4034 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

The Caliphate and Atatürk's Inkilâb

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 182 · Sayfa: 353-366 · DOI: 10.37879/belleten.1982.353
Tam Metin
My focus in this paper will be on how Atatürk's inkilâbs or "revolutions" actually constituted one total revolution during which the events occurred in sequence as links of one whole historical process. I believe most of the historians of Atatürk's revolution are often too dependent on his historic speech, Büyük Nutuk, which he delivered after the major inkilâb was already completed in 1927. The Nutuk is one and undoubtedly the most important source for the period. But basically it was delivered before a party convention for explanation and justification of the inkilâb and the tactics used for its victory. It will be seen that historically the separation of the Caliphate from the Sultanate and the abolition of the 'atter set off a sequence of events and movements which led to the major inkilâbs including the abolition of the Caliphate and other secularizing reforms in the period 1922-1927.

Havza'da Mustafa Kemal Paşa

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 182 · Sayfa: 347-352 · DOI: 10.37879/belleten.1982.347
Tam Metin
Küçük Havza kasabası Mustafa Kemal'in orada isyan bayrağını açmış olması gibi bir şerefe sahiptir. Şu var ki, onun 1927 yılı Nutkunda söylemiş olduğu şu sözler de dikkate alınmak lazımdır. "Çarei halâs ararken iki şey mevzuubahs olmıyacaktı. Bir defa İtilâf Devletlerine karşı vaz'ı husumet alınmıyacaktı ve padişah ve halifeye canla başla merbut ve sadık kalmak şartı esasî olacaktı." Demek ki, Mustafa Kemal yalnız bir inkılapçı değil, aynı zamanda mükemmel bir diplomattı. Fikirlerini maharetle saklamasını biliyordu.

Cumhuriyet Devrinde Çiviyazılı Belgelere Berilen Değer ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri Çiviyazılı Belgeler Arşivindeki Çalışmalar

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 181 · Sayfa: 1-16 · DOI: 10.37879/belleten.1982.1
Tam Metin
Ulusumuzu toprağına, bağımsızlığına kavuşturmak, ülkemizi asrın uygarlığına ulaştırmak için çıkmaz sokakta yol, karanlıklarda ışık bulan Atamız, ulusumuzun meçhuller içinde kalmış en eski tarihini, dilini, uygarlığını ortaya çıkarmak için de yollar bulmaya, ışık tutmaya çalışmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarına kadar Türk tarihi yalnız Osmanlı devrine inhisar ettiriliyor, o da ancak Osmanlı tarihinin çok kısıtlı bir bölümünü kapsıyordu. Avrupa tarihlerinde ise Türkler hakkında çok az, o da yanlışlıklarla dolu bilgi veriliyor ve Türkler ancak "barbar" olarak vasıflandırılıyordu. Aziz Atamız, bilhassa Kurtuluş Savaşı sonunda milletimizde uyanan benlik ve birlik duygusunu perçinlemek için onun yaratıcı kabiliyetini, deha ve seciyesini, uygarlığını ortaya çıkarmak ve yabancılar tarafından takılan "barbar Türkler" sıfatının yanlış olduğunu hem dünyaya hem de milletimize göstermek amacındaydı. Böylece yeni yetişen Türk çocuğu kendini, atalarının yüksek uygarlığını, diğer milletler arasındaki yerini tanıyacak, o da bunlara layık olmak çabasıyla memleketini daha uygar hale getirecek ve dünya milletlerine eskisi gibi şerefli hizmetler yapmaya devam edecekti. İşte O, bu sebeple Türk tarihi ve bilhassa tarih öğrenimi ile çok ilgilenmekte ve tarihin objektif olarak araştırılmasını öngörmekteydi. Türk tarihi nasıl araştırılacaktı, hangi belgelere dayanılacaktı? Tarihi devirlerde Türklerin Orta Asya'dan devamlı olarak batıya doğru, bilhassa Anadolu'ya alanlar yaptığı biliniyordu. Neden daha çok eski devirlerde bu akınlar yapılmış olmasındı? Fakat bunu kanıtlamak için yazılı ve sanat eserleri gibi birçok belgelere ihtiyaç vardı.

Galatasaray Lisesi'nin Islahına ilişkin Ali Suavi'nin Girişimlerini Gösteren bir Belge

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 181 · Sayfa: 121-132 · DOI: 10.37879/belleten.1982.121
Tam Metin
Öğretmen, gazeteci ve yazar Ali Suavi 1.1.1877'de Galatasaray Lisesi müdürlüğüne getirilmiş, 20.10.1877'de bu görevden alınmıştır. O, Mabeyn-i Hümâyûn Başkitâbetine (Padişahın Sekreterliğine) gönderdiği bir yazıda, kendisine bu görev verildiği zaman Galatasaray Lisesinin durumunu ve bizzat kendisinin gerçekleştirdiği ıslahatı açıklamıştır. Başbakanlık Devlet Arşivinde gördüğümüz bu belge, önemli eğitim-öğretim kurumlarımızdan Galatasaray Lisesinin geçmişi ile ilgili olduğu için Türk Eğitim Tarihinin de önemli bir belgesidir. Ayrıca bu belge, Ali Suavi'nin eğitimcilik, okul yöneticiliği yönlerini de çok güzel ortaya koymaktadır. Belge Yıldız evrakı arasında bulunmaktadır ve iki sayfadan ibarettir. İmza yeri koparılmıştır. Ali Suavi'nin, Abdülhamit'i devirmek için Saraya baskın düzenlediği ve bu olayda öldürüldüğü hatırlanınca, onun adının bile yokedilmiş olması anlaşılır. Sonradan belgeye kurşun kalemle, "Ali Suavi imzalı olduğu" şeklinde bir kayıt düşürülmüştür. Böyle bir yazı olmasa bile belgenin ona ait olduğu, tarih ve üslup bakımından bir kuşkuya yer vermemektedir. Fakat belgenin aslında iki sayfadan fazla olduğu ve baştarafının bulunmadığı düşünülebilir. Belgenin başlayış biçimi böyle bir ihtimali akla getiriyor. Dil bakımından ise belge, dönemine göre oldukça sade biçimde kaleme alınmıştır.

Bükreş Andlaşmasının Müzakeresi 1811-1812

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 181 · Sayfa: 73-120 · DOI: 10.37879/belleten.1982.73
Tam Metin
Osmanlılar, 1802'de Fransızlarla Paris Andlaşmasını yaptıktan sonra, kendilerini yakından ilgilendirmeyen Avrupa olaylarına katılmak istemeyip, resmen tarafsızlıklarını ilan etmişlerdi. Ancak Rusya ile İngiltere Bab-ı Ali'yle 1799'da yapmış oldukları ittifakın hala muteber olduğunu iddia edip Osmanlıların hakikaten serbest ve tarafsız bir siyaset takip etmesine mani oluyorlardı. Hatta 1805'te Rusların tazyikiyle Osmanlılar Ruslarla ittifaklarını yenilemek zorunda kalmışlardı. 1805 sonlarında Fransa'nın Avusturya ile Rusya'yı yenmesi Osmanlılara, Rusların Osmanlı İmparatorluğu'nda haiz oldukları imtiyaz ve müdahale haklarını azaltmak için güzel bir fırsat yarattı. Ancak Osmanlıların bu niyetle aldıkları tertibat iki devlet münasebetlerinin süratle bozulmasını intaç etti. 1802'de Eflak ve Buğdan'a tanınan imtiyazlara rağmen, 1806 Ağustosunda Rus taraftarı addedilen Eflâk ve Buğdan voyvodalarının, tayin edilmiş görev müddetleri dolmadan, Bab-ı Ali tarafından azilleri Rusya'nın bunların tekrar görevlerine getirilmelerini ısrarla talebine ve aksi takdirde Osmanlılarla münasebetlerini kesme tehdidinde bulunmalarına sebep olmuştu. Bu durum karşısında, harbi arzu etmeyen Osmanlılar mazul voyvodaları görevlerine iade etmeye razı oldular, fakat onların bu fedakarlığı harbi önleyemedi, çünkü 1806 Kasımında Rus işgal kuvvetleri Memleketeyn'e girdi.

Lutfi Paşa'yla ilgili yeni bir Belge

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 181 · Sayfa: 63-66 · DOI: 10.37879/belleten.1982.63
Tam Metin
Kanuni Sultan Süleyman devrinin bilgin vezirlerinden biri olan Lutfi Paşa, Osmanlı vezir-i âzamları arasında kişiliği ile yazdığı eserlerle ayrı bir değer taşımaktadır. Onun Osmanlı devletinin kendi zamanına değin gelen bir tarih yazdığı gibi" Yayınlayan Âli Bey. Önsöz. Kilis'li Rif'at. Tevarih-i âl-i Osman. İstanbul 1341." ekonomipolitik alanında kaleme aldığı Asafnâme "Yay. Tschudi. Der Asafnâme des Lutfi Paşa. Berlin 1910 ve Doç. Dr. Ahmed Uğur. Asafname. İlahiyat Fak. Dergisi. Ayrı basım. ile Türk siyasi tarihinde olduğu kadar, Türk tarih yazarlığı ile de ayrı bir şöhret yaptığı herkesçe bilinmektedir. Bak. T. Gökbilgin. Madde. Lutfi Paşa. İA., M. Fuad Köprülü. Lutfi Paşa. Türkiyat Mec. Ayrı basım. İstanbul 1925. Bizim burada sunacağımız kaynak mahiyetindeki eser ise, Lutfi Paşa'nın 1537'de donanma-yi hümâyunla yaptığı seferle ilgilidir. Bilindiği gibi Lutfi Paşa Rumeli beylerbeyi iken Barbaros Hayreddin Paşa ile birlikte ve donanma serdarı olarak Akdeniz harekatına memur edildi. Baştarda, kadırga ve yardımcı gemilerle birlikte 280 parça gemi ile 20 Mayıs'ta İstanbul'dan yola çıktı. Kâtib Çelebi, Tuhfetü'l-kibar, Yay. O. Şaik - Gökyay. Istanbul 1973. 7'vd. İşte tanıtmak istediğimiz Kastamonu'lu Hariri Abdülcelil'in Ferahat-nâmesi bu Körföz seferi ile ilgilidir.

Türk Denizcilerinin Atlas Okyanusundaki Harekâtı

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 181 · Sayfa: 35-62 · DOI: 10.37879/belleten.1982.35
Tam Metin
"Garp Ocakları" adı altında Türk denizcilerinin yaptıkları harekâttan söz etmek istiyorum. Bunlar Cezayir, Trablusgarp ve Tunus limanlarına dayanarak ilk önce Batı Akdeniz'de sonra da Kuzey Atlantik'te korsanlık yapan denizcilerdi. Tekil olarak Kuzey Batı Afrika kıyılarına yerleşip korsanlıklara başlamışlardır. Sonradan, mütareke yıllarında Atatürk'ün yaptığı gibi, Barbaros'un büyük kardeşi Oruç Reis bunları bir araya getirerek tek bir güçlü donanma biçimine getirmiştir. Bunların en ünlüleri Barbaros Hayrettin, Turgut Reis, Kılıç Ali Paşa, Barbaros oğlu Hasan Bey Murad, Aydın, Burak ve Kalafat Memi reisler, Mezomorta Hüseyin Paşa ve bunlar gibi pek çoklarıydı. Bunların yaşadığı dönemde dünyanın deniz ticareti korsanların etkisinde olduğu için ve deniz mücadeleleri de denizlere sahip çıkmak hedefine yöneldiği için İstibdat ve İkinci Meşrutiyet tarihçileri, bu gerçeğe kulak asmayarak "Deniz tarihi, denizcilerin tarihidir" mütaleasıyla onların Atlas Okyanusundaki hareket etkilerini pek Osmanlı tarihinin içine almamışlardı. Bundan ötürü İkinci Meşrutiyetin deniz tarih yazarı Ali Şükrü Bey, 1917 yılında "Türklerin hangi tarihte dış denizlere çıktıkları ve orada ne yaptıkları gereği biçimde bilinmemektedir" diye yazmıştı.

The Nationality of the Ephtalites

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 181 · Sayfa: 17-34 · DOI: 10.37879/belleten.1982.17
Tam Metin
After the Kushans the regions of Transoxania, Khurasan, and northern India came under the rule of the Ephtalites, or White Huns, who are called Haytal, or Hayâtila in the plural, by Islamic writers. Syriac sources speak of them as Epthtalite or Hephthalite, and Abdel, and Armenian sources refer to them as Heptal. They are generally considered to have constituted a part of the Hiyugnu, or the Huns who invaded Europe, and they thus become, by this token, or by their very name White Hun, a nation probably closely associated or related with the Turks. Especially. Arabic or Islamic sources are clear and unequivocal in asserting them to be Turkish and identifying them with Turkish peoples. The Ephtalites overthrew the Kushans and in the fifth century founded an empire extending from Transoxania and the basin of the Oxus River to the interiors of northern India, corresponding in territory roughly to that of the extinct Kushan Empire. They carried out a series of campaigns against both India and Persia, defeated the Sasanians in a series of campaigns, forcing them to pay tribute, and held the all-important trade routes of Central Asia under their control and kept them in a thriving condition.

A Proposal for Research on Indo - Turkish Relations

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 181 · Sayfa: 67-72 · DOI: 10.37879/belleten.1982.67
Tam Metin
Interchange between India and Turkish world is older than Islam and there is little doubt that Indians and Turks during the Hittite period have several common religious concepts and even political contacts. It is generally believed that the first contact of the Turks took place with the compaigns of Mahmud Ghaznavi in India in the first decades of the II th. century A. D. but in fact India came into direct contact with the Turks through Turkish states first established on Indian soil in the first century B. C. long before the advent of Muslims in India. This was the first phase of Indo-Turkish relations which ended with the fail of the Turk Shahi dynasty. Later on in the second century of Christian era a famous Turk ruler emerged in India and made his way to the glory and renown. He is known as Kanishka (120-162 A. D.). Warahmehra, in his well-known Sanskrit work of Rajtrangi, describes the emperor Kanishka and his successors as belonging to Turushka family. The details of description of this emperor available to us, positively point to the fact that Kanishka belonged to Turkish race and not to Mongols. His coins bears the title of "Shaunanushah" which is a Turkish word.

Anadolu'da Ahilik ve Bunun Kurucusu Ahi Evren

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 182 · Sayfa: 423-436 · DOI: 10.37879/belleten.1982.423
Tam Metin
XIII. yüzyıl başlarında Anadolu'da kurulan Ahi örgütü, yaygın ve etkin bir sosyo-ekonomik kurum olarak son 40-50 yıldır yerli ve yabancı yazarların ilgisini çekti. Bu kurum, kuruluşundan, gedik haline dönüştüğü 1727 yılına dek geçen beşyüz yıldan çok bir süre, Anadolu halkının sanat, ekonomi ve sosyal düzenine yön vermiştir. Bu bölgedeki toplumun sosyal ve ekonomik yapısında böylesine köklü ve etkin bir rol oynamış bulunan bu örgütün kökenlerini arayanlar, ad ve biçim benzerliklerine bakarak onu, Arap fütüvvetçiliğinin bir kopyası, X. yüzyıl sonlarına doğru Basra'da kurulan İhvan üs-Safa'nın ve benzeri kuruluşların uzantısı saymışlardır. Bu konu üzerinde biraz daha ciddi duran Franz Taeschner gibi araştırıcılar Ahiliğin, İran'dan alınma olduğunu yazmışlardır.