456 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı Devleti 39
- Ottoman Empire 39
- Osmanlı 36
- Ottoman 30
- Osmanlı İmparatorluğu 16
- İstanbul 11
- Ticaret 10
- Türkiye 10
- İngiltere 9
- Ottoman State 9
Kavalalı Mehmet Ali Paşa Yönetimine Karşı Filistin Muhalefeti
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 286 · Sayfa: 979-1002 · DOI: 10.37879/belleten.2015.979
Özet
Tam Metin
1831 yılında Osmanlı yönetimine isyan eden Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa Suriye ve Filistin bölgesinin yönetimini zorla ele geçirdi. Buralarda merkezi otoriteyi güçlendirmeye, vergi sistemini düzenlemeye ve zorunlu askerlik sistemini uygulamaya çalıştı. Bu faaliyetleri bölge halkını tedirgin etti. İnsanların tepkisi kısa sürede büyük bir isyana dönüşerek Mısır yönetimini oldukça zor bir durumda bıraktı. Biz bu çalışmamızda Mısır yönetiminin Filistin'de tesis etmeye çalıştığı idari sistemin Filistin halkını nasıl etkilediğini ve bu etkinin neden bir isyana dönüştüğünü anlatmaya çalışacağız.
Kitâb-ı Müntehab Fî’t-Tıbb ‘Alâ’im-i Cerrâhîn’in Kaynaklarından Birisi Olarak Kabul Edilebilir mi?
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 431-472 · DOI: 10.37879/belleten.2015.431
Özet
İlk Türkçe tıp yazmaları arasında sayılan Kitâb-ı Müntehab fî't-tıbb ve 'Alâ'im-i Cerrâhîn Anadolu'da telif ve tercüme edilmiş iki önemli tıbbî yazma eserdir. Yapılan çalışmalar Abdülvehhâb bin Yûsuf ibn-i Ahmed el-Mardânî'nin Kitâb-ı Müntehab fî't-tıbb adlı eserinin 1420 yılında yazıldığını ortaya koyarken, Cerrâh İbrâhîm'in 'Alâ'im-i Cerrâhîn'in saptanabilen en erken tarihli nüshası ise 1505 tarihini taşımaktadır. Adı geçen iki eser arasında oldukça önemli bir zaman farkı bulunmasına rağmen, araştırmalarımız sırasında, birbiriyle çok benzerlik gösteren ortak bazı bölümlerin bulunduğu görülmüştür. Kitâb-ı Müntehab fî't-tıbb ve 'Alâ'im-i Cerrâhîn arasında saptanan bu oldukça ilginç ve araştırmaya değer bulguların karşılaştırılarak değerlendirilmesi bu makalenin konusunu oluşturmuştur.
GLENDA ABRAMSON, Soldiers’ Tales: Two Palestinian Jewish Soldiers in the Ottoman Army during the First World War (London & Portland, OR: Vallentine Mitchell, 2013) 283 s. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 783-786 · DOI: 10.37879/belleten.2015.783
Özet
Glenda Abramson'un çalışması Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunda askerlik hizmetlerini yapmış olan iki Filistinli Musevinin günlükleri hakkındadır. Bu Osmanlı Musevileri, Yehuda Amon ve Haim Nahmias'tır. Yehuda Amon, hem Filistin'de hem de Anadolu'da askerlik yapmıştır. Haim Nahmias ise sadece Anadolu'da bulunmuştur. Abramson, Amon ve Nahmias'ın günlüklerini İbraniceden İngilizceye tercüme etmiş ve kritik edisyon (edition critique) olarak yayınlamıştır. Abramson, iki günlükten yola çıkarak Birinci Dünya Savaşı'nın, Filistinli Musevileri nasıl etkilediğini anlamaya çalışmaktadır. Bu çalışma, savaş sırasında Osmanlı ordusunda görev yapan gayrimüslimlerin serüvenlerinin anlaşılması açısından da tarihçiye bir fikir vermektedir. Her iki günlükten anlaşılan Osmanlı ordusuna çok katı bir disiplin anlayışının hâkim olduğudur. Günlükleri kaleme alanların anlattıklarına göre hem Müslüman askerler hem de gayrimüslim erler, zaman zaman kötü muameleye maruz kalmışlardır. Burada dikkati çeken husus kötü muamele söz konusu olduğunda Müslim - gayrimüslim ayrımının olmayışıdır.
TYB Akademi: Osman Turan ve Selçuklular Özel Sayısı, Yıl: IV, Eylül 2014, S. 12, 200 s. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 787-790 · DOI: 10.37879/belleten.2015.787
Özet
Osman Turan (1914-1978) Türkiye'de Selçuklu tarihçiliği denildiğinde ilk akla gelen ilim adamlarındandır. 2014 yılının Osman Turan'ın 100. doğum yıldönümü olması vesilesiyle Türkiye Yazarlar Birliği Akademi: Dil Edebiyat ve Sosyal Bilimler Dergisi bir "Osman Turan ve Selçuklular" özel sayısı hazırladı. 200 sayfa hacmindeki bu özel sayıda toplam on yedi yazar, araştırmacı ve akademisyenin Osman Turan ve Selçuklu tarihini konu alan makaleleri yayınlandı. "Osman Turan ve Selçuklular" özel sayısının "sayı editörlüğü"nü Prof. Dr. Gülay Öğün Bezer yapmış. Dergide makalesi bulunan yazarlar ise şunlardır (yayınlanış sırasına göre): D. Mehmet Doğan, Abdurrahim Tufantoz, Gülay Öğün Bezer, Birsel Küçüksipahioğlu, Ebru Altan, Muallâ Uydu Yücel, Muharrem Kesik, Abdülkerim Özaydın, Sadi S. Kucur, Mustafa Alican, Emine Uyumaz, Ali Birinci, Salih Yılmaz, Murat Nalçacı, Celil Güngör, Fatih Gökdağ, Ali Birbiçer ve Albey Abazov.
Silifke Müzesi’ndeki Kilise Formlu Mezar Taşı
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 421-430 · DOI: 10.37879/belleten.2015.421
Özet
Tam Metin
Kilise formlu mezar taşı, Mersin'in Silifke İlçesi'ne bağlı Taşucu Kasabası'ndaki Rum Kilisesi nartheksinin batı cephesi önünde bulunmuştur. Silifke Müzesi'ne 27.12.2005 tarihinde kazandırılan eser, kireçtaşından yapılmıştır. Ön yüzünde bir niş ve yazıt, arka yüzünde ise üç apsis yer alır. Apsislerden ortadaki, diğerlerine kıyasla daha geniş ve yüksektir. Yazıtından anlaşıldığı kadarıyla mezar taşı 16 Aralık 1891 yılında ölen Demetrios oğlu Eleutherios için yapılmıştır. Üzerinde harç izleri olan mezar taşının üst bölümü düzleştirildiği için hangi örtü sistemine sahip olduğu belli değildir. Taşuculu mezar taşı gibi mimari forma sahip taştan eserler Kafkasya'da 7.-17. yüzyıllar arasında yaygın olarak yapılmış ve bani tasvirlerinde yaptıranın elindeki kilise modeli, bazı kiliselerin çatı mahyasının başlangıcında süsleme amaçlı akroter, mimarlar tarafından inşa edecekleri kiliselerin küçük maketi ya da röliker olarak kullanılmışlardır. Erken Hıristiyanlık-Bizans Dönemi ve sonrasında Doğu ve Batı Hıristiyanlığı'nda kubbeli, kare içinde haç ya da bazilikal planlı kilise formuna sahip eserler madenden yapılmış ve artophorion, buhurdan, röliker ya da aydınlatma aracı olarak kullanılmıştır. Taştan kilise formundaki farklı işlevlere sahip eserlerin Erken Hıristiyanlık-Bizans Dönemi ve sonrasında Ermeniler, Bizans sonrası dönemde ise Rumlar tarafından yapıldığı görülmektedir. Anadolu'nun kuzeyinde Trabzon, Hagia Sophia ve Giresun Müzesi bahçesinde Taşucu örneğine benzeyen mezar taşları dikkat çeker. Bunlar ön cephesi nişli, arka cephesinde bir ya da üç apsisli eserlerdir. Düz ya da beşik veya kırma çatılı, az da olsa haç kolları beşik çatılı Yunan haçı formunda çatıya sahiplerdir. Yunanca yazıt ve tarihleriyle 19.yüzyıl sonu20.yüzyıl başında yapıldıkları anlaşılan mezar taşları Rumlara aittir. Silifke Müzesi'nde Taşucu mezar taşının yanı sıra Ulugöz Köyü'nden getirilen kapalı Yunan haçı formlu benzer bir örnek yer alır ve röliker olarak değerlendirilir. Taşucu mezar taşı kilise içinde ya da yakınındaki, yazıtında adı geçen Eleutherios'un mezarı üzerinde yer almış olmalıdır. Ait olduğu mezardan alınan taş, daha sonra 19.yüzyıl ikinci yarısına tarihlendirilen Rum Kilisesi'nin birden fazla evreye sahip nartheks duvar örgüsünde 19.yüzyıl sonları-20.yüzyıl başları arasında tekrar kullanılmış olmalıdır. Mezar taşında bu kullanıma yönelik harç izleri bulunmaktadır. Mezar taşının üst örtüsünün nasıl olduğuna dair konuşmak zordur. Ancak Trabzon ve Giresun'daki benzer örneklere bakarak düz ya da beşik çatılı olduğu düşünülebilir. Silifke Müzesi'nde yer alan ve yazıtıyla 16 Aralık 1891 yılında ölen Demetrios oğlu Eleutherios'a ait olduğu anlaşılan mezar taşı, 19.yüzyılda Anadolu'daki Osmanlı Dönemi Hıristiyan Mimarisi'nde en çok kullanılan bazilikal planlı kilise formuyla ve işleviyle Kafkasya'da yapılan kare içinde haç planlı ya da kubbeli plana sahip örneklerden ayrılmaktadır. Trabzon ve Giresun'daki Rum mezar taşlarıyla birlikte Taşucu mezar taşı, daha çok Rumların bu türe kazandırdıkları bir çeşitleme olarak kabul edilmelidir.
Osmanlı Döneminde Hacı Bektaş Veli Sülalesi: Çelebiler
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 501-530 · DOI: 10.37879/belleten.2015.501
Özet
Tam Metin
Velayetname'ye göre Hacı Bektaş Veli evlenmemiş ve nesli de devam etmemiştir. Ancak O'nun neslinin devam ettiğine ilişkin bazı iddialar ortaya atılmıştır. Bunlar Hacı Bektaş Veli'nin gerçekten evli olduğuna dair veya abdest alırken burnundan akan kanın damlaması ve bunu içen Kadıncık Ana'nın hamile kalması neticesinde Hacı Bektaş Veli'nin soyunun buradan devam ettiği ile ilgili menkıbeler ve "Hacı Bektaş Veli evli değildi" ifadesiyle kasdın O'nun evlenmediği değil Allah'tan başka her şeyle ilgiyi kestiği anlamında olduğu gibi bazı söylemlere dayanmaktadır. Araştırmalar en geç 15. yüzyılın ikinci yarısında Çelebilerin Hacı Bektaş evlatları ve O'nun yasal varisleri olarak kabul edildiğini ortaya koymaktadır. Osmanlılar da çelebilerle ilgili bu toplumsal kabulü aynen onaylamıştır. Çelebi ailesinin nüfusu 16. yüzyıl sonlarında 15 kişi, 18. yüzyıl sonlarında ise 13 kişi iken bu rakam 1896-1899 yıllarında 14 haneye (ortalama 70 kişi) yükselmiştir. 1840 yılında Hacıbektaş kazasında yapılan temettuat sayımlarında "çelebi" unvanlı veya "Hacı Bektaş evladı" adı altında kimsenin bulunmaması veya bu unvanların ihmal edilmesi dikkat çekicidir. Sülale mensuplarının atalarından devraldıkları emlak ve arazilerin toplam değeri ise 1896-1899 yıllarında 334.500 kuruş olarak tespit edilmiştir. Bu arazilerden Tanzimat'a kadar vergi alınmazken Tanzimat'la beraber vergi muafiyeti kaldırılmış ve 1863-1900 yıllarında 1522 kuruş vergi alınmıştır. Ancak sülale mensupları kendilerine Tanzimat öncesi tanınan ayrıcalığın devam etmesi ve tarh edilen verginin alınmaması için ilgili mercilere sürekli olarak itiraz dilekçeleri vermişlerdir. Verdikleri mücadele nihayet sonuç vermiş ve Rumi 1317 (Miladi 1901-1902) senesi için hazırlanacak bütçeye ek bir meblağ konarak bu verginin devlet tarafından karşılanması sağlanmıştır. Bununla beraber ileriki yıllarda çelebilerden vergi istenmeye yine devam edildiği görülmektedir.
Akıncı Ocağına Dair Önemli Bir Kaynak: 625 Numaralı Akıncı Defteri Üzerine Bazı Düşünceler
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 473-500 · DOI: 10.37879/belleten.2015.473
Özet
Tam Metin
Osmanlı öncü kuvvetleri içerisinde önemli bir yere sahip olan Akıncılar, sınır boylarını düşmandan korudukları gibi yaptığı akınlarla söz konusu kuvvetlerin etkisiz hâle getirilmesinde, Rumeli'nin Türkleşmesi, İslâmlaşması ve dolayısıyla iskân sürecinde önemli katkılarda bulunmuşlardır. Akıncı Ocağına ait bilgi veren en önemli kaynak gruplarından biri, Akıncı defterleridir. Şu ana kadar bu kaynak grubundan üç adet defter hakkında malumat vardır. Bu defterlerden ikisi (1472 ve 1560 tarihli) Sofya Milli Kütüphanesi'nde, bir diğeri ise (1586 tarihli) İstanbul Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde muhafaza edilmektedir. Bu makalede, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Tapu Tahrir Defterleri Kataloğunda 625 numarayla muhafaza edilen ve üçüncü defter olan H.994/M.1586 tarihli defter ele alınmıştır. Söz konusu defter içerisindeki veriler, yapılan incelemeler neticesinde sorgulanmış ve Akıncı Ocağı hakkında önemli bilgilere ulaşılmıştır. Defterin tahlili neticesinde Rumeli Eyâletine bağlı Niğbolu, Silistre, Kırkkilise, Çirmen, Paşa (Sofya), Köstendil, Vidin ve Üsküb sancaklarında akıncıların bulunduğu yerleşim birimleri tespit edilebildiği gibi, Ocağın teşkilâtlanmasında etkili Ocak görevlilerine ve akıncıların sosyo-ekonomik hayatlarına (isimleri, meslekleri, nerden geldikleri vs.) dair önemli bilgilere de ulaşılmıştır. Bu yönüyle makale, şu ana kadar Akıncı Ocağı hakkında yapılan çalışmalara katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Sultan Birinci Mahmud Dönemi Osmanlı-Rus Siyasi İlişkileri
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 589-610 · DOI: 10.37879/belleten.2015.589
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren pek çok devletle karşılaşmış ve onlarla askerî, siyasî, ticarî ve diplomatik münasebetlerde bulunmuştur. Fetih politikasını batı yönünde belirleyen devletin karşısına çıkan önemli rakiplerden biri de Rusya'dır. İki ülke arasında ilk kez XV. yüzyılda başlayan münasebetlerin ilk dönemlerinde yükselme devresini yaşayan Osmanlılar, Ruslara göre her açıdan üstün durumdadır. XVI. ve XVII. yüzyıllarda bu üstünlüğünü koruyan ve bunu yaptığı savaş ve antlaşmalara yansıtan Osmanlılar, XVIII. yüzyıldan itibaren eski güç ve otoritesini kaybetmeye başlamıştır. Bu çalışmada iki devlet arasında Sultan I. Mahmud dönemindeki (1730-1754) ilişkiler, taraflar arasında yaşanan 1736-1739 Osmanlı-Rus savaşları çerçevesinde incelenmiştir. Osmanlı Devleti bu devrede bir önceki döneme göre önemli bir toparlanma süreci geçirmiştir. Sultan Birinci Mahmud'un saltanatının başlarında bir taraftan İran ile savaşlar devam ederken, Rusya'nın Azak ve Kırım'a saldırısıyla başlayan Osmanlı-Rus savaşları Avusturya'nın da Ruslarla ittifakı sonucu üçlü bir savaşa dönüşmüştür. 1736 yılında başlayan bu savaşlarda Osmanlı Devleti Sultan Birinci Mahmud'un başarılı politikaları sayesinde iki devlete karşı üstün gelebilmiş ve Osmanlı tarihinin son kazançlı antlaşması olan Belgrad Antlaşması'nı iki devlete ayrı ayrı imzalatmayı başarmıştır. Antlaşma ile Ruslara karşı önemli üstünlük ve avantajlar sağlandığı gibi aynı zamanda taraflar arasında 29 yıl sürecek uzun bir barış döneminin de temelleri atılmıştır.
Klasik Dönem Osmanlı Devleti’nde Uygulanan Kürek Cezasının Hukuki Tahlili
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 531-558 · DOI: 10.37879/belleten.2015.531
Özet
Tam Metin
Mühimme Defterlerinde sıklıkla görülen kürek cezası, nitelikli hapis cezası şeklinde görülen tazir cezasıdır. Kural olarak asli ceza olarak kullanılan ceza, bedeli ve nadiren de olsa tekmili ceza olarak uygulanmıştır. Tatbik yerine göre değerlendirildiğinde, kürek cezasının bedeni ve hürriyet kısıtlayıcı ceza olduğunu belirtebiliriz. Mezkûr cezanın şiddet seviyesi çok yüksektir; bu cezanın idam cezasından sonra en şiddetli ceza olduğunu söyleyebiliriz. Prensip itibariyle kanunilik ilkesine uygun bir şekilde uygulanan kürek cezası, kadınlar ve köleler dışında toplumunun tüm kesimleri için hükme bağlanabilmiştir. Şahsilik ilkesi de kürek cezası açısından kural olarak uygulanmıştır. Ancak "nefse" kefalet müessesesi, kürek cezasının şahsilik ilkesine istisna oluşturmaktadır. Kürek cezası, cezanın amacını açıklamaya çalışan neticeci teoriye ve umumi caydırıcılık teorisine uygun olarak kullanılmıştır. Bu ceza Divan-ı Hümayun ve/veya padişah emri ile hükmedilen bir cezadır. Padişahın bu konudaki yetkisi, cezanın affı konusunda da kendisini göstermektedir. Klasik dönemde uygulanan kürek cezasının mahkûma kamu hizmeti gördürme niteliği, bu cezadan öğrenilen bilgi, edinilen tecrübe olmuştur.
Londra Yahudiler Cemiyeti İstanbul Misyonu ve Hasköy İngiliz Okulu
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 627-658 · DOI: 10.37879/belleten.2015.627
Özet
Tam Metin
Londra Yahudiler Cemiyeti (London Jews Society ya da diğer adıyla London Society for Promoting Christianity amongst the Jews) Yahudileri Hıristiyanlığa döndürmek amacıyla kurulmuş İngiltere merkezli bir cemiyettir. Cemiyet, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti ve özellikle başkent İstanbul'da da faaliyet göstermiş, kentin birçok yerinde amaçlarına yönelik hizmet veren okul, şapel, enstitü, tıp merkezi ve depolar kurmuştur. İstanbul'da açmış olduğu okullar arasında en uzun süre hizmet vereni, cemiyetin 19. yüzyıl sonunda İstanbul'daki merkezi haline gelen Hasköy'deki İngiliz okuludur. Bugün ayakta olmayan bu okulun bulunduğu arazide Hasköy İlköğretim Okulu yükselmektedir. Ele alınan çalışmada, öncelikle İngiltere'de Yahudilere yönelik Hıristiyanlığa döndürme faaliyetleri incelenmekte ve Londra Yahudiler Cemiyeti'nin genel tarihi üzerinde durulmaktadır. Cemiyetin İstanbul'daki faaliyetlerine odaklanılmakta ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgeleri ışığında Hasköy İngiliz Okulu mimari açıdan analiz edilmektedir.