466 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı Devleti 39
- Ottoman Empire 39
- Osmanlı 36
- Ottoman 30
- Osmanlı İmparatorluğu 16
- İstanbul 11
- Ticaret 10
- Türkiye 10
- İngiltere 9
- Ottoman State 9
Asia Minor’da İyi Korunmuş Erken Hellenistik Çağ Tiyatro Örneği: Assos
Höyük · 2022, Sayı 10 · Sayfa: 37-59 · DOI: 10.37879/hoyuk.2022.2.037
Özet
Tam Metin
Klasik Çağ’da Atina’da en parlak dönemini yaşayan tiyatrolar, mimari bir yapı tipi olarak Hellenistik Çağ’da Asia Minor’da gelişmiştir. Roma İmparatorluk Dönemi’nde mevcut tiyatrolara bazı eklentiler yapılarak kullanılmaya devam edilmiştir. Bundan dolayı Hellenistik Çağ tiyatrolarını tarihlemede zorlanan araştırmacılar skene binasının işlevi ve mimarisi üzerine odaklanmışlardır. Asia Minor’da iyi korunmuş bir Yunan polisi örneği olan Assos’taki tiyatro, Hellenistik Çağ mimarisi için önemli bir yere sahiptir. Araştırmacılar tarafından MÖ erken 2. yüzyıla tarihlenen tiyatronun yapım evrelerini yeniden gözden geçirmek üzere, skene binası içinde kazı yapılmıştır. Bu kazıda skene binası altında, içinde seramik kaplar, dokuma ağırlıkları ve diğer eşyaların yer aldığı bir konut tespit edilmiştir. Deprem veya başka bir zorunlu nedenden dolayı MÖ 4. yüzyılın son çeyreğinde aniden terk edilen konutun üzerine kısa bir süre sonra skene binası inşa edilmiştir. Yeni bulgular Assos tiyatrosunun bu güne kadar önerilen tarihin aksine daha erken bir zamanda (Erken Hellenistik Çağ) inşa edildiğini ortaya koymuştur
Patara’dan Manus Fica ve Phallus Betimli İki Amulet
Höyük · 2022, Sayı 10 · Sayfa: 61-74 · DOI: 10.37879/hoyuk.2022.2.061
Özet
Tam Metin
Nazarın varlığına olan inanç ve insanların kendilerini ondan koruma düşüncesi Antik Dönem’e kadar uzanmaktadır. Dualar ya da koruyucu anlam yüklenen belli hareketlerin yanı sıra, amuletler gibi bazı objelerin de kişinin üzerinde taşınmasının kem gözü uzak tutacağına inanılmıştır. Bu koruyuculuğa olan inanç sadece yaşamla sınırlı kalmamıştır. Mezar hediyesi olarak da birçok örneğin bulunması öteki dünyada da koruyuculuğun devam ettiğinin düşünüldüğünü göstermektedir. Patara’da bulunmuş olan iki kemik amulet bu makalenin konusunu oluşturmaktadır. Amuletlerin bir ucu manus fica diğer ucu phallus şeklinde biçimlendirilmiştir. Başparmağın işaret parmağı ile orta parmak arasına yerleştirilmesiyle oluşturulan manus fica hareketinin genel olarak Antik Dönem’de insanları nazara karşı koruduğuna inanılmaktadır. Manus fica betiminin amuletler üzerinde tek başına tasvir edilmesinin haricinde, Patara buluntularında olduğu gibi bir diğer apotropaik sembol olan phallus ile kullanıldığı çift uçlu örnekler de bulunmaktadır. Roma İmparatorluğu’nun batı eyaletlerinde sıklıkla kullanılmış olan bu amuletlerin Patara kazısında bulunmuş olan örnekleri manus fica ve phallusun çift taraflı kullanımları sebebiyle Anadolu için nadirdir.
James Howard-Johnston, The Last Great War of Antiquity
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 306 · Sayfa: 755-758 · DOI: 10.37879/belleten.2022.755Yerel ve Devşirme? İki Kimlik: Hemithea ve Eileithyia
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 306 · Sayfa: 427-467 · DOI: 10.37879/belleten.2022.427
Özet
Tam Metin
Çalışmanın amacı, Karyalı Bozburun Yarımadası’nın kuzey ve güneyinde (Bybassos ve Phoinix) karşımıza çıkan; iki farklı isim gibi görünmekle birlikte benzer işleve sahip Hemithea ve Eileithyia’nın bağlantısını, tanrıçalarla doğrudan ilişkili olan yazıt külliyatı (adak yazıtları), antik metinler, mitsel kurgular ve kısmen tarihsel coğrafyaya dayalı etimolojik olasılıklar ışığında sorgulamaktadır.
Özellikle antik Akdeniz’de farklı lakaplar alan yeryüzü tanrıçalarıyla bağlantılı yerleşkelerin etimolojik ve topografik bağlamda irdelenen kökenleri göstermektedir ki Anadolu coğrafyasına yayılmış uzak hafızalar, gittikleri yerlerde ortak bazı kodların yansıması olmalıdır. Hatta farklı coğrafyalara ait olmalarına rağmen kutsiyet atfedilmiş olan sosyal buluşma/pazar işlevli ve “dişil” kimlikli kentçikler (Hemithea ile özdeş Kastabos ve Hemite yakınlarındaki Kastabala), böylesi bir hafızanın temsilcileri addedilebildiği gibi Anadolu’nun eski halklarının görünmeyen bağlarına (Geç Bronz Çağı’ndan itibaren) işaret ediyor dahi olabilir.
Bozburun Yarımadası, Kilikya gibi görece uzak bölgelerdeki etnobotanik bulguların desteklediği bitkisel uygulamalardan anlaşıldığı gibi, tıbbi değeri yüksek flora zenginliğine bağlı olarak kendi çapında sağaltım ve sağlık alternatifleri sunan bir bölge olmalıydı. Sağlıkla ilişkisi kuzey ve güney sektörleriyle kısıtlı olmayıp orta alandaki Syrna ve Hydas gibi diğer tüm demoslarda çözümlerin sunulduğu bir bütün olarak ele alınmalıdır. Göründüğü kadarıyla kadın ve çocuk sağlığı, üreme, düşük, vb. konularda veya rahat bir doğum gerçekleştirmek isteyenler için yerel çözümler sunan belli başlı merkezlere sahipti. Bu merkezlerde özel reçeteler kullanılıyor, sedatif preparatlarla uygulanan enkoimesis, psikoterapi, bir trans ilah olan Artemis’in farklı tezahürleri Hemithea ve Eileithyia, hatta Apollon adına yapılan şifalı büyü gibi uygulamalar gerçekleştiriliyor olmalıydı. Bu kapsamda, erken dönemlerde karşımıza çıkan Hemithea, zamanla ismini, işlevini ve şöhretini Eileithyia’ya devretmiş olabilir.
Kazova’da (Dazimonitis) Yeni Keşfedilen Basamaklı Tünelli Bir Pontos Krallığı Kalesi: Dereköy Kalesi
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 306 · Sayfa: 399-426 · DOI: 10.37879/belleten.2022.399
Özet
Tam Metin
Strabon’un, içinden Iris’in aktığı ve verimli bir ova olarak tanımladığı Dazimonitis bugünkü Kazova’nın Antik Çağ’daki adıydı. Dazimonitis Hellenistik Dönem’in başlarında Pontos Krallığı’nın, bu dönemin sonlarına doğru ise Roma’nın sınırları içerisine dâhil edilse de belirtilen bu tarihi süreçlerde yarı-özerk statüye sahip Komana tapınak devletinin mülküydü. Ancak Dazimonitis’in, Pontos Krallığı ile Roma arasında yaşanan mücadelede bir rolü olduğu da bilinmektedir. Bu bağlamda III. Mithradates-Roma Savaşı sırasında, VI. Mithradates tarafından ovanın sunmuş olduğu erzak tedariki imkânı ortadan kaldırılarak Roma ordusu yıpratılmaya çalışılmıştı. Dazimonitis’in sadece bu amaca hizmet etmediğini, Kazova’nın güneyindeki dağlık kesimde yer alan ve Pazar ilçesini Artova üzerinden Sivas iline bağlayan stratejik bir yol üzerindeki bir tepede konuşlandırılmış ve şimdiye kadar herhangi bir bilimsel çalışmanın konusu olmamış olan Dereköy Kalesi kanıtlamaktadır.
Kazova’nın üzerine kurulu olan Pazar ilçesinde 2019 yılında gerçekleştirdiğimiz arkeolojik yüzey araştırması sırasında inceleme fırsatını bulduğumuz Dereköy’de bulunan ve köyün adıyla anılan kale, basamaklı bir tünele sahip olmasıyla dikkatleri üzerine çekmektedir. Böylece Dazimonitis’te yeni bir Pontos Krallığı Kalesi keşfedilerek bu dönemdeki savunma sisteminin atar damarları olan kaleler ağının şimdiye kadar bilinmeyen bir parçası bölge tarihine kazandırılmıştır. Bu çalışmayla söz konusu kalenin Hellenistik Dönem’deki yeri, önemi ve işlevi açığa çıkartılmaya çalışılacaktır.
Sultan II. Abdülhamid’in Başkâtibi Tahsin Paşa
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 306 · Sayfa: 641-681 · DOI: 10.37879/belleten.2022.641
Özet
Tam Metin
Sultan II. Abdülhamid döneminde Yıldız Sarayı, devletin karar merkezi haline gelmiş ve Saray ön plana çıkmıştı. Bu dönemde dış dünya ile Saray arasındaki muamelatın tamamı Mabeyn Başkitabeti aracılığıyla idare edilmişti. İşte bu kadar önemli bir makam olan Mabeyn-i Hümayun Başkâtipliğine 1894 yılında Sultan II. Abdülhamid tarafından Tahsin Paşa getirildi. Bu vazifesini 1908 yılına kadar sürdüren Paşa, Meşrutiyet’in yeniden ilanından sonra tutuklandı ve Bekirağa Bölüğüne hapsedildi. 3 Eylül 1908’de Büyükada’ya nakledildi ve burada gözetim altında tutuldu. 31 Mart Vakası’nın ardından 28 Mayıs 1909’da Meclis-i Vükela kararıyla mal ve mülkü haczedildi; rütbe, nişan ve madalyaları iptal edildi, emeklilik hakkından mahrum bırakılarak Sakız Adası’na sürüldü. Adanın Yunanistan tarafından işgali tehlikesi ortaya çıkınca Paşa, 27 Mayıs 1912’de İzmir’e sevk edildi. 11 Şubat 1913’te siyasi suçlulara yönelik genel affın çıkarılmasıyla İstanbul’a dönmesine müsaade edildi. Bu tarihten 1933 yılına kadar İstanbul’da yokluk içerisinde, sürekli borç arar bir vaziyette yaşamını idame ettirdi. Elinde kalan son mülklerini de bu tarihlerde kaybetti. 1930 yılından itibaren hatıralarını Milliyet gazetesinde tefrika halinde yayımladı. Tahsin Paşa, 22 Ocak 1933’te Erenköy’de bulunan köşkünde vefat etti. Cenazesi Eyüp’teki aile kabristanına defnedildi. Bu çalışmada önemli bir devrin tanığı olan ve şu ana kadar hakkında hiçbir akademik çalışma yapılmamış olan Tahsin Paşa’nın Mabeyn başkâtibi olarak Sultan Abdülhamid’in yönetim sistemi içerisindeki yeri ve yüklendiği rol incelenecektir. Ayrıca Meşrutiyet’in ilanından sonra Sultan Abdülhamid’e sadakatini devam ettiren bir devlet adamının ölümüne kadar olan yaşantısı ortaya konulacaktır.
Ebediyete Bağış: Balat Şer‘iyye Sicillerinde Para Vakfı Kayıtları (1555-1838)
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 306 · Sayfa: 567-601 · DOI: 10.37879/belleten.2022.567
Özet
Tam Metin
Vakıf medeniyeti olarak da bilinen Osmanlı’da vakıf kurumu eğitimden sağlığa, kültürel hizmetlerden beledi hizmetlere kadar hayatın her alanında çeşitli katkılar sağlamıştır. Kurumun yaygınlığı ve kapsayıcılığı günümüze ulaşan çok sayıda vakfiye içeriğinden tespit edilmektedir. Vakfiyelerde vakfın ciheti doğrultusunda ne tür hizmetler verildiği ayrıntılarıyla kayıtlıdır. Ayrıca, kişilerin mal varlıkları, mimari eserler, kamu görevlileri, hukuki işlemler, mahalleler, aile üyeleri hakkında bilgiler gibi pek çok konu işlenmiştir. Para vakıflarına ait vakfiyelerde ise bahsi geçen konulara ilaveten vakfedilen nakitler, işletim usulleri, nema oranları, elde edilecek gelirlerin kullanımına ait detaylar da söz konusudur. Çalışmanın amacı para vakıflarının işleyiş prensiplerini ortaya koymak ve para vakıflarının sosyoekonomik yönden Osmanlı toplum yaşantısına katkılarını araştırmaktır.
Örneklem alanı olarak, erken dönemlerden itibaren para vakfı vakfiyelerinin bulunduğu İstanbul Balat Şer’iyye Sicilleri alınmıştır. Çalışma 1555-1838 arasında kayıtlı toplam 55 vakfiye üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bulguların karşılaştırılması için üç farklı mahkeme kayıtlarında tespit edip incelediğimiz 1491-1911 arasında kurulmuş 426 para vakfı vakfiyesine başvurulmuştur. Bu sayede, vakfiye sayısı ve ait oldukları dönemler itibariyle, şimdiye kadar eksik kalan toplu değerlendirme imkânı yakalanmıştır. Neticede para vakıflarının hizmetlerine devam edebilmek için değişen sosyoekonomik şartlara uyum sağlamak adına ne gibi çabalar harcadığına dair önemli tespitler yapılmıştır. Bu kapsamda para vakıflarının bir yandan kendi içinde geçirdiği değişim ve dönüşümler tespit edilirken diğer yandan bir bütünün parçası olarak vakıfların ebediyete yaptıkları bağışlar örneklenmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Yıllarında Yabancı Ülke Bayraklarının Kullanımı ve Denetimi
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 306 · Sayfa: 683-716 · DOI: 10.37879/belleten.2022.683
Özet
Tam Metin
Osmanlı İmparatorluğu’nda yabancı ülke bayraklarının varlığı imparatorluğun son döneminde yaygınlaşmıştır. Bu bayrakların sahip olduğu sembolik değerler ve güncel gelişmeler, farklı aidiyetlere sahip bireylerin ve kurumların bayraklara yönelik değerlendirme ve uygulamalarının farklılık göstermesine yol açmıştır. Bayrak, bireyler için kimliklerinin ve aidiyetlerinin görsel sembolü anlamına gelirken resmi kurumların dışında ve izinsiz kullanılması halinde yöneticilerin gözünde egemenliklerine yönelik bir tehdidin ifadesiydi. Osmanlı coğrafyasındaki yabancı etkisinin politik ve gündelik alanlardaki nüfuzunun 19. yüzyılla birlikte artması ve bağımsızlık hareketlerinin yarattığı ayrılıkçı tehdit nedeniyle, devletin gözünde yabancı bayrakların varlığının denetlenmesi ve engellenmesi hassas bir sorun haline gelmiştir. Devlet adamlarının bu amaçla attıkları adımlar süreklilik arz eden bir arka plana sahip olmasına karşın kalıcı çözümler üretmede başarısız olmuştur.
Arşiv belgeleri; devlet adamlarının resmi kurumlarda ve özel mülklerde, yabancı bayrakların kullanılmasına dair belirledikleri kuralları ve denetim usullerini yansıtmaktadır. Seyahatnameler, anılar ve gazete haberleriyse, insanların bayraklara atfettikleri değerleri incelemeyi ve bireyin gözünden bir anlatı oluşturmayı mümkün kılmaktadır. Araştırmada, Osmanlı İmparatorluğu’nun yabancı bayraklara yönelik politikasının hukuki metinlerin yanı sıra fiili durumun etkisiyle zaman içerisinde değiştiği ve bu gelişmelerin sonucunda, uzun bir süre ihlal olarak engellenmeye çalışılan bazı uygulamaların meşru kabul edildiği görülmüştür.
Çarlık Rusya’nın Kafkas Hattı’nı İnşası ve Kuzey Kafkasya’da Hâkimiyet Kurma Mücadelesi
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 306 · Sayfa: 717-754 · DOI: 10.37879/belleten.2022.717
Özet
Tam Metin
Kafkas Hattı, Çarlık Rusya’nın Kafkasya’da yayılmasında ve uzun süreli bir hâkimiyet kurmasında önemli bir yere sahiptir. Bu çalışmada, tahkim edilmiş yerleşim yerleriyle (stanitsa) birbirine bağlanan hattın yapısı, özellikleri ve bölgedeki Rus hâkimiyeti için sağladığı avantajlar incelenmektedir. Kuban ile Terek boylarında uygulanan Rus Kazaklarının iskânı ve hat üzerinde kurulan kaleler, bölgede oluşturulmak istenilen idari-askerî düzen için oldukça önemlidir. Rusların bu faaliyetleri aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun Kırım Hanlığı üzerinden Kuzey Kafkasya ile kurduğu irtibatı koparmaya yönelik adımlardır. Zaten XVI. yüzyılda Rusların Terek’te kurduğu kalelerin Osmanlı ve Rusya arasında diplomatik krize dönüşmesi de buradan kaynaklanmaktadır. Vladikavkaz’dan Tiflis’e kadar uzanan Gürcü Askerî Yolu’nun inşası da Rusların Güney Kafkasya’ya inmelerinde büyük rol oynamıştır. Bu yol aynı zamanda Çarlık Rusya’nın dağlık bölgelerdeki hâkimiyeti sağlamak için itaat altına almak istediği halklar üzerine askerî operasyonlar düzenlediği ana güzergâhtır. Haberleşme ve askerî sevkiyatın yapıldığı bu yolun ve aynı zamanda sınır hattının güvenliği için Kafkasya’nın dağlık bölgelerine çok sayıda sefer düzenlenmiştir. Bu amaçla uzun yıllar hattın komutanlığını yapan General Velyaminov ve Kafkasya Orduları Başkomutanı Baron Rozen’in 1831-1832 yılları arasında düzenlediği seferler de bu makalede incelenmektedir.
Osmanlı Döneminde İzmir’den Yapılan İhracatın Analizi (1774-1776)
Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 306 · Sayfa: 603-640 · DOI: 10.37879/belleten.2022.603
Özet
Tam Metin
Bu çalışma, Osmanlı İmparatorluğu’nun İzmir’den yürüttüğü ihracatına ilişkin olarak, altı adet arşiv defterinden (gümrük defteri) hareketle, 1774-1776 yıllarına yönelik bir örneklem oluşturmayı amaçlamaktadır. Çalışmanın temel sorusu, söz konusu yıllarda Osmanlı’nın İzmir Meyve Gümrüğü’nden yaptığı ihracatın yapısal özellikleri nelerdir şeklinde ifade edilebilir. Bunun için, söz konusu yıllarda İzmir Meyve Gümrüğü’nden ihracat yapan 244 geminin mal götürdüğü limanlar; ihracatı gerekleştiren bu gemilerin bandıraları ve 1.487 adet tüccara ait olan 2.563 parça ihraç malı sayısal olarak ve vergi rakamları bağlamında incelenmiştir. Elde edilen sonuçlar, Osmanlı İmparatorluğu ihracatının ağırlıklı olarak Fransa, İngiltere ve Flemenk limanlarına yöneldiği; bu ihracatta Fransız, Venedikli, İngiliz ve Flemenk bandıralı gemilerin kullanıldığı; ihracata konu olan malların ise ham pamuk, iplik ile hammadde ve kimyasal mallardan oluştuğu şeklindedir. Bu sonuçların, daha önceden benzer kaynaklar kullanılarak yapılan kimi çalışmaların bulgularını kısmen desteklediği açıktır. Ancak elde edilen sonuçların bir tür örneklem olduğu ve genelleme yapabilmek için uzun dönemli serilerin incelenmesi gerekliliği mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.