4022 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Islâhat Çağında Osmanlı Halkının Dinî Hayatını “Islâh”a Yönelik Saçaklızâde’nin İlginç Bir Önerisi: “ ʻİlim ve ʻAmele Da’vet ve İcbâr”

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 211-240 · DOI: 10.37879/belleten.2018.211
Tam Metin
Bu çalışmada 17. ve 18. yüzyıllarda yaşamış bir Osmanlı taşra âlimi olan Saçaklızâde Muhammed el-Mar'aşî (ö.1732)'nin Mektûb ilâ ulemâi'l-bilâd ve Nasîhatü'l-ulemâ başlıklı iki risâlesindeki fi kirleri incelenmektedir. Saçaklızâde bu risâlelerinde yaşadığı dönemde Osmanlı toplumunda dinin geri plana itildiği, ulemâ ve ümerânın halkı din işlerine "da'vet" ve "icbâr" etme konusunda yeterince gayret göstermedikleri gibi dikkat çekici iddialar dile getirmektedir. Ayrıca o, bu risâlelerinde daha dikkat çekici bir husus olarak o dönemde ulemânın şeri'atı canlandırma (ihyâ), dini yenileme (tecdîd) ve müslüman halkın din işlerini düzeltme (ıslâh) lüzumunun doğduğunu öne sürmektedir. Şüphesiz ki bu fi kirler gerek bir âlim olarak onun ilmî zihniyeti, gerekse Osmanlı dinî-sosyal tarihi bağlamında çok önemli veri niteliğinde olup tahlil edilmeyi fazlasıyla hak etmektedir.

Çin ve Tibet Kaynaklarına Göre Göktürk Mitleri

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 51-82 · DOI: 10.37879/belleten.2018.51
Tam Metin
Göktürklerin mitolojisi daha önce bazı araştırmalarda incelenmiş ve bu mitolojiye ait anlatıların yer aldığı Çince metinlerin çevirilerinin çoğu yayımlanmıştır. Ancak bazı metinlerin Türkçeye yalnızca özetlenerek çevrildiği görülmüştür. Tibetçe bir belgede yer alan Göktürk mitleri ise bu bağlamda pek fazla incelenmemiştir. Bu çalışmada Göktürklere ait Çin ve Tibet kaynaklarında aktarılmış olan mitler incelenmiş, metinler arasında karşılaştırmalar yapılmış ve Türkçeye tam çevirisi yapılmamış bazı metinler üzerinde ayrıntılı bir şekilde çalışılmıştır. Göktürk mitlerini aktaran Çince ve Tibetçe metinler, çalışmanın sonunda ek olarak okuyuculara sunulmuştur.

1853-1856 Kırım Harbi’nde Osmanlı - Avusturya İlişkileri

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 241-264 · DOI: 10.37879/belleten.2018.241
Tam Metin
1853-1856 yılları arasında yaşanan Kırım Harbi, başlangıçta Osmanlı Devleti ile Rusya arasında başlayan ancak ilerleyen yıllarda İngiltere, Fransa ve Piyomente'nin de Osmanlı lehine dâhil olduğu bir savaş haline bürünmüştür. Bu süreçte Avrupa'nın diğer önemli güçleri olan Avusturya ve Prusya'nın Osmanlı Devleti ile birlikte savaşa girmemekle birlikte siyaseten Osmanlı Devleti'ne yakın durduklarını söylemek mümkündür. Bilhassa Avusturya, savaş müddetince Rusya'nın barış masasına oturtulması ve makul mütareke şartlarının sağlanabilmesi için girişimlerde bulunmuş, bununla da yetinmeyerek Osmanlı Devleti'nin hâkimiyet alanı içerisinde yer alan ancak savaşın başından itibaren Rus işgali altında bulunan Eflak-Boğdan topraklarının işgalden kurtarılması adına Osmanlı Devleti ile bir ittifak anlaşması imzalayarak Tuna'nın kuzeyindeki mücadeleye dâhil olmuştur. Savaş yıllarında Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında kurulan bu yakın siyasi ilişki sayesinde Rusya'nın savaşı devam ettirmek için Avrupa'da müttefik bulma imkânı ortadan kalkmış ve Rusya neredeyse tüm Avrupa ile ya savaş meydanında ya da diplomasi masasında mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca iki ülke arasında imzalanan 14 Haziran 1854 tarihli antlaşma ile savaşın ilk gününden itibaren Rus işgali altına giren Osmanlı Devleti'ne bağlı özerk Eflak ve Boğdan prenslikleri, Rus askerlerinin çekilmesinin ardından Avusturya birlikleri tarafından savaşın sonuna kadar denetim altına alınmıştır. İlaveten Viyana, Kırım Harbi müddetince taraflar arasında yapılan müzakerelerde diplomasi masasının merkezi olmuş, gerek 1853 yılı Temmuz ayında gerekse 1855 yılı Mart ayında mütareke görüşmeleri düzenlenmiştir. Nitekim çatışmalara son verilen 1 Şubat 1856 tarihli protokol de Viyana'da imza edilmiştir. Tüm bu gelişmeler Kırım Harbi süresince Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki açıktan veya dolaylı siyasi birlikteliğin ana hatları olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu çalışma Kırım Harbi yıllarında Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki ilişkileri ele almaktadır. Bu kapsamda Avusturya yönetiminin Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması karşısında takınmış olduğu tutum, savaşın sona erdirilmesi adına yapılan girişimler ve Viyana'daki diplomatik temaslar, Tuna'nın kuzeyinde Rus işgaline uğrayan Rumen prensliklerinin kurtarılması adına imzalanan 13 Haziran 1854 tarihli Osmanlı-Avusturya Antlaşması ve bu antlaşmaya bağlı olarak yaşanan gelişmelere değinilmektedir.

Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Grev Hakkı ve Ta’tîl-i Eşgâl Kanunu

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 265-294 · DOI: 10.37879/belleten.2018.265
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren her alanda geçirdiği değişim ve dönüşümle bağlantılı olarak iş, işçi ve işveren gibi kavramların da iş hayatında ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda modern çağın getirdiği ihtiyaçlar neticesinde oluşan icraatlar, işçilerin hak taleplerinde bulunmasına ve bazı karışıklıkların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Devletin ortaya çıkan yeni durumlar karşısında, nasihat yolu, kuvvet kullanma ve hukuki düzenlemeler ortaya koyarak kamu düzenini ve asayişi sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Nitekim işçilerin grev ve sendikal talepleri ile artan iş bırakma eylemleri ve devlet otoritesini bozacak çapta meydana gelen gelişmeler karşısında Osmanlı Hükümeti, II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte daha somut adımlar atma yoluna gitmiştir. Meselenin halledilebilmesi adına meseleye hukuki mecrada bir çözüm aranmıştır. Bu kapsamda işçilerin sorunlarına çözüm bulma ve taleplerini karşılama gayesiyle 9 Ağustos 1909'da Ta'tîl-i Eşgâl Kanunu çıkartılmıştır. Bu kanunun çıkmasına zemin hazırlayan süreçte şüphesiz, işçilerin ayaklanma girişimleri, grev ve çalışma şartlarına ilişkin artan seviyedeki talepleri önemli bir pay sahibidir. Makalemizde gerek 1909 öncesi ve gerekse 1909 Kanunu sonrası bu konuda vuku bulan gelişmeler, talep edilen grev ve sendikal haklar ile çıkartılan kararlar, dönemin arşiv belgeleri ışığında ele alınmıştır. Günümüzle karşılaştırılması bakımından Osmanlı döneminde geçerli hukuk metinleri ekseninde, konuya ilişkin önemli ölçüde istifade edilen bu belgeler tahlil edilmiştir. İşçilerin grev girişim ve isteklerine ilişkin çok ayrıntılı malumatın da verildiği bu makalede, araştırma eserlerinden de istifade edilmiştir.

Alman Misyonerliğinin Yakın Doğu’daki En Büyük Müessesesi: Suriye Yetimhanesi (1860-1917)

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 325-356 · DOI: 10.37879/belleten.2018.325
Tam Metin
19. Yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk çeyreği, Osmanlı Devleti'nde Batılı misyonerlerin en faal olduğu zaman dilimini ifade etmektedir. Osmanlı sınırları içerisinde misyonerlerin en fazla önem verdiği bölgelerden birisi de, üç semavî din 368 TÜRKÇE ÖZETLER mensuplarınca kutsal kabul edilen Kudüs ve çevresidir. Alman misyoneri Johann Ludwig Schneller tarafından Kudüs'te kurulan Suriye Yetimhanesi, bölgede yürüttüğü misyon çalışmaları, bakımı üstlenilen çocuklara verilen eğitim ve kurumun bünyesinde oluşturulan akademik birimler, atölyeler ve tarımsal işletmeleri ile bölgenin en büyük misyon kuruluşu olmuştur. Yetimhane kurulduğunda sadece erkek çocukların bakımı sağlanırken kısa bir süre sonra yetimhaneye kızlar ile gözleri görmeyen çocuklar da alınmaya başlanmış ve bu çocukların temel eğitimden mesleki eğitimlerine kadar bütün ihtiyaçları burada karşılanmıştır. Yetimhaneye her din ve milletten çocuk alınmış, ancak Kudüs'te bir "Protestan Arap orta sınıfı" oluşturmayı hedefl eyen Schneller ailesi, yetimhanede kalan çocukların büyük bir kısmını Protestan yapmışlardı. Üstelik yetimhaneye ait atölye ve tarımsal birimler zamanla öylesine büyümüştü ki, bir hayır kurumu olarak tesis edilen Suriye Yetimhanesi, 20. yüzyılın başlarında pek çok alanda üretim yapan bir ticarî işletme haline dönüşmüş ve bölgede Alman nüfuzunun yer edinmesinde önemli bir rol oynamıştı.

20. Yüzyılın Başında Biga’da Yangın Afeti ve Sosyal Yardımlaşma

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 295-324 · DOI: 10.37879/belleten.2018.295
Tam Metin
Tarihte insanların karşı karşıya kaldıkları pek çok afet bulunmaktadır. Bunlardan birisi de yıldırım düşmesi gibi doğal nedenler veya dikkatsizlik ya da sabotaj gibi insan eliyle meydana gelen yangınlardır. Çalışmada yirminci yüzyılın hemen başında Biga kasabasında kısa aralıklarla çıkan iki yangın konu edilmektedir. Her iki yangının çıkış nedenleri ve meydana getirdikleri zararlar belgeler ışığında ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır. Gerek yerel yöneticilerin gerekse merkezi hükümetin bu yangınlar karşısında ortaya koydukları tavır ve yapılması gerekenler noktasındaki fi kirleri de çalışmada incelenen konular arasındadır. Yine Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan dolayı her iki yangının da yaralarının sarılmasında gereken paranın büyük çoğunluğunun yardım toplama kampanyalarıyla halk tarafından karşılanması da incelenen noktalardan birisidir. Çalışmada Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nin çeşitli tasniflerindeki belgelerden, dönemin gazetelerinden ve araştırma eserlerinden faydalanılmıştır.

VAK’ANÜVİS HALİL NURİ BEY, Nûrî Tarihi, (Yayına Haz. Seydi Vakkas Toprak), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2015. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 292 · Sayfa: 1031-1036 · DOI: 10.37879/belleten.2017.1031
Halil Nuri Bey tarafından yaklaşık beş yıllık bir çalışmanın ardından kaleme alınmış olan Nûrî Tarihi, 1794-1799 yılları arasında meydana gelen olayları konu edinmektedir. Kronolojik sıralamaya dikkat edilen eserde, hem devletin resmî belgelerinden hemde önceki vak'anüvis Sadullah Enverî Efendi'nin notlarından yararlanılmıştır. Nûrî Tarihi, Osmanlı Tarihi'nin 1794-1799 yılları arasındaki beş yıllık döneminin ana kaynaklarındandır. Halil Nuri Bey, altı cilt olarak hazırlamış olduğu eserini tarihe karşı ilgi ve merakıyla bilinen Padişah III. Selim'e takdim etmiştir. Karşılığında III. Selim'den övgü ve atiyeler elde etmiştir.

Yukarı Seyhan Havzası - Yukarı Ceyhan Havzası Bağlantılarını Sağlayan Antik Yol Güzegahının Merkezi: Almadere (Elmedere) Geçidi

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 292 · Sayfa: 703-714 · DOI: 10.37879/belleten.2017.703
Tam Metin
Bu güzergah, Kuzey Mezopotamya'nın Kilikya'nın kuzeyinden, Toros Dağları içinden, Kapadokya bağlantısını sağlayan yoldur. Bölgedeki her güzergah ve her geçit, ticari kazanım açısından değerlidir. Bu çalışmada, Kilikya üzerinden Kapadokya ve Kuzey Mezopotamya'nın denize çıkan yolları üzerinde çok önemli bir geçit ve kavşak olan, Elmedere (Almadere) Geçidi'ni ve buradan geçen güzergahların gittikleri yönlerde bulunan yerleşim ve kalelerin tanıtılmasına çalışılmıştır. Antik dönemdeki ana yol güzergahlarından olan ve Yukarı Ceyhan Havzası - Yukarı Seyhan Havzası yollarını birleştiren Elmedere (Almadere) Geçidi'nin bağladığı yollar, Bağdaş Beli ve Mazgaç Beli'ne daha doğuda Meryemçil Beli'ne gider. Elmedere (Almadere) Geçidi'ni; Bağdaş Beli- Akyol (Ağyol)'a, Mazgaç Beli- kuzeye, Orta Anadolu'ya, Meryemçil Beli doğuya, Kuzey Mezopotamya'ya bağlar. En doğudan itibaren, Kuzey Mezopotamya ile Kültepe arasındaki direkt güzergahlardan olduğu muhtemel bu yoldan ilerlersek; Bağdaş Beli- Almadere (Elmedere) Geçidi (günümüzde Akçaluşağı Köyü Göller Yaylası civarındadır)- Akçaluşağı Köyü Esebeleni Mevki (Roma yerleşimi - nekropolü) - Tokmanaklı Köyü - Tapan Paşalı Köyü (Roma yerleşimi), buradan yol ikiye ayrılır; batıya dönen yol; Tenkerli - Uğurlubağ (Hefkereyebakan) - Kayadarlığı Geçidi'nden şimdiki Pınargözü Köyünün yukarısından geçerek, Üsküyen Geçidi'nin kuzeyine çıkar. Bir başka yol da Cevizlidere'den Çulluşağı Köyü'ne ve Üsküyen Geçidi'ne gider. Buradan Feke (Vahka)'ye, oradan da batıya yönelerek Marankeçili ve Mansurlu üzerinden Kayseri-Kültepe'ye uzanır. Esasen burası, Mezopotamya - Kültepe arasındaki önemli güzergahlardan biridir.

Ortaçağ İslam Dünyasında Köle Fiyatları

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 292 · Sayfa: 715-766 · DOI: 10.37879/belleten.2017.715
Tam Metin
Kölelik bütün yönleriyle eskiçağ, antikçağ ve erken ortaçağdan İslam dünyasına intikal etmiş ekonomik, sosyal ve kültürel bir kurumdur. Köle ticareti ise bu kurumun en canlı alanını teşkil etmektedir. Köleliğin ortaya çıkışından yirminci yüzyılın başlarında ortadan kaldırılışına kadar köle ticaretinin en ilginç alanını da şüphesiz ki köle fiyatları oluşturmaktadır. Ortaçağ İslam dünyasında iki çeşit köle fiyatı ile karşılaşılır. Bunlardan biri vasıflı köle fiyatları; diğeri ise vasıfsız köle fiyatlarıdır. Rakamsal olarak bu iki fiyat arasında büyük bir uçurum bulunmaktaydı. Zira zaman zaman önemli özelliklere sahip olan marifetli ve eğitimli bir köle veya aynı vasıflara sahip çok güzel bir cariye bir servete denk bir fiyata satılırken, anılan vasıflardan yoksun herhangi bir köle veya cariye aşırı düşük bir fiyatla satışa sunulabiliyordu. Ayrıca bu dönemde köle satışlarını, dolayısıyla da fiyatlarını birçok faktör etkilemkteydi. Bu faktörleri ise şöyle sıralamak mümkündür: Simsarlık işlemleri, coğrafî ve etniksel özellikler, eğitim ve yetenekler, kölelere duyulan ihtiyaç ve elden çıkarma zarureti, salgın hastalıklar ve topluca köle ölümleri, köle isyanları, doğal afetler (deprem, sel vs.), yıkıcı iç ve dış savaşlar, aşk ve estetikle ilgili özellikler, teşhir ve tanıtım faaliyeti (reklam), köle tacirlerinin yetenek ve güvenirliği, arz-talep ilişkisi, topluca köle kaçışları ve büyük miktarlarda köle azat etme faaliyeti.

Trees, Intestines and William The Conqueror

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 292 · Sayfa: 767-786 · DOI: 10.37879/belleten.2017.767
Tam Metin
Although founding dreams are a worldwide tradition in the chronicles of the Middle Ages, they have not taken attention enough. This article shows that, as a founding dream, the dream of William the Conqueror's mother is fi rstly crated by William of Malmesbury infl uenced by Classics and the dream interpretation tradition coming through Greeks. Later, Wace and Benoit, by preserving its frame, rewrite the dream in a way of which is more understandable to the twelfth century European common man. This article will uncover evidences through dream interpretation sources, mainly Artemidorus, and medieval European cultural fi gures, mainly Tree of Jesse. This is a possible scenario for how the dream of Herleva was created and developed.