4009 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 4009
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 337
- Osmanlı 272
- Osmanlı İmparatorluğu 173
- Türkiye 148
- Osmanlı Devleti 138
- Türkler 137
- Anadolu 131
- Ottoman Empire 114
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 99
Stratford Canning’in Raporlarına Göre Sultan Abdülmecid ve Ona İngiltere Tarafından Verilen Dizbağı Nişanı (Knight of the Garter)
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 157-176 · DOI: 10.37879/belleten.2016.157
Özet
Tam Metin
Sultan Abdülmecid Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini korumak, Rus müdahalesini en aza indirmek ve devleti yeniden yapılandırarak, kendi kendine yetebilecek duruma gelebilmek için, İngiltere gibi güçlü bir devletin desteği ve yardımının önemine inanıyordu. Bundan dolayı, on dokuzuncu yüzyılın en yetenekli diplomatlardan biri olarak kabul edilen İngiltere'nin İstanbul'daki Büyükelçisi StratfordCanningile yakın bir diyalog ve dostluk kurmuştu. Onun Avrupa diplomasisi alanındaki tecrübelerinden istifade etmek istiyordu. İngiltere ise, Avrupa'nın siyasal statüsü ve güç dengesinin kendi aleyhine bozulmasına kayıtsız kalmasının bedelinin ağır olacağının farkındaydı. Bu karşılıklı beklentiler ikili ilişkileri geliştirdi ve Kırım savaşıyla birlikte en üst seviyeye çıkardı. Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin gelişmesinde kilit isim ise StratfordCanning oldu. Canning'in Osmanlı Devleti'nin dâhili ve harici birçok sorunuyla ilgilenmesi ve zaman zaman neticelerine tesir etmiş olması, onu sıradan bir diplomatlığın ötesine geçirmiştir. İngiltere'nin Osmanlı Sultanı üzerindeki nüfuzunu güçlendirmek için Dizbağı Nişanı iyi bir fırsattı. Nitekim Osmanlı-İngiliz ilişkileri 1856'da Sultan Abdülmecid'e Büyük Britanya asalet rütbelerinin en büyüğü sayılan Knight of the Garter (Dizbağı Nişanı) verilmesiyle doruk noktasına ulaştı. Dizbağı Nişanı İstanbul'da Kraliçe adına Büyükelçisi StratfordCanning tarafından takdim edildi. Bu alışılmışın dışında bir uygulamaydı. İlk kez bir Müslüman hükümdara ve aynı zamanda Müslümanların halifesine İngiltere'nin en büyük nişanı veriliyordu.
I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nde Tifüs (Lekeli Humma) Salgını
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 219-260 · DOI: 10.37879/belleten.2016.219
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nda sadece İtilaf Devletleri'ne karşı değil aynı zamanda salgın hastalıklara karşı da mücadele etmek durumunda kalmıştır. Bu hastalıklar içerisinde yer alan, insandan insana bitler aracılığıyla bulaşarak salgın haline gelen tifüs, binlerce insanının hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Özellikle Kafkas Cephesi'nde büyük tahribat yaptığı anlaşılan tifüsün kısa zamanda halkın içerisine sirayet ederek toplu olarak bulunulan mektep, hapishane gibi yerleri tehdit etmesi sonucu tehlikenin büyüklüğünün farkına varılmıştır. O günkü koşullar altında sefaletin etkisiyle hızla yayılan bu hastalığa karşı, devlet vakit kaybetmeksizin önlem almaya çalışmıştır. Temizliğin, salgının durdurulmasındaki işlevi göz önünde bulundurularak, temizleme evleri, hamamlar açılmış, halkın bilgilendirilmesine gayret edilmiştir. Ancak alınan tedbirlere rağmen su sıkıntısının ve sabun kıtlığının olduğu bir dönemde mücadelenin istenilen şekilde yürütülemediği aşikârdır. Hastalığın ciddiyeti nedeniyle bütün mülki amirlerin teyakkuza geçirildiği bu yıllarda, bitlerin imhası için imkânlar dâhilinde fırınlardan, tandırlardan, buğu sandıklarından, kükürt odalarından yararlanılma yoluna gidilmiştir. Hatta çoğunluğu sağlık görevlisi olmak üzere birçok kişiye, tifüse karşı kısıtlı şartlar altında hazırlanan aşılardan uygulanmıştır. Savaşın sonuna gelindiğinde tifüs mücadelesinde önemli bir mesafe kaydedilmiş olmakla birlikte bu durum o yıllarda yaşanan felaketin acılarını küllendirmeye yetmemiştir.
Berlin Antlaşmasından Sonra Müslümanların Karadağ’da Kalan Arazileri Meselesi
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 177-200 · DOI: 10.37879/belleten.2016.177
Özet
Tam Metin
Balkanlar XIX. yüzyılın getirdiği yeni fikirler ve siyasi akımların sonucunda Osmanlı hâkimiyetindeki milletler bağımsızlık için faaliyete başlamışlardır. Başta Rusya olmak üzere Osmanlı Devleti'ni paylaşmak isteyen Avrupalı devletler bu arzu ve istekleri desteklemişlerdir. Bu destek ve faaliyetler önce Yunanlıların Osmanlı Devleti'nden kopmuştur. Yunanlıları Bulgarlar, Sırplar ve nihayet Karadağlılar izlemiştir. Ancak bu faaliyetlerin getirdiği en önemli sorun bu bölgelerde yaşayan Müslüman nüfustu. Hıristiyan devletlerin ilk önceliği bölgelerindeki Müslüman nüfusu azaltmak olacaktır. Bu da büyük bir Müslüman nüfusun göç ettirilmesine sebep olmuştur. Fakat uygulanan bu politika göçmenler için sadece göç ettikleri bölgelerde verdikleri yaşam mücadelesi değil aynı zamanda geride bıraktıkları malları sorununu ortaya çıkarmıştır. Berlin Antlaşması bu anlamda büyük bir değişimi ortaya koymuş, göçmenlerin geride bıraktıkları malları garanti altına almıştır. Buradan hareketle makalede amacım Karadağ'ın Berlin Antlaşması ile bağımsız bir devlet olarak ilan edilmesinden sonra Karadağ topraklarında kalan bölgelerde yaşayan Müslümanların malları meselesini ele almak olacaktır. Karadağ Devleti'nin hâkimiyetinde yaşamak istemeyen ve çeşitli sebeplerle göç etmek zorunda bırakılan Müslümanlar Berlin Antlaşması gereği malları üzerindeki haklarını en azından gelirlerinde yararlanmak üzere devam ettirmeye çalışmaları ve yaşanan sorunlar makalenin temelini oluşturmaktadır.
Siyâsî Bir Projenin İzinde Bânilik: Mihrişah Vâlide Sultan’ın Îmar Faaliyetlerini Yeniden Okumak
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 85-102 · DOI: 10.37879/belleten.2016.85
Özet
Tam Metin
Mihrişah Vâlide Sultan'a, günümüz literatürü, diğer pek çok Valide Sultan için olduğu gibi, "dindar, hayırsever anne" rolünü biçmiştir. Bânisi olduğu, cami, mescit, imaret, mektep, bend, çeşme, sebil gibi çok farklı türlerde pek çok yapı tek tek ele alındığında, Mihrişah'ın bu rolü gayet başarılı biçimde üstlendiği söylenebilir. Ancak dönemin şartları, III.Selim'in siyâsî projesi ve buna yönelik imar faaliyetleri gözönünde bulundurularak, Mihrişah'ın imar faaliyetleri bütüncül biçimde ele alındığında, Mihrişah'ın Nizâm-ı Cedid projesi içerisinde oynadığı nispeten geri planda fakat oldukça aktif rol anlaşılabilir. III.Selim devrinde inşa edilen Üsküdar Kışlası dışındaki, Levend Çiftliği, Humbaracı ve Lağımcı Kışlası, Beyoğlu Topçu ve Toparabacı Kışlası gibi diğer kışlalarda bulunan dînî yapılar ve su câmi, mescit, hamam ve çeşme gibi yapıların bânisinin Mihrişah Vâlide Sultan oluşu, bu düşünceyi destekler niteliktedir. Bu çalışmanın esas amacı; Mihrişah Vâlide Sultan'ın îmar faaliyetlerine, literatürdeki yaklaşımdan farklı bir biçimde yaklaşarak, bâniliğini, III.Selim'in Nizâm-ı Cedid projesine verdiği destek bağlamında incelemektir.
Milli Mücadele Dönemi’nde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Tarafından Uygulanan Sosyal Politikalar
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 279-306 · DOI: 10.37879/belleten.2016.279
Özet
Tam Metin
Uzun yıllar süren savaşlar sonrasında başlayan ve üç yılı aşkın bir süre devam eden Türk Kurtuluş Savaşı, bilindiği üzere, çok zor maddi şartlar altında yaşam mücadelesi veren Anadolu'dan yürütülmüştür. Bu araştırmanın temel amacı, milli mücadelenin devam ettiği yıllarda TBMM Hükümeti tarafından, öncelikle savaş mağdurlarına olmak üzere, uygulanan sosyal politikaları tespit etmektir. Maddi anlamda büyük yoklukların yaşandığı ve neredeyse bütün kaynakların askeri harcamalara ayrıldığı bu dönemde, halk için yapılanlar diğer bütün dönemlere göre daha önemli ve anlamlıdır. Çalışmada TBMM Hükümeti'nin, resmi olarak devlet olmasının öncesinde, milli mücadele döneminin kendine has sorunları karşısında uyguladığı sosyal politikaları incelenmiştir. Öncelikli meselenin savaşın kazanılıp, bağımsızlığı elde etmenin olduğu bu dönemde, askeri harcamalardan sonra kalan her kuruşun halka hizmet için harcanması, takdire şayan bir olaydır.
Kula Meryem Ana Kilisesi Karamanlıca Mezar Taşları
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 103-122 · DOI: 10.37879/belleten.2016.103
Özet
Tam Metin
Kula'da Meryem Ana Kilisesi'nin yakın zamandaki restorasyonu sırasında bulunan bazı mezar taşları Karamanlıca olarak tabir edilen Yunan (Grek) harfli Türkçe metinlere sahiptir. Batı Anadolu'da Karamanlıca yazıldığı bilinen eserlerin şimdilik bilinmediği dikkate alındığında, Kula'daki örneklerin önemi daha da artıyor. Türkçe konuşan Kula'lı Ortodoksların bu mezar taşları, kilisenin 1837'de faaliyete geçmesinden itibaren yaklaşık 50 yıllık dönemi kapsıyor. Mezar taşlarının anıtsal boyutları, formları, tasarım ve süsleme özelliklerinin yanı sıra bir taşın birden fazla kişi için kullanılışı gibi hususlar, Kula'daki Hristiyanların mezar taşı geleneği hakkında bilgiler sunuyor. 1890'lı yıllardan sonra yapılmış mezar taşına rastlanılmaması bu dönemde kilise çevresinin kapasitesini doldurduğu veya kentte başka bir alanın mezarlık olarak tahsis edildiğini düşündürüyor. Taşlardan birinde Türkçe metnin hem Ermeni hem de Yunan harfleriyle yazılması ayrıca önem taşıyor.
An Example of Efforts to Increase Agricultural Output in the Ottoman Middle-East: the Irrigation Project of the Jaffa Valley
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 201-218 · DOI: 10.37879/belleten.2016.201
Özet
Tam Metin
In the 19th century, in regions that lay outside the agriculture lands along the shores of rivers in the Middle East, dry agriculture that was affiliated with seasonal precipitation was practiced. This situation meant that many productive lands were not farmed. The spread of agriculture production without being dependent on precipitation and an increase in production was only possible with a wide-ranging irrigation project. This paper takes as its basis the Middle East, which was limited in water resources and examines the irrigation projects that were developed for irrigated agriculture and gardening in Jaffa, a seaside Palestinian city; in addition, the concessions that were granted in this context will be examined. If we take into account that the conflicts affiliated with water sources in this region still continue today, the development of an irrigation project in a city like Jaffa, both from the aspect of the direction of state agricultural policies and for evaluating the settlement policies of the Jewish colonies, is extremely important.
Yabancı Okullar ve Kültürel Milliyetçilik: Bursa Amerikan Kız Koleji Tanassur Hadisesi (1928)
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 307-328 · DOI: 10.37879/belleten.2016.307
Özet
Tam Metin
Bu çalışma, Amerikalı misyonerlerin döneme ait yazışma ve raporları temelinde, tanassur hadisesini ve okulun kapatılış sürecini yeniden değerlendirmeyi hedeflemektedir. Bu değerlendirmenin ilk hedefi Amerikalı misyonerlerin, Protestanlık propagandası yoluyla tanassur hadisesine yol açıp açmadıklarını açıklığa kavuşturmaktır. Ayrıca bu çalışmada, tanassur hadisesi kapsamında Cumhuriyet önderlerinin yabancı okulları algılayış biçimlerine dair yerli basın ve bahsi geçen misyoner raporları üzerinden ipuçları aranmaktadır. Misyoner okulları konusu 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren yalnızca Osmanlı devlet ricalini ciddi manada meşgul etmekle kalmamış Cumhuriyetin erken dönemlerinde de güncelliğini korumuştu. Bursa Amerikan Kız Koleji'ndeki bazı Müslüman öğrencilerin din değiştirmesine binaen okulun 1928 yılında kapatılması, erken Cumhuriyet yıllarındaki yabancı okulların yeniden tanımlanması hususunda önemli bir kilometre taşı oldu. Birçok akademik araştırmaya konu olan Bursa Amerikan Kız Koleji'ndeki tanassur hadisesine dair yargılama süreci, çoğunlukla yerli kaynaklar ve hatıratlar ışığında aydınlatılmaya çalışılmıştır. Okulun kapatılması sıklıkla Cumhuriyet'in Tevhid-i Tedrisat temelindeki laik eğitim prensipleriyle bağdaştırılmıştır. Ancak yeni Türkiye'nin ulus inşa sürecinde harici dinamiklerin saf dışı bırakılması yönündeki adımlar, kültürel milliyetçiliğin önemli bir boyutu olarak algılanmalıdır.
Teşkilat-ı Mahsusa (Umur-ı Şarkıyye Dairesi)
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 286 · Sayfa: 1139-1144 · DOI: 10.37879/belleten.2015.1139
Özet
Ahmet Tetik meslekten tarihçi olmayıp Türk dili ve edebiyatı uzmanıdır. Lisans eğitimini Atatürk Üniversitesinde görmüş; doktorasını Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsünde yapmıştır. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığında (ATASE) arşiv şube müdürlüğünde bulunmuştur. Adıgeçenin, Balkan Savaşları (1912-1913), Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) ve Kurtuluş Savaşı (1919-1922) dönemleri hakkında yayına hazırladığı ATASE arşiv derleme kitap ve makaleleri mevcuttur. XII + 500 sayfa uzunluğundaki çalışma; sunuş, kuruluş ve kapatılış, İspanya-Fas 1914- 1916, Trablusgarp 1914-1916, Rusya 1914-1916, İran 1914-1916, Kafkas Cephesi 1914-1916, Ek Bilgiler (1. Fuat Balkan'ın Balkan Harbindeki Faaliyetlerine Dair Raporu, 2. Rusya'da Sakin Müslüman Türk Tatarların Haklarını Müdafaa Cemiyetinin 14 Kasım 1915 Tarihli Bildirisi, 3. İran Özel Komisyonu Raporu, 4. Harb-i Umumide Mücahiddin-i Mevleviye Alayı, 5. Ömer Naci Bey), Notlar ve Dizin bölümlerinden meydana gelmektedir. Birbirinden ilginç fotoğrafların yer aldığı eserde bibliyografya bulunmamaktadır. Ekler Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı alanlarında birçok araştırmacı için değerli mehazdır. Ele alınan konuların coğrafi kapsamı ve stratejik özellikleri göz önüne alındığında, kitapta tek bir harita, savaş planı veya cephe krokisinin bulunmayışı hayret-i muciptir. Ciddi bir eksiklik teşkil ettiği düşünülen bu konuda ATASE Haritalar-Albümler koleksiyonundan yararlanılabilecek olunması aşikardır.
Abbasîler Döneminde Yahudilerin Yüksek Din Eğitim Kurumları: Yeşivalar
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 286 · Sayfa: 847-876 · DOI: 10.37879/belleten.2015.847
Özet
Tam Metin
Yahudiler tarih boyunca yaşadıkları acı tecrübelerden sonra cemaat olarak varlıklarını devam ettirmek için eğitim faaliyetlerine önem vermişlerdir. Yahudilerde yüksek din eğitiminin verildiği yeşivalar, İslam öncesi dönemde kurulmuştu. Abbasîler döneminde Irak'ta Sura ve Pumbedita, Filistin'de ise kendi adı ile anılan (Filistin Yeşivası) yeşiva, herhangi bir engelle karşılaşmaksızın faaliyetlerine devam etmiştir. Yeşivalar ekonomik ihtiyaçlarını kendilerine bağlı cemaatlerden gelen aidât ve bağışlarla sürdürmüşlerdir. Yahudiler arasında yeşivalara yardım etmek, ayakta olduğu dönemde Bet ha-Mikdaş'a (Süleyman Mabedi) yapılan yardım kadar sevap kabul edilmiştir. Bu kurumlara yardım yapanlar ise yeşivalar tarafından günümüzdeki "fahri doktora"ya benzer, çeşitli payelerle ödüllendirilmişlerdir. Yeşivaların idarî görevi yanında din adamı yetiştirme, halkı eğitme, akademik çalışmalar yapma ve değişik cemaatlerden gelen sorulara fetvalar (responsa) verme gibi başka görevleri de vardı. Yeşivada eğitim-öğretimin planlanması ve uygulanması, gaonların yetkisindeydi. Yeşivalardan mezun olan öğrenciler ise cemaat hizmetlerinde din adamı ya da idareci olarak istihdam edilirlerdi. Abbasîler döneminde Kudüs'te Karaîlere ait bir yeşiva mevcuttu. Selçuklular'ın Kudüs'e hakim olmasından sonra (1071) kapanan yeşivada sadece İslam dünyası değil, başta Bizans olmak üzere dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Karaî cemaatleri için de din adamı yetiştirilmiştir. Yahudilerin dinî ve etnik kimliklerini kaybetmeksizin tarih boyunca varlıklarını sürdürmesinde yeşivaların büyük katkısı vardır. Bu kurumlardan yetişen öğrenciler cemaatlere hizmet yanında kendi dinî anlayışlarını geniş coğrafyaya yayma imkânı da elde etmişlerdir.