4034 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Türkiye Cumhuriyetinin İlanı, Atatürk Devrimlerinin Başlangıcı

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 475-480 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-475
Tam Metin
Mustafa Kemal Paşa, Sultan'ın iradesiyle mıntıkada dahili asayişi iade etmek için, gerçekte Türkiye'yi yabancı işgalinden kurtarmak amaciyle, şaşılacak derecede geniş yetkiye (vâsi salâhiyete) sahip olarak Samsun'a hareket ettiğinde, bunun ancak tek bir kararla mümkün olacağını anlamıştı : "Hakimiyet-i milliyeye müstenit, bilâ kaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek". Bu maksatla Hükümete ve Padişah'a karşı ayaklanması gerekiyordu. Fakat milletin büyük bir kısmı ona hala canla başla bağlı olduğundan, gerçek hislerini saklamak zorunda kaldığını anladı. Bu nedenle Sultana sadakatını tekrarlayarak teyit etti ve Damat Ferit Paşa Kabinesiyle ilişkiler kesildikten sonra da bu durumunu devam ettirdi: "Namı namii Hazreti Padişahiye olarak kavanin-i mevzua dairesinde umur ve muamelat-ı devlet kemakân tedvir ve temşiyete devam olunacaktır". Yalnız en yakın arkadaşlarına, zaferden sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet olacağını söylemişti. İstanbul'da da "Cumhuriyet yapacaklar, Cumhuriyet!" diye bağıran Ali Rıza Paşa gibi bazı keskin görüşlü devlet adamları bunu anlamışlardı. Fakat Mustafa Kemal onlara yalnız inkılâpçı değil, aynı zamanda, kademe kademe yürüyerek hedefe vasıl olmağa çalışmak lazım geldiğini bilen büyük bir diplomat olduğunu göstermiştir.

Sumer, Babil ve Assur'lularda Hukuk, Kanun ve Adalet Kavramları ve Bunlarla İlgili Terimler

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 557-582 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-557
Çivi yazısı dünyada ancak 20. yüzyılın içinde yani son yüzyıl içinde çözülmüş ve okunabilmiştir. Belgelerinin bir çoğu vatanımızda bulunan ve yurdumuz ve tarihimiz ile doğrudan doğruya ilgisi ve bağı olan çivi yazısı ile insanlığa intikal eden zengin tarihi kaynakların Türk ilim adamları tarafından okunması, incelenmesi ve tarihi sentezler yapılabilmesi, milli bir kıvanç ile uluslararası araştırmalara katkıda bulunabilmesi ise, Atatürk'ün her alanda olduğu gibi tarih ve dil araştırmalarında da milli bir amaç ile ileri görüşlülüğü sayesinde ancak son otuzbeş yılın hazırlıkları sonucu mümkün olabilmiştir. Sümeroloji Assyrioloji ve Hititoloji gibi birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak birbirine bağlı bu ilgili sahalar Almanya'dan davet edilen en salahiyetli otoriteler tarafından Ankara ve İstanbul Üniversitelerinde 1936 yılında açılırken, bir taraftan da, bir çok ilim adamının bir an evvel yetişebilmesi için, bu sahaların araştırma merkezlerinin bulunduğu Almanya'ya da Türk gençleri gönderilmiştir. Bugün gerek Almanya'da gerekse yurdumuzda yetişmiş olan bu ilim adamları Ankara ve İstanbul üniversitelerinde kendilerinden sonra gelecekleri, yetiştirici durumundadır.

Early Works of the Architect Sinan

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 545-556 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-545
Tam Metin
Sinan İbni Abdülmennan, after nineteen years of distinguished service as a Janissary in the Ottoman Army of Süleyman the Magnificent, went on to a long career as architect, during which the large number of his works won for him the name of a builder and artist of genius whose name is writ large in the history of world architecture. Being a Janissary, Sinan was taken in his childhood or youth as a levy into the military corps. The registers of children taken in these levies were by the Aga of the Janissaries but they have not survived, having either been burned or perhaps destroyed along with everything else pertaining to the Janissaries, during the Vak'a-i Hayriye, the abolition of the Corps in the time of Mahmud II. For this reason, neither the date of Sinan's birth, nor his christian name, nor those of his parents are known. Although we have no certain knowledge of the architect Sinan's childhood, there are some clues. In the Tezkiret ül-Ebniye ("Book of Imperial Buildings") and the Tezkiret ül-Bünyan ("Book of Buildings") written down by his close friend the poet Nakkaş Mustafa Sa'i at Sinan's dictation, in the Tablet ül-Mı'marin ("Masterpieces of Architecture") compiled by Asari on the basis of SaTs works, and in Sinan's own deeds of bequest, we encounter certain facts which shed light on the matter.

Mimar Sinan'ın İlk Eserleri

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 533-544 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-533
Tam Metin
Sinan İbni Abdülmennan, Kanuni Sultan Süleyman zamanında on dokuz yıl yeniçeri olarak Osmanlı ordusunda çalışmış ve başarılı bir askerlik hayatını izleyen uzun mimarlık döneminde pek çok sayıda eser vererek dünya mimarlık tarihinin kütüğüne adını büyük harflerle kazdırtmış bir yapı ve sanat dehasıdır. Sinan yeniçeri olduğuna göre çocukluk ya da gençlik çağında devşirme asker ocağına alınmıştır. Devşirme çocukların kütükleri Yeniçeri Ağasınca saklanırdı. Bu defterler bugün elde yoktur. Ya yanmış, ya da yeniçeriliğin II. Mahmut zamanında Vak'ay-i Hayriye diye anılan hareketle ilgasında yeniçerilere ait her şey gibi bunlar da yok edilmiştir. Bu yüzden Sinan'ın gerçek yaşı, Hıristiyan adı, anasının ve babasının adı bilinmemektedir. Mimar Sinan'ın çocukluk çağına ait kesin bilgimiz yoksa da bu konuda bazı ipuçları vardır. Yakın arkadaşı olduğu anlaşılan Şair Nakkaş Mustafa Sa'i tarafından Sinan'ın son yıllarında ve onun ağzından kaleme alınan Tezkiret ül-Ebniye ile Tezkiret ül-Bünyan'da, Asari tarafından Sa'i'nin yazdığı tezkereler esas alınarak hazırlanan Tuhfet ül-Mi'marin'de ve Sinan'a ait vakfiyelerde duruma ışık tutan bazı bilgilere rastlıyoruz.

Atatürk Ulusçuluğu ve Geleneksel Kültür

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 527-532 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-527
Tam Metin
Cumhuriyetin ilânından elli yıl sonra geleneksel kültürü ulusçulukla eşdeşleştirme çabalarına tanık oluyoruz. Atatürk'ün en büyük amacı olan Ulus bütününü gerçekleştirme, yeni Osmanlılık taraftarlarının düşüncelerinde, değişik bir yorumla, bütün tükenmiş geleneksel tutumları neredeyse yeniden restore ederek varılacak bir olgu haline dönüşüyor. Bu bakımdan Atatürk'ün tanımladığı ulus kavramını gelenekle doğru ilişkiler içine yerleştirmek önemli bir sorun oluyor günümüz Türk kültüründe. Sadece bir ulus yaratmak değil, fakat geleceğin dünyasında erimeyecek bir kültür varlığına sahip olmak da bugüne kalmış Osmanlıların kurtulamadıkları kavram kargaşasından kurtulmakla kabil olabilir. Kurtuluş Savaşı Atatürk'ün "lider"liğinde anti-emperyalist bir büyük uğraş idi ve bütün ekonomik, politik, sosyal ve kültürel koşulları Geç Osmanlı toplum yapısı içinde oluşmuştu. Gerçek savaş ondan sonra başladı. Bu, kültür ortamının değişmesi, kültür dönüşümü savaşıydı ; bir tanımlar savaşıydı. Bu savaşı günümüzde, ve ne yazık ki Atatürk'ün güçlü politikasından mahrum olarak, sürdürmek zorundayız.

Türkiye Cumhuriyeti Donanmasının Ellinci Yılı

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 497-526 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-497
Tam Metin
Heybeliada'daki Mekteb-i Bahriye-i Şahaneye (Padişahın deniz okuluna) 1918 yılında en son bizim sınıf girmişti. Mütarekeden ötürü, ta Cumhuriyet dönemine kadar da başka öğrenci alınamamıştı. O yıl tepedeki Rum Ruhban Okuluna da el konulmuş ve bu binada, "Güverte ve Makina Namzed (Aday) Okulu" açılmıştı. İki yıl bu okulda hazırlık dersleri okunacak, ondan sonra da güverte öğrencileri Güverte Okuluna, makina öğrencileri de Makina Okuluna gideceklerdi. Böylelikle Ada'da Deniz Kuvvetlerine ait dört okul olmuştu. İskelenin yanındaki Güverte Okulu ile Namzet Okullarının müdürü Yarbay Şevket, yukarıdaki Makina Okulu ile bunun yanındaki Mızıka Okulunun müdürü de Kıdemli Yüzbaşı Ferit idi. Bahriye Nazırı Cemal Paşa, yönetim sorumluluğunu "Eti senin, kemiği benim" der gibi bu iki değerli subaya bırakmıştı. Onlar ne isterse yapacaklar, Cemal Paşa da bir dediklerini iki etmeyecekti. O kadar ki, öğrencilere ilişkin öğretim kurulunun verdiği kararların hiç bir temyizi yoktu, "kifayetsizdir" hükmü verilen her öğrenci bavulunu alıyor ve okulla ilişkisini kesiyordu.

Atatürk'ten Anılar

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 457-470 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-457
Tam Metin
Bunu Atatürk Hayatı ve Eseri adlı kitabımın önsözünde kısaca ele almıştım. Sonra karşılaştığım sorular dolayısıyle işin gerektiği gibi anlaşılmadığını gördüğümden daha açık yazmayı doğru buldum. Bir akşam Atatürk, bu adı almaya karar verdiğini söyledi ve düşüncemi sordu. "Mustafa Kemal adıyle parlak zaferler kazandınız, ün saldınız, çürümüş bir imparatorluktan dipdiri bir cumhuriyet çıkardınız, büyük devrimler yaptınız; bu adı bırakmak doğru olmaz." dedim. Atatürk yalnız şu karşılığı verdi: "İbn-i Sina'ya neden kızıyorsun?" Ben işi anlamış ve "Doğru." demiştim. Bunun anlamı şuydu: İbn-i Sina diye anılan Ebu Ali el-Hüseyin İbn-i Abdullah, Buhara yakınlarında Afşana'da doğmuştur. O sırada Mâveraü'n Nehr bir Türk ülkesiydi. Orada doğanların Türklüğü değil, Türk olmadığı sayı ortaya atılırsa bunun kanıtlanması gerekirdi. Ancak, hemen bütün Türk ünlülerinin Arap adları taşıması yüzünden karışıklıklar doğagelmektedir.

Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Kadını

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 481-484 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-481
Tam Metin
Atatürk'ümüzün Türk kadınına sunmuş olduğu devrim, Cumhuriyetimiz kadar önemlidir. Atamız : "Bir milletin yarısı, felce uğramış gibi bırakılmaz." demişti. "Kadın denilen varlık, bizatihi yüksek bir varlıktır." demişti. Cumhuriyetin ellinci yıldönümünde biz Türk kadınları, yuvamıza ve yurdumuza karşı sorumluluğumuzu nasıl anlıyor ve ne yapıyoruz? Sorumluluğun ne olduğunu, Atatürk'ün günlerce yemeden, içmeden ve uyumadan yazıp, günlerce söylediği Nutkun sonunda belirmiş görüyoruz: "Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir." Bu sözlerin dünya insanlığına ve Türk gençliğine sunulabilmesi için, Türk milleti yüzyıllar boyunca şehitler vermiş ve bu şehitleri de Türk anaları doğurmuştur.

Die Gründung der Türkischen Republik. Anfang der Reformen Kemal Atatürks

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 471-474 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-471
Tam Metin
Als Mustafa Kemal Pascha am 16. Mai 1919 nach Samsun abreiste, um Anatolien von der fremden Besatzung zu befreien, wusste er, dass der grösste Teil des Volkes dem Sultan-Kalifen noch treu ergeben war. Darum sah er sich gezwungen, seine wahren Gefühle zu verbergen. Wiederholt versicherte auch er ihm seine Verbundenheit. Nur gegenüber seinen engsten Freunden erwWınte er, dass nach errungenem Siege die Regierungsform der Türkei die Republik sein werde. Dies ahnten auch einige weitsichtige Staatsm,nner in Istanbul. So rief Grosswesir Ali Rıza Pascha in einem lichten Augenblick aus : "Sie werden die Republik errichten!" Mustafa Kemal aber zeigte ihnen, dass er nicht nur ein Revolutionr, sondern auch ein grosser Diplomat war, der sich darüber im klaren war, dass er sein Ziel nur schrittweise erreichen konnte.

Balat (Ortaçağ'da Miletos) Kentinin Ekonomik Canlılığının Kanıtları

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 297-304 · DOI: 10.37879/belleten.1973.147-297
Tam Metin
Son yıllarda, ortaçağ yapılarının duvar sıvalarına kazınmış resimlerin (graffiti) incelenmesi yeniden ilgi uyandırmıştır. Bu konudaki incelemeler, yazıtlar ve Batılı hacıların armaları, ya da çoğunlukla Hristiyan anıtları, kilise ve manastırların duvarlarına kazılmış ya da oyulmuş, akidographemata diye de adlandırılan gemi resimleri üstünde yoğunlaşmıştır. Gerçekten, dinsel yapıların duvarlarına resim kazınması, oyulması ya da çizilmesi, özellikle gemi resimleri, doğuda Isfahan'a, güneyde Nil'in ilk çağlayanına, kuzeyde Helsingör'e, batıda Ren vadisine dek uzanan yaygın bir uygulamadır. Bu resimlerin amacı ile ilgili olarak çeşitli nedenler sıralanabilir. Bir çok durumlarda, ortaçağa ilişkin ad ve arma resimleri, söz konusu kişinin belli bir yere geldiğinin belirtisinden öte bir anlam taşımıyordu. Kudüs ya da Sina'daki St. Catherine Manastırı gibi din bakımından önemli kutsal ziyaret yerlerinde ise bu resimler, ziyaretçilerin toplumsal durumlarını gösteren bir çeşit sembol oldukları ölçüde, dinsel görevin yerine getirildiğinin az ya da çok kalıcı kanıtlarıydılar. Araplar, özellikle göçebe Bedevi kabileleri, yapıların duvarlarına, kuyulara, vb. çeşitli desenlerde resimler kazıyarak ya da oyarak, bu yerlerin kullanımına ya da mülkiyetine ilişkin belli haklara sahip olduklarını gözle görülür bir biçimde ortaya koyuyorlardı. Bu tür resimlere genellikle evsâm (tekili vesm) denilmekte ve bir çok Doğu Akdeniz ülkesinde bunlara rastlanmaktadır.