456 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Osmanlı Devleti 39
- Ottoman Empire 39
- Osmanlı 36
- Ottoman 30
- Osmanlı İmparatorluğu 16
- İstanbul 11
- Ticaret 10
- Türkiye 10
- İngiltere 9
- Ottoman State 9
Russian-Turkmen Struggle Over Ashuradeh Island in the Caspian Sea in 19th Century
Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 312 · Sayfa: 449-475 · DOI: 10.37879/belleten.2024.449
Özet
Tam Metin
From the 19th century onwards, Tsarist Russia began to dominate a wide area in Turkestan through economic and military incursions. While it carried out commercial activities in the coastal cities and peninsulas in the west and east of the Caspian Sea, it also went on to capture these regions, building military bases at strategic points. One place that the Russians considered of vital importance to capture was Ashuradeh Island. Located in the south of the Caspian Sea, this island, which facilitated access to Iran and Turkestan, was close to many trading ports, as well as being of crucial importance militarily. While the Russians were initially engaged in commercial activities there, they soon seized this region and turned it into a base. From 1838 onwards two distinct developments compounded Russian objectives in the area: on the one hand, conflicts between the Russian naval forces and the Yamut Turkmens, the indigenous people of the island; on the other, a diplomatic crisis between the Russian and Iranian governments. This study analyses the process of the occupation of Ashuradeh Island by Tsarist Russia, the conflicts between the Yamut Turkmens and Tsarist Russia from 1836 to 1873, the development of Russian influence on the island vis-à-vis Iran, and the general situation of the Turkmens during this period. Using British archival materials, personal notes of Russian soldiers and ambassadorial reports, this study evaluates the effects of the occupation of Ashuradeh Island, which served as an important base for Tsarist Russia’s military activities in Turkestan, on Russia, Iran, Britain and the Turkmens in the region.
Salonica Fire of 1890 and its Impacts on the Transformation of the City
Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 312 · Sayfa: 513-540 · DOI: 10.37879/belleten.2024.513
Özet
Tam Metin
This study aims to evaluate the 1890 Salonica fire and its effects on the development of the city. Fires caused by natural causes or human error were part of everyday life in Salonica. Small fires were common for everyday life. But when fires grew, the consequences became devastating. The narrow and dead-end streets most affected by the fires were the Jewish quarters in the city center, where wooden houses were located. The existing wooden building stock of these neighbourhoods was the most important cause of the fires. These neighborhoods, with their old and wooden buildings, did not match the new modern face of the city. These neighborhoods had to be transformed according to the new urbanism and the zoning law of 1882. However, due to the current property situation of the region and the high cost of expropriation, the Municipality of Salonica could not enter these areas. At this point, the fire of 1890 was a turning point for the city. The fire caused a major humanitarian disaster, leaving thousands of people homeless. But the fire was an opportunity for the transformation of Salonica. The fire destroyed some of the Jewish neighborhoods with wooden buildings in the city center. The Municipality of Salonica, using the authority given by the zoning law of 1882, prohibited reconstruction in the area and prepared maps of the area. The burned areas were rebuilt according to the understanding of modern urbanism. This transformation marked the final phase of Salonica’s modernization.
I. Erzurum Antlaşmasının (1823) Meclis-i Mükâleme Mazbatası
Belgeler · 2024, Cilt XXXIX, Sayı 43 · Sayfa: 1-14 · DOI: 10.37879/belgeler.2024.1
Özet
Tam Metin
XIX. yüzyılın başından itibaren sınır, ticaret ve aşiretler gibi meseleler dolayısıyla anlaşmazlıklar yaşayan Osmanlı ve İran devletleri, 1820 yılının sonundan itibaren bu anlaşmazlıkları silahlı mücadeleyle çözme yoluna gitti. İran Devleti’nin Veliaht Şehzadesi Abbas Mirza’nın Kars ve Bayezid sınırından Osmanlı topraklarına gerçekleştirdiği saldırılar, iki ülkeyi kaçınılmaz bir savaşa itti. Yaklaşık üç yıl devam eden savaş, Şark ve Bağdat cephelerinde cereyan etti. Büyük oranda Osmanlı ve İran devletlerinin sınır hattında konargöçer olarak yaşayan Kürt aşiretlerinin kimin tebaası olduğu noktasında uzlaşamayan iki devleti tam barışa sevk eden gelişmeler ise, 1823 yılından itibaren başladı. İran’dan gelen elçiler, Osmanlı Devleti’ni, yapılacak barış antlaşmasıyla sorunların çözümüne ikna etmek ve savaş hâline son vermek için çabaladılar. Elçilerin masaya çekmeyi başardığı Osmanlı Devleti’nde antlaşma müzakerelerini yürütmek için Erzurum Valisi Rauf Paşa görevlendirildi. İran ise müzakereler için Muhammed Ali Aştiyani’yi tayin etti. İki devlet arasındaki savaşı bitiren ve barışı tesis eden 1823 I. Erzurum Antlaşması’nın maddelerini oluşturacak metnin müzakereleri, Erzurum’daki valilik sarayında 22 Temmuz 1823 tarihinde gerçekleşti ve görüşmeler neticesinde anlaşmaya varılan hususların maddeler hâline getirilmesine karar verildi. Bu çalışmada, Osmanlı ve İran devletlerini savaşa götüren süreç; savaş, iki ülke arasında barış için başlayan diplomatik çabalar ve müzakereler esnasında yaşanan tartışmalara yer veren bilgiler sunulduktan sonra, mükâleme mazbatasının transkripsiyonuna yer verilecektir.
III. Mustafa’nın Bostancılar Ocağı Kütüphanesi ve Vakfettiği Kitaplar
Belgeler · 2024, Cilt XXXIX, Sayı 43 · Sayfa: 15-77 · DOI: 10.37879/belgeler.2024.15
Özet
Tam Metin
III. Mustafa tarafından kurulan Bostancılar Ocağı Kütüphanesi hakkında bazı bilgiler bulunuyorsa da söz konusu kütüphane ile ilgili şimdiye dek müstakil ve kapsamlı bir inceleme yapılmamıştır. Osmanlı kütüphaneciliğinin zirveye çıktığı XVIII. yüzyılda tesis edilmiş olan bu kütüphane hakkındaki bilgilerin sınırlı oluşu ve kitaplarının kataloğunun yayınlanmamış olması da adı geçen kütüphanenin kültürel değerinin anlaşılmasını güçleştirmiştir.
Osmanlı kütüphaneciliğine katkıda bulunmak amacıyla vakfiye ve arşiv kaynakları temel alınarak kaleme alınan bu makale; giriş, iki ana bölüm ve eklerden oluşmaktadır. Giriş kısmında kısaca III. Mustafa’nın hayatından bahsederek onun kitaplara duyduğu ilgiyi açıklayacak ve XVIII. yüzyılın ilk yarısında padişahlar tarafından kurulan kütüphanelere ait örnekleri sunacağız. Birinci bölümde Bostancılar Ocağı Kütüphanesi’nin kuruluşu, işleyişi, personelleri, personel ücretleri, fizikî yapısı ve kütüphanedeki kitapların Lâleli Kütüphanesi’ne aktarılma sürecini değerlendireceğiz. İkinci bölümde ise kütüphanenin kataloğunu tanıttıktan sonra kitaplarla ilgili istatistiksel bilgiler verecek, vakfedilen kitapların hangi konulara ait olduğunu belirtecek ve ana hatlarıyla kitapların özelliklerine değineceğiz. Ekler bölümünde de kütüphanede bulunan kitapların tam listesini, kütüphaneye ait muhasebe kayıtları ile kütüphane kitaplarının Lâleli Kütüphanesi’ne taşınması sürecine dair belgeleri neşredeceğiz.
Kozmopolit Bir Osmanlı’nın Napoléon Harpleri Sırasında Dış Politikaya Dair Gözlemleri
Belgeler · 2024, Cilt XXXIX, Sayı 43 · Sayfa: 79-230 · DOI: 10.37879/belgeler.2024.79
Özet
Tam Metin
Bu çalışma Safiyesultanzâde İshâk Bey tarafından Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın ikinci sadaretinin başlarında (1809) kaleme alınmış olan bir risâleyi konu almaktadır. Saray hizmetlilerinden olan İshâk Bey, Cezayirli Gazi Hasan Paşa ile yaşadığı çatışmanın ardından zorunlu Avrupa seyahatlerine başlamıştır. Şehzâde (III.) Selim ile XVI. Louis arasındaki mektuplaşmada rol alan önemli karakterlerden birisi olan İshâk Bey, III. Selim’in tahta çıkışının ardından yeniden İstanbul’a döner. Ancak 1790 senesinde bir kez daha sürgüne gönderilen İshâk Bey, 1793’de affedilir ve İstanbul’a geri dönmesine izin verilir. Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa’nın hanesine katılan İshâk Bey, Napoléon’un Mısır işgali sırasında gerçekleşen diplomatik müzakerelerde aktif bir rol üstlenir. Küçük Hüseyin Paşa’nın ölümünün ardından bir kez daha hâmisiz kalan İshâk Bey, İngiltere Donanması’nın 1807’de İstanbul’a gerçekleştirdiği saldırı esnasında yürütülen müzakerelere katılır. Bu çalışma çerçevesinde neşredilen risâle, Yusuf Ziya Paşa’nın, İshâk Bey’den devletler arası ilişkilerde yaşanan gelişmelere dair bilgi istemesi üzerine yazılmıştır. Ağırlıklı olarak üçüncü ve dördüncü koalisyon harpleri esnasındaki diplomatik gelişmeleri ele alan risâle, Yusuf Ziya Paşa’ya İstanbul’dan uzak kaldığı dönemdeki uluslararası durumu tasvir etmeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde risâlenin bulunduğu mecmua konusunda bilgi verildikten sonra metnin içeriği tartışılmaktadır. Avrupa tarihi ve devletler arası ilişkiler hususunda önemli bilgiler veren müellifin tespiti ve sahip olduğu donanımın tartışılmasının ardından, yazar ve muhatabı arasındaki ilişki ele alınmaktadır. Makalenin ikinci bölümünde metnin transkripsiyonuna ve tıpkı baskısına yer verilmektedir.
Ksanthos’tan Bir Grup Knidos Amphorası
Höyük · 2024, Sayı 13 · Sayfa: 89-106 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.1.089
Özet
Tam Metin
Ksanthos, günümüz Antalya ili, Kaş ilçesine bağlı Kınık Mahallesi sınırları içerisinde, Antalya-Muğla arasındaki il sınırını oluşturan Eşen Çayı’nın hemen kıyısında yer almaktadır. Çalışmanın konusunu ise Ksanthos’ta gerçekleştirilen arkeolojik çalışmalarda ele geçen bir grup Knidos Amphorası oluşturmaktadır. Ana materyal olarak amphoraların değerlendirildiği çalışmada toplamda 192 parça incelenerek tipolojik ve analojik değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Özellikle buluntu olarak nadir karşılaşılan Proto-Knidos Amphoraları ile Küçük Knidos Amphora örneklerinin çalışmamızda yer alması, amphora çalışmaları için de yeni bir buluntu sahası olarak değerlendirilebilecek niteliktedir.
MÖ IV. yüzyıldan MS III. yüzyıla kadar geniş bir tarih aralığı içerisinde, form takibinin net şekilde izlenebildiği toplamda 192 adet Knidos Amphorasından sadece formunu en iyi temsil eden bir grup değerlendirme kapsamına alınmıştır. Zira yapılan tipoloji ve analojide, Proto-Knidos, Zenon Grubu, Küçük Knidos, Kanonik Knidos, Geç Knidos Tip I ve Tip II sınıflandırmalarına ait altı farklı Knidos Amphora tipi saptanmıştır. Form tayini gerçekleştirilen bu amphoraların da gerek tip gerekse kronolojik yoğunluk oranları kıstas alınarak, en azından mevcut grupla, tarihsel bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda çalışmamızda, gerek tipoloji gerekse fabrik özelliklerine göre değerlendirilen söz konusu amphoraların sınıflandırılması, tarihlenmesi ve Ksanthos’un ticari iletişim ve etkileşimi hakkında yeni veriler sunarak tarihsel sürecine katkı sağlanması amaçlanmıştır. Ayrıca materyal kültür kalıntılarıyla yapılan değerlendirmelerin hem bölge hem de Ksanthos özelinde, ticari ve siyasi bağlantılara katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Knidos’un Geç Antik Dönem Kandilleri
Höyük · 2024, Sayı 13 · Sayfa: 143-164 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.1.143
Özet
Tam Metin
Türkiye’nin en güneybatı ucunda, Tekir Burnu mevkiinde yer alan Knidos’un kandilleri her dönem ilgi çekici olmuştur. Dünyaca ünlü Knidos kandilleri, Helenistik Dönem’de Knidos’tan ihraç edilen ve Knidos tipi olarak literatüre geçen gri üretimli popüler kandillerdi. Knidos tipi kandiller, Roma Dönemi’nde de önemli bir ihracat kapasitesine ulaşmış ve Knidos kandil atölyelerinin temelini oluşturmuştur. Roma Dönemi’nde kandil üretimini zirveye taşıyan kentte seri üretim MS 3. yüzyıla kadar devam etmiştir. Yerel ihtiyaca yönelik üretimi devam eden MS 4. yüzyıl kandillerinin yanında Geç Antik Dönem’e tarihlenen kandiller de bulunmaktadır. Helenistik ve Roma dönemlerine göre daha az sayıda olan, Geç Antik Dönem kontekstlerinden ele geçen Knidos Geç Antik Dönem kandilleri çalışma konusunu oluşturmaktadır.
MS 4. yüzyıldan MS 7. yüzyıl başlarına tarihlenen örnekler arasından çalışmaya yirmi bir adet dahil edilerek dört ayrı başlık altında incelenmiştir. Knidos’un Geç Antik Dönemi’ne ait yapı, mekân ve tabakalarından ele geçen kandillerin bir kısmının Roma Dönemi’nde kullanılan kalıpların yeniden bu dönemde kullanılması ile üretilmiş kandiller oluştururken bir kısmını da Geç Antik Dönem’in karakteristik kandilleri oluşturmaktadır. Knidos’ta erken dönemlere oranla Geç Antik Dönem’e tarihlenen kandillerinin sayıca az olması kuvvetle muhtemel seri üretimin durması ve ihtiyaç doğrultusunda küçük çaplı üretimin devam etmesinden kaynaklı olmalıdır. Kandillerin bulunduğu yapıların mimarisi ve buluntularıyla birlikte değerlendirildiğinde Geç Antik Dönem kontekstini net olarak görmekteyiz. İncelenen Knidos Geç Antik Dönem kandilleri, Doğu Akdeniz’deki yerleşimlerden, Batı Anadolu’daki merkezlerden ve Ege dünyasındaki kentlerden ele geçen kandil örnekleri ile benzerlik göstermektedir. Ayrıca bu merkezlerle etkileşim içinde olunduğunu kanıtlamaktadır.
Aşıklı Höyük’ün Çocukları
Höyük · 2024, Sayı 13 · Sayfa: 1-18 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.1.001
Özet
Tam Metin
İnsan yaşamında bilişsel ve teknolojik gelişimin en önemli aşaması, çocukluk dönemidir. Buna karşın tarih öncesi toplulukların dünyasında çocuklar, genelde ihmal edilen bir alan olmuştur. Bu konuda araştırma azlığının nedeni, çalışmaların genellikle tarih öncesi toplulukların sosyo-ekonomik dünyalarını meydana getiren temel aktiviteler olan tarım, hayvancılık, avcılık-toplayıcılık ve çeşitli zanaatlar gibi çoğunlukla fiziksel güç ve bilişsel beceri gerektiren konulara odaklanmış olmasıdır. Bu nedenle, çoğu zaman arkeologlar için, örneğin Neolitik bir köy, besin üretimi ile meşgul olan yetişkin bireylerle özdeştir. Çocuklar ise üretim faaliyetlerinin aktif bir parçası olmaya başladıkları belirli bir yaşa gelene dek toplumun en pasif halkası olarak görülürler. Ancak, etnografik ve arkeolojik çalışmalar, yetişkin bireylerin gündelik sorumluluklara ve zanaatlara ilişkin bilgi ve becerilerinin gelişimi, bireyin seçeceği uzmanlık, topluluk içindeki kimlik ve rollerinin çocukluk döneminde oluşmaya başladığını göstermektedir. Bu nedenle tarih öncesi bir topluluğu anlamak için çocukların dünyasını anlamak en az yetişkin bireyler kadar önemlidir. Bu makale, bundan 10 bin yıl öncelerinde Aşıklı Höyük’te doğan ve ölen çocuklar üzerinedir. Bebek ve çocuklara dair iskelet verilerinin yanı sıra yontma taş (obsidiyen) işçiliği üzerine yürütülen teknolojik analizler sonucunda, çocukların da üretim süreci içerisinde yer aldıkları saptanmış ve böylelikle çocuklar, arkeolojik veriler vasıtasıyla görünür kılınmıştır. Çalışmada, son veriler ışığında, Aşıklı topluluğunun bin yıllık uzun ve kesintisiz iskân tarihinde bebeklerin ve çocukların yeri ve biyolojik ve sosyal kimlikleri ele alınmaktadır.
İzmir Nif (Olympos) Dağı’nda Saptanan Antik Üretim Etkinlikleri
Höyük · 2024, Sayı 13 · Sayfa: 65-88 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.1.065
Özet
Tam Metin
İzmir’in doğusunda, günümüzde Kemalpaşa, Torbalı, Buca ve Bornova ilçelerinin sınırları içindeki Nif (Olympos) Dağı’nda 2006 yılında başlayan sistematik arkeolojik kazılarda farklı üretim etkinliklerine ilişkin kanıtlar saptanmıştır. Özellikle metal üretimine ve tarımsal üretime yönelik veriler ayrıntılı değerlendirilmektedir. Kemalpaşa ilçesi Vişneli Mahallesi’ne bağlı Karamattepe çalışma alanındaki kazılarda Antik Çağ’da metal üretimi yapıldığını gösteren çeşitli bulgular elde edilmiştir. Karamattepe’de antik metalürji etkinlikleri arasında bronz dökümü, cevherden gümüş ayrıştırma işlemi, demir izabesi ve demir şekillendirme işliklerinin yapıldığı kesinlik kazanmıştır. Aynı alanda farklı metalürjik etkinliklere ilişkin buluntular sunması bakımından Karamattepe eşsiz bir örnektir. En az iki evreli olduğu anlaşılan bu madencilik ve metal üretimi etkinliğine ilişkin arkeolojik kanıtlar, yazıtlarda ve antik kaynaklarda söz edilmeyen, Lydia ile Ionia arasındaki bu yerleşimin niteliği ve tarihteki yerini ortaya koyan değerli bilgiler edinmemizi sağlamıştır. Metalürjik etkinlikler ve bu etkinlikler sonucunda elde edilen ürünlerin tipolojisi ve tarihlendirilmesi konusundaki eksiklerimiz, Karamattepe buluntularıyla giderilmektedir. Nif Dağı çevresinde, günümüzde olduğu gibi Antik Çağ’da da zeytinyağı ve şarap üretimi yapıldığını gösteren düzeneklere ait yüzey buluntuları ele geçmiştir. Bunlarla ilgili ilk değerlendirmeler, tarımsal üretim alanlarının, yerleşimin içinde değil biraz daha dışında konumlandırıldığını göstermektedir. Bu tarımsal üretim izlerinin işlevlerinin ve dağılımlarının belirlenmesi, Antik Çağ’da bölgenin yol ağları, ticaret kapasitesinin ve demografisinin anlaşılmasına yönelik çalışmalara da veri sağlayacaktır.
Arykanda Yamaç Hamamı’nın Kuzeyindeki Kazılarda Ele Geçen Sikkeler
Höyük · 2024, Sayı 13 · Sayfa: 107-142 · DOI: 10.37879/hoyuk.2024.1.107
Özet
Tam Metin
Arykanda antik kenti, Antalya ili, Finike ilçesi, Arif Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. Yamaç Hamamı, Devlet Agorası’ndan Akropolis’teki Ticaret Agorası’na doğru batıya yönelerek çıkan dar bir merdivenli yolun batısında yer almaktadır. Yamaç Hamamı’nın kuzeyindeki kazılar, 2012 yılında başlatılmış ve 2017 yılına kadar devam etmiştir. Bu alanda yedi açmada (YHK1-7) kazılar yapılmış ve bu kazı çalışmalarında toplam yetmiş yedi adet sikke ele geçmiştir. Bu sikkelerden okunabilen altmış yedi sikke MÖ 4. yüzyıl ile MS 4. yüzyıl aralığına tarihlendirilmektedir. Yamaç Hamamı’nın kuzeyindeki kazılarda yoğun yangın tabakaları saptanmıştır. İmparator Probus Dönemi sikke verilerindeki kesinti ve tahribat katmanları, kentin Akropolisi’nin MS 278 yılında saldırıya uğrayarak tahrip edildiğine işaret etmektedir. İmparator Probus Dönemi’nde MS 278 yılında Isaurialılar’ın Lykia’ya saldırmaları bölge genelinde yaklaşık bir yıl süren sıkıntılı bir sürece neden olmuştur. Bu dönemde bölgede bazı üst düzey askerlerin söz konusu ayaklanmayı bastırmak için görevlendirildikleri hem tarih kaynaklarından hem de yazıtlardan öğrenilmektedir. Arykanda Akropolisi’nde sur içinde, sur dışında ve Yamaç Hamamı’nın kuzeyinde tespit edilen yangın tabakaları da söz konusu dönemde Isaurialılar’ın saldırıları ile bağlantılı olmalıdır. MS 3. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan bu olaylar sırasında Arykanda Akropolisi’nin ve yakın çevresinin önemli bir bölümünün çıkan yangınlar ile tahrip olduğu, geleneksel konut alanının yavaş yavaş terk edilerek kentin güneyinde daha alt kottaki teraslara taşındığı anlaşılmaktadır.