4019 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 4019
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 337
- Osmanlı 272
- Osmanlı İmparatorluğu 173
- Türkiye 148
- Osmanlı Devleti 138
- Türkler 137
- Anadolu 132
- Ottoman Empire 114
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 99
Geray Hanedanının Osmanlı Devleti Topraklarında Kalan Maddi İzleri
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 889-931 · DOI: 10.37879/belleten.2021.889
Özet
Tam Metin
Üç buçuk asır boyunca Kırım Hanlığı’na hükümdar veren Geray hanedanı mensupları XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti topraklarında yerleşmeye başlamışlardır. O kadar ki, XVIII. yüzyılda bu geniş hanedanın Osmanlı topraklarında yaşayan mensuplarının sayısı Kırım’da kalanların çok üzerine çıkmıştır. 1783’te Kırım Hanlığı’nın Rusya tarafından ortadan kaldırılmasını müteakip, Kuzey Kafkasya’ya yerleşenler dışında Geray hanedanı mensuplarının büyük çoğunluğu Osmanlı Rumelisi’nde toplanmıştır.
Osmanlı topraklarında yaşayan Geraylar burada geçirdikleri yüzyıllar içinde orada doğmuş, ölmüş ve sayısız mimarî eserler inşa ettirmişlerdir. Bu makalemiz bu coğrafyada Geraylardan kalabilen eserlerin bir dökümünü vermeyi amaçlamaktadır. Eski Osmanlı topraklarında Geraylardan geride kalan maddi izlerin büyük çoğunluğu mezar taşları olup, diğerleri iki türbe, bir köprü, bir çeşme, iki konak ile hamam, saray ve savunma kulesi kalıntılarından oluşmaktadır. Bunlar bugünkü Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan arazilerine dağılmış durumdadır. Muhakkak ki, günümüze ulaşabilen bu eserler bir zamanlar mevcut olanların çok küçük bir kısmından ibarettir. Söz konusu maddi izlerin tamamına yakını gayet harap ve restorasyona muhtaç durumdadır. Bununla birlikte, bu hanedan mensuplarının kendi vatanları olan Kırım’daki maddi izlerinin maruz bulunduğu muazzam tahribat göz önüne alındığında eski Osmanlı topraklarında kalabilen bu nispeten az sayıdaki izlerinin ve onların muhafazasının tarihî açıdan çok büyük önemi haiz olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kosova’ya Yapılan Çerkes Göçü ve İskânı (1864-1865)
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 991-1024 · DOI: 10.37879/belleten.2021.991
Özet
Tam Metin
XVI. yüzyıldan itibaren Kafkasya’yı hâkimiyeti altına almaya yönelik bir politika izlemeye başlayan ve 1864 yılında Kuzey Kafkasya’yı işgal eden Rusya, bölgede yaşayan Çerkesleri Osmanlı Devleti topraklarına göç etmeye zorlamıştır. 1850’lerde başlayan Çerkes göçleri 1862-1865 yılları arasında yoğunlaşmış ve 1860’ların sonuna kadar devam etmiştir. Sürekli isyanların yaşandığı Balkanlar’da Çerkeslerin savaşçılığından yararlanmak ve Müslüman nüfusunu arttırmak isteyen Osmanlı Devleti, bu dönemde 400.000’den fazla Çerkes’i Rumeli’ye yerleştirmiştir. 9.000-11.000 civarında Çerkes de Kosova’ya iskân edilmiştir. Kosova’ya gelen Çerkesler burada köyler kurmuşlardır. Yeni vatanlarında tarım ve hayvancılıkla uğraşmaya başlamışlardır. Ancak, Kosova’ya yerleştirilen Çerkeslerin büyük bir kısmı burada kalıcı olmamıştır. Avrupa devletlerinin 23 Aralık 1876’da toplanan İstanbul Konferansı’nda Çerkeslerin Balkanlar’ı terk etmesini istemesi ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Kosova’da yaşayan Çerkeslerin bir kısmının Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya göç etmesine sebep olmuştur. Kosova’da geriye kalan Çerkeslerin büyük çoğunluğu da Balkan Savaşları sırasında ve sonrasında bölgeden ayrılmıştır.
Bu çalışmada, 1864-1865 yıllarında Kosova’ya yapılan Çerkes göçü ve iskânını hazırlayan gelişmeler, göç ve iskân sırasında karşılaşılan sorunlar ve bu sorunların çözümü için izlenen politikalar ele alınmıştır.
On the Similarity of Colonialist Policies Implemented Against the Ottoman Empire and the Far East: The Bargains Over Korea After the Shimonoseki Agreement
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 967-990 · DOI: 10.37879/belleten.2021.967
Özet
Tam Metin
The industrialized Western powers, seeking free trade, raw materials and market, turned their faces to the underdeveloped states of the Middle and the Far East in the 19th century. First Ottoman Empire, then China and Japan became the targets of this process in a short time. Ottoman Empire was transformed into a semi colony between 1856-1881. After China’s defeat against Japan, the French and British diplomats had discussed repeating the policy which they implemented against Ottoman Empire after the Crimean War in 1853-1856, for China. Colonial effects had begun with trade agreement in Ottoman Empire and continued with changes in judiciary, land laws and increasing the rights of foreigners. Also Japan, who learned how to be a colonialist from British Empire, captured the sovereignty and made changes to judicial and social laws in Korea.
In this study, we emphasized that the colonial policies were the same everywhere in both the Near East or the Far East. The Archival documents show the similarities to colonial policies implemented in the Ottoman Empire and Korea. The main source of the findings in this study is the diplomatic correspondence of British diplomats in the region, in the National Archives.
The Independence Process of Bulgaria and the First Ambassador of the Ottoman Empire to Sofia, Mustafa Asım Bey
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 1073-1104 · DOI: 10.37879/belleten.2021.1073
Özet
Tam Metin
In this study, the reaction of the Ottoman Empire to the declaration of independence of Bulgaria, the first ambassador of the Ottoman Empire in Bulgaria, Mustafa Asım Bey and his activities are discussed.
The study examines the diplomatic activities of the Ottoman Empire against Bulgaria in the period between the autonomy process of Bulgaria and the independence process, the process of recognition of Bulgaria’s independence, the diplomatic relations established with Bulgaria, the biography of Mustafa Asım Bey, the first Ambassador of the Ottoman Empire to Sofia, and his approach to the problems between the two countries.
In the article, documents from the Ottoman Archive of Directorate of State Archives (BOA), documents from the Bulgarian State Archives, periodicals and literature were used.
The Ottoman State Between Urban Space and Environment: Preserving the Drinking Water of Istanbul
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 304 · Sayfa: 933-966 · DOI: 10.37879/belleten.2021.933
Özet
Tam Metin
This study reveals the contribution of environmental and sanitarian factors to the shaping of the cities, particularly the Ottoman capital Istanbul. This paper, focusing on the second half of the 19th century, discusses the man-made environmental destruction, the water shortage that emerged as a result of uncontrolled urbanization and the Ottoman state’s evacuation process of the Belgrad, Kömürcü and Bahçecik villages due to the threat of disease. Thusly, this paper aims to shed light on the extent to which Ottoman urbanization was exposed to environmental influences.
The Ahhiyawa Question: Reconsidered
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 333-359 · DOI: 10.37879/belleten.2021.333
Özet
Tam Metin
Since Hrozny deciphered the Hittite language, nearly thirty thousand Hittite texts have been translated. About thirty of these texts directly or indirectly refer to the “Ahhiyawa” Kingdom and its king. Upon learning of the existence of an Ahhiyawa Kingdom in the Late Bronze Age, deliberations as where and when it existed, its geographical boundaries, its culture, its kings, and whether the Ahhiyawa king was the “Great King” and whether he was equal to the Hittite king began. To date, in line with their specialties, many scientists including Hittitologists, archaeologists, philologists, proto–historians, Near Eastern archaeologists, and classical archaeologists have given their opinions about the “Ahhiyawa Question”. However, as these proposals present some problems, it became necessary to prepare this study and to re–evaluate the “Ahhiyawa Question”.
VI./XII. Asırda Bir Abbâsî Veziri: Adudüddîn İbnü’l-Müslime’nin Siyasî ve İdarî Etkinliği
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 423-461 · DOI: 10.37879/belleten.2021.423
Özet
Tam Metin
Abbâsî bürokrasisinde uzun yıllar görev yapmış bir aileye mensup olan Adudüddîn İbnü’l-Müslime babası İzzüddîn Abdullah b. Hibetullah’ın vefatıyla birlikte onun yerine üstâdârlığa tayin edilmiştir. Bundan sonraki süreçte etkinliği giderek artan Üstâdâr İbnü’l-Müslime, Vezir İbn Hübeyre’nin zehirlenerek aniden vefat etmesiyle bu makama atanması muhtemel en güçlü aday olarak öne çıkmıştır. Ancak Halife Müstencid, Adudüddîn İbnü’l-Müslime’nin yerine Bağdat’taki siyasî çevrelerle doğrudan bir irtibatı bulunmayan Vâsıt nâzırı (idareci/müfettiş) Ebû Ca‘fer Ahmed b. el-Beledî’yi vezirliğe tayin etmiştir. İdarî açıdan nüfuzunun engellenmek istendiğini anlayan İbnü’l-Müslime ise dönemin etkili şahsiyetlerinden Emîr Kutbüddîn Kaymâz’la ittifak kurmuş ve birlikte Müstencid’i bertaraf ederek Müstazî’yi tahta çıkarmışlardır. Müstazî de ilk icraat olarak İbnü’l-Müslime’yi vezirliğe, Emîr Kaymâz’ı ordu komutanlığına, İbnü’l-Müslime’nin oğlu Kemâlüddîn’i üstâdârlığa tayin etmiştir. Bu çalışma İbnü’l-Müslime ailesinin Abbâsî idarî tarihindeki en etkili şahsiyetlerinden olan Adudüddîn İbnü’l-Müslime’nin bir üstâdâr ve vezir olarak siyasî ve idarî hadiseler üzerindeki rolünü incelemeyi hedeflemektedir. Bunun için öncelikle Adudüddîn’in ailesi, yetişmesi, üstâdârlık yaptığı dönemde Halife Müstencid ve sabık vezir İbnü’l- Beledî ile ilişkileri, ayrıca Vezir İbn Hübeyre’nin zehirlenmesinde herhangi bir etkisinin olup olmadığı meselesi üzerinde durulmuştur. Ardından Müstencid’in öldürülmesi ve Müstazî’nin halife olmasındaki rolü, vezirliğe tayin edilmesi ve Emîr Kaymâz’la girdiği iktidar mücadelesi ele alınmıştır. Ayrıca konu bütünlüğünü sağlamak amacıyla, Adudüddîn İbnü’l-Müslime’nin çevresindeki şahısların birbiriyle ilişkilerine de işaret edilmiştir. Bu anlamda üstlendiği bürokratik görev sebebiyle dönemin nüfuz sahibi bir diğer şahsiyeti olan Sâhibülmahzen İbnü’l-Attâr’la Emîr Kaymâz arasındaki mücadeleye özellikle değinilmiştir. Son olarak İbnü’l-Müslime’nin Halife Müstazî ile arasının açılması ve öldürülmesi hakkında bilgi verilmiştir.
Did Andreas Vesalius’s De Humani Corporis Fabrica and/or Juan Valverde’s Historia De La Composicion Del Cuerpo Humano Really Influence the Anatomy Knowledge in the Ottoman Empire? A Preliminary Study on Shams al-Dīn ʿItāqī’s Tashrīh al-Abdān*
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 545-575 · DOI: 10.37879/belleten.2021.545
Özet
Tam Metin
Aim of this study was to determine whether Vesalius and Valverde influenced Shams al-Dīn ʿItāqī considering the figures and several statements in Tashrīḥ al-Abdān wa Tarjamān Qibāla Faylasūfān. The statements and figures in illustrated copies of ʿItāqī’s book were examined and compared to those in Galen’s, Avicenna’s, Vesalius’s, and Valverde’s works, then the findings were evaluated. ʿItāqī’s book contains some figures only from Vesalius and/or Valverde’s works, but there is no new explanation related to issues such as the mandible, the sacrum, the rete mirabile, and the uterus. The Latin edition of Valverde’s book published in 1607 was probably the source of the Western-originated illustrations in the manuscript Hüsrev Paşa, Nr. 464 and of all the Western-based illustrations, except for the female figure in the manuscript of Istanbul University, Turkish Manuscripts, TY 2662. Spanish and/or Italian and/or Latin (1589) editions of Valverde’s book were the sources of most of the Western-originated illustrations, except the human skeleton figure in the manuscript of Prof. Uzluk’s personal collection. The information given by the works of Vesalius and Valverde has not influenced the explanations of ʿItāqī. ʿItāqī wrote his book according to the classical anatomical knowledge in the Islamic world of his era and he added Eastern- and Western-originated figures to his book to support/strengthen his statements. Or ʿItāqī work Tasrīḥ al-Abdān originally contained no illustrations. However, later, scribes/copiers added Eastern- and Western-originated anatomical figures to the book to support/strengthen statements at different times.
Vietnam’da Osmanlı Tarihi Araştırmaları
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 577-613 · DOI: 10.37879/belleten.2021.577
Özet
Tam Metin
Günümüze ulaşılan bilgilere göre Vietnamlılar ve Türkler arasındaki ilk temaslar 19. yüzyılın sonlarında başlamıştır. Vietnam Savaşı sırasında 1955 yılında Güney Vietnam (Saygon Hükümeti) ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Fakat 1975 yılında Saygon Hükümeti’nin çöküşüyle Türkiye ve Güney Vietnam arasındaki 20 yıllık ilişkiler tamamen yitirilmiştir. Üç sene sonra 1978 yılında Türkiye ve yeni Vietnam Hükümeti arasındaki diplomatik ilişkiler resmî olarak yeniden kurulmuştur. Fransız Sömürgeciliği ve Vietnam Savaşı gibi dış etkenler yanında, siyasi değişimler ve politika farklılıkları nedeniyle, bu süreçte Vietnam ve Türkiye arasındaki ilişkiler yeteri kadar geliştirilememiştir. Bundan dolayı, Vietnamlıların Türkiye hakkındaki bilgileri çok sınırlı kalmıştır. Osmanlı Tarihi Çalışmaları ise Vietnam’da hâlâ çok yeni bir araştırma alanı olup henüz Vietnamlı tarihçiler tarafından yeterli bir ilgi görmemektedir. Buna rağmen, Osmanlı İmparatorluğu, dünya tarihinde uzun yaşayan ve önemli rol oynayan bir devlet olduğu için elbette Vietnam’daki dünya tarihi veya bölge tarihini işleyen ders kitapları ile birlikte akademik makalelerde Osmanlı Tarihi ve Osmanlı Algısı’ndan bahsedilmektedir. Vietnam’da Osmanlı tarihiyle ilgili araştırmalar 1960’lı yıllardan itibaren başlamıştır. Bunun yanı sıra Marksist tarih yazımının etkisinden dolayı Vietnamlı tarihçiler Osmanlı tarihi ile ilgili konuları Marksist tarih yazımı bakış açısına göre değerlendirmişler ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyo-iktisadi biçimi ile ilgilenmişlerdir. Vietnam’da Osmanlı araştırmalarını konu alan eserlerin sayısı ve bunlarda kullanılan kaynaklar hâlâ sınırlıdır. Bununla birlikte iki ülke arasında son zamanlarda işbirliğinde dikkat çekici gelişmeler yaşanmakta ve Osmanlı Tarihi Araştırmalarına giderek artan bir ilgi gösterilmektedir.
Edirne Sarayı Su Yapıları
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 615-643 · DOI: 10.37879/belleten.2021.615
Özet
Tam Metin
Edirne Sarayı’nın inşası Sultan II. Murad tarafından başlatılmış, Fatih Sultan Mehmed zamanında tamamlanarak hizmete açılmış ve sonraki dönemlerde yapılan eklerle birlikte 19. yüzyılın sonlarına kadar kullanılmıştır. Bünyesinde yüz kadar yapıyı barındıran sarayın su ihtiyacını karşılamak için çeşitli kaynaklardan isale hatları ile sular getirilmiş olup bu suların dağıtımı ve kullanımı için su terazisi, maksem, çeşme ve havuz gibi yapılar inşa edilmiş; bunlara ilaveten yeraltı sularından da faydalanmak için kuyular açılmıştır.
Bu büyük saray kompleksi Osmanlı-Rus ve Balkan savaşları sırasında büyük oranda yok edilmiş, diğerleri ile birlikte su yapılarının da çoğu yok olmuş; sadece, saray maksemi, Namazgâhlı Çeşme, Matbah-ı Âmire Çeşmesi ile bir kuyu ve su terazisi günümüze ulaşabilmiştir. Bu çalışmada, fotoğraf ve çizim gibi görsel bilgileri bulunanlar ile yukarıda bahsi geçen mevcut su yapılarının tanıtılıp değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bunlar arasında 15. yüzyıla tarihlenen maksem, kütlesi ve üç katlı strüktürü ile benzeri olmayan anıtsal bir yapıyı teşkil etmektedir. Aynı zamanda bir meydan çeşmesi niteliğindeki Namazgâhlı Çeşme mimari ve süsleme özellikleri bakımından 18. yüzyılın başlarını yansıtır. Matbah-ı Âmire Çeşmesi, mutfak birimlerine suyun taksim edildiği maksemli bir çeşme niteliğindedir. Mahmudiye Kışlası yanında yer alan su terazisi, yukarı doğru daralan kare kesitli gövdesi ile bu tarz yapıların karakteristik özelliklerini taşır. Aynı zamanda birer su terazisi olduğu ileri sürülen Terazi Kasrı ve Adalet Kasrı’nın gerçekte böyle bir işlevi olduğu ise tartışmalıdır. Kuyu, ağız bileziği ve taş örgülü çeperi ile ayrıcı bir özellik göstermemektedir.