4034 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Acemhöyük'ün Eski Anadolu Sanatına Yeni Katkıları

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 281-288 · DOI: 10.37879/belleten.1979.281
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve Ankara Üniversitesi adına heyetimizce yürütülen Acemhöyük kazılarının 1978 evresinde, Sarıkaya sarayı ile çevresinde çalışıldı. Dış etkenlerle yıkılan saray duvarlarının evvelce açığa çıkaramadığımız temellerinin kazısında, ve sarayla çağdaş katın incelenmesi amaciyle kaldırılan kerpiç evlerin altından, konumuzla ilgili ilginç eserler bulundu. Bunlar arasında mühür baskılı bullalarla, resimli bir vazonun iri parçaları, M. Ö. 18. yüzyıl Anadolu mimarlığının ve tasvir sanatının bilmediğimiz bazı özelliklerini öğrenmemizi sağladı.

Some Contributions to Early Anatolian Art from Acemhöyük

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 289-304 · DOI: 10.37879/belleten.1979.289
Tam Metin
During the 1978 excavation campaign at Acemhöyük, sponsored by the Turkish Historical Society, the General Directorate of Antiquites and Museums and Ankara University, the Sarıkaya palace and its vicinity were investigated. Finds of interest and relevance to the subject of this article were recovered from excavations of the palace foundations and contemporar building levels, where the effects of weathering had removed some of the mudbrick walls not taken down during earlier campaigns. Among these finds are bullae with seal impressions, and large fragments of a painted vase, which provide new evidence for aspects of Anatolian art and architecture of the 18th century B.C.

Türkiye'nin Savaşa Katılması için Kahire'de Yapılan Müzakereler

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 427-456 · DOI: 10.37879/belleten.1979.427
Tam Metin
Bu müzakereler iki safhada yapılmıştır: birincisi Menemencioğlu - Eden, ikincisi ise İnönü - Roosevelt - Churchill safhalarıdır. Görüşmelerin ruh ve canlılığını korumak endişesi bizi kuru hikâye tarzına, katılanların görüşlerini sıra ile kendi ağızlarından nakletmek şeklini tercihe sevketmiştir. Menemencioğlu - Eden görüşmeleri: 1943 yılının sonbaharında, savaşın kaydettiği son gelişmeler müttefik büyük devletler arasında yeni görüşmeleri gerekli kılmıştı. Bu maksatla, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanları Cordel Hull, Anthony Eden ve Molotov, Moskova'da bir araya geldiler. Ruslar, konferansa verdikleri bir notada, savaşı bir an önce başarı ile sona erdirecek tedbirler arasında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine harbe katılması hususunda kesin telkinde bulunulmasını istemişlerdir. Eden, Türkiye'nin savaşa girmesi sayesinde Alman işgali altındaki 12 adaya karşı harekete geçmek ve Romanya'nın Ploeşti petrol kuyularını bombalamak için Türk hava meydanlarından yararlanılacağı ümidi ile, Rus önerisini derhal kabul etti. Amerikalılar ise, savaşı n o safhasında, Türkiye'nin harbe katılmasını uygun görmüyorlardı. Buna sebep olarak, ikinci cephenin açılmasını sağlayacak orduları harp malzemesi bakımından donatmak ve İtalya'daki müttefiklerarası istilayı desteklemek için Amerikan harp sanayiinin giriştiği yoğun çabaların yeni bir cephe için ilave gayrete girişmesine imkân vermediğini bildirdiler. Cordel Hull, Türkiye Hükümeti nezdinde ortak baskı teşebbüsüne katılmayı bu sebeple reddetmekle beraber, Türk topraklarından sadece ulaştırma kolaylıkları sağlanması telkinini uygun buldu, müttefiklerarası görüş tarzı bu şekilde belirince, 428 FERIDUN CEMAL ERKIN İngilizlerle Ruslar Türkiye nezdinde iki safhalı bir plan üzerinde mutabık kaldılar. İlk safhada, Eden, bizden Ege civarındaki hava üslerimizi derhal kullanmak iznini almaya çalışacak, ikinci safhada ise, her iki hükümet yıl sonuna doğru Türkiye'nin düpedüz harbe katılmasını isteyeceklerdi.

Uluğ İğdemir ve Belleten

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 393-396 · DOI: 10.37879/belleten.1979.393
Tam Metin
Batı'da ilim araştırmalarını ortaya koyan Akademilerin çeşitli yayınlarının çok uzun bir geçmişi vardır. Bunların yanı sıra çeşitli bilim dalları hakkında her memlekette pek çok dergi kurulmuş ve bunlar yıllarca çıkmış veya hâlâ çıkmaktadır. Bütün Türkoloji, Yakın Doğu, Orta Asya ve İslam Tarih ve Medeniyeti gibi bilim dalları ile uğraşanların çok yakından tanıdıkları " Journal Asiatique" bunlardan biridir. Fakat bizde ilmi ihtisas dergilerinin böyle bir uzun geçmişi olamamıştır. İstanbul'da uzun süre yayınlanan Gazette Medicale d' Orient, Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde yaşayan yabancı veya azınlıklardan olan hekimlerin inhisarında kalmıştır. Batının ilimler Akademilerinin periodik yayınlarını gerek biçim gerek içindekiler ile çok benzeyen "İstanbul'da Rum Edebiyat Kurumu Dergisi" (Hellenikos Philologikos Syllogos) da 1861'den 1923'e kadar yayınını sürdürmüş ve içindeki yazılar bakımından yabancı ilim aleminde önemli bir yer kazanmış olmakla beraber hiçbir Türk yazarına sahifelerinde yer vermemiştir. İçinde, tarih, sanat, hatta eski eserlere dair yazı ve resimler bulunmakla beraber, çok uzun ömürlü olan Servet-i Filmin ise bir ilim dergisi değildi. Tarih ve eski eserlere dair ilmi araştırma ve yazılarının içinde yer aldığı ilk Türk dergisi, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası olmuştur. İlk sayısı 1910 yılı Nisan'ında çıkan bu "Tarih Dergisi" aynı adda kurulmuş Kurum'un yayın organı idi. Oldukça intizamla uzun yıllar çıkan bu derginin ciltleri gözden geçirildiğinde, ilk sayılarda kağıt kalitesi ve baskının çok iyi olmasına karşılık gitgide bu kalitenin korunamadığı, hatta derginin ilk sayılarındaki ölçüleri sürdürülmesine bile çalışılmadığı dikkati çeker. Derginin resimsiz oluşu yanı sıra, her ilim dergisinde bulunması gereken dipnotlara pek az yazıda rastlanır. Ayrıca yabancı dillerde hiçbir özet olmadığı gibi makalelerin bazıları bir hikâye edasındadır. Fakat bütün menfi taraflarına, karşılık, Türk tarih biliminin bu önemli organı, dünya tarihçi ve türkologlarının dikkatini çekmiş, Cumhuriyetten sonra adını Türk Tarih Encümeni Mecmuası'na çevirerek yayınını sürdürmüştür.

Lysippos'un Sandal Bağlayan Hermes Heykeli

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 397-414 · DOI: 10.37879/belleten.1979.397
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü adlarına yürütülen Perge Kazısı 1977 yılı çalışmaları sırasında Güney Hamamının (I) Palaestra'sında bulunan Hermes heykeli (Lev. I-III) Antalya Müzesinde teşhir edilmektedir (Env. No. 3 . 25 . 77). Uzun yıllardır Side ve Perge Kazılarına yakın ilgi göstermiş ve çalışmalarımızı ziyaretleriyle yakından izlemiş, Side Müzesinin açılış törenine katılmak lütfunda bulunmuş, Türk Tarih Kurumunun değerli Genel Müdürü ve 42 yıldan beri Belleten'in yazı işleri müdürü sayın Uluğ İğdemir'e bu heykel üzerine yazdığım makaleyi 80. doğum yılı nedeniyle armağan etmek istiyorum. Hermes heykelini konu olarak seçmemin nedeni, yapıtın bilim ve sanat açısından büyük önem ve değer taşıması ve Perge heykeltraşlığının bir şaheserini oluşturmasıdır. Kazı sırasında heykele ilişkin 10 parça ele geçirilmiştir. Tüm parçalar kırıkkırığa uyduklarından eksik sol bacağın yerine demir çubuk ilâvesiyle heykel kolaylıkla ayağa kaldırılmıştır. İnce gözenekli beyaz mermerden yapılmış heykelin yüksekliği 1.620 m., plinth yüksekliği 0.150 m., baş yüksekliği 0.230 m., dir. Sol bacaktan başka heykelin elleri eksiktir. Burnun ucu, saçların arasındaki bronzdan kanatların önemli kısımları, uzuv, sağ ayağın burnu ve sandalın kanatları, ayağın altındaki kaplumbağanın başı ve kerykeion'un yukarı kısmı ile sapının ucu kırılmıştır. Kayanın önünde herhalde mermer yetişmediğinden ayrı bloktan işlenerek yerleştirilmiş olan bir kısım da eksiktir. Kaşlar, sağ gözkapağı, dudaklar, çene ve boynun sol tarafında önemsiz ezik ve aşınmalar; khlamys'ün ve vücudun çeşitli yerlerinde önemsiz çentikler vardır. Tüm ayrıntılarıyla belirttiğimiz eksik kısımlara ve berelere rağmen heykelimiz iyi durumda korunagelmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Oluşması Üzerine

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 491-504 · DOI: 10.37879/belleten.1979.491
Tam Metin
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğunun budanıp ufalanması ile meydana gelen ulusal devletlerin sonuncusudur. Aslında bu durumu tarihsel bir sürecin doğal sonucu olarak kabul etmek gerekir. Çünkü Türklerin, birçok ulusları kapsayan imparatorluğun kurucusu ve başlıca dayanağı olan temel öge sıfatıyla, kendi devletlerini yaşatmak çabası içinde direnmeleri, devleti dağıtmak ereğine yöneltilmiş her girişime karşı koymaları kadar doğal bir davranış düşünülemez. Aynı surette, ulusal bilincin, imparatorluğu oluşturan bütün milliyetler arasında en geç Türklerde uyandığı da tarihsel bir gerçektir. Teokratik bir yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğunda gerçek anlamda bir ulusçuluk aramak hiç kuşkusuz boşuna olur. Böyle bir dokudaki siyasal bir gövdede yaşama egemen olan temel ilkeler, İslamlık ve bir de evrensel egemenlik kavramları altında toplanabilir. Gerçekten de, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğunda devlet ve kamu hizmetlerini yüklenecek kişiler için dinin dışında hiçbir ayrılık gözetilmemiştir. Yalnız Müslüman olmak koşulu ile herkese, hangi ırk ve milliyete mensup olursa olsun, kişisel yeteneğine göre resmi görev kapıları aynı ölçüde açık tutulmuştur. Hiç kuşkusuz, bu halin en önemli sonucu, kamu hizmetleri için en üstün yeteneği olanların seçilmesi zemininin yaratılmış bulunması olmuştur.

Bir Mektup

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 389-392 · DOI: 10.37879/belleten.1979.389
Tam Metin
Sayın Uluğ İğdemir Sevgili Ağabeyim; Türk Tarih Kurumu Sayın Başkanı Ord. Prof. Enver Ziya Karal'ın gönderdiği ve Siz'in 80'inci doğum yıldönümünüzle Kurumdaki görevinizin 48'inci yılı için düzenlenen tören davetiyesi beni o derecede duygulandırdı ki, gözlerimde sevinç ve iftihar yaşlarının birikmesine engel olamadım. Kafamda ve gönlümde, Atatürk, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti, vatan, baba ve aile ocağı kavram ve sevgilerinin tümü, birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak sanki üstün varlığınızda toplanmıştı. 65 yıllık yaşantım, bugünmüş gibi, bütün canlılığıyla gözlerimin önüne serildi. Bu yaşantımın hiçbir anı yok ki, adeta değerli kişiliğinizde sembolleşen bu kavramlardan ayrı ve Siz'inle olan kopmaz bağlılığımızın belirtisi ile dolu olmasın. Türk bağımsızlık savaşının başladığı sıralarda küçük bir çocuk olan beni elinden tutmuş halanız, rahmetli Dul Anacığımın, çocuk gözümde bir dudağı yerde, bir dudağı gökte korkunç devler gibi görünen müstevli düşmanlarımızın ikide birde kapımıza dayanarak şehit babamın ve babanız Kazım Dayımın -evimizin bahçesindeki kuyuya sarkıtarak veya hasta imiş gibi beni yatırdığı yatağın şiltesi altında sakladığı- silahlarının aranmasından korkup Biga'da oturan Siz'lere getirmesiyle başlayan sürekli beraberliğimizin her saf hasım yaşadım yeniden.

Doğu Bengal'de "Atatürk Lisesi"

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 415-426 · DOI: 10.37879/belleten.1979.415
Tam Metin
Bundan kırk yıl önce, Ocak 1939'da, Hindistan'ın Doğu Bengal eyaletinde bir okul açılır. Lise düzeyinde bir okul. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk öleli henüz iki ay olmuştur. Büyük ölünün anısını yaşatmak için yeni okula "Atatürk" adı verilir. "Atatürk High School" denir. Türkiye'den binlerce kilometre uzakta Atatürk'ün adım taşıyan bir okulun açılışı, zamanında Türk kamuoyuna duyurulmuş mudur? Bilmiyoruz. Burada, geçten geç birkaç belge yayınlıyoruz. Türk Diplomatik arşivlerinde rastladığımız birkaç belge. Okulun hangi koşullarda açıldığını anlamak için Bengal'in o günlerdeki havasını kısaca anımsamak yerinde olur. Bugün büyük bölümü bağımsız Bangladeş Devleti sınırları içinde kalan Bengal, o tarihte İngiliz sömürgesiydi. Türk Kurtuluş Savaşının kahraman lideri Gazi Mustafa Kemal, bütün sömürge halklarının olduğu gibi, Bengal halkının da kurtuluş umudu olmuştu. Kurtuluş için çırpınan, silaha sarılan, savaşın bütün Asya ve Afrika halkları O'nu bir lider olarak benimsemişlerdi. Batı sömürgeciliğine karşı kurtuluş ve bağımsızlık bayrağım açan ulusal liderler, Mustafa Kemal Atatürk'ü örnek almağa, onun izinden yürümeğe çalışıyorlar& Batı emperyalizminin yenilmezliği efsanesini yıkmış olan Mustafa Kemal Atatürk, Asya ve Afrika halklarının gözünde bir kahramandı. Doğu Bengal'de de çok sayılan, sevilen, yüceltilen büyük bir kişiydi.

Yayın Hayatımızda Önemli Yeri Olan Sarafim Kıraathânesi

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 481-490 · DOI: 10.37879/belleten.1979.481
Tam Metin
Daha tıbbiye sıralarında iken (1915-1921) burada yani Sultan Bayezid'de halen mevcut değil, Okçular Başı'nda Sarafim Efendi'nin dükkânı mevcut olduğunu duymuştum. Bu semtten her geçişimde yerini öğrenmiştim. Karşı sırasında yanyana leblebiciler ve hizasında biraz ilerde yay ve ok yapıp satan en son bir zanaatkarın vitrini boş bir dükkânını hatırlarım. Sarafim Efendi'nin dıştan içeri gelenlerin istifadesine konan kitapların göründüğü yoktu. Bir gün de içine girdim. Büyük odasının duvarlarının önü dolaplarla kaplı idi. Artık Sarafim de hayatta değil, gazeteler, mecmualar ve kitaplardan görmedim. Bulunduğu raflar boş duruyordu. Herhalde toptan satılarak kaldırılmış olmalı idi. Mütakere senelerinde o zaman Şehremaneti, sonra Belediye ve birleşince Vilayet Mektupçuluğu ile değerli yazar her çeşidiyle Maarif Tarihi ve Mecelle-i Umür-u Belediyeleri ve diğer eserleri ve diğer ilk defa ele alınan konular üzerinde değerli eserler hazırlayıp bastıran Osman Nuri Ergin'le sık buluştuklarımızda öğrenmek istediğim yer de Sarafim Kıraathanesi idi.

XVI. Yüzyılda Taşralı Bir Türk Efendi Evi

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 457-480 · DOI: 10.37879/belleten.1979.457
Tam Metin
Onu taşralı olarak tanımlamam uzun müddet başkentten uzak hudut boyundaki bir eyaletin merkezinde, Budin'de yaşamış ve burada ölmüş olmasındandır; efendi dememin sebebi de, ölümünde bile Çelebi yani Ali Çelebi denilmesindendir. Çelebi sözü, rütbe, derece adlandırması olarak. XV. yüzyılda, ezcümle Timur'a esir düşen Sultan Bayezid'in oğullarının, yâni Osmanlı hanedanı şehzadelerinin sıfatı idi, fakat bir buçuk yüzyıl zarfında, kelime Macaristan'a gelinceye kadar, eski anlamından çok şey kaybetmişti. XVI. yüzyıl ortasında bu kelimeye taşra defterdarının, onun memurunun, hattâ Türk tacirinin adı yanında rastlanır; münhasıran yüksek memuriyetlere bağlanmaksızın, yazı bilen, edebiyattan anlayan kimseleri işaret ediyordu. Ali adına eklenmesi de nadir değildi; meselâ 1543 de Bursa'da ölmüş bulunan şair ve mütercimin, Vâsi Alisi'nin adı da Ali Çelebi idi. 1550 sıralarında Budin defterdarını da Ali Çelebi olarak görüyoruz. Ancak, aynı devirde bu iki kişiyi birbirinden ayıracak sıfatlar kullanılmaksızın, Ali Çelebi demediklerini farzetmemiz gerekir, zira, özellikle aynı resmi dairede bir karışıklığa neden olurdu.