4022 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

İznik Çini Fırınları Kazısı’nda Bulunan Süzgeçli Testi Formları

Höyük · 2023, Sayı 12 · Sayfa: 185-200 · DOI: 10.37879/hoyuk.2023.2.185
Tam Metin
Bursa ili, İznik ilçe merkezinde 1981 yılında başlayan ve 1984 yılından itibaren BHD (Belediye Hamamı Doğusu) kodlu kazı alanında sürdürülmekte olan İznik Çini Fırınları Kazısı’nda 2014-2019 çalışma mevsimlerinde kazısı yapılan A-B-C /9-10-11 plan karelerinde bulunan kırmızı hamurlu kalıba baskı ve baskı dekorlu tabak, kâse, testi ve süzgeçli testi formlarında kaplara ait parçalar, çeşitli çalışmalarda form, teknik ve bezeme özelliklerine göre ele alınarak değerlendirilmiştir. Bu çalışmalar kapsamında, İznik’te üretilen süzgeçli testilerin teknik ve bezeme özellikleri üzerinde de durularak, bunların gövde formları ve bezemeleri kalıba baskı tekniğiyle meydana getirilen türü dışında dış yüzeylerine basit baskı yivlerin uygulandığı örneklerinin bulunduğundan da bahsedilmiştir. Kalıba baskı tekniğinde üretilmiş süzgeçli testilere ait gövde parçaları ve bunların yapımında kullanılan pişmiş toprak kalıpların seçili yedi örneğine uygulanan pXRF ölçümlerinde de en geç 15. yüzyılın sonlarına tarihlenebilecek kimyasal bileşenlere rastlanılmıştır. Önceki tespitler ışığında bu makalede, kalıba baskı gövdeli süzgeçli testi parçaları ile tamamı çarkta çekilerek gövdeleri baskı yivlerle bezenen süzgeçli testi parçalarının form özelliklerinin daha kapsamlı tanıtılması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda tüme yakın ya da formu açısından önemli bulunan altı kazı buluntusu seçilerek bunlar diğer kazı buluntularıyla birlikte değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, İznik’te kırmızı hamur kullanılarak iki farklı yöntemle üretilmiş olan süzgeçli testilerin aynı dönemde Anadolu’da görülen seramik üretim gelenekleri ile ilişkili ancak özgün örnekler oldukları saptanmıştır.

Rethinking the German Tokens Uncovered in Amasya, Harşena Fortress and Maidens’ Palace Excavations

Höyük · 2023, Sayı 12 · Sayfa: 201-217 · DOI: 10.37879/hoyuk.2023.2.201
Tam Metin
Amasya, Harşena Fortress which rises from the banks of Yeşilırmak is comprised of three parts. From top to bottom, Harşena Fortress which is also called the upper fortress, the area in front of the rock-cut King Tombs which was called the Maidens’ Palace at the middle and the area called the Lower Palace, today’s Hatuniye District, at the bottom. The 2009-2010 excavations were done in an area north of Harşena Fortress’ cannon tower; excavation seasons of 2011-2013 were done in the area, front of the Royal Tombs in Maidens’ Palace area; excavations of 2017-2019 in Harşena Fortress were done in the area named as the Mosque Area, located at the entrance of the castle, South of the Watchtower. Coin-like tokens which were known from the ancient-time have been utilized for many different reasons. Coins are metallic money which were minted by the political authority, that were used in the trade and had economic value. When the Roman numerical system has been abandoned for the Arabic numerals the usage of tokens for calculation in Europe has also been abandoned. After 16th century tokens were utilized as some type of medal. City of Nuremberg in Germany had been the main producer of tokens. After 17th century tokens got smaller and turned into the game chips. To this day 8 German tokens were uncovered in the excavations in Amasya, Harşena Fortress and Maidens’ Palace. Amasya had always been a trade hub in the Ottoman period. The silk produced in the city had also been a developing trade endeavor in XIX century Amasya. The Germans who settled in the Amasya in this period made contributions to the silk production in the city. Especially this trade with the Germans can explain the German tokens found in the Amasya Fortress.

A Preliminary Study on Chapters Related to Human Anatomy in An Illustrated Persian Medical Book: Tānksūqnāme-i Īlkhān Der Funūn-i ʿUlūm-i Khaṭāʾī

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 415-437 · DOI: 10.37879/belleten.2023.415
Tānksūqnāme-i Īlkhān Der Funūn-i ʿUlūm-i Khaṭāʾī is one of the rarest illustrated medical books in medieval Islamic geography. It is also one of the most uncommon books translated into Persian from Chinese belonging to Cathay medicine in the Islamic world during that era. The Tānksūqnāme was translated by order of Faḍl-Allah Rashīd al-Dīn Ibn ʿImād al-Dawla Abū al-Khayr (1247-1318), after Oljeitu Khodabandeh (r. 1304 – 1317) became the ruler in 1304. One of the rarest, probably the unique copy of the Tānksūqnāme-i Īlkhān is in Ayasofya collection, Nr. 3596 in İstanbul Süleymaniye Manuscript Library. Although the work consists of four volumes/books, we only have the first one. It was copied by a scribe, Muḥammad b. Aḥmad b. Maḥmūd Qiwām (Qawwām) al-Kirmānī, in Tabrīz on 20 Shaʿbān 713/10 December 1313 during the reign of Oljeitu Khodabandeh, the eighth ruler of Ilkhanid dynasty in Persia. The first volume of Tānksūqnāme-i Īlkhān Der Funūn-i ʿUlūm-i Khaṭāʾī has chapters and illustrations on human anatomy written and drawn following the Chinese originals. The aim of this study is to present the anatomical knowledge in this book and evaluate it by comparing the classical scientific anatomical knowledge of medieval Islamic medicine.

Byzantine Countryside with its Villagers and Dynatoi: the Example of the Soğanlı Valley, Cappadocia

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 385-413 · DOI: 10.37879/belleten.2023.385
Tam Metin
The Soğanlı Valley is on the main route that connects Niğde and Kayseri. Its arable land, rock-cut dwellings that housed a large population and an openly parochial complex from the tenth century indicate that the settlement contained a Byzantine village. Its masonry church, a rare element from late antiquity, exemplifies the special status of the settlement in early Christianity and foreshadows its ongoing importance in the Middle Ages. The eleventh-century inscriptions are the indicators of the middle and high-ranking soldiers in the settlement. Apparently, Soğanlı was one of the settlements chosen for the military leaders of the century and became a piece of land held by them. The powerful (dynatoi) who settled near this crucial route must have been meant not only to control that route but also to maintain their economic welfare from the territory. Thus, Soğanlı had a twofold prominence as a Byzantine countryside: It was a part of the defence strategy the empire attempted to formulate in medieval Cappadocia; furthermore, it housed important archaeological, epigraphical and art historical data on the medieval period of the region with its monuments of various functions and inscriptions. Soğanlı and its ‘dynatoi’ endured within the new administrative system after Manzikert. The study aims to examine the ‘village’ identity of the settlement especially in the tenth century, and to analyse the activity and continuity of the powerful in Soğanlı and the empire. Within this aim, the study uses the military, historical, legislative texts of the period, and architectural and archaeological data from the valley.

A New Funerary Stele from Karkemish and New Values for Some Anatolian Hieroglyphic Signs

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 357-383 · DOI: 10.37879/belleten.2023.357
Tam Metin
Karkemish is located on the West bank of Euphrates River, about 60 kilometres southeast of Gaziantep, Turkey, and 100 kilometres northeast of Aleppo, Syria. Ruins of the city, over 90 hectares, of which over 55 lie in Turkey and around 35 in Syria. Since 2011 Karkemish has been newly explored by a joint Turco-Italian Archaeological Expedition. During the 2016 excavation campaign by the Turco-Italian Archaeological Expedition at Karkemish, a fragment of a funerary stele bearing a Hieroglyphic Luwian text was unearthed in the Lower Palace area. The stele probably dates to the early eighth century BCE (reign of Yariri/Yarri) and belonged to the wife of a cultic official. In this article, after presenting an edition of the inscription in question, new values for the Anatolian hieroglyphic sign L375 (which is attested on the stele in the writing PURUS-L375-sá of the word *kummayalli(ya)s, “sacred priest”) and related signs such as L375, L144 (= *521), L74, L129, and L398 are suggested while reinterpreting several passages of hieroglyphic Luwian inscriptions from both the Empire and Late Hittite periods.

Karacahisar Kalesi’nde Bulunan Bir Sikkenin İzinde: Ramazan 790 Tarihli I. Murad Sikkeleri

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 489-525 · DOI: 10.37879/belleten.2023.489
Tam Metin
Bu makalenin konusu Osmanlı sikkeleri içerisinde üzerinde ilk kez görülen ifadeler içeren I. Murad dönemine ait Ramazan 790 tarihli mangırlardır. Bu sikke tipi, üzerinde darbedildiği tarihi ay detayı (Ramazan) ile birlikte veren tek Osmanlı sikkesi olması bakımından önemlidir. Sikke ayrıca, Osmanlı dönemi mangırları içerisinde üzerinde sultanın babasının adının yazılmadığı tek örnektir. Sikkenin üzerinde yazan “azze nasruhu” ibaresinin Osmanlı mangırları içerisinde ilk defa bu tip üzerinde görülmesi de dikkate değer bir diğer özelliktir. Birçoğu müze ve özel koleksiyonlarda olmak üzere tespit edilmiş çok sayıda Ramazan 790 tarihli sikke olmasına karşın, bugüne kadar bahsi geçen sikke tipinin nümizmatik açısından detaylı incelemesi ve sikkelerdeki verilerin temsil ettiği tarihsel süreç ile ilişkisi sebep sonuç bağlamında ele alınarak değerlendirilmemiştir. 2001 yılından itibaren aralıklarla devam eden Karacahisar Kalesi kazılarının 2019-2022 yılları arasındaki sürecinde I. Murad dönemine ait 281 adet (7 akçe, 274 mangır) sikke bulunmuş olup bu sikkelerden 40’ı makalenin konusu olan Ramazan 790 tarihli mangırlardır. Bu sikke, üzerinde net tarih bildirildiği için ele geçtiği kontekstte karşılaşılan diğer arkeolojik verilerin tarihlenmesine önemli katkı sunmuş, aynı zamanda Karacahisar Kalesi’nin tarihsel süreci ile yazılı kaynakların çok az olduğu bir tarihsel aralığa dair önemli çıkarımlara kaynaklık etmiştir. Çalışmamızda Karacahisar Kalesi kazılarında bulunan örneklerin ışığında bahsi geçen sikke tipinin nümizmatik bilimi çerçevesinde analizi yapılarak değerlendirilmiş, bu sikke grubunda ilk kez karşılaşılan tercihlerin sebepleri üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu makalede 1388 yılının 3 Eylül ile 2 Ekim aralığındaki bir tarihte basılan sikke ile yakın tarihlerde gerçekleşen tarihsel olayların bağlantısının olup olamayacağı sebep sonuç ilişkisi bağlamında tartışılmıştır.

Türk Diplomatik Belgeleri Işığında Japonya’nın Mançurya’yı İşgali ve Mançukuo Devleti’nin Kuruluşu (1931-1933)

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 685-724 · DOI: 10.37879/belleten.2023.685
Tam Metin
Japonya, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ciddi bir modernleşme sürecine girmiştir. Hızlı bir değişim ve dönüşüm gösteren ülke, Batılı devletlerde başarılması yüzyıllar süren teknolojik, ekonomik, askerî ve sosyal gelişmeleri kısa bir sürede tamamlamıştır. Ancak Japonya gerçekleştirdiği hızlı gelişim sonucunda artık sınırlarına sığamaz hâle gelmiştir. Özellikle artan nüfusuna yeni yerleşim sahaları temin etmek, sanayileşen ve gelişen ekonomisi için hammadde ve pazar bulma çabası ülkeyi yayılmacı politikalara yöneltmiştir. Emperyalist bir yapıya bürünen bu yayılmacılık, Japonya’yı Çin ve bir başka yayılmacı kuvvet olan Rusya ile karşı karşıya getirmiştir. Her iki ülkeye karşı giriştiği savaşlardan zaferle ayrılan Japonya Asya’nın en büyük güçlerinden biri hâline gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise konumunu daha da perçinleyerek dünya siyasetine yön veren büyük devletler arasına girmiştir. Mevcut durumunu güçlendirerek korumak isteyen Japonya genişlemeye devam ederek Mançurya’yı işgal etmiştir. Kendisine ait toprakların bir bahaneyle işgal edilmesine karşı çıkan Çin ise Milletler Cemiyetine başvurmuştur. Cemiyet bölgedeki olayların araştırılması için uluslararası bir komisyon görevlendirmiştir. Japonya ise işgaline farklı bir görünüm kazandırmak amacıyla Mançurya’da Mançukuo adında bir devlet kurdurmuştur. Milletler Cemiyeti işgalin sonlandırılması ve bölgenin eski statüsüne dönmesine yönelik kararlar alınca Japonya bu kararları tanımayarak Cemiyetten ayrıldığını ilan etmiştir. Türkiye ise yurt dışı temsilcilikleri aracılığıyla bir taraftan Uzak Doğu’daki gelişmeleri ve bu gelişmelerin dünya siyasetine yansımasını takip ederken diğer taraftan da barışın sağlanması için çaba göstermiştir. Ayrıca Japonya güdümündeki Mançukuo Devleti’nin tanıyıp tanımama konusunda da politika belirlemeye çalışan Türkiye, bu devletin kurduğu ilişkiler ve mevcut yapısı hakkında detaylı bilgiler toplamaya çalışmıştır.

Yunan İşgali Sonrasında Doğu Trakya’dan Bulgaristan’a İltica Hareketi

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 635-684 · DOI: 10.37879/belleten.2023.635
Tam Metin
Yunan ordusunun Temmuz 1920’de Doğu Trakya’yı işgali üzerine 1. Kolordu birlikleri direniş gösteremeden mağlup olmuş ve tarafsız bir devlet olan Bulgaristan’a iltica etmiştir. Katliam endişesine kapılan sivil ahali de askerî birlikleri takip ederek Bulgaristan’a sığınmıştır. Bu çalışmada asker ve sivil mültecilerin Bulgaristan’a iltica ve memleketlerine iade sürecinde neler yaşandığı ve özellikle mültecilerin iade sürecinde Bulgar ve Osmanlı Hükûmetleri arasında yaşanan krizlerin nasıl çözüldüğü sorularına yanıt aranmıştır. ATASE Arşiv belgelerine dayandırılarak daha önce yapılmış bir çalışmadan farklı olarak, bu çalışmada Osmanlı Arşivi belgelerinden istifade edilmiştir. Böylece ulaşılan yeni belgeler ışığında, konu detaylandırılmış ve yukarıdaki sorulara yanıt verilmiştir. Buna göre Bulgar Hükûmeti asker ve sivil mültecileri Bulgaristan’ın çeşitli yerlerinde geçici olarak iskân etmiş ve iaşelerini sağlamıştır. Ancak ülkedeki siyasi ve iktisadi sorunlar nedeniyle mültecilere daha fazla yardım edemeyen Bulgar Hükûmeti, Osmanlı Hükûmetinden mültecilerin memleketlerine iadesi talebinde bulunmuştur. Savaştan çıkmış Osmanlı Hükûmeti de mali sıkıntıda olduğu için mültecilerin memleketlerine iadesi sürecini sağlıklı bir şekilde yürütememiştir. Bunun yanı sıra subayların Bulgar Hükûmeti tarafından el konulan şahsi hayvanları ile kolorduya ait resmî evrakların iadesi iki hükûmet arasında önemli bir sorun hâlini almıştır. Osmanlı Hükûmeti aynı zamanda İtilaf Devletlerinin müdahalesi ile Bulgar Hükûmetinin mültecilerin pasaportlarını vize etmemesi nedeniyle yaşanan krizi de çözmek için uğraşmıştır. Sürecin geneline bakıldığında sivil ve asker mültecilerin çok büyük bir kısmı kendi çabaları ile memleketlerine dönmek mecburiyetinde kalmıştır.

Osmanlı Devleti’nde Kur’an Basımının İlk Safhası

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 527-557 · DOI: 10.37879/belleten.2023.527
Tam Metin
Osmanlı Devleti’nde matbaa İstanbul’da ilk defa dinî kitapların basılmaması kaydıyla 1727 yılında kurulmuştur. Dinî kitapların basılması yasağı XIX. Asrın başlarında kaldırılmasına rağmen Kur’an basımı henüz söz konusu değildir. Hâlbuki yaklaşık üç asırdır Kur’an Avrupa’da basıldığı gibi XIX. Asırdan itibaren diğer Müslüman ülkelerde de basılmaktadır. Osmanlı Devleti’nin basıma izin vermemesinin nedeni, metnin güvenilirliğinin sağlanması ve basım esnasında gerekli hürmetin gösterilmesi konusundaki endişeler yüzünden Meşihat’ın Kur’an’ın matbaada basılmasının dinî açıdan uygun olmayacağına dair kararıdır. Bununla birlikte asıl nedenin din anlayışı, kültür ve geleneğin muhafazası olduğu anlaşılmaktadır. Avrupa yanında özellikle İslam coğrafyasında basılan Mushafların ülkeye girişi yasaklanmasına rağmen engellenemediği gibi yurt içinde de kaçak yollarla basımın önüne geçilememiştir. Matbu Kur’an’ın talep görmesinin en önemli nedeni fiyatının uygun olmasıdır. Çözüm, önce Londra’da basılan Mushafların ülkeye girişine izin verilmesinde aranmış; ancak bunun yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Nihaî çözüm, gerekli önlemler alındıktan sonra Mushaf ’ın devletin kontrolü altında basılmasında bulunmuştur. Böylece, Bab-ı Âli’nin 1873 yılında aldığı kararın ardından Osmanlı Devleti’nde yasal yollarla Kur’an basımı ilk defa 1874 yılında Maarif Nezaretinin denetimi altında gerçekleştirilmiştir. Kur’an basımı 1883 yılına kadar devlet denetiminde yapıldıktan sonra özel bir matbaa olan Matbaa-i Osmaniye’de devam etmiştir. Makalede Kur’an’ın basıldığı 1874 yılından önceki dönemde basıma karar verilmesine neden olan ve 1883 yılına kadarki gelişmeler hakkında bilgi verilmiştir.

Osmanlı Savaş Hukukunda Sivillere Yönelik Benimsenen Genel Siyaset (1853-1920)

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 595-634 · DOI: 10.37879/belleten.2023.595
Tam Metin
Osmanlı Devleti, yönetim anlayışında İslam dini ve hukuk sistemini esas almıştır. İslam dininin meşruiyet nedenleri itibarıyla haklı; gözettiği hukuki ve ahlaki ilkeler ile adil bir savaş yaklaşımı, Osmanlı savaş hukukuna da yansımıştır. Buna göre savaş, gerekçeleri gibi gerçekleştiriliş biçimi bakımından da meşruiyet taşımalıdır. Savaşın tüm safhalarında insani, hukuki, ahlaki açıdan belli prensiplere uyulması gerekmektedir. İtidale riayet, haddi aşmayı, ve aşırılığa yönelmeyi reddetmektedir. İslam dininin ve Türk devlet geleneğinin en önemli uygulayıcılarından biri olan Osmanlı Devleti, hüküm sürdüğü dönem boyunca yüzlerce savaşın içinde yer almıştır. Kuruluş Devrinde iştirak ettiği savaşlardan genel olarak galip veya belirleyici taraf olarak ayrılan Osmanlı Devleti, özellikle incelediğimiz XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgesel savaşlar dışında büyük savaşların tamamına yakınını kaybetmiştir. Ancak Osmanlı Devleti, her şeye rağmen savaşta insani, ahlaki ve hukuki ilkeleri gözetme hususunda azami gayret göstermiştir. Bilhassa savaş esnasında ve sonrasında kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere sivillerin, gayrı muharip unsurların haklarının korunması amacıyla mütemadiyen düzenlemelere gitmiştir. Savaş meydanında ve sonrasında bu ilkeleri gözetmeye çalışırken zaman zaman kendi yetkililerini uyaran, hatta aksine davrananları cezalandıran bir siyaset izlemiştir. Öte yandan karşı karşıya geldiği herhangi bir devletle dinî ve ırkî bağları olan Osmanlı vatandaşlarının da güvenliğini sağlamaya çabalamıştır. Arşiv belgeleri tetkik edildiğinde Osmanlı Devleti’nin, kazanma gayretleri ile insani değerler arasında bir denge kurmaya çalıştığı görülmektedir.