4022 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 4022
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 337
- Osmanlı 272
- Osmanlı İmparatorluğu 173
- Türkiye 148
- Osmanlı Devleti 139
- Türkler 137
- Anadolu 132
- Ottoman Empire 114
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 99
Yahudi Bilgin Saadya Gaon’un (ö.942) Eserlerinde İslamî Unsurlar
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 23-40 · DOI: 10.37879/belleten.2016.23
Özet
Tam Metin
İslam dünyasında Sa'id bin Yusuf el-Feyyumî olarak bilinen Saadya, Arapça eserler kaleme alan ilk Yahudi bilgindir. Saadya, Yahudi dininin Arap dili kullanılarak aktarılmasında kendisinden sonraki Yahudi bilginlerine de öncülük etmiştir. Hayatının tamamını Arap-İslam medeniyeti içerisinde geçiren Saadya, eserlerinde yoğun İslamî terim ve ifadeler kullanmıştır. Bu kullanımlar, Yahudiliğin Arapça ifade edilmesinde daha sonraki Yahudi bilginler tarafından standart hale gelmiştir. Kullanılan bu terimlerin ne kadarının Arap dilinin, ne kadarının İslam kültürünün etkisiyle olduğu tartışma konusudur. Bu durum her bir kavram ve tabire göre farklılık arz etmektedir. Bu makalede SaadyaGaon'un eserlerindeki İslamî kavram ve ifadeler ele alınıp bağlamlarına göre değerlendirilecektir.
Balkanlarda Uluslararası Bir Organizasyon: İslimye Panayırı
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 123-156 · DOI: 10.37879/belleten.2016.123
Özet
Tam Metin
İslimye panayırı, Osmanlı Devleti'nin Balkan topraklarında kurulmuş olup çok sayıda yerli ve yabancı tüccarın katıldığı uluslararası bir organizasyona dönüşmüştür. XVIII. yüzyılın başlarından itibaren faaliyetleri takip edilen panayır, genellikle bahar ve yaz aylarında kurulmuş, 4 ila 31gün süreyle açık kalmıştır. Panayırda imparatorluğun yakın ve uzak coğrafyasından getirilen mamul ve hammaddeler satışa sunulduğu gibi yabancı menşeli mallar da pazarlanmıştır.Ayrıca panayırda darphanenin hammaddelerinden olan sikke ve külçe alımı gerçekleştirilmiş, köle ticaretide yapılmıştır. Panayırda el değiştiren emtia dolayısıyla tahsil edilen vergiler, merkezi ve yerel ekonomi için önemli bir gelir kaynağı oluşturmuştur. Savaş, ihtilal ve isyanlar dolayısıyla zaman zaman faaliyetlerine ara vermek zorunda kalan panayırda en önemli sorunların başında güvenlik gelmekteydi. Zira yüksek bir ticaret hacmine sahip olan ve binlerce tüccarı buluşturan panayırda eşkıyalık olaylarıyla sık sık karşılaşılmaktaydı. Bu durumda merkezi idare, hem panayıra ulaşan yollar üzerinde hem de panayırın açık kaldığı süre zarfında asayişi sağlamaya yönelik bir dizi tedbir almıştır. Bu kapsamda bölgeye gönderilen askeri birlikler ile yerel idarecilerin katkılarıyla tüccarın can ve mal güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır. Güvenliğin yanı sıra tüccarın şikâyet ettiği bir başka konu da görevlilerin kanunsuz ve haksız vergi talepleri idi. Yerli ve yabancı tüccarın dile getirdiği bu sorun, kanunlar ve ahidnâme maddeleri çerçevesinde çözüme kavuşturulmuştur. Diğer uluslararası panayırlarda olduğu gibi İslimye panayırı da binlerce kişiyi aynı mekânda buluşturarak ticari işlevinin yanında sosyo-kültürel bir işleve de sahip olmuştur.
1916 ile 1919 Yılları Arasında Krakov Müstahkem Mevkii Hastanelerinde Osmanlı Askerleri (Polonya Kaynakları Işığında)
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 261-278 · DOI: 10.37879/belleten.2016.261
Özet
Tam Metin
1916 ile 1919 yılları arasında, o zamanki Krakov Müstahkem Mevkii hastanelerinde en az 50 Osmanlı askeri bulunmuştu. Bu askerlerin 47'si, 15. Kolordu subay, astsubay ve erlerinden oluşmaktaydı. İşbu birlik, 1916 ile 1917 tarihleri arasında Alman Güney Ordusu bünyesinde Doğu Galiçya Cephesinde savaşmıştı. Kalan üç asker ise, 1914 ile 1918 tarihleri arasında Kafkas Cephesinde savaşan birliklerde görev yapmış ve muhtemelen Rus esaretinden vatanlarına Polonya üzerinden dönerken 1919 yılında Krakov'a gelmişlerdi. Söz konusu askerlere ait ayrıntılı kimlik ve adres bilgileri, birbirinden bağımsız olarak oluşturulmuş iki arşiv kaynağında bulunmaktadır: Bunların birincisi, Krakov Türkolojisinin kurucusu Prof. Tadeusz Kowalski'nin Ekim 1917'de yazdığı not defteridir. "Materiały dialektologiczne tureckie, przewa˙znie niewydane" [Çoğunluğu Yayımlanmamış Türk Diyalektoloji Materyali] başlıklı bu defter, Krakov'daki Polonya Bilim Akademisi ve Polonya Yetenek Akademisi Bilim Arşivi'nde bulunmaktadır. İkincisi ise, Krakov Belediyesi Mezarlıkları Müdürlüğü Arşivi'nde muhafaza edilen "postmortem inceleme sertifikaları"dır. Bu iki kaynak üzerinde yapılan arşiv araştırması neticesinde, işbu makalede yer alan iki asker listesi oluşturuldu. Ayrıca, makalede askerlerin kimlik ve adres bilgilerinin yanısıra Galiçya Cephesiyle ilgili ve daha önce hiç yayımlanmamış şarkılar ile Krakov'da medfun Osmanlı şehitlerinin mezarlarıyla ilgili bilgiler sunulmaktadır.
Stratford Canning’in Raporlarına Göre Sultan Abdülmecid ve Ona İngiltere Tarafından Verilen Dizbağı Nişanı (Knight of the Garter)
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 157-176 · DOI: 10.37879/belleten.2016.157
Özet
Tam Metin
Sultan Abdülmecid Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini korumak, Rus müdahalesini en aza indirmek ve devleti yeniden yapılandırarak, kendi kendine yetebilecek duruma gelebilmek için, İngiltere gibi güçlü bir devletin desteği ve yardımının önemine inanıyordu. Bundan dolayı, on dokuzuncu yüzyılın en yetenekli diplomatlardan biri olarak kabul edilen İngiltere'nin İstanbul'daki Büyükelçisi StratfordCanningile yakın bir diyalog ve dostluk kurmuştu. Onun Avrupa diplomasisi alanındaki tecrübelerinden istifade etmek istiyordu. İngiltere ise, Avrupa'nın siyasal statüsü ve güç dengesinin kendi aleyhine bozulmasına kayıtsız kalmasının bedelinin ağır olacağının farkındaydı. Bu karşılıklı beklentiler ikili ilişkileri geliştirdi ve Kırım savaşıyla birlikte en üst seviyeye çıkardı. Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin gelişmesinde kilit isim ise StratfordCanning oldu. Canning'in Osmanlı Devleti'nin dâhili ve harici birçok sorunuyla ilgilenmesi ve zaman zaman neticelerine tesir etmiş olması, onu sıradan bir diplomatlığın ötesine geçirmiştir. İngiltere'nin Osmanlı Sultanı üzerindeki nüfuzunu güçlendirmek için Dizbağı Nişanı iyi bir fırsattı. Nitekim Osmanlı-İngiliz ilişkileri 1856'da Sultan Abdülmecid'e Büyük Britanya asalet rütbelerinin en büyüğü sayılan Knight of the Garter (Dizbağı Nişanı) verilmesiyle doruk noktasına ulaştı. Dizbağı Nişanı İstanbul'da Kraliçe adına Büyükelçisi StratfordCanning tarafından takdim edildi. Bu alışılmışın dışında bir uygulamaydı. İlk kez bir Müslüman hükümdara ve aynı zamanda Müslümanların halifesine İngiltere'nin en büyük nişanı veriliyordu.
I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nde Tifüs (Lekeli Humma) Salgını
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 219-260 · DOI: 10.37879/belleten.2016.219
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nda sadece İtilaf Devletleri'ne karşı değil aynı zamanda salgın hastalıklara karşı da mücadele etmek durumunda kalmıştır. Bu hastalıklar içerisinde yer alan, insandan insana bitler aracılığıyla bulaşarak salgın haline gelen tifüs, binlerce insanının hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Özellikle Kafkas Cephesi'nde büyük tahribat yaptığı anlaşılan tifüsün kısa zamanda halkın içerisine sirayet ederek toplu olarak bulunulan mektep, hapishane gibi yerleri tehdit etmesi sonucu tehlikenin büyüklüğünün farkına varılmıştır. O günkü koşullar altında sefaletin etkisiyle hızla yayılan bu hastalığa karşı, devlet vakit kaybetmeksizin önlem almaya çalışmıştır. Temizliğin, salgının durdurulmasındaki işlevi göz önünde bulundurularak, temizleme evleri, hamamlar açılmış, halkın bilgilendirilmesine gayret edilmiştir. Ancak alınan tedbirlere rağmen su sıkıntısının ve sabun kıtlığının olduğu bir dönemde mücadelenin istenilen şekilde yürütülemediği aşikârdır. Hastalığın ciddiyeti nedeniyle bütün mülki amirlerin teyakkuza geçirildiği bu yıllarda, bitlerin imhası için imkânlar dâhilinde fırınlardan, tandırlardan, buğu sandıklarından, kükürt odalarından yararlanılma yoluna gidilmiştir. Hatta çoğunluğu sağlık görevlisi olmak üzere birçok kişiye, tifüse karşı kısıtlı şartlar altında hazırlanan aşılardan uygulanmıştır. Savaşın sonuna gelindiğinde tifüs mücadelesinde önemli bir mesafe kaydedilmiş olmakla birlikte bu durum o yıllarda yaşanan felaketin acılarını küllendirmeye yetmemiştir.
Yabancı Okullar ve Kültürel Milliyetçilik: Bursa Amerikan Kız Koleji Tanassur Hadisesi (1928)
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 307-328 · DOI: 10.37879/belleten.2016.307
Özet
Tam Metin
Bu çalışma, Amerikalı misyonerlerin döneme ait yazışma ve raporları temelinde, tanassur hadisesini ve okulun kapatılış sürecini yeniden değerlendirmeyi hedeflemektedir. Bu değerlendirmenin ilk hedefi Amerikalı misyonerlerin, Protestanlık propagandası yoluyla tanassur hadisesine yol açıp açmadıklarını açıklığa kavuşturmaktır. Ayrıca bu çalışmada, tanassur hadisesi kapsamında Cumhuriyet önderlerinin yabancı okulları algılayış biçimlerine dair yerli basın ve bahsi geçen misyoner raporları üzerinden ipuçları aranmaktadır. Misyoner okulları konusu 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren yalnızca Osmanlı devlet ricalini ciddi manada meşgul etmekle kalmamış Cumhuriyetin erken dönemlerinde de güncelliğini korumuştu. Bursa Amerikan Kız Koleji'ndeki bazı Müslüman öğrencilerin din değiştirmesine binaen okulun 1928 yılında kapatılması, erken Cumhuriyet yıllarındaki yabancı okulların yeniden tanımlanması hususunda önemli bir kilometre taşı oldu. Birçok akademik araştırmaya konu olan Bursa Amerikan Kız Koleji'ndeki tanassur hadisesine dair yargılama süreci, çoğunlukla yerli kaynaklar ve hatıratlar ışığında aydınlatılmaya çalışılmıştır. Okulun kapatılması sıklıkla Cumhuriyet'in Tevhid-i Tedrisat temelindeki laik eğitim prensipleriyle bağdaştırılmıştır. Ancak yeni Türkiye'nin ulus inşa sürecinde harici dinamiklerin saf dışı bırakılması yönündeki adımlar, kültürel milliyetçiliğin önemli bir boyutu olarak algılanmalıdır.
Berlin Antlaşmasından Sonra Müslümanların Karadağ’da Kalan Arazileri Meselesi
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 177-200 · DOI: 10.37879/belleten.2016.177
Özet
Tam Metin
Balkanlar XIX. yüzyılın getirdiği yeni fikirler ve siyasi akımların sonucunda Osmanlı hâkimiyetindeki milletler bağımsızlık için faaliyete başlamışlardır. Başta Rusya olmak üzere Osmanlı Devleti'ni paylaşmak isteyen Avrupalı devletler bu arzu ve istekleri desteklemişlerdir. Bu destek ve faaliyetler önce Yunanlıların Osmanlı Devleti'nden kopmuştur. Yunanlıları Bulgarlar, Sırplar ve nihayet Karadağlılar izlemiştir. Ancak bu faaliyetlerin getirdiği en önemli sorun bu bölgelerde yaşayan Müslüman nüfustu. Hıristiyan devletlerin ilk önceliği bölgelerindeki Müslüman nüfusu azaltmak olacaktır. Bu da büyük bir Müslüman nüfusun göç ettirilmesine sebep olmuştur. Fakat uygulanan bu politika göçmenler için sadece göç ettikleri bölgelerde verdikleri yaşam mücadelesi değil aynı zamanda geride bıraktıkları malları sorununu ortaya çıkarmıştır. Berlin Antlaşması bu anlamda büyük bir değişimi ortaya koymuş, göçmenlerin geride bıraktıkları malları garanti altına almıştır. Buradan hareketle makalede amacım Karadağ'ın Berlin Antlaşması ile bağımsız bir devlet olarak ilan edilmesinden sonra Karadağ topraklarında kalan bölgelerde yaşayan Müslümanların malları meselesini ele almak olacaktır. Karadağ Devleti'nin hâkimiyetinde yaşamak istemeyen ve çeşitli sebeplerle göç etmek zorunda bırakılan Müslümanlar Berlin Antlaşması gereği malları üzerindeki haklarını en azından gelirlerinde yararlanmak üzere devam ettirmeye çalışmaları ve yaşanan sorunlar makalenin temelini oluşturmaktadır.
Siyâsî Bir Projenin İzinde Bânilik: Mihrişah Vâlide Sultan’ın Îmar Faaliyetlerini Yeniden Okumak
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 85-102 · DOI: 10.37879/belleten.2016.85
Özet
Tam Metin
Mihrişah Vâlide Sultan'a, günümüz literatürü, diğer pek çok Valide Sultan için olduğu gibi, "dindar, hayırsever anne" rolünü biçmiştir. Bânisi olduğu, cami, mescit, imaret, mektep, bend, çeşme, sebil gibi çok farklı türlerde pek çok yapı tek tek ele alındığında, Mihrişah'ın bu rolü gayet başarılı biçimde üstlendiği söylenebilir. Ancak dönemin şartları, III.Selim'in siyâsî projesi ve buna yönelik imar faaliyetleri gözönünde bulundurularak, Mihrişah'ın imar faaliyetleri bütüncül biçimde ele alındığında, Mihrişah'ın Nizâm-ı Cedid projesi içerisinde oynadığı nispeten geri planda fakat oldukça aktif rol anlaşılabilir. III.Selim devrinde inşa edilen Üsküdar Kışlası dışındaki, Levend Çiftliği, Humbaracı ve Lağımcı Kışlası, Beyoğlu Topçu ve Toparabacı Kışlası gibi diğer kışlalarda bulunan dînî yapılar ve su câmi, mescit, hamam ve çeşme gibi yapıların bânisinin Mihrişah Vâlide Sultan oluşu, bu düşünceyi destekler niteliktedir. Bu çalışmanın esas amacı; Mihrişah Vâlide Sultan'ın îmar faaliyetlerine, literatürdeki yaklaşımdan farklı bir biçimde yaklaşarak, bâniliğini, III.Selim'in Nizâm-ı Cedid projesine verdiği destek bağlamında incelemektir.
Milli Mücadele Dönemi’nde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Tarafından Uygulanan Sosyal Politikalar
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 279-306 · DOI: 10.37879/belleten.2016.279
Özet
Tam Metin
Uzun yıllar süren savaşlar sonrasında başlayan ve üç yılı aşkın bir süre devam eden Türk Kurtuluş Savaşı, bilindiği üzere, çok zor maddi şartlar altında yaşam mücadelesi veren Anadolu'dan yürütülmüştür. Bu araştırmanın temel amacı, milli mücadelenin devam ettiği yıllarda TBMM Hükümeti tarafından, öncelikle savaş mağdurlarına olmak üzere, uygulanan sosyal politikaları tespit etmektir. Maddi anlamda büyük yoklukların yaşandığı ve neredeyse bütün kaynakların askeri harcamalara ayrıldığı bu dönemde, halk için yapılanlar diğer bütün dönemlere göre daha önemli ve anlamlıdır. Çalışmada TBMM Hükümeti'nin, resmi olarak devlet olmasının öncesinde, milli mücadele döneminin kendine has sorunları karşısında uyguladığı sosyal politikaları incelenmiştir. Öncelikli meselenin savaşın kazanılıp, bağımsızlığı elde etmenin olduğu bu dönemde, askeri harcamalardan sonra kalan her kuruşun halka hizmet için harcanması, takdire şayan bir olaydır.
Kula Meryem Ana Kilisesi Karamanlıca Mezar Taşları
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 103-122 · DOI: 10.37879/belleten.2016.103
Özet
Tam Metin
Kula'da Meryem Ana Kilisesi'nin yakın zamandaki restorasyonu sırasında bulunan bazı mezar taşları Karamanlıca olarak tabir edilen Yunan (Grek) harfli Türkçe metinlere sahiptir. Batı Anadolu'da Karamanlıca yazıldığı bilinen eserlerin şimdilik bilinmediği dikkate alındığında, Kula'daki örneklerin önemi daha da artıyor. Türkçe konuşan Kula'lı Ortodoksların bu mezar taşları, kilisenin 1837'de faaliyete geçmesinden itibaren yaklaşık 50 yıllık dönemi kapsıyor. Mezar taşlarının anıtsal boyutları, formları, tasarım ve süsleme özelliklerinin yanı sıra bir taşın birden fazla kişi için kullanılışı gibi hususlar, Kula'daki Hristiyanların mezar taşı geleneği hakkında bilgiler sunuyor. 1890'lı yıllardan sonra yapılmış mezar taşına rastlanılmaması bu dönemde kilise çevresinin kapasitesini doldurduğu veya kentte başka bir alanın mezarlık olarak tahsis edildiğini düşündürüyor. Taşlardan birinde Türkçe metnin hem Ermeni hem de Yunan harfleriyle yazılması ayrıca önem taşıyor.