4022 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 4022
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 337
- Osmanlı 272
- Osmanlı İmparatorluğu 173
- Türkiye 148
- Osmanlı Devleti 139
- Türkler 137
- Anadolu 132
- Ottoman Empire 114
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 99
Balatlar Kilisesi’ndeki Erken Bizans Dönemi Opus Sectileleri
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 143-164 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.143
Özet
Tam Metin
Balatlar Kilise olarak tanınan yapı kalıntısındaki arkeolojik kazı çalışmaları, ilk olarak 2010 yılında Gülgün Köroğlu’nun başkanlığında başlamıştır. 2010-2021 yılları arasında, Roma hamamının vestibül (giriş), frigidarium (soğukluk), tepidarium (ılıklık), caldarium (sıcaklık) ve palaestra (oyun/spor alanı) bölümlerinde çalışmalar gerçekleştirilmiştir. 2019 yılı itibarıyla hamamın doğu kesiminde yer alan XVIII, XIX ve XX numaralı mekânlarda kazı çalışmaları başlatılmıştır. Öncelikle Roma hamamının caldariumu olan VIII numaralı mekân, 5 ya da 6. yüzyıl başlarında yeniden düzenlenip kiliseye çevrilmiştir. Latin Haçı planlı caldariumun (VIII numaralı mekân) doğu kesiminde, ortada bir kapı, iki yanda niş olan duvar düzenlemesi değiştirilip XVIII numaralı mekâna içte ve dışta yarım daire planlı bir apsis eklenmiştir. Kazı çalışmaları sırasında yapılan stratigrafik incelemeler, apsisin inşa evreleri, plan özellikleri ve tarihlendirilmesi hakkında önemli veriler sunmuştur. Bu kesimde gerçekleştirilen çalışmalarda, apsis ve bema zemininin opus sectile tarzında mermer plakalarla kaplı olduğu, mermer plakaların henüz belirleyemediğimiz bir tarihte söküldüğü fakat yatak harcının korunarak günümüze ulaştığı görülmüştür. Genelde geometrik kompozisyona sahip opus sectile döşemesi, farklı kompozisyonlardan ve panolardan oluşan bir mimari özelliğe sahiptir. Opus sectile panoların kompozisyon düzenlemeleri, 5-6. yüzyıllara tarihlenen örneklerle benzer özellikler taşımakta olup hamamın kiliseye dönüştürülmesi sırasında, apsisin inşasının ardından apsis zemin döşemesi olarak yapılmış olmalıdır. Bu çalışmada, opus sectile zemin döşemesinin kompozisyon anlayışının çözümlenmesi, tarihlendirilmesi ve çağdaş örneklerle karşılaştırılarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Kale-Yukarı Mezarlık Alanında Heykel, Balbal, Taş Baba Geleneğinin Yansımaları
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 197-214 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.197
Özet
Tam Metin
Denizli-Muğla kara yolunun 70. kilometresindeki Eski Kale (Tabae Antik Kenti)’de yerleşim yerinin dar olması her dönemde defin için ciddi sıkıntılara sebep olmuştur. Bu yüzden Türk-İslam Dönemi’nde de kent halkı definlerini yapmak için Denizli-Muğla karayolu ile ikiye ayrılmış durumdaki Kavaklıpınar mevkinde bulunan Kale-i Tavas Mezarlığı’nı kullanmışlardır. 2015 yılından itibaren düzenli olarak çalışmaların yürütüldüğü Kale-i Tavas Yukarı (Doğu) Mezarlık’ta, kültürel miras niteliğinde dört binden fazla mezar taşı tespit edilmiştir. Bunların arasında, Türklerin İslamiyet öncesi dönemlerine ait gelenek ve kültürlerini yansıtan; geometrik bezemeli, damgalı ve insan siluetli/formlu özellikleriyle bizi Orta Asya’ya götüren mezar taşları ayrı bir grup olarak dikkat çekmektedir. Özellikle Orta Asya coğrafyasında Türklerin balbal, taş heykel (taş baba) geleneğinin temsilcisi olarak gördüğümüz on bir mezar taşı, bu çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır. Bahsi geçen mezar taşları, yüzeylerindeki bezeme, form ve gövde özelliklerine göre tasnif edilerek açıklamaları çizim ve fotoğraflarla desteklenmiştir. Taşlar, taşıdıkları nitelikler doğrultusunda kıyafet unsurları barındıranlar, takı tasvirleri içerenler, kazıma tekniğiyle oluşturulmuş insan siluetlerine sahip olanlar ve belirgin insan uzuvlarıyla şekillendirilmiş örnekler olmak üzere alt gruplar hâlinde incelenmiştir. Bu taşların öncülleri ve benzer örnekleri, Orta Asya’dan başlayarak Kafkaslar, Karadeniz havzası ve Türkiye sınırları içerisinden seçilmiş örneklerle karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır. İslamiyet öncesi dönemlerden günümüze kadar sürdürülen bu geleneğin, farklı inanç sistemlerinden geçerek nasıl devam ettirildiği, çalışma kapsamında değerlendirilmiştir.
Amorium Kenti Kazılarında Bulunan Orta Bizans Dönemi (10-11. Yüzyıl) Pişmiş Toprak Kandilleri
Höyük · 2025, Sayı 15 · Sayfa: 165-196 · DOI: 10.37879/hoyuk.2025.1.165
Özet
Tam Metin
Bu çalışmanın konusunu, Amorium kenti kazılarında tespit edilen bir grup çark yapımı pişmiş toprak kandil buluntusu oluşturmaktadır. Çeşitli mekânların aydınlatılmasında kullanılan pişmiş toprak kandiller, genellikle el yapımı, kalıp yapımı ve çark yapımı olmak üzere üç farklı teknikle üretilmişlerdir. Orta Bizans Dönemi’nde, bu üç teknikten biri olan çark yapım tekniğinin yoğun şekilde kullanıldığı görülmektedir. Nitekim birçok merkezde, çark yapım tekniği ile açık formda üretilen kandillerin sırlı ve sırsız örneklerini tespit etmek mümkündür. Söz konusu merkezlerden biri olan Amorium, bu kandil tipinin yoğun olarak ele geçtiği kentlerden biri olma özelliği ile dikkat çekmektedir. Bu yoğunluk, kandil buluntularına ilişkin yapılan çalışmalara katkıda bulunması açısından önemli bir veridir. Amorium kandil buluntuları, kentin Aşağı Şehir bölümünde yer alan A Kilisesi, Büyük Mekân ve Büyük Bina-Doğu (BBD) ile Yukarı Şehir bölümünde yer alan İç Sur ve Bazilika B alanlarında ele geçmiştir. Toplamda 57 adet olan kandiller, form ve hamur yapıları göz önünde bulundurularak ayrıntılı şekilde tanıtılmıştır. Ayrıca ele geçtikleri alanlardaki tabakalar ve diğer merkezlerde tespit edilen benzer örnekler dikkate alınarak tarihlendirilmiştir.
Labrys and Ears on the Orthostat Block in the Southern Cella Wall of Zeus Lepsynos Temple at Euromos: An Iconographic Approach
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 1-25 · DOI: 10.37879/belleten.2025.001
Özet
Tam Metin
A depiction of a labrys is flanked with an ear motif on either side within tabula ansata on an external orthostat block on the southern cella wall of the Zeus Lepsynos Temple at Euromos in Caria. Although labrys, i.e., double-axe motif is encountered across a vast geography in Antiquity, it is known that this sacred symbol was identified with Zeus especially in Caria. Nevertheless, Zeus of Euromos holds a labrys in one hand and a scepter in the other. This article aims to attain a plausible conclusion through comparison with similar examples and iconographic interpretation of labrys symbol executed together with ear motifs. While attempting such a study, the difference in organs executed for health from the cultic organs, such as the eye or ear of the deity, is also addressed.
Influence and Traces of Buddhism on Traditional Beliefs of the Kyrgyz People
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 79-99 · DOI: 10.37879/belleten.2025.079
Özet
Tam Metin
While Shamanism predominantly shaped the spiritual life of the Ancient Türks, Buddhism, as the first religion to spread among them, also exerted a significant influence in later periods. Although Buddhism waned among the ancient Türks and the Kyrgyz, it left traces within the boundaries of Turkestan, eventually fading among the contemporary Kyrgyz. The Buddhist inscriptions discovered in the Tian-Shan region and the beliefs associated with Buddhism in Kyrgyz history have been relatively understudied until recently. The introduction provides a brief history of Buddhism’s expansion into Central Asia. Based on the first-hand sources, its dissemination among the Türk and Uyghur States and the information about the influence of this religion on other communities and the Kyrgyz were examined through comparative research. The first section explores Buddhism’s decline following Islam’s spread in Turkestan, as documented in Dīwān Lughāt al-Turk by Mahmud Kashgari. The second section examines the development of Buddhism in Central Asia and the Junghars’ (Qalmuq) aspirations to conquer Turkestan. In conclusion, this article offers a comparative analysis of written sources concerning Kyrgyz history, tracing the key phases of Buddhism’s influence on Kyrgyz people and Kyrgyzstan. Lastly, the study delves into the etymological origins of terms like “Manas”, “qut”, “chatyr”, “cherik” and “eshtek” suggesting their Sanskrit roots through Buddhism in the culture and spiritual beliefs of Kyrgyz, shedding light on the preservation of ancient beliefs of the Kyrgyz’s.
Concerning the Transept Basilicas on the Southern Coast of Anatolia in Late Antiquity
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 27-77 · DOI: 10.37879/belleten.2025.027
Özet
Tam Metin
The transept, in the most general sense, is the transverse unit of a basilical church located between the nave and the apse. Since it did not originate from Roman architecture and was rarely included in church planning, several scholars have attempted to understand whether the transept functioned differently from ordinary basilicas since the beginning of the 20th century. Transept basilicas spread over a wide geographical area during Late Antiquity, between the 4th and the 6th centuries, and ceased to be employed after the 6th century in the eastern part of the empire, while they continued to be a substantial unit of churches from the Carolingian through the Romanesque and Gothic periods in the West. Although most transept basilicas seem to occur in Anatolia, no extensive study has been published to date concerning this church type. From this point of view, this study deals with the typology and possible functions of transept basilicas in Anatolia, with special reference to the southern part where the vast majority of the examples were found. Within the scope of this work, including my personal observations on many sites, we can conclude that the transept churches in Anatolia occur in urban environments rather than the countryside and may have functioned mainly as ordinary parish churches, as well as, albeit apparently less often, as episcopal, memorial and funerary.
Orta Asya’da Türk-Çin Kültürel Etkileşim Sürecinde Çalgılar ve Pipa
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 101-130 · DOI: 10.37879/belleten.2025.101
Özet
Tam Metin
İpek Yolu’nun geçtiği bir bölge olan Orta Asya, tarih boyunca farklı medeniyetlerin buluşma noktası olmuş, Türk-Çin kültürel etkileşimi bu coğrafyada ortaya çıkmıştır. Sadece siyasetin ve ticaretin değil Türk ve Çin halklarının yaşam biçimleri ve özellikle Uygur Türkleri arasında yaygınlaşan Budizm’in de bu kültürel etkileşimde önemli rolü olmuştur. Budist manastırların duvarlarına, elindeki çalgıyı çalar vaziyette çizilen Tanrı ve Tanrıça figürleri o dönemin önemli kalıntıları arasında gösterilebilir. Türklerde müzik, Hunlar döneminden itibaren büyük bir gelişme göstermiştir; Hunların kurduğu ve küvrük (kös), tomruk/ kübürge (davul), borguy (boru), yırağ/sunay (zurna), çeng (zil) gibi çalgılardan oluşan tarihî tuğ takımı başta olmak üzere telli, üflemeli, vurmalı birçok çalgı Çin müzik kültüründe yerini almıştır. Batılı kaynaklar, Orta Asya’nın geleneksel sazlarından saydığı Çin çalgısı pipanın da bir çeşit kopuz olduğu ve kökeninin Hun Türklerine dayandığını belirtmişlerdir. Nitekim VIII ve IX. yüzyıllarda Uygurların kullandığı kopuzun kısa saplısı olan “berbat/ barbat”, birtakım değişikliklere uğradıktan sonra Çinceye pipa adıyla geçmiştir. Çin müziğindeki pentatonik ölçeklere benzer melodik yapı ve ritim benzerliklerinin Türk müziğinde de kullanıldığı görülmüştür. Türk-Çin kültürel etkileşim süreçleri boyunca çalgıların görünümleri, ses yapıları ve çalma tekniklerinde birtakım değişiklikler olduğu gözlemlenmiştir. Kültürel etkileşimler devam ettiği müddetçe bu tür değişikliklerin zaman içerisinde farklı kültürlerde de etkileri görülmeye devam etmiştir. Bu makalenin amacı, Orta Asya’da siyasi, ticari, kültürel anlamda köklü geçmişleri olan Türk-Çin uluslarının birlikte yaşadıkları bölgenin geçmişini anlamak, tarihi olayları ve etkileşime bağlı toplumsal evrim süreçlerini izlemek, Orta Asya’nın kültürel çeşitliliğinin modern ilişkilerin temelini oluşturmadaki rolüne değinmektir.
Orta Çağ İslam Dünyasında Ağıtçı Kadınlar
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 131-153 · DOI: 10.37879/belleten.2025.131
Özet
Tam Metin
Bu çalışmamızda kadim bir olgu olan ağıtçı kadınlar geleneğinin Orta Çağ İslam dünyasındaki macerası ele alınmıştır. İslam’ın ilk dönemlerinden başlamak üzere Emevîler, Abbâsîler, Fâtımîler, Büveyhîler ve Selçuklular dönemini kapsamaktadır. Dönemin tarihî, edebî, biyografik vb. eserleri esas alınarak tespit edilen örnekler çerçevesinde söz konusu geleneğin pratik yönü işlenmiştir. Orta Çağ İslam dünyasında matem merasimlerini yürüten ve ağıtları yakan kadınlar ekseriyetle müteveffanın annesi, eşi, kızı, kız kardeşi, cariyesi, yakın akrabası veya bu işi meslek edinmiş profesyonel ağıtçı kadınlardan oluşmaktaydı. Özellikle belli bir ücret mukabilinde ağıt yakan profesyonel ağıtçı kadınlar, ağıt merasimi sırasında hem sözlü hem de eylemsel performans sergilemekteydiler. Bu özellikleriyle cenaze merasimlerine önem verilen İslam toplumunda, rağbet görmüş ve cenaze alaylarının müdavimi olmuşlardır. Söz gelimi Sellâme, Haleb/Hilb, Sükeyna ve Hüsrevân bunların meşhurlarıdır. Ölünün yakınları veya profesyonel ağıtçı kadınlar tarafından yakılan ağıtlara çeşitli görsel eylemler de eşlik etmiştir. Buna göre ağıt ile birlikte en sık sergilenen davranış ağlamadır. Bundan dolayı ağlayan ağıtçı kadın tabiri bu dönemde sıklıkla kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra İslam’ın men etmesine karşın saçların dağıtılıp yolunması, üst başın yırtılması, yüzün tokatlanması, ellerin çırpılması, dövünmek, yüzlerin siyaha boyanması gibi eylemler de sergilenmiştir. Ağıtçı kadınların İslami usule uymayan bu tutumları, onları zaman zaman devlet ve toplum ile karşı karşıya getirmiştir. Bununla beraber ağıtçı kadın geleneği bütün bu muamelelere rağmen hem İslami hem de ona muhalif yönüyle Orta Çağ İslam toplumunda benimsenmiş ve varlığını devam ettirmiştir.
Abbâsî Sarayının Kadın Görevlileri: Kahramâneler
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 155-199 · DOI: 10.37879/belleten.2025.155
Özet
Tam Metin
İslam tarihinde ilk defa vezirlik kurumunu ihdas eden ve mevcut divanlara yenisini ekleyip var olanlarını ise daha da geliştiren Abbâsîler, selefleri Emevîlere kıyasla devleti daha merkezî ve bürokratik bir yapıya kavuşturmuşlardır. İdari yapıdaki bu değişiklikler aynı zamanda saray teşkilatının ve bu teşkilatın bir parçası olan haremin daha da kurumsal hale gelmesini sağlamıştır. Hilafet merkezinin Sâmerrâ’dan tekrar Bağdat’a taşınmasından (279/892) sonraki süreçte, özellikle de Muktedir’in (295-320/908-932) halifeliği döneminde harem mensuplarının sayısında ciddi bir artış yaşanmıştır. Harîmü dâri’l-hilâfe adıyla anılan sarayın harem kısmında halifenin annesi, hanımları, çocukları ve yine halifenin dul veya boşanmış kız kardeşleri ve halalarından oluşan hanedan mensupları yaşamaktaydı. Yine bu yapı içerisinde onların hizmetinde bulunmak üzere söz konusu dönemde sayıları binlerle ifade edilen temizlikçiler, erkek ve kadın hizmetkârlar, hâcibler, muhafız birlikleri, köleler ve bekçiler istihdam edilmiştir. Elinizdeki çalışma tam da bu noktada öne çıkan sorumluluğu harem mensuplarının ihtiyaçlarının giderilmesi ve haremin gelir-gideriyle ilgilenmek olan, ancak siyasi ve idari açıdan son derece etkin bir konuma sahip olan kadın görevliler, yani kahramâneler üzerine odaklanmaktadır. Sarayda ilk defa resmî olarak bir kahramânenin görevlendirildiği Muktedir’in halifeliğinin erken döneminden bu uygulamanın yürürlükten kaldırıldığı 493 (1099) yılına kadar Abbâsî sarayında görev yapmış kahramâneleri inceleyen çalışmada bir taraftan kronolojik bir sıra takip edilirken diğer taraftan kahramânelerin öne çıkan özellikleri başlıklara yansıtılarak tematik bir bakış açısı sunulmaya çalışılmıştır.
17. ve 18. Yüzyıllarda İstanköy Adası’nda Ekonomi ve Ticaret
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 223-264 · DOI: 10.37879/belleten.2025.223
Özet
Tam Metin
İstanköy Adası tarih boyunca, coğrafî konumu ve korunaklı limanıyla ön plana çıkmıştır. Ada, Mısır-Rodos-İzmir denizyolunun üzerinde yer almaktadır. Anadolu kıyısında Bodrum’a da çok yakındır. Adada ticaretin kalbi Narence Limanı’dır. Limanın korunaklı bir yapısı vardır. Bundan dolayı liman, bölgede seyrüsefer eden gemiler için önemli bir sığınak yeri olagelmiştir. Osmanlı Devleti idaresinde limanın ve genel olarak adanın ticari işletmesi, Gümrük-i İskele-i Narence ve Tevâbii Mukātaası adıyla yapılandırılmıştır. Narence Limanı’na giriş-çıkış yapan ürünlerin gümrük vergisi ve adadaki her türlü vergi bu mukātaa tarafından tahsil ediliyordu. Mukātaaya ait rakamlar, İstanköy Adası’nın ekonomik ve ticari durumu hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Dolayısıyla bu araştırmanın ilk bölümünde, İstanköy Mukātaası’nın, 17. ve 18. yüzyıllardaki mali yapısı gözden geçirilmiştir. Böylece, ada ekonomisinin büyüklüğü ve karakteri hakkında genel bir kanaat oluşturulmaya çalışılmıştır. Sınırlı ziraî toprağa sahip adada, hububat tarımının yeteri kadar gelişmediği açıktır. Buna karşılık bağcılık ve bahçecilik yaygındır. Adada yetiştirilen limon ve turunç gibi narenciye ürünlerinin en büyük alıcısı, Osmanlı saray mutfağıdır (Matbah-ı Âmire). Tarımın yanı sıra adada, canlı bir ticari hayatın olduğunu söylemek mümkündür. Araştırmada, adanın ve Narence Limanı’nın ticari işlevine ve önemine dair de bazı bilgiler verilmektedir. Araştırmanın temel kaynakları, Osmanlı Arşivindeki defter ve belgelerden oluşmaktadır. İlaveten, bazı Osmanlı kroniklerinden ve adayı ziyaret eden yerli ve yabancı seyyahların anlatımlarından da istifade edilmiştir.