4034 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

DONAL QUATAERT: Social Disintegration and Popular Resistance in the Ottoman Empire 1881-1908, New York University press, 1983, XVII + 204 s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 197 · Sayfa: 611-612
Tam Metin
"19. yüzyılın ikinci yarısı Avrupa sermayesinin Osmanlı İmparatorluğu'nda yoğun yayılım dönemidir. Avrupa'nın bu sayede siyasi kontrolünün yayıldığı bilinir. Osmanlı İmparatorluğu bu yayılma çeşitli mekanizmalar sayesinde direnmeyi, bir ölçüde bağımsız kalmayı başardı. Bu yayılma karşısında, yerel grupların, bürokrasinin direniş ve davranış biçimlerinin ilginç bir etüd alanı olacağı tabiidir." Yazarın girişi ve kitabındaki ana tezinin böylece tarafından özetlendiğini ve alışılmış teorilerin dışında 19. yüzyıl Osmanlı ekonomisine az rastlanan değişik bir yaklaşımı verilerle izlemek mümkün olmaktadır. Kitap; Avrupa'nın ekonomik sızmasına karşı, bürokrasinin ve çeşitli meslek ve üretici grupların direnişi, bazılarının buna göre örgütlenişini, Avrupa'nın getirdiği yeni altyapısal sistem karşısındaki vaziyet alışlarını (disintegration yazarın kullandığı bir terim) ele alıyor.

SURAIYA FAROQHI: Peasants, Dervishes and Traders in the Ottoman Empire, Variorum reprints, London 1986, 344 sh. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 197 · Sayfa: 612
Tam Metin
"Variourum reprints" diğer dallarda olduğu gibi, Osmanlı araştırmalarında da, tanınmış yazarların klasikleşmiş veya çokça başvurulan makalelerinin topluca tıpkıbasımını yapıyor. Bunun araştırmacılar ve bilhassa okul kütüphaneleri açısından kolaylık sağladığı açık. Ayrıca arkaya eklenen bir indeksle makalelelerden yararlanmak daha da kolaylaşıyor. Özellikle, B. Lewis, H. İnalcık gibi makaleleri klasikleşen yazarların denemelerini zikretmeliyiz. Variorum bu yıl, Osmanlı kent tarihi alanındaki araştırmalarıyla dikkati çeken ve makaleleri aranan ODTÜ Tarih bölümü öğretim üyelerinden Suraiya Faroqhi'nin; Bektaşi tekkeleri, Osmanlı ulaşım sistemi, nüfus sorunları, madencilik, dokumacılık, pazar yerleri merkezlerini konu alan ve muhtelif yerlerde çıkan oniki adet makalesini biraraya getirdi. Toplam 344 sayfa tutan derleme sonunda yardımcı bir indeks de var.

SEYYİD ALİ EKBER HITÂYÎ, Hıtâynâme, yay. İrec Afşar, Asian Cultural Documentation Center for Unesco Tehran, Cultural Bibliographies and Documents Series, 9; Tehran 1357 h.ş., 15 + 266s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 197 · Sayfa: 603-606
Tam Metin
Bir asırdan fazla bir zamandan beri üzerinde çalışmalar yapılan, islâm müellifleri tarafından Çin hakkında kaleme alınan eserlerin en mühimlerinden biri olarak kabul edilen Ali Ekber Hıtâyî'nin Hıtâynâme'si, Türk tarihini yakından ilgilendiren pek çok metni yayınlanan, Ferheng-i İrân Zemin ile Rahnümâ-yi Kitâb gibi dergileri yıllardır yayınlayan, İran'ın kitap dostu ilim adamlarından İrec Afşar tarafından, Türk ilim adamı Prof. Dr. Adnan Erzi ve Japon M. Honda'ya ithâfen yayınlandı.

İslam ve Osmanlı Hukukunda Gıyapta Yargılama Müessesesi

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 196 · Sayfa: 169-200 · DOI: 10.37879/belleten.1986.169
Tam Metin
Usul hukukunun en çok tartışmalı olan konularından biri de gıyapta yargılama müessesesidir. Bu konu hukukçuları, kanun koyucuları ve uygulayıcıları tarih boyunca meşgul etmiş ve tarihin değişik devirlerinde, değişik din ve toplumlarda farklı şekilde düzenlenmiştir. Bazıları hukuk usulünde sürat ve sadeliği engelleyen bu müessesenin lüzumsuzluğuna dahi inanmışlardır. Buna rağmen çoğu hukukçular, gıyap halinin gâibin iddia veya savunma hakkını sınırladığını gözönüne alarak bu konuda ihtiyatlı davranılmasını uygun görmüşlerdir. Bü müesseseyi hukuk sistemleri de değişik biçimlerde düzenlemişlerdir. Roma hukuku böyle bir müesseseyi asla kabul etmemektedir. Roma hukukunda, davacı, davalıyı mahkemeye getirmek zorundadır. Bu konuda davacıya zor kullanmak yetkisi de tanınmıştır. Kilise hukukunda ise, gıyap müessesesi yoktur. Gelmeyen tarafın celseye getirilmesini sağlamak için bir takım cezalar tertip olunmuştur. Modern hukuk sistemleri denilebilir ki tüm olarak gıyap müessesesini benimsemişlerdir. Ancak gıyabın sonuçlarını ağır veya hafif şartlara bağlamak hususunda değişik sistemler ortaya çıkmıştır. Örneğin Türk Usul Kanunu'nun sistemi, ortalama bir yol tutmuş bulunmaktadır. Yani kanun koyucumuz, en dikkatli davranan bir tarafın bile tayin olunan bir celsede bulunamayacağı ihtimaline binaen, bu durumun hemen gıyabın hukukî sonuçlarını meydana getirmesine imkân vermemiş ve bunu bazı şartlara bağlamıştır. Bilindiği gibi İslam hukuku ve dolayısıyla Osmanlı hukuku da, orijinal bir hukuk sistemidir. Özellikle Türk Hukuk tarihi açısından, bu hukuk sisteminin, gıyap müessesesini nasıl düzenlediğini incelemek ve araştırmak yararlı ve ilginçtir. Gıyap müessesesi İslam hukukundaki değişik mezhepler açısından farklı şekillerde kabul ve izah edilmiştir. Osmanlı hukuku ise her konuda olduğu gibi bu konuda da, İslam hukukunun Hanefi ekolüne ait görüşleri aynen benimsemiş bulunmaktadır. Tanzimat hareketi gıyap müessesesinde ancak son zamanlara doğru etkisini göstermiştir. Kanunlaştırma hareketlerinin sözkonusu etkilerini ilk olarak 1330/1331 tarihli Nizamname'de ve daha sonra ise 1333/1336 tarihli Usul-i Mahkeme-i Şer'iye Kararnamesinde görmek mümkündür. İşte makalemizin konusunu, tarihi kadar kendisi de orijinal olan "İslam ve Osmanlı hukukunda gıyapta yargılama müessesesi" teşkil edecektir. Biz tarihî gelişmeyi takip ederek, önce gıyap müessesesinin münakaşasını; sonra Osmanlı'nın son zamanlarına doğru kabul görmeye başlayan Şafiî, Malikî ve Hanbelî ekollerinin görüşlerini; bunu müteakiben Hanefi ekolünün görüşünü ve en son olarak da 1330'lardan sonra kabul edilen gıyabi yargılama usulünü incelemeye çalışacağız.

Türk Ocakları

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 196 · Sayfa: 201-228 · DOI: 10.37879/belleten.1986.201
Tam Metin
Türk Ocağı, II. Meşrutiyet Devri (1908-1923) ndeki Türk milliyetçi kuruluşlarının en büyüğü, en tanınmışı ve en uzun ömürlüsüdür. Tanzimât Devri'ndeki bazı Türk aydınları, "dünyanın çok değişik ve geniş bölgelerine yerleşmiş, değişik isimler altında zaman zaman birçok devletler kurmuş bütün Türklerin tarih ve dilce birliği ve bütünlüğü" görüşünü ortaya atarak, "Türk milletinin sadece Osmanlılardan oluşmadığı, Osmanlı Türkleri'nin onun ancak bir parçası olduğu" gerçeğini yaymaya çalıştılar. Osmanlı İmparatorluğu'nda değişik etnik unsurlar arasındaki anlaşmazlıkları arttıracağı endişesi ile milliyetçilik fikirlerini II. Abdülhamid idaresinin kontrol altında tutmasına rağmen bu görüşlerini açıklamakta devam eden aydınların bazıları, 1908 den sonra siyasî baskının kalkması üzerine, hızla teşkilâtlanmaya başladılar. Böylece Türk milliyetçiliği, fikir plânından uygulama plânına geçmiş oldu. Türk Ocağı, II. Meşrutiyet Devri'nde, kuruluş sırasına göre, Türk Derneği (kasım 1908) ve Türk Yurdu (ağustos 1911) isimli ve aynı görüşleri benimseyip savunan milliyetçi derneklerin üçüncüsüdür. Türk Derneği yerini Türk Yurdu'na, Türk Yurdu da Türk Ocağı'na bırakmıştır. Türk Ocağı, tüzüğünün I. maddesinde belirtildiğine göre, resmen 25 mart 1912 de kurulmuştur.

Bulgaristan'daki Osmanlı Anıtları

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 196 · Sayfa: 291-314 · DOI: 10.37879/belleten.1986.291
Tam Metin
Bulgaristan, ülke topraklarının her tarafına yayılmış durumda olup, beş asırlık Osmanlı hâkimiyetinde gelişmiş olan ve günümüzde hâlâ daha izleri görünen bir doğu medeniyetinin inkâr edilemeyen kalıntılarını taşımaktadır. Gerçekten bu medeniyetin birçok anıtı Bulgaristan'da muhafaza edilmektedir. Bu anıtlar Osmanlıların her türden inşaat alanındaki faaliyetinin kanıtlarıdır: Şehircilik, bayındırlık eserleri, kaleler, mescitler, camiler, dini okullar -medreseler- kervansaraylar, halk hamamları, çeşmeler, köprüler v.s. gibi, Batılı ve Doğulu tarihçilerin sözünü ettikleri ve hatıralarına bazı seyahatnamelerde rastlanan anıtlar. Bu tarih mirasları, bir Bulgar şehrinin Türk hâkimiyetinde kalmış bir şehir olduğunu anlama ve bu hâkimiyete ait yapıların ve diğer anıtların genel görüntüsü hakkında bir fikir edinme imkânı sağlamaktadır. Bu görüntü, Bulgaristan'ın kurtuluşuna kadar birçok Bulgar şehri tarafından korunmuştur, fakat kurtuluştan hemen sonra Türk eserlerinin hızla ve sistemli bir şekilde tahribine başlanmış; ve birçok durumda bu eserler, kısmen de olsa, bir tasnife ve incelemeye tabi tutulamamış ya da korunmamıştır.

Osmanlı Tarihi'nin Yabancı Kaynaklarından: İngilizce Kaynaklar

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 196 · Sayfa: 261-278
Tam Metin
Osmanlı Tarihi'nin yabancı kaynakları, bu imparatorluğun üç büyük kıtada yayılmış olması dolayısıyla, bugüne kadar gerek Türk, gerek yabancı tarihçilerce bilinen ve kullanıla gelmiş olanların çok ötesindedir. Biz burada Osmanlı Tarihi'nin çeşitli yabancı kaynaklarından sadece İngilizce yazılmış olanları üzerinde durmak istiyoruz. İngilizce yazılmış kaynaklar tabirini burada özellikle kullanıyoruz. Zira Osmanlı Tarihi'nin İngilizce yazılmış kaynakları demekle yalnız İngiliz veya Amerikalı yazarlar tarafından bu dilde yazılmış, yayımlanmış veya yazma olarak kalmış eserleri değil başka milletlere mensup kimselerce hatta Türk müelliflerce kaleme alınmış olan İngilizce kitap ve makaleleri de kastediyoruz. Ancak böyle bir makalede bu dilde yazılmış kaynak ve araştırmaların herbirinden ayrı ayrı bahsetmek, bunların mahiyet ve değerleri üzerinde fikir yürütmek mümkün değildir. Ancak ele alacağımız bazı eserler ve bunlarda verilen bilgiler hakkında yer yer yapacağımız mukayeseler, bahis konusu kaynakların nasıl ihmal edilmiş olduğunu açıkça gösterecektir. Sıkı bir tenkit süzgecinden geçirilmek şartıyla bu cins kitaplarda bulunan bilgilerin, layıkıyla değerlendirildiği takdirde Osmanlı Tarihi çalışmalarında nekadar yararlı olabileceğini çeşitli misallerle belirtmeye çalışacağız.

Osmanlılardan Önceki Anadolu Türklerinin Politik ve Kültür Bakımından Dünya Tarihindeki Önemi

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 196 · Sayfa: 279-290 · DOI: 10.37879/belleten.1986.279
Tam Metin
26 Ağustos 1071 tarihinde, Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan'la Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes'in orduları, Anadolu'nun doğusunda Van Gölü'nün kuzeyinde bulunan Malazgirt mevkiinde, karşı karşıya gelmişlerdi. O günün akşamında batan güneş, yalnız Türklerin kesin zaferine değil, aynı zamanda, Bizans ordusunun imhasına ve imparatorlarının da esaretine şahit olmuştu. Türk akıncıları Ege denizine kadar ilerlediler. Malazgirt Meydan Savaşı'nın cihan tarihinde büyük bir önemi vardır. Zira, bu zafer Anadolu'nun kapılarını ardına kadar Türklere açmış ve zamanla Türklükte eriyen bu yarımada "Ebedi Türkiye" olmuştur. İşte bu oluş, Anadolu'nun, bugüne kadar devam eden durumunu ve bugünden sonraki geleceğini ta o zamandan çizmiştir.

Kuruçay Höyüğü Kazıları 1984 Çalışma Raporu

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 196 · Sayfa: 247-260 · DOI: 10.37879/belleten.1986.247
Tam Metin
Kuruçay Höyüğü kazılarının 7. dönem çalışmalarına 30 Temmuz / 29 Eylül 1984 tarihleri arasında devam edildi. Kazı kurulu, başkanlığımızda, Araştırma Görevlisi Arkeolog Gülsün Umurtak, Mimar Süreyya Saruhan, Fotoğraf Uzmanı Yılmaz Kaini ile öğrencilerimiz Aylin Bayraktaroğlu, Yeşim Kesiciler, Ali Duran Öcal ve Vedii Örgügören'den oluşuyordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Uzman olarak, Arkeolog Halil Özek'i görevlendirmişti. Kazının parasal ihtiyaçlarını bu yıl da, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü karşıladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanlığı ile Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Başkanlığı da desteklerini sürdürdüler.

Kültür Alanı Yaklaşımı

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 196 · Sayfa: 229-246 · DOI: 10.37879/belleten.1986.229
Tam Metin
İnsanoğlunu diğer yaratıklardan ayıran önemli özelliklerden biri, onun her türlü ekolojik ortama uyum sağlayarak varlığını yüzyıllar boyunca sürdürebilmiş olmasıdır. Bunda, insanın, "kültür yaratıcı bir varlık" olma özelliği sonucu, tabiî ekosistemlere ek olarak sunî olanlarını yaratabilmiş olmasının tartışmasız bir rolü vardır. Şöyle ki, insan hayatı, belirli bir tabiî çevre (habitat)'deki sosyal ortamda geçer; bu sosyal ortam ise insanoğlunun eseridir. Bu bakımdan, "çevre" nin insan tarafından yaratılan kısmına "kültür" denilmektedir.