbrahim Kafesoğlu söz konusu makalesinde şuurlu bir tarih felsefesinin kurulmasının lüzumuna dikkat çekmiş, yine bu makalenin tamamlayıcısı bir başka makalesinde tarihin çağdaş usüller doğrultusunda incelenmesinin ve öğretilmesinin önemini vurgulamıştı. Bahaeddin Yediyıldız, E. Leon Halkın'ın tarih usûlüne dair kitabının tercümesinin Sunuş'unda, Türkiye'de tarih metodolojisiyle ilgili araştırmaların sınırlılığından yakınmış, Cumhuriyet döneminde konuyla ilgili üçyüz civarında makale, yirmiye yakın kitap telif edildiğini; kitaplardan yedisinin 1932-1954 arasında, birinin 1975'te, ondördünün ise 1980'den sonra; bunlardan da sadece altısının telif geriye kalanların ise tercüme olduğunu belirtmişti.