4034 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Şumnu'da Türk Hattatları ve Eserleri

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 31-36 · DOI: 10.37879/belleten.1983.31
Tam Metin
Şumnu ve havalisi Romeli'nde büyük ve yerli Türk halkı en çok olan bir ilimiz. Kültürümüz noktasından da bütün incelikleriyle bugün de ele alınmağa lâyık bir yer... Şehir ve varoşları, yakın ve uzak ilçeleri noktasından da önemli. Sonra Şumnu tarihimiz boyunca sıhhî ve idarî teşkilâtı dolayısıyla askerî bir merkez... Kâmil Kepecioğlu'nun incelemelerine göre çok zengin vesikalara mâlik bulunuyoruz. Sonra şehrin camileri, mescidleri, tekyeleri, bir kültür merkezimiz olan kütüphanesi; bilhassa üzerlerinde, birer birer eserleriyle birlikte durduğumuz hattatları, müzehhipleri, mücellidleri ve bunların çarşıları çok geniş bir teşkilâta sahip… Romeli'nde adâletimiz sayesinde altı buçuk asırlık kültürel hayatımızda oraları ne kadar benimsediğimiz ve ihmal etmediğimiz arşiv kayıtlarında en ufak ayrıntılarına kadar yer almıştır. Bunlar her zeman aradığımız nisbette bulunur. Rumeli'nde medeniyetimizin izleri hâlâ vardır. Adetlerimiz, sosyal çalışmalarımız tıbbi ve mistik folklorumuz çok zengindir. Bugün vesikalarımız bize çok önemli bilgiler veriyor. Fakat bu raporumuz esasları şimdiye kadar, zamanımızda da olduğu gibi hiç ele alınmamış. Osmanlı-Türk imparatorluğunun İslâm dininin kitabı olan Kur'an ihtiyaçlarını Şumnu dikkate değer bir teşkilâtla temin etmesi noktasından yalnız bunun üzerinde durabileceğiz.

Köl Tigin'in Ölümünün 1250. Yıl Dönümü Dolayısı ile Moğolistan Halk Cumhuriyeti'ndeki Köktürk Harfli Metinler Üzerinde Yapılan Arkeolojik ve Filolojik Çalışmalara Toplu Bir Bakış

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 67-86 · DOI: 10.37879/belleten.1983.67
Tam Metin
Türkiye'nin Cumhuriyetten sonraki ilk Türkologları olan Zeki Velidi Togan, Reşid Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu, Abdülkadir İnan, Saadet Çağatay, Tahsin Banguoğlu ... vs ve onları takip eden nesil, Türkçenin ilk yazılı metinlerinin yazılmış olduğu eski Türkçe (Köktürkçe ve Uygur Türkçesi) devresi için, bu güne kadar, umumiyetle Batı ve kısmen de Sovyet neşriyatından faydalanmıştır. Bu gün ise, Moğolistan ve Japonya'da yapılan Türkoloji araştırmalarının, Batı ve Sovyet neşriyatı yanında, ayrı bir gurup hâlini aldığı görülmektedir. Hattâ, eski Türkçenin ilk devresi olan Köktürk metinleri için Moğol neşriyatının, eski Türkçenin ikinci devresi olan Uygur Türkçesi metinleri için de Japon neşriyatının takip edilmesinin bir zaruret, bir mecburiyet hâlini aldığı söylenebilir. Bu iki devre ile ilgilenen araştırıcıların eserleri, diğer yayınlar yanında Moğol ve Japon yayınlarından da faydalandıkları miktarda mükemmeliyete erişecektir. Japonya'da Uygur Türkçesi üzerinde yapılan çalışmaları bir başka makalede incelemek üzere, bu makalemizde, Köktürk harfli metinler üzerinde, Moğolistan Halk Cumhuriyeti'nde yapılan araştırmaları ve yayınları tanıtmaya çalışacağım.

Das Kloster Von Mavromolos Am Bosporus. Materialien Zur Gescchichte Eines Griechischen Klosters In Osmanischer Zeit

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 105-138 · DOI: 10.37879/belleten.1983.105
Der 29 Mai 1453 markiert das Ende einer Epoche griechischer Geschichte. An diesem Tag fiel Konstantinopel in die Hand Osmanen, und wenn man von geringfügigen Resten Byzantinischer Gebiete absieht, die zu diesem Zeitpunkt noch unabhängig waren und erst in den folgenden Jahren von den Osmanen erobert wurden, kann man verallgemeinernd sagen, daß der Fall Konstantinopels, das Ende des Byzantinischen Reiches, den Abschluß der Unterwerfung des kleinasiatischen und Balkangriechentums unter die türkische Herrschaft bildet. Damit begann für die Griechen jene fast 400 Jahre whrende Periode der "Toupxoxpa" die Zeit der Fremdherrschaft unter Herren anderer Sprache, Religion und Kulturtradition. Zweifellos war diese Periode drückend, doch bot das von den Osmanen praktizierte millet - System einen gesetzlich definierten Spielraum, innerhalb dessen das Griechentum Religion, Sprache, Kulturtradition etc. weiterhin pflegen konnte und sich so seine "nationale" Identität bewahrte. Repräsentanten der einzelnen millets, die dem Staat gegenüber verantwortlich waren, waren die geistlichen 11.upter, sodaß dem Klerus in dieser Periode nicht nur eine tragende Rolle in Religion und Kultur, sondern auch im politischen Leben zukam.

Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa Kuvvetleri Tarafından Saruhan, Aydın ve İzmir'in İşgaline Dair Vesikalar

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 1-30 · DOI: 10.37879/belleten.1983.1
Tam Metin
Tarihlerde görüldüğü üzere Napoleon Bonaparte tarafından 1213 (1789)da Mısır'ın işgali esnasında burasını geri almak için kara ordusundan başka deniz yoluyle sevkedilen kuvvetler arasında Kavala'dan da buranın çorbacı yani yeniçeri bölük kumandanı Hüseyin Ağa'nın oğlu Halil kumandasiyle bir miktar kuvvet yollanmıştı, bunlar arasında Hüseyin Ağa'nın yeğeni Mehmed Ali de vardı. Mısır'ın kurtuluşundan sonra Arnavutluk'tan v.b. taraflardan giden başı bozuk kuvvetlerle beraber Mehmed Ali de Kavala'ya dönmeyerek yanındaki bir kısım gönüllü ile beraber Mısır'da kalmıştı. Zeki ve faal ve aynı zamanda haris olan bu kimse durumu kendisinin yükselmesi için uygun görerek türlü entrikalarla Mısır'a tayin edilen valileri buradan atlatarak nihayet 1220 Rebiü'l-evvel (1805 Haziran)de vezirlikle Mısır valiliğine tayin edildi.

Mevlânanın Yazı Dili Niçin Farsça'dır

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 37-46 · DOI: 10.37879/belleten.1983.37
Tam Metin
Mevlânâ Celaleddin Rûmi özbeöz Türk olduğu halde, yurdumuzda ve yabancılar arasında onun, Mesnevi'deki ve Divan-ı Kebir'deki şiirlerini, mecalis-i seb'a, fih-i mâfih ve mektubattaki nesir yazılarını niçin Türkçe yazmadığı konusu tartışılıp durmuştur. Mevlânâ'nın Konya'da medresede verdiği dersler de Farsça idi. O bu dersleri, sokaktan gelen kişilere değil, Farsça bilen, felsefede, tasavvufta ve İslami bilimlerde yetenekleri olan elit bir topluluğa veriyordu. Zaten bir kişi Farsça bilse de, o bilimlerde behresi yoksa o dersleri anlıyamazdı. Onları anlıyabilmek için temel gerekti. Bu derslerin Farsça verildiğini, bunlardan bir kısmını oluşturan Farsça "fıh-i mafih" adlı eserinden de anlıyoruz. Celaleddin Rûmi, şiir halindeki ve nesir halindeki bütün eserlerinde bir hayli Türkçe sözcük kullanmış ve bir miktar da Türkçe şiir yazmıştır ama on onbeş beyti geçmeyen bu Türkçe şiirler, mesnevinin yirmi yedi bin beşyüz beytine ve divanın otuz beş bini aşkın beytine kıyasla hiç denecek kadar azdır.

— Summary — Two Inscriptions from Ilgaz (Olgassys), and Kimiatene

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 63-66 · DOI: 10.37879/belleten.1983.63
These inscriptions were found at the village of Kurmalar in the distriction of Ilgaz at the province Çankırı (ancient Gangra). A Dedication To the Great Gods of Stoa Buildings and Oikema etc. Limestone; the bottom part of this cilindiric inscription which has 12 lines is broken. H. 0,50 m. Diamet. 0,35 m. The hight of letters: 0,02 m. These are suggestive of the late third century or the beginning of the second century B.C. The Stoas are the most important buildings of the Agora, that is market places of ancient cities. The stoas, according to J. J. Coulton, show the the wealth and the magnificance of an ancient city. At the same time these enourmous buildings could be taken the pledge to pay the depts of cities to anothers. We think that this inscriptions must indicate a new construction and not a repairing phase of the same building. Because, the repairing inscriptions, to J. J. Coulton again, have been generally written after the first century B.C. in which there were the most troublous years of Asia Minor.

Ilgaz (Olgassys) dan İki Yazıt ve Kimiatene (16 resim ve 1 harita ile birlikte)

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 47-62 · DOI: 10.37879/belleten.1983.47
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu'nun parasal desteğiyle 1979 yılında Çankırı iline bağlı Ilgaz ilçesinde gerçekleştirdiğimiz araştırma ve inceleme gezisinde iki önemli yazıt saptamış bulunuyoruz. Bunlardan biri Stoa Binaları Yazıtı diğeri ise Hera Tapınağı Onarım Yazıtı Parçalarıdır. 4-5 yüzyıllık bir çağ farkıyla yazılmış bulunan bu iki yazıtın verileri ve keramik buluntuları, bu yerin 9-10 asırlık bir yerleşmeye sahne olduğunu bize göstermektedir. Gerek bu verilere ve gerekse bazı yazarların tanımlamalarına dayanarak bu antik alanla ilgili görüşlerimizi, yazıtları inceledikten sonra açıklamak istiyoruz.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Katıldığı ilk Uluslararası Sergiler ve Sergi-i Umumi-i Osmani(1863 İstanbul Sergisi)

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 195-236 · DOI: 10.37879/belleten.1983.195
Tam Metin
Bilindiği üzere sergiler bir ülkenin sanayi, ziraat, küçük sanat ve güzel sanatlar ürün, mamul ve eserleriyle memleket hayatına ait teşkilat ve meselelerini gösterip anlatmak için devlet, kurum ve fertlerin teşebbüsüyle kurulan ve açılan yerlerdir . Tarihi oldukça eskiye dayanan sergilerin uluslararası bir nitelik kazanması 19. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Özellikle Napolyon savaşlarından sonra başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinde artan üretime pazar ve ham madde kaynakları bulmak ciddi bir sorun haline gelmişti. Şüphesiz pazar bulmanın başta gelen şartı üretimin tanıtılmasıdır. Bu amaca yönelik en iyi vasıtlardan birisi uluslararası sergilerdir. İlk uluslararası sergi Avrupa'nın güçlü sanayi ülkesi olan İngiltere'nin girişimiyle 1851'de Londra'da açılmıştır. Sergiye Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Felemenk ülkeleri, İspanya, Portekiz, Prusya, Zollverein devletleri, Rusya, Hindistan ve Osmanlı imparatorluğu gibi çeşitli ülkelerden 22.000 dengin üzerinde eşya gönderilmiştir. Çin'den de gözlemciler gelmiştir. 24 Zilkade 1266 tarihli Ceride-i Havadis gazetesinde neşredilen bir hükümet bildirisinden anlaşıldığına göre, imparatorluğun sergiye katılmaktan amacı ülke topraklarının verimliliğini göstermek, Osmanlı tebasının tarım, sanayi ve sanat alanlarındaki kabiliyetini kanıtlamak, Padişahın ülkenin gelişmesi yolunda sarfettiği gayreti ortaya koymaktı. Osmanlı İmparatorluğu'nu sergiye katılmaya sevkeden diğer önemli bir faktör de bilhassa Tanzimattan sonra gelişen Osmanlı-İngiliz dostluğu idi. Sergide teşhir edilecek eşyaların tesbitiyle mahalli meclis ve memurlar görevlendirilerek seçilen emtianın üzerinde bölgesi, sahibi ve fiatı yazılı olduğu halde Nafia Nezareti'ne gönderilmesi istenmiştir 3. Toplanan eşyalar Istanbul'da gemiye yüklenmeden evvel devlet ricali, sefirler, esnaf ve tüccarı n görebilmesi amacıyla kısa bir süre sergilenmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu ve Sonu

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 353-362 · DOI: 10.37879/belleten.1983.353
Tam Metin
Osmanlı İmpatorluğunun son yıllarında birleştirici nitelikteki üç değişik ideoloji, uyruklar arasındaki bağlılığı sağlamak üzere birbirleri ile üstünlük yarışına girdi. Bu ideolojiler, İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük ilkeleri olarak saptanabilir. İslamiyet, klasik İslam dünyasının hemen hemen tüm ülkelerinde olduğu gibi Osmanlı hanedanının da geleneksel temeli idi. Bu, hakimiyet, birlik, siyasal ve sosyal dayanışma ilkeleri ile birlikte bağlılığı sağladı. İdare şekli, şeriata dayalı olarak düşünülmüş olup, bunun başı, geçmişin parlak halife ve sultanlarının halefidir ve İslam hakimiyetinin halifesi olması nedeniyle İslamiyeti korumak ve sınırlarını genişletmekle görevlidir. Osmanlı Müslümanları, Prusya ve Savua'nın Alman ve İtalyan halklarını birleştirmesindeki rolü görüp, kendilerinin de buna benzer bir rol oynamalarının mümkün olduğunu düşündüklerinde, bunu kendilerine özgü bir biçimde Türklerle ilgili olarak değil de, İslâmiyetle-Osmanlı Türkiyesi önder olmak üzere tüm Müslümanları kucaklayan daha büyük bir İslam birliği ile-ilgili olarak gördüler. Bu anlamda imparatorluk, Türklerin, Türk olmayanlar üzerindeki egemenliği olarak değil de, Müslümanların, Müslüman olmayanlar üzerindeki egemenliği olarak düşünülmüştür. Zira, bütün Müslümanlar, dil ve kökene bakılmaksızın nazari olarak birbirine eşittir. Müslüman İmparatorluğunun görevi, Peygamber'in mirasını korumak, İslam hukukunu sürdürüp kuvvetlendirmek ve son olarak da bunu bütün insanlara götürmektedir. Gayrimüslimler, en azından boyunduruk altına sokulacak, tercihen dinlerinden döndürüleceklerdi. İmparatorluğun ileri gelenlerinin inancını kabul edenler, her türlü eşitliği elde edebildikleri gibi, bütün görevlere de gelebilecek ve hatta en yüksek mevkilere yükselebileceklerdi. Eski dinine bağlı kalmayı tercih edenlerin dinlerini değiştirmemelerine izin verilecek, ancak bu kişilerin İslam üstünlüğünü tanımaları ve Müslüman egemenliği altına girmeleri gerekecekti.

Fâtih'in Ştefan Çel Mare Üzerine İki Boğdan Seferi (1474 - 1476)

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 139-194 · DOI: 10.37879/belleten.1983.139
Gerek Osmanlı ve gerek yabancı yani Romen-Avrupalı kaynaklarında Sultan II. Mehmed'in Boğdan/Moldova seferleri derin izler bırakmıştır. Bu meyanda bu iki olay hakkında Osmanlı-Türk hikâye-naratif kaynakları başta olarak çağdaş kroniklerden: Aşık Paşa - Zâde (öl. 1484), mahlasını kullanan Mir Sayyid 'AB bin Muzaffer at-Tosi 2, Karamanlı Nişanci Mehmet Paşa (öl. 1481), Kıvami (öl. 1489/1490), Tursun Bey (öl. 1499), Oruç bin Adil (öl. 1510), Sarıca Kemâl ve Anonim Tevârih-i âl-i 'Osman denilen kronik-eserleri hatırlayabiliriz. Bunlardan başka, bu iki sefer zamanında yaşamış olan İdris Bitlisi'yi (öl. 1520), Mevlana Mehmed Neşri'yi (öl. 1520) ve Hadidi'yi (1523) ve bunların da vekayinâmelerini sayabiliriz. İtalyanca yazı yazılmasına rağmen Fâtih'in hazinedarı olan Giovani-Maria-Angiolello'nun 1476 tarihli Boğdan seferi hakkında çok değerli hatıratı çağdaş Osmanlı kronikleri arasında mühim bir yer almaktadır. Şüphesiz çocukluğunda Boğdan seferlerini işitmiş olan Ibni Kemal yani Kemal Paşa-Zâde (öl. 1535)'nin değerli eserinde bazı fasıllar bu olay hakkında fazlasıyla bilgi vermektedir. XVI. y. yılın ikinci yarısında yazılmış olanlardan Lütfi Paşa (öl. 1564)'nın ve Nişancı Mehmed Paşa'nın icmâl tarihin (1574)'de ufak tefek haberler varsa da bunlardan daha önemli Ruksanzâde Ahmed Feridun'nun (öl. 1583) Münşe'ât es-Selâttîn unvanlı eserinde bir iki tane Fetihnâme-i Boğdan olabilir. Hakiki oldukları biraz şüpheli'dir. Elbet ki meşhur Sa'düddin Hoca Efendi'nin (öl. 599) Tâc-üt-Tevârih adlı eserinde Boğdan destanı için çok değerli bir kısım vardır. Çünkü o, iki üç Osmanlı padişahının lalası yani hocası olarak, Topkapı Sarayındaki mevcut olan arşivi bol bol kullanmıştır. Mustafa 'Ali'nin de (öl. 599) Künh ül-ahbar başlıklı kroniğinde, özellikle bazı yazmalarında Boğdan seferleri hakkında haber ve kıta'lar vardır.