469 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı Devleti 40
- Ottoman Empire 39
- Osmanlı 36
- Ottoman 30
- Osmanlı İmparatorluğu 16
- İstanbul 11
- İngiltere 10
- Ottoman State 10
- Ticaret 10
- Türkiye 10
Nâdiye YÂSÎN ABED, el-İttihâdiyyûn: Dirâse Te’rîhiyye fî Cuzûrihimi’l- İctimâ‘iyye ve Turûhâtihimi’l-Fikriyye (Evâhiru’l-Karni’t-Tâsi‘a Aşar – 1908) =[̱̱ الاتحاديون: دراسة ت أريخية في جذورهم الاجتماعية وطروحاتهم الفكرية (أواخر القرن التاسع عشر - ١٩٠٨], Dâru Mektebeti Adnân &, Dâru Safahât, Bağdat & Şam 2014. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 277-280 · DOI: 10.37879/belleten.2017.277
Özet
Adını, "İttihatçılar: Toplumsal Kökleri ve Düşüncelerine Dair Kronolojik Bir Araştırma (On Dokuzuncu Yüzyıl Sonları - 1908)" şeklinde tercüme edebileceğimiz kitap, asıl itibariyle 2006 yılında Prof. Dr. Kemal Mazhar Ahmed danışmanlığında Bağdat Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Beş bölümden oluşan eser, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin tarih sahnesinde yer aldığı dönem boyunca olup bitenlerin Arap dünyasına akademik bir soğukkanlılıkla tanıtılmasını amaçlamaktadır.
Türkiye Selçuklu Devleti’ne Tâbi‘ Devletler ve Tâbiiyet Hukuku Üzerine Bir Değerlendirme
Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 43-66 · DOI: 10.37879/belleten.2017.43
Özet
Tam Metin
Ortaçağ devletler hukukuna göre savaş veya sulh yoluyla bir devletin hâkimiyetini kabul eden hükümdar veya emîrler, klasik tâbiiyet (vasallık) şartlarını ve bu şartlardan doğan mükellefiyetleri yerine getirirlerdi. Avrupa, Uzak Doğu ve sair bölgelerde kurulmuş muhtelif devletlerde de mevcut olduğu görülen tâbiiyet hukukunun, Ortaçağ İslâm devletlerinde tezahür eden en önemli şart ve mükellefiyetleri, yıllık haraç vermek, metbû' hükümdar adına hutbe okutmak ve metbû' hükümdar asına sikke darp ettirmekti. Bunların dışında, metbû' hükümdar "sultan" unvanını taşırken, tâbi hükümdarın "melik" unvanını kullanması, metbû' hükümdarın sarayının kapısında günde beş nevbet çalınırken, tâbi hükümdarın üç nevbetle yetinmesi, metbû' hükümdar nezdinde hükümdar soyundan ve ekseriya tâbi hükümdarın oğullarından rehineler bulundurulması ve tâbi hükümdarın, her lüzum gösterdiği anda yardımcı kuvvetlerin başında metbû' hükümdarın hizmetine koşması gibi hususlar da klasik tabiiyet alâmetlerinden kabul edilmişti. Buna mukabil her tâbi hükümdar, metbû' hükümdarın menfaatlerini haleldar etmemek kayıt ve şartıyla iç ve dış işlerinde tamamıyla müstakil olup, üçüncü bir devletle harp veya sulh yapmakta, elçiler gönderip kabul etmekte serbest idi. Tâbiiyet hukukunun genel çerçevesi bu şekilde olmakla birlikte zaman zaman farklı uygulamalara da tesadüf edilmektedir. Bunun yanı sıra oldukça basit görünen metbû-tâbi ilişkileri, bazen oldukça karmaşık bir hale gelebilmiştir. Bu durumun yaşandığı devletlerden biri de Türkiye Selçuklu Devleti'dir. Bu dönemde çoğu zaman klasik tâbiiyet hukukunun cari olduğu görülse de gerek şekil gerekse mahiyet itibarıyla farklı uygulamalara da rastlanmaktadır.
Para Vakıfları Kapsamında Sosyo-Ekonomik Bir Analiz: Davudpaşa Mahkemesi Kayıtları (1634-1911)
Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 159-190 · DOI: 10.37879/belleten.2017.159
Özet
Tam Metin
Çalışmada para vakıflarının ekonomik işleyişi ve sosyal hayata katkıları incelenmiş, uygulama alanı olarak İstanbul Davudpaşa Mahkemesi sicil kayıtları seçilmiştir. Konunun Davudpaşa Mahkemesi kayıtlarıyla sınırlandırılması kendi içinde bir bütün oluşturabilme isteğidir. Bu kapsamda mahkeme tarafından 1634-1911 yılları arasında onaylanan para vakıfları ilk kaynağından incelenmiştir. Öncelikle siciller arasında bulunan 261 vakfiye değerlendirilmiş, konuya uygun olan 203 tanesi seçilmiştir. Seçilen vakfiyelerde vâkıflarca yerine getirilmesi istenilen şartlar, mümkün olduğunca sayısal verilere çevrilmiştir. Sonrasında, bu bilgiler tarih dönemlerine ayrılarak değerlendirilmiş ve günün sosyo-ekonomik koşulları ile karşılaştırılmıştır. Para vakıflarıyla ilgili yapılan çalışmalarda her ne kadar vakfiyeler kullanılmış olsa da konu, ağırlıklı olarak vakıf muhasebe kayıtları ve hüccetlerden hareketle ele alınmıştır. Bu çalışmada direkt vakfiyelerin kullanılması para vakıflarının kurulma amaçlarının anlaşılmasına yardımcı olurken diğer taraftan yapılmış olan hayır işlerinin kapsamını görmeye olanak sağlamıştır. Ayrıca araştırma başlıklarında, kadınların kurdukları vakıflar ve yardımlaşma sandıkları hakkında bilgiler de bulunmaktadır. Sonuç olarak çalışma, Davudpaşa Mahkemesi Sicilleri özelinde 277 yıl boyunca para vakıflarının işleyişini, değişim ve dönüşüm aşamalarını anlama gayretinden ibarettir.
Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Kıbrıs’ta İngiltere Konsolosluğu (1700-1800)
Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 89-134 · DOI: 10.37879/belleten.2017.89
Özet
Tam Metin
Avrupalı bir devletin tüccarlarının Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde serbestçe ticaret yapabilmesi için Osmanlı devletinin söz konusu Avrupalı devlete ahidname-i hümayun vermiş olması gerekliydi. Ahidname-i hümayun sayesinde dost devletler İstanbul'da elçi bulundurabilir, Osmanlı ticaret merkezlerinde konsolosluk kurabilir ve ahidname sahibi devletin tüccar ve tebası kendi bayrakları altında serbestçe ticaret yapabilirdi. Bir başka deyişle yabancı elçiler, konsoloslar, tüccar ve teba kapitülasyon şemsiyesi altında faaliyet gösterirdi. Bu çalışmanın temel amacı XVIII. yüzyılda Kıbrıs'ta görev yapan İngiliz konsoloslarını tespit ederek; bu yüzyılda konsolosların görev anlayışında yaşanan değişimi, Kıbrıs konsolosluğunun Halep'e bağlılığını, Kıbrıs İngiliz konsoloslarının diğer devletler adına yaptığı konsolos vekilliğini, Kıbrıs İngiliz konsolosların gelir kaynakları ile güvenliklerini ve XVIII. yüzyılda Kıbrıs'ta, kapitülasyon koruması altında faaliyet gösteren İngiliz tüccarların durumunu incelemektir. Çalışmada konuyla ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulunan defter ve belge koleksiyonları kullanılarak konu aydınlatılacak ve bu tür çalışmalarda Doğu Akdeniz'e ve Yakın Doğu'ya hâkim olan Osmanlı İmparatorluğu'ndan intikal eden kaynakların önemi vurgulanacaktır.
Osmanlı Ailesinin Savaşlarda Şehit Olan Üyeleri
Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 67-88 · DOI: 10.37879/belleten.2017.67
Özet
Tam Metin
Klasik dönem Osmanlı imparatorluğunun üzerinde yorum yapılan temel konularından biri de Osman'ın ailesine mensup erkek üyelerin taht kavgalarına karışmaları ve ülkenin içine düştüğü kaotik durumdur. Özellikle taht kavgalarının sonucunda ortaya çıkan kardeş katli meselesi ilgi çekici bulunmuş ve bu çerçevede konu daha çok öne çıkarılmıştır. Ancak Osmanlı ailesinin üyeleri, yetişmiş profesyonel yöneticilerin olmamasına da bağlı olarak, üstlendikleri askeri ve idari görevlerle imparatorluğun kuruluşunda önemli katkılar yapmışlardır. Gerek ordu komutanı olarak gerek ele geçirilen yerlerin yönetiminde sağladıkları bu katkılar kaynaklara ayrıntılı biçimde yansımıştır. Elinizdeki bu çalışmada da Osmanlı fetihlerine katkıda bulunmak üzere yapılan savaşlara katılarak önemli yararlılıklar gösteren ve savaş meydanlarında şehit olan aile üyeleri ele alınmıştır. Kaynakların derinlemesine incelenmesinden anlaşıldığına göre imparatorluğun özelikle ilk yüz yılında aileye mensup üyeler ordu komutanı olarak savaşlara katılmışlar ve bunlardan yedi tanesi savaş meydanında şehit olmuştur. Savaşırken hayatını kaybeden aile üyelerinin şehit olmalarına bağlı olarak kutsiyet atfedilerek mezarlarının türbe haline gelmesi ise hayli dikkat çekicidir.
18. Yüzyılda Girit’te Cizye Uygulaması ve Toplumsal Etkileri
Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 135-158 · DOI: 10.37879/belleten.2017.135
Özet
Tam Metin
Cizye, İslam egemenliği altında yaşayan kitap ehli gayrimüslimlerin şer'i esaslara göre ödemekle yükümlü oldukları baş vergisidir. Cizye uygulaması Osmanlı İmparatorluğu'nda vergi sisteminin önemli bir parçasıdır. Cizye uygulamasına ilişkin tespitler önemli bir vergi kalemini ele almamızı sağlar. Bunun yanı sıra sosyo-ekonomik yapıya ilişkin çok önemli verilere cizye kayıtları sayesinde ulaşılabilir. Girit'te Osmanlı egemenliğinde gerçekleştirilen cizye düzenlemeleri ve buna bağlı olarak oluşturulan cizye defterleri hem adanın nüfus yapısına hem de gayrimüslimlerin ekonomik statüsüne ilişkin temel kaynaklardır. Çalışmamızda Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulunan belgeler ve 18. Yüzyıl Girit Şeriye Sicilleri incelenerek bu döneme ilişkin cizye uygulamasının özellikleri aşağıdaki başlıklar çerçevesinde incelenmiştir. a-Cizye uygulamasında meydana gelen değişiklikler ve ortaya çıkan şikayetler. b-Cizye mükelleflerinin ve muafiyetlerin belirlenmesi. e.Vakıf köylerinde cizye uygulamasında mütevellilerin yol açtığı yakınmalar.
İlk Tunç Çağı’nda Batı Anadolu’da Üç Ayaklı Mutfak Kabının Yayılımı ve Gelişimi
Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 1-22 · DOI: 10.37879/belleten.2017.1
Özet
Tam Metin
Batı Anadolu'da İlk Tunç Çağı'nın önemli kap biçimlerinden bir tanesi olan üç ayaklı mutfak kapları pişirme geleneği ile ilgi önemli bilgiler vermesinin yanı sıra bölgede yer alan İlk Tunç Çağı yerleşimlerinin stratigrafilerinin çakıştırılmasında anahtar kap biçimleri arasında yer alır. Üç ayaklı mutfak kapları İlk Tunç Çağı'nın başından itibaren Batı Anadolu'nun sahil kesiminde yaygınken İç Kuzeybatı Anadolu'da ilk kez İlk Tunç Çağı II'nin son evresinde ortaya çıkar ve Erken İlk Tunç Çağı III'de tüm Batı Anadolu'da yaygın bir şekilde devam eder. Ocak kullanımına bağlı olarak Batı Anadolu'nun sahil kesiminde Geç İlk Tunç Çağı III ile birlikte, pişirme kabı olarak kullanımı neredeyse ortadan kalkan bu kap biçimi, yerini düz dipli küresel gövdeli çömleklere bırakmıştır. Ancak pişirmede farklı biçimlerde üç ayakların kullanımı devam etmiştir ve günümüzde bile örnekleri söz konusudur.
Urartu Krallığı’nda Din Görevlileri
Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 23-42 · DOI: 10.37879/belleten.2017.23
Özet
Tam Metin
Urartu Devleti M.Ö. I. binde Önasya'da güçlü bir devlet olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Urartuların egemen olduğu coğrafyada siyasi ve askeri üstünlüğünün yanı sıra dinsel alanda da önemli gelişmeler ortaya koydukları bilinmektedir. Arkeolojik verilerden Urartu dininde Meher Kapı kaya nişi, tapınaklar ve açık hava kutsal alanlar ile bu alanlarda gerçekleştirilen dini ayinlerin olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle söz konusu ayinlerde din görevlilerinin de önemli bir yeri olduğu kanaatindeyiz. Dini ritüellerde önemli bir yeri olan din görevlilerinin bir kısmının adına Urartu yazılı kaynaklarında rastlamaktayız. Yazılı kaynakların yanı sıra dönemin tasvirli eserleri de din görevlileri hakkında bize önemli veriler sunmaktadır. Bu çalışmamızda Urartulularda din görevlileri ile ilgili cinsiyet ve statü farklılığı gibi bazı sorulara açıklık getirilmiştir. Ayrıca din görevlilerin ritüeller esnasında yaptıkları işler, kendi aralarındaki iş bölümü de incelenmiştir. Böylelikle Urartu dini yaşamında önemli bir yeri olan din görevlilerinin dünyası aralanmaya çalışılmıştır.
19. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Tarikatların Devlet Otoritesi Karşısındaki Tutumları
Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 191-226 · DOI: 10.37879/belleten.2017.191
Özet
Tam Metin
Tarih boyunca devletin mutlak otoritesi, idari ve hukuki yaptırımları karşısında toplum içerisinde yer alan fert ve gruplar bir takım yollar ihdas etmek suretiyle kaçış yolları aramışlardır. Şeyh merkezli teşkilatlı yapılar olan tarikatların, şeyh ve dervişlerin de mutlak iktidar karşısında tabi/mâdun kesimlerden birisi olarak oldukça çeşitli metis yol ve yöntemleri geliştirdikleri görülmektedir. Meşâyihin bazen rasyonel, pratik ve pragmatik yani zahiri kanalları bazen de kendine has dinî, mistik yani bâtıni yolları kullanarak -dönemsel farklılıkları yadsımamak kaydıyla- otoritenin kurallarından, kurumlarından ve uygulayıcılarından kaçtıkları anlaşılmaktadır. Osmanlı arşiv vesikalarından yola çıkıldığında tarikat çevrelerinde gizlenme, kılık değiştirme, kaçma, savuşturma, devlet kurumlarına ve bürokrasi kanallarına nüfuz etmek suretiyle fayda sağlama, gerçek dışı beyanda bulunma, uzlaşma, çatışma, kanun boşluklarından faydalanma, simülasyon, taktik geliştirme, kurnazlık, hile vb. olmak üzere çok çeşitli metis yöntemlerinin kullanıldığı görülmüştür. Devlet-tarikat, toplum-tarikat ilişkilerindeki çok yönlülüğe işaret eden bu olaylar aynı zamanda söz konusu kesimlerin bir birlerine karşı geliştirdikleri davranış ve tutumların analitik bir yöntemle daha sağlıklı değerlendirilebilmesi için de ayrıca bir önem arz etmektedir. Osmanlı modernleşmesinin geleneksel kurum ve kuralların tasfiyesini dayattığı, merkezileşmenin hemen her alanda devlet güç ve otoritesini -modern anlamda- yeniden inşa ettiği bir dönemde meşâyihin kendisine çıkış yolu olarak gördüğü kaçış yolları kendi ikballleri kadar devlet ve toplumla olan ilişkilerinde de belirleyici olmuştur.
Türkiye’den Son Toplu Ermeni Göçü: Sancak Ermenilerinin Lübnan’a Taşınması 1938-1939
Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 243-276 · DOI: 10.37879/belleten.2017.243
Özet
Tam Metin
Türkiye'den son toplu Ermeni göçü 1939 yılında İskenderun Sancağı'nın Türkiye'ye geçmesiyle yaşandı. Ancak İskenderun Sancağı Fransız manda idaresi altında kaldığı süre boyunca burada bilinçli olarak demografik bir mühendislik uygulandı ve buraya sürekli olarak 1921-1922 döneminde Aandolu'dan Suriye ve Lübnan'a göç eden Anadolulu Ermeni mülteciler iskan edilmek süretiyle gayrimuslim nüfus Türk nüfusun aleyhinde olacak şekilde arttırıldı. Öyleki 1914 yılında yedi bin civarında olan Sancak'taki Ermeni nüfusu 1927 yılında dokuz bin, 1936 yılında ise yirmidört bin olmuştu. Bu süre zarfında bu kadar büyük oranda Ermeni nüfusunun artmasının sebebi Milletler Cemiyeti Mültecilere Yardım Ofisi'nin 1927 yılında başlattığı Suriye ve Lübnan'daki Emeni mültecileri yeniden iskan projesidir. Bu proje çervesinde halep ve Beyrut kamplarındaki kırk bin civarında Ermeni mülteci yeni inşa edilen semtlere taşındı. Bu proje kampsamında 1927-1936 yılları arasında İskederun Sancağı'ndaki şehir merkezleri ile kırsal alanlara toplmada on üç bin Ermeni iskan edildi. Ancak önce 1938 yılında Türkiye ve Fransa arasında yapılan antlaşma gereği Türk ordusunun İskednerun Sancağı'na girmesi ve 1939 yılında Sancak'ın idaresinini tamamen Türkiye'ye bırakılması neticesinde on sekiz bin civarında Ermeni Türk idaresindeki Sancak'ta yaşamaktansa Fransız idaresindeki Suriye ve Lübnan'da yaşamayı tercih ettikleri için Süriye ve Lübnan'a göç etti.