147 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • Son 2 yıl
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Mithradates-Roma Savaşları ve Kurul Kalesi’nden Roma Silahları

Höyük · 2023, Sayı 12 · Sayfa: 79-113 · DOI: 10.37879/hoyuk.2023.2.079
Tam Metin
Bu çalışmada Ordu-Kurul Kalesi’nde 2010-2021 yılları arasında yürütülen kazı çalışmalarında ele geçen Roma özellikli silahlar ele alınmıştır. Kurul Kalesi, Pontos Krallığı’nın en önemli kralı VI. Mithradates Eupator Dionysos (MÖ 120-63) tarafından Orta ve Doğu Karadeniz coğrafyalarında inşa ettirilmiş olan çok sayıdaki kaleden biridir. VI. Mithradates ve Roma arasında üç büyük savaş gerçekleşmiştir. Mithradates-Roma savaşları olarak bilinen bu savaşlardan sonuncusu (MÖ 74-63) büyük oranda Karadeniz coğrafyasında yaşanmıştır. Pontos coğrafyası bu son savaş sırasında önce Lucullus, sonrasında ise Pompeius’un komutasında gerçekleştirilen iki büyük Roma istilasına maruz kalmıştır. VI. Mithradates’in müstahkem kalelerine ilk darbe Lucullus’un seferi sırasında indirilmiş olsa bile asıl yıkım Pompeius’un seferi sonucunda oluşmuştur. Pompeius’un komuta ettiği Roma ordusu VI. Mithradates Eupotor Dionysos’un tüm kalelerini yıkarak onları kullanılamaz duruma getirmiştir. Kurul Kalesi bu yıkımın izlerini bünyesinde barındıran en önemli yerleşmelerden biridir. Son Roma istilasından sonra bir daha yerleşim görmeyen Kurul Kalesi’nde ele geçen çok sayıda silah ve mühimmat o dönemde yaşananlarla ilgili birer kanıt niteliğindedir. Kurul Kalesi kazılarında çeşitli sektörlerde ele geçen silah ve mühimmatların büyük bir kısmı Pompeius’un istilasına denk gelen son mimari evreyle ilişkilidir. Silahlar arasındaki pilum demirleri, cirit uçları ve mızrak-orak (falx muralis) gibi geleneksel Roma silahlarının varlığı ise Kurul Kalesi’ndeki yıkımın faillerine işaret eden en önemli askerî teknolojilerdir.

Güncel Veriler Işığında Tlos Antik Kenti Tiyatrosu ve Meclis Binası Yapı Kompleksi

Höyük · 2023, Sayı 12 · Sayfa: 115-133 · DOI: 10.37879/hoyuk.2023.2.115
Tam Metin
Lykia Bölgesi sınırları içerisinde yer alan Tlos Antik Kenti Akdağlar’ın batı yamacında, Eşen Vadisi’ne hâkim bir noktada konumlanmıştır. Kentin kuzeyinde Araxa, kuzeydoğusunda Oinoanda, güneyinde Xanthos, güneybatısında Pınara ve batısında Telmessos antik yerleşimleri bulunmaktadır. 19. yüzyıl seyyahları tarafından ilk kez keşfedilen kentte 20. yüzyıl sonlarında başlayan yüzey araştırmaları ve kazı çalışmaları, bölgenin yerleşim tarihçesinin Yunan mitolojisine dayandırılan kuruluş hikayesinden daha erkene uzandığını ortaya koymuştur. Kent merkezinde Neolitik Dönem’den Osmanlı Dönemi’ne kadar kesintisiz süren bir yerleşim kronolojisi izlenmektedir. Uzun soluklu yerleşim sürecinde engebeli topografyanın da etkisiyle devşirme malzeme kullanımı artmış ve girift bir mimari plan uygulanmıştır. Bu çalışmada, kentin önemli kamu yapılarından biri olan tiyatroda gerçekleştirilen güncel araştırmalardan elde edilen sonuçlar yapının mimari evreleri ve kentin şehircilik anlayışı çerçevesinde yorumlanmıştır. Kuzey ve güney analemmadaki kazı çalışmaları sonrasında tiyatronun planı yenilenmiş ve Erken Roma İmparatorluk Dönemi kullanım evresine ait bir çeşme yapısı açığa çıkartılmıştır. Makale kapsamında değerlendirilen bir diğer yapı ise kentte şimdiye kadar lokasyonu yapılamayan bouleuterion ve prytaneion işlevli olarak kullanıldığı düşünülen mekânlardır. Akropolün doğu yamacında konumlanan yapı iki büyük mekândan oluşur ve Bizans Dönemi’nde sur duvarı içerisine entegre edilmiştir. Kazı çalışmaları sonrasında Helenistik Dönem’de inşa edilen ve MS 4. yüzyıla kadar kullanılan, nişli cephe düzenlemesiyle özgün mimari plana sahip görkemli bir yapı kompleksi açığa çıkartılmıştır.

Güllük Körfezi’nde Bir Liman

Höyük · 2023, Sayı 12 · Sayfa: 157-183 · DOI: 10.37879/hoyuk.2023.2.157
Tam Metin
Iasos Antik Kenti, Muğla ili, Milas ilçesi, Kıyıkışlacık Mahallesi sınırlarında, Milas ilçesinin yaklaşık 26 km batısında yer almaktadır. Antik kentin deniz yolu ile Argos’dan gelen kolonistler tarafından kurulduğuna inanılmaktadır. Antik yerleşim eskiden Iasos Körfezi (Sinus Iasicus) olarak adlandırılan derin ve uzun bir koy içindeki kayalık yarımada üzerinde kurulmuştur; burası şimdi Mandalya veya Güllük Körfezi olarak bilinir. Doğuda, küçük ve verimli bir ovanın ardında Grion Dağı (günümüzde Milas’a giden modern yolun aştığı Paşalı Dağı) yükselir. Antik çağda, Mylasa ve Didyma-Miletos arasında gelişmiş kara yolu güzergâhı yoktu. Bu nedenle Iasos’un diğer kentlerle ilişkisi ve ticari faaliyetleri doğal olarak, deniz yolu ile sağlanmakta idi. Iasos, büyük olanı doğuda dağlık bir burunla çevrili, küçük olanı ise batı yönde olmak üzere iki limana sahip bir şehirdir. Günümüzde doğu liman yapılarına ait herhangi bir iz görülmemektedir, ancak batı limanda mendirek izleri saptanabilmektedir. Batı limanda saptanan izler Agora ile aynı yapı katındadırlar ve bunlar Erken İmparatorluk Dönemi’ne tarihlenmektedirler. Olasılıkla, Orta Bizans Dönemi’nde batıdaki küçük limana bir kule eklenmiştir. Kulenin kuzey ve batısı sağlam destek duvarlarıyla güçlendirilmiştir. Bu kulenin yapım tarihi hâlâ tartışmalıdır. Kıbrıs’taki kalelerle yapılan karşılaştırmalar sonucunda, kulenin yapımının Bizans İmparatorluğu’nun sıkıntılı döneminde denizden gelebilecek tehlikelere karşı güçlendirildiği 12.-13. yüzyıllar olmalıdır. Günümüzde Doğu ve Batı Limanlarda suyun altında bazı taş blokları görmek mümkündür.

Rethinking the German Tokens Uncovered in Amasya, Harşena Fortress and Maidens’ Palace Excavations

Höyük · 2023, Sayı 12 · Sayfa: 201-217 · DOI: 10.37879/hoyuk.2023.2.201
Tam Metin
Amasya, Harşena Fortress which rises from the banks of Yeşilırmak is comprised of three parts. From top to bottom, Harşena Fortress which is also called the upper fortress, the area in front of the rock-cut King Tombs which was called the Maidens’ Palace at the middle and the area called the Lower Palace, today’s Hatuniye District, at the bottom. The 2009-2010 excavations were done in an area north of Harşena Fortress’ cannon tower; excavation seasons of 2011-2013 were done in the area, front of the Royal Tombs in Maidens’ Palace area; excavations of 2017-2019 in Harşena Fortress were done in the area named as the Mosque Area, located at the entrance of the castle, South of the Watchtower. Coin-like tokens which were known from the ancient-time have been utilized for many different reasons. Coins are metallic money which were minted by the political authority, that were used in the trade and had economic value. When the Roman numerical system has been abandoned for the Arabic numerals the usage of tokens for calculation in Europe has also been abandoned. After 16th century tokens were utilized as some type of medal. City of Nuremberg in Germany had been the main producer of tokens. After 17th century tokens got smaller and turned into the game chips. To this day 8 German tokens were uncovered in the excavations in Amasya, Harşena Fortress and Maidens’ Palace. Amasya had always been a trade hub in the Ottoman period. The silk produced in the city had also been a developing trade endeavor in XIX century Amasya. The Germans who settled in the Amasya in this period made contributions to the silk production in the city. Especially this trade with the Germans can explain the German tokens found in the Amasya Fortress.

A Preliminary Study on Chapters Related to Human Anatomy in An Illustrated Persian Medical Book: Tānksūqnāme-i Īlkhān Der Funūn-i ʿUlūm-i Khaṭāʾī

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 415-437 · DOI: 10.37879/belleten.2023.415
Tānksūqnāme-i Īlkhān Der Funūn-i ʿUlūm-i Khaṭāʾī is one of the rarest illustrated medical books in medieval Islamic geography. It is also one of the most uncommon books translated into Persian from Chinese belonging to Cathay medicine in the Islamic world during that era. The Tānksūqnāme was translated by order of Faḍl-Allah Rashīd al-Dīn Ibn ʿImād al-Dawla Abū al-Khayr (1247-1318), after Oljeitu Khodabandeh (r. 1304 – 1317) became the ruler in 1304. One of the rarest, probably the unique copy of the Tānksūqnāme-i Īlkhān is in Ayasofya collection, Nr. 3596 in İstanbul Süleymaniye Manuscript Library. Although the work consists of four volumes/books, we only have the first one. It was copied by a scribe, Muḥammad b. Aḥmad b. Maḥmūd Qiwām (Qawwām) al-Kirmānī, in Tabrīz on 20 Shaʿbān 713/10 December 1313 during the reign of Oljeitu Khodabandeh, the eighth ruler of Ilkhanid dynasty in Persia. The first volume of Tānksūqnāme-i Īlkhān Der Funūn-i ʿUlūm-i Khaṭāʾī has chapters and illustrations on human anatomy written and drawn following the Chinese originals. The aim of this study is to present the anatomical knowledge in this book and evaluate it by comparing the classical scientific anatomical knowledge of medieval Islamic medicine.

Karacahisar Kalesi’nde Bulunan Bir Sikkenin İzinde: Ramazan 790 Tarihli I. Murad Sikkeleri

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 489-525 · DOI: 10.37879/belleten.2023.489
Tam Metin
Bu makalenin konusu Osmanlı sikkeleri içerisinde üzerinde ilk kez görülen ifadeler içeren I. Murad dönemine ait Ramazan 790 tarihli mangırlardır. Bu sikke tipi, üzerinde darbedildiği tarihi ay detayı (Ramazan) ile birlikte veren tek Osmanlı sikkesi olması bakımından önemlidir. Sikke ayrıca, Osmanlı dönemi mangırları içerisinde üzerinde sultanın babasının adının yazılmadığı tek örnektir. Sikkenin üzerinde yazan “azze nasruhu” ibaresinin Osmanlı mangırları içerisinde ilk defa bu tip üzerinde görülmesi de dikkate değer bir diğer özelliktir. Birçoğu müze ve özel koleksiyonlarda olmak üzere tespit edilmiş çok sayıda Ramazan 790 tarihli sikke olmasına karşın, bugüne kadar bahsi geçen sikke tipinin nümizmatik açısından detaylı incelemesi ve sikkelerdeki verilerin temsil ettiği tarihsel süreç ile ilişkisi sebep sonuç bağlamında ele alınarak değerlendirilmemiştir. 2001 yılından itibaren aralıklarla devam eden Karacahisar Kalesi kazılarının 2019-2022 yılları arasındaki sürecinde I. Murad dönemine ait 281 adet (7 akçe, 274 mangır) sikke bulunmuş olup bu sikkelerden 40’ı makalenin konusu olan Ramazan 790 tarihli mangırlardır. Bu sikke, üzerinde net tarih bildirildiği için ele geçtiği kontekstte karşılaşılan diğer arkeolojik verilerin tarihlenmesine önemli katkı sunmuş, aynı zamanda Karacahisar Kalesi’nin tarihsel süreci ile yazılı kaynakların çok az olduğu bir tarihsel aralığa dair önemli çıkarımlara kaynaklık etmiştir. Çalışmamızda Karacahisar Kalesi kazılarında bulunan örneklerin ışığında bahsi geçen sikke tipinin nümizmatik bilimi çerçevesinde analizi yapılarak değerlendirilmiş, bu sikke grubunda ilk kez karşılaşılan tercihlerin sebepleri üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu makalede 1388 yılının 3 Eylül ile 2 Ekim aralığındaki bir tarihte basılan sikke ile yakın tarihlerde gerçekleşen tarihsel olayların bağlantısının olup olamayacağı sebep sonuç ilişkisi bağlamında tartışılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde Kur’an Basımının İlk Safhası

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 527-557 · DOI: 10.37879/belleten.2023.527
Tam Metin
Osmanlı Devleti’nde matbaa İstanbul’da ilk defa dinî kitapların basılmaması kaydıyla 1727 yılında kurulmuştur. Dinî kitapların basılması yasağı XIX. Asrın başlarında kaldırılmasına rağmen Kur’an basımı henüz söz konusu değildir. Hâlbuki yaklaşık üç asırdır Kur’an Avrupa’da basıldığı gibi XIX. Asırdan itibaren diğer Müslüman ülkelerde de basılmaktadır. Osmanlı Devleti’nin basıma izin vermemesinin nedeni, metnin güvenilirliğinin sağlanması ve basım esnasında gerekli hürmetin gösterilmesi konusundaki endişeler yüzünden Meşihat’ın Kur’an’ın matbaada basılmasının dinî açıdan uygun olmayacağına dair kararıdır. Bununla birlikte asıl nedenin din anlayışı, kültür ve geleneğin muhafazası olduğu anlaşılmaktadır. Avrupa yanında özellikle İslam coğrafyasında basılan Mushafların ülkeye girişi yasaklanmasına rağmen engellenemediği gibi yurt içinde de kaçak yollarla basımın önüne geçilememiştir. Matbu Kur’an’ın talep görmesinin en önemli nedeni fiyatının uygun olmasıdır. Çözüm, önce Londra’da basılan Mushafların ülkeye girişine izin verilmesinde aranmış; ancak bunun yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Nihaî çözüm, gerekli önlemler alındıktan sonra Mushaf ’ın devletin kontrolü altında basılmasında bulunmuştur. Böylece, Bab-ı Âli’nin 1873 yılında aldığı kararın ardından Osmanlı Devleti’nde yasal yollarla Kur’an basımı ilk defa 1874 yılında Maarif Nezaretinin denetimi altında gerçekleştirilmiştir. Kur’an basımı 1883 yılına kadar devlet denetiminde yapıldıktan sonra özel bir matbaa olan Matbaa-i Osmaniye’de devam etmiştir. Makalede Kur’an’ın basıldığı 1874 yılından önceki dönemde basıma karar verilmesine neden olan ve 1883 yılına kadarki gelişmeler hakkında bilgi verilmiştir.

14. Yüzyıl Sonlarında Fransa Sarayı’nda Moğollara Dair Kısa Bir Anlatı

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 473-487 · DOI: 10.37879/belleten.2023.473
Tam Metin
Fransa Kralı IX. Louis tarafından Mengü Han’a gönderilen Rahip Willem’den tam 134 yıl sonra, Moğollara dair anlatılar yeniden Fransa Sarayı’nda yankılanıyordu. Kral VI. Charles’ın öğretmenlerinden Philippe de Mézières, yazdığı eserinin bir kısmında Moğollar hakkında bilgi vermenin yanı sıra onların bazı davranışlarını krala örnek olarak gösteriyordu. 1389 yılında tamamladığı Le Songe du Vieil Pèlerin’ı VI. Charles’a sunan yazar, bu bilgilere eserinin seyahatname niteliği taşıyan birinci kitabında yer verir. Anlatısını, sekiz yıl boyunca Büyük Han’ın hizmetinde paralı askerlik yapan Bargadin isimli bir arkadaşından duyduğunu söyler. Philippe de Mézières’in anlatısı incelendiğinde, daha önce Moğolları ziyaret eden ve gözlemlerini kaydeden Johannes de Plano Carpini, Willem van Ruysbroeck ve Marco Polo gibi seyyahların anlattıklarına benzeyen yanlarının olduğu görülür. Bu noktada, Fransa kralına Moğollarla ilgili bilgi verirken bu yazarların eserlerinden faydalanıp faydalanmadığı sorusu akıllara gelir. Öte yandan ünlü seyyahlardan farklı şeyler söylemesi veya onların hiç değinmediği bazı olaylardan bahsetmesi, anlattıklarını birinden alıp almadığını ya da gerçek olup olmadığını sorgulamamızı daha da zorlaştırır. Bu çalışmada ilk olarak Philippe de Mézières’in Moğollara ilişkin kayıtlarının Fransızcadan çevirisi sunulacak ve diğer seyyahların eserleriyle karşılaştırılarak bir değerlendirme yapılacaktır. Ardından verilen bilgiler Moğolların Gizli Tarihi, Chronica Maiora, Odorico da Pordenone ve Korykoslu Hayton gibi kaynaklarda da aranacak ve aralarında benzer tarafların olup olmadığı incelenecektir.

Yuan Hanedanı’nda İpek Tedarik Yöntemleri, Vergi ve Tahsisatları

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 439-471 · DOI: 10.37879/belleten.2023.439
Tam Metin
Dünya tarihinin en eski ticaret güzergâhı olarak bilinen İpek yolu; ticari, dinî ve kültürel anlamda meydana gelen etkileşim ve değişimlerin ana arteri durumundadır. Faklı coğrafyalarda yaşayan insanların gereksinimlerine bağlı olarak ortaya çıkan bu yol, adını ticareti yapılan ipekten almışsa da değerli eşya ve malların yine bu yol vasıtasıyla farklı ülkelere gönderildiği bilinmektedir. Bu nedenledir ki Avrasya boyunca cereyan eden doğu-batı sentezi içerisinde, farklı etnik köken ve kültürlerin etkileşimi belirgin düzeyde hissedilmektedir. Özellikle Moğol İmparatorluğu Dönemi (1206-1294) çoğu zaman toplulukların farklı coğrafyalara göçürüldüğü, dünyanın iki ucu sayılabilecek Uzak Doğu ve Orta Doğu’nun kültürel manada önemli alışverişlerde bulunduğu bir dönemdi. Eski devirlerden beri insanoğlunun dikkatini çeken ipek, insanların statüsü ve zenginliği hususunda belirgin bir rol oynamıştır. Maddi değerinden olsa gerek lüks bir meta olarak kabul edilip belirli bir vergi sistemine tabi tutulmuştur. Moğol İmparatorluğu Dönemi’nde (602-693/1206-1294) özellikle üretiminin en yoğun yaşandığı Çin’den hane temelli olmak üzere özel ipek vergileri toplanmaya başlanmıştır. Öyle ki Moğol Dönemi Çin’inde bazı aileler “ipek hanesi” (絲戶) adı altında diğer ailelerden ayrıştırılmıştır. Moğolların da ayrıca önem verdiği ipek vergisi Kuzey Çin’in muhtelif bölgelerinden “beş hane ipeği” (五戶絲) adı altında ham ipek vergileri olarak alınmaya başlanmıştır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde makale, Moğolların Çin’den almış oldukları yıllık vergileri ve ipek tahsisatlarını konu edinmektedir.

Byzantine Countryside with its Villagers and Dynatoi: the Example of the Soğanlı Valley, Cappadocia

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 385-413 · DOI: 10.37879/belleten.2023.385
Tam Metin
The Soğanlı Valley is on the main route that connects Niğde and Kayseri. Its arable land, rock-cut dwellings that housed a large population and an openly parochial complex from the tenth century indicate that the settlement contained a Byzantine village. Its masonry church, a rare element from late antiquity, exemplifies the special status of the settlement in early Christianity and foreshadows its ongoing importance in the Middle Ages. The eleventh-century inscriptions are the indicators of the middle and high-ranking soldiers in the settlement. Apparently, Soğanlı was one of the settlements chosen for the military leaders of the century and became a piece of land held by them. The powerful (dynatoi) who settled near this crucial route must have been meant not only to control that route but also to maintain their economic welfare from the territory. Thus, Soğanlı had a twofold prominence as a Byzantine countryside: It was a part of the defence strategy the empire attempted to formulate in medieval Cappadocia; furthermore, it housed important archaeological, epigraphical and art historical data on the medieval period of the region with its monuments of various functions and inscriptions. Soğanlı and its ‘dynatoi’ endured within the new administrative system after Manzikert. The study aims to examine the ‘village’ identity of the settlement especially in the tenth century, and to analyse the activity and continuity of the powerful in Soğanlı and the empire. Within this aim, the study uses the military, historical, legislative texts of the period, and architectural and archaeological data from the valley.