4034 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 4034
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 338
- Osmanlı 273
- Osmanlı İmparatorluğu 173
- Türkiye 148
- Osmanlı Devleti 139
- Türkler 137
- Anadolu 132
- Ottoman Empire 114
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 100
Türk Yüksek Öğretim Tarihine Genel Bakış
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 1209-1220
Özet
Tam Metin
Günümüzdeki yüksek öğretimin içerdiği konulara girmeden önce, bu öğretim kolunun dünyada ve bizde nasıl bir gelişme izlediğine kısaca değinmek istiyorum: Bilindiği gibi yüksek öğretim, lise veya meslek liselerinde sona eren orta öğretimin bir uzantısıdır. Bugünki anlamıyla yüksek öğretim, yurttaş eğitiminin bir devlet görevi olarak ele alınıp örgütlenmesinden sonra rasyonel bir gelişme göstermiştir. Bizde ve öteki ülkelerde yurttaş eğitiminin bir devlet görevi olarak ele alınması yani devletin, yurttaşın eğitilmesini kendi görevi sayması, uygarlık tarihinin beşbin yıla varan uzun süresi içinde çok yenidir. Bu gerçek, yani yurttaşın develt eliyle eğitilmesi gereği bizde, sultan ikini Mahmut tarafından duyulmuş, onun zamanında uygulanmaya başlanmıştır; çünkü o, kaynağını din ayırımından ve cehaletten, bağnazlıktan alan ve tarihi düşmanlıklarını üzerimizde odaklaştıran Avrupa devletlerinin kötü emellerini önlemenin, ancak yurttaşın eğitilmesi, bilime ve tekniğe yöneltilmesi sayesinde mümkün olacağını anlamıştı. İnsan yaşamında ve toplulukların yönetiminde din kurallarının egemen olduğu çağlarda insana dünyada ve âhirette mutluluk getirecek olan bilime ve eğitime en büyük önemi, kuşkusuz islam dini vermiştir. Onun kutsal kitabında yani Kur'an'da insanlığa ilk seslenişi (alak sûresinde) "oku" olan bu din mensupları, bilimde ve teknikte elde ettikleri gelişmelerin yardımıyla kısa sürede üç kıta üzerinde geniş bölgelere yayılmış, oralarda, medrese denen yüksek düzeyde bilim, eğitim ve öğretim kurumlarını yekseltmişlerdi. Bağdad'da, Basra'da, Şam'da, Kahire'de, kuzey Afrika şehirlerinde ve Endülüs İspanyasında, özellikle bu son ülkenin Kurtuba, Gırnata, Tuleytula (Toledo) ve İşbilye şehirlerinde açılan bu bilim kuruluşları, yüzlerce yıl insanlığa ışık saçtı, uygarlık ve mutluluk kaynağı oldu.
Hamilcar ve Hannibal
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 1221-1232
Özet
Cornelius Nepos, Catullus'un, Vergilius'un, Livius'un ve Plinius'un doğduğu topraklarda-Gallia Cisalpina-doğmuştur. Doğum yerinin Ticinum olduğu sanılmaktadır. Doğum ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, İ.Ö. 99-24 yılları arasında yaşamış olsa gerektir. Nepos, gençliğinde Roma'ya yerleşmiş, yaşamının büyük bölümünü orada geçirmiştir. Politikaya ilgi duymamıştır. Çağının ünlü kişilerinden Cicero'yla ve onun can dostu Atticus'la yazışmıştır. Ozan Catullus'un övgüsünü kazanmıştır. Nepos'un günümüze kalan en önemli kitabı, De Excellentibus Ducibus Exterarum Gentium'dur (Yabancı Halkların Seçkin Komutanları). Bu kitap, De Viris Illustribus (Ünlü Kişiler) adlı onaltı kitaplık yapıtının bir bölümü olsa gerektir. Yazarın, De Historicis Latinis (Latin Tarihçileri) adlı yapıtından günümüze yalnızca iki yaşamöyküsü kalmıştır. Üç kitaplık bir dünya tarihi olan Chronica'dan, beş kitaplık kısa öyküleri içeren Exempla'dan, sevgi şiirlerinden, coğrafya yazılarıdan günümüze hiç bir şey kalmamıştır. Nepos'un dili yalındır, düşüncelerini genellikle kısa tümcelerle anlatmaya çalışır. Pek özgün ve başarılı bir tarih yazarı olarak tanınmayan Nepos'un yapıtları kişileri yüceltici niteliktedir. Buna karşılık, Comelius Nepos yazıları günümüze değin gelen ilk yaşamöyküsü yazarı olması açısından önemlidir. Roma'nın siyasal ve ekonomik yaşamını etkileyen Kartaca Savaşlarının iki ünlü komutanı, Hamilcar ve Hannibal'i de yazılarına konu eden Nepos'un yazıları henüz Türkçe'ye çevrilmemiştir. Hamilcar ve Hannibal'in yaşamöyküsünü çevirirken büyük ölçüde Calonne'nin kullandığı Latince metinden yararlandım. Bu çeviriyi yaparken yardımlarına başvurduğum Latin Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Haydar Dönmez'e teşekkürlerimi sunarım.
Osmanlı Döneminde Irak'ın İdarî Taksimatı
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 1233-1258
Özet
Osmanlı Ülkesi, Vilayet veya Eyalet olarak adlandırılan büyük idari ünitelere ayrılmıştır. Bu vilayet ve eyaletler "Sancak" veya "Liva"lara, bunlar da sırasıyla kazalar, nahiyeler ve köy ile mezralara bölünürdü. Vilayet ve sancakların başlarına sivil ve askeri yönetimi şahsında toplayan beyler atanırdı. Bu beylere zamanın kullanılan üç dilinden yerine ve durumuna göre, eyalet valisine Türkçe Beylerbeyi, Farsça Mîr-i Mîrân, Arapça Emîrü'l-Livâ denirdi. Sancak yöneticisine ise, Türkçe Sancakbeyi, Farsça Mîr-i Livâ denilirdi. Arapçada pek kullanılmıyordu. Beylerbeylik payesi illerde birden çok sancak oluşundan ve her bir sancağın başında bir Bey oluşundan ileri gelmektedir. Vilayet valisi olan Bey, ilinin Beyi olduğundan Beylerbeyi oluyordu. Beylerbeyi ve sancakbeyi, sivil yönetici sıfatıyla eyalet ve sancağın valileri durumundaydılar. Fakat bunlar, aynı zamanda savaş halinde illerinden ve sancaklarından çıkacak timarlı askerlerden oluşan kuvvetlerin kumandanlığını da üstleniyorlardı. Sancakbeyleri, kuvvetlerin kumandanı sıfatıyla Beylerbeyinin sancağı altında toplanırlardı. Bunların atamaları Divan tarafından olurdu. Yani merkezi hükümete karşı sorumluydular. Beylerbeyi, eyaletteki sancaklardan birinde otururdu. Bu sancak, o zaman Bey Sancağı adıyla anılırdı. Buraya artık bir diğer sancakbeyi ataması gerekmiyordu. Sancak beyi ise, sancak merkezindeki kazada ikamet ederdi. Sancakbeyini, diğer kaza ve nahiyelerde Zaim, Subaşı veya Voyvoda dedikleri ve daha çok asayiş işleriyle görevli bir kimse temsil ederdi. Sancakbeyine ait rüsûmu da bunlar tahsil ederlerdi. Fakat Beylerin hilafına bunların atamaları merkezden olmayıp çalışacakları kaza Kadısına, sancakbeyinden atamayı bildiren mektubuyla giderlerdi. Görev süreleri de nisbeten kısaydı.
İkinci Sultan Mahmud'a Dair Ermeni Harfli Türkçe Dört Manzum Methiye
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 1053-1072
Özet
Tam Metin
Osmanlı padişahları arasında, Hristiyanlara karşı en fazla sempati besleyen üç hükümdardan ilki, İkinci Sultan Mahmud olmuştur. Bilhassa Ermenilere çok iyi nazarla bakmıştır. Kanaatimizce, bunda akıl hocası ve Darphane emini Kazaz Artin'in (nam-ı diğer Harutyun Amira Bezciyan) (1771-1834) de büyük etkisi vardır. Asıl mevzuya geçmeden önce, tarihçi ve müderris Avedis Berberyan'ın (1798-1873), 1871'de İstanbul'da, ilk Ermeni kadın sahne sanatkârı Arusyak Papazyan-Bezirciyan'ın (1841-1907) ve kocası ressam Sopon Bezirciyan'ın (1839-1920'den sonra) maddi yardımı ile basılan, Badmutyun Hayotz (Ermeniler Tarihi) adlı çok önemli eserinin sonunda bulunan, Kronoloji kısmından istifade ederek, İkinci Sultan Mahmud'un şahsi ile ilgili, biyografik kısa bilgiler vermek istiyoruz. Çünkü muhtemelen Türkçe kaynaklarda bunlardan bazıları ya meçhuldür, veyahut günü gününe tarihleri belli değildir. Berberyan, Milâdi tarihlerle birlikte, umumiyetle Hicri tarihleri de kaydetmiştir. Vakayinamesi 1769-1860 yıllarını kapsamaktadır.
Enver Paşa ve Orta Asya'da Başgösteren "Basmacı" Akımı
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 1179-1208
Özet
Tam Metin
Mustafa Kemal başkanlığındaki Türk ulusalcılarının, 1921 yılı Eylül'ünde Yunan istilâ gücüne karşı Sakarya'da kazanmış olduğu zafer, Sovyet Rusya'nın, Türkiye'yi, Enver Paşa aracılığıyla Bolşevikleştirme planlarını altüst ediyordu. Ulusalcılar, başkentleri Ankara doğrultusunda ilerleyen Yunan ordusuyla boğuşurken, Sovyet önderleriyle işbirliği yapan Enver Paşa, Mustafa Kemal'i devirmek, Yunanlıları yenmek ve Anadolu'da kendi önderliği altında Bolşevizmin temellerini atmak amacıyla, Müslüman Bolşeviklerden oluşan bir ordunun başında Anadolu'ya girmeyi tasarlıyordu. Ama Kemalistlerin Sakarya'da sağlamış oldukları zafer, bu tasarıya büyük bir darbe indiriyordu. Bunun üzerine, Rus önderleri, 1921 Martı'nda bir dostluk antlaşması imzaladıkları Ankara yönetiminin dileği üzerine, Enver Paşa'yı Türk sahnesinden kaldırmaktan başka seçeneğe sahip olmadıklarını görüyor; esasen, onun, o sırada Anadolu'da kendilerine bir yararı kalmadığını anlıyorlardı.
Atatürk'ün Toplanmamış Yazıları
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 1167-1178
Özet
Tam Metin
Birçok aydınların Türkiye için tek çıkar-yol diye İngiliz, Amerikan veyâ Fransız Mandası'nı düşündükleri dönemde, şair Mehmed Akif (Ersoy), 21 Ağustos 1335 (1919) günkü 437-438 numaralı Sebilürreşad dergisinde (Manda Mes'elesi ) başlıklı yazısında şunları yazıyordu: "... Türkler'in yirmibeş asırdan beri istiklallerini muhafaza etmiş bir millet oldukları tarihen müsbet bir hakikattir. Halbuki Avrupa'da bile mebde-i istiklali bu kadar eski zamandan başlayan bir millet yoktur. Türk için istiklalsiz hayat müstahildir (imkansızdır). Tarih de gösteriyor ki Türk, istiklâlsiz yaşayamamıştır!" Daha sonra 6 Şubat 1920'de Balıkesir'e gelerek burada oluşturulan ilk milli direniş cephesini "büyük bir gaza" kabul eden Mehmed Akif, Zağanos Paşa Câmii'ni doldurup taşan cemaate: "Zafer yolu bu yoldur!" diyerek Balıkesirlilerin ümit ve imanlarını artırmıştır.
Meslek Kuruluşu ve Faaliyeti
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 1151-1166
Özet
Tam Metin
Türkiye'de 1850 ile 1876 yılları arasında hükümet çalışmalarının mürakabe edilebilmesi için millet temsilcilerinden oluşan bir parlamento kurulması yolunda bazı şahıslarla bazı kuruluşların, hemen hepsi başarısızlıkla sonuçlanmış bir takım faaliyetler içinde bulundukları görülmektedir. Başarısızlıkla sonuçlanmış olmalarına rağmen bu faaliyetlerin, Türk-Osmanlı toplumunda meydana getirdiği etkiler olumlu şekilde gelişerek, 1877 yılında ilk Türk parlamentosunun kurulmasında önemli bir rol oynadıkları malumdur. İşte bu çeşit faaliyetlerden birisi de "Meslek" veya "Meslekname" adlı kuruluşun çalışmalarıdır.
DANIEL PANZAC, La Peste Dans L'Empire Ottoman, 1700-1850, Collection Turcica, Editions Peeters 1985, Leuven, Belgique, 659 sayfa. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 1281-1282
Özet
Bundan 17 yıl önce yazdığım bir makalede (Türkler ve Türkiye hakkında bilinmeyen veya az bilinen İngilizce Kaynaklar, Cumhuriyetin 50. yılına Armağan, TKAE, Ankara 1973, s. 170), Dr. Willam Mac Michael'in Journey from Moscou to Constantinople in the years 1817, 1818 (London 1818) adını taşıyan ve tarihçilerimizce hiç kullanılmamış olan seyahatnamesinden söz ederken, William Mac Michael'ın journey from Moscou to Constontinople in the years 1817, 1818 (London 1818) adını taşıyan ve tarihçilerimizce hiç kullanılmamış olan seyahatnamesinden söz ederken, William Mac Michael'ın 1815'te İstanbul Yedikule'deki Rum hastahanesinde çalışmış olan Dr. Charles Maclean'in Results of an investigation respecting epidemic and pestilential diseases including researches in the Levant concerning the Plague (Londres 1817 - 1818) adını taşıyan iki ciltlik kitabından geniş nakillerde bulunduğunu, burada ileri sürdüğü iddiaların mübalegalı olmakla birlikte, üzerinde durulması gerektiğini belirtmiştim. Bildiğim kadarıyla Osmanlı İmparatorluğu'nda vebanın oynadığı menfi rol üzerinde ilk ciddi eser Dr. Charles Maclean'ın yukarıda adını verdiğimiz eseri olup, yine bir az önce işaret ettiğim üzre, bu kitaptaki bazı bilgi ve iddiaları seyahatnamesine aktaran Dr. Mac Michael da bu hususta dikkate değer görüşler ileri sürmüştür. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra L.S. Stavrianos The Balkans Since 1453 (Newyork 1958) adlı eserinde Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasında, imparatorluğun hudutları içinde şiddetli hüküm süren vebanın büyük bir payı olduğunu iddia etmişti (Dr. Orhan F. Köprülü, ayn. mak. göst. yer). Son yıllarda ise Daniel Panzac, yukarıda adını verdiğimiz monografisi ile Osmanlı İmparatorluğu'nda veba hastalığını çok geniş bir şekilde ele alarak çok güzel bir eser ortaya koymuştur.
Sumerolog Prof. S. N. Kramer'in Arkasından
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 1283-1284
Özet
Dün gece Philadelphia'dan telefon var, diye çağrıldığımda büyük bir heyecan, korku ve üzüntü ile ahizeyi aldım elime. Çünkü acı bir haber alacağımı tahmin ediyordum. Konuşan University Museum'un Western Asiatique Departman şefi Dr. Sjöberg idi, "Samuel'i kaybettik" dedi. Haberi beklememe rağmen dilim dolaştı, ne söyleyeceğimi bilemedim birden. Büyük ve ünlü bir Sumerolog olan Prof. Samuel Noah Kramer 25.11.1990 günü yakalandığı boğaz kanserinden kurtulamayarak 93 yaş 2 aylık ömrünü yitirmiş, o koskoca, yeri doldurulması güç Sumer abidesi yıkılmıştı. Kolay değildi bunu kabullenmek, fakat bir tesellimiz var. Arkada bıraktığı, Sumer edebiyatı ve kültürünü yeniden dünyaya getiren 60 yıllık araştırmalarının ürünü yığınlarla kitabı ve makaleleri O'nu devamlı yaşatacak, adını ağızlardan düşürmeyecektir. Ne mutlu O'na!
SOVYETLER BİRLİĞİ'NDE EVLİYA ÇELEBÎ'NİN SEYAHATNÂMESİ İLE İLGİLİ YAYINLAR [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 1259-1276
Özet
Onyedinci yüzyılın büyük Türk seyyahı Evliya Çelebî'ye ve tarihimizin önemli bir kaynağı olan Seyahatnâmesi'ne olan ilginin son zamanlarda yurdumuzda arttığını görmek gerçekten çok sevindiricidir. 1988 yılının başında, Atatürk Yüksek Kurumu Başkanlığı'na bağlı olarak Evliya Çelebi Bilim ve Uygulama Kolu kurulmuştur. Bu faaliyetin bir parçası olarak E.Çelebi'nin Seyahatnâmesi'nin otograf (yazar) nüshaları tespit edilmiş, bu nüshaların filmleri çekilmiş, onar adet fotokopileri yapılmış ve beş nüshası Seyahatnâme'yi hazırlayacak olan görevlilere verilmiştir. E.Çelebi'nin yayınlanacak olan bibliyografyasının ilk tespitleri yapılmış; bazı yayınların tanıtılmasını da kapsayacak şekilde genişletilmiş bir bibliyografya çalışmasına ise devam edilmektedir.