4009 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Changes in the Form of the Documents Caused by the Alphabet Reform, in Turkey: Examination of the Intrinsic Elements of the Archival Records in the Light Of Diplomatics Methodology

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 1103-1134 · DOI: 10.37879/belleten.2013.1103
Tam Metin
The Turkish Republic has developed some of the traditions and applications taken over from the Ottoman Empire and changed many others with the reforms they realized. it is of no doubt that the alphabet reform is one of them. While the effect of this reform on the fields like education, libraries and press has been dealt with many times, the modifications on the documents have been underestimated. The analysis of the documents in the light of diplomatic methodology is essential for the archivists, diplomatists, jurists and the historians. They may come to understand the authenticity and originality of the documents they use and appraise by criticizing the period in which they were produced and the characteristics they have. The aim of the article is to elicit the modifications to the forma! characteristics of the correspondences caused by the alphabet reform. In this article, the examples of the correspondences dating back to 1928 and the early 1930s, the year Turkey accepted Latin alphabet, have been examined within the scope of diplomatic methodology.

Bulgaristan Yol Ayrımında: İvan S. Geşov Mese­lesi

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 1071-1102 · DOI: 10.37879/belleten.2013.1071
Tam Metin
Bu makale, İstanbul Bulgaristan Kapıkethüdası ivan S. Geşov'un 12 Eylül 1908 tarihinde padişahın doğum yıldönümü vesilesiyle Hariciye Nazırı Tevfik Pa­şa'nın konağında İstanbul'daki yabancı devlet elçilerinin onuruna verilen ziyafete davet edilmemesiyle ortaya çıkan diplomatik krizin gelişimini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu çerçevede, Geşov olayının diplomatik seyri ele alınırken, Bul­garistan' daki akisleri, Osmanlı ve Bulgar hükümetlerinin meseleyi ele alış biçimi ve Osmanlı-Bulgar ilişkilerine etkisi tespit edilmeye çalışılmıştır. Olayın ortaya çıkış biçimi ve sonuçları göstermektedir ki, mesele, basit bir diplomatik tercihin çok ötesinde, zemini önceden hazırlanmış bağımsızlığın temini için ortaya çıkan bir fırsatın değerlendirilmesinden ibarettir.

Kula'da İnşası İstenen Bir Ki­liseye Dair Osmanlı Arşivlerindeki Bazı Belgeler

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 911-926 · DOI: 10.37879/belleten.2013.911
Tam Metin
Osmanlı Arşivleri, tarih kadar sanat tarihi açısından da önemli belgeler barın­dırır. Arşivlerde inşa ve onarımlara dair kayıtların yanı sıra inşa edilmesi istenilen, ancak uygulamaya geçilmeyen faaliyetlere yönelik belgelere de rastlıyoruz. Bu ör­neklerden biri Kula'da inşası istenen kiliseye dair çizimler ve bununla ilgili yazışma­lardır. 1893 yılında Patrikhane'nin müracaatıyla başlayan yazışmalarda bir kabris­tan içine " ... mevtaya dua okumaya mahsus", " ...yalnız mevta zuhurunda ayin-i ruhani icrası içün ... " bir kilise ve hademe binası inşası ile kabristan duvarlarının onarımı istenmiş, proje hazırlanmış, fakat uygulamaya geçememiştir. Bugünkü anlayıştan uzak olsa bile, çizimlerde plan, cephe ve örtü sistemi göste­rilen, tek nefli ve kubbeli bir kilise tasarımı vardır. Belgelerde kiliseye ait ölçülerin arşın, zira gibi birimler kullanılarak belirtilmesi, plan ve cephelerde ölçek çizgisi kullanılması, binaların beden duvarlarının kırmızı veya siyah renkte taranması, bahçe için ayrılmış alanların turkuvaz renkte beneklenmesi dikkati çeken hususlar­dandır.

Kanuni Devrinde Vüzera Gölgesinde "Vakfa İlave Mülkün Satışı" Üzerine Bir Hukuki Tartışma: "Da'va-yı Asiyab"

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 927-954 · DOI: 10.37879/belleten.2013.927
Tam Metin
Mevkufatcı Muhammed Bey'in mirası 1550 yılı civarında vezir Haydar Paşa tarafından satın alınır. Mevkufatcı'nın çocukları babalarının mirasının vakıf olduğu­nu iddia ederek bu satış hakkında dava açarlar. 1551 yılında görülen davayı Haydar Paşa kazanır. Fakat Mevkufatcı'nın çocukları pes etmeyerek konuyu müfti (şeyhülis­lam) Ebu's-Su'ud Efendi'ye götürürler. Vezir-i azam Rüstem Paşa da davanın sonu­cu hakkında Kanuni Sultan Süleyman nezdinde girişimde bulunur. Sonuçta Kanuni davanın yeniden görülmesini emreder. Bu defa ise davayı Mevkufatcı'nın çocukları kazanır. İşte bu makalede "asiyab davası" olarak meşhur olan bu vaka, Osmanlı ulemasının merkezi iktidar ile ilişkileri açısından tahlil edilmektedir.

Kırım Harbi Sırasında Rusya'daki Esir Osmanlı ve Müttefik Askerleri (1853-1856)

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 983-1030 · DOI: 10.37879/belleten.2013.983
Tam Metin
Binlerce Osmanlı askeri Kırım Harbi sırasında Rus ordusuna esir olarak Rusya içlerinde yaşamak mecburiyetinde kalmıştır. Bu tutsakların esarete yolculukları ve Rus şehirlerindeki ikametleri hem Osmanlı - Rus harplerinin bilinmeyen bir yönü­ne ışık tutmakta hem de XIX. yüzyılın ortasında iki toplumu anlama adına kayda değer ipuçları sunmaktadır. Bu sebeple bu çalışmada savaş esaretinin hukuki ve maddi boyutlarıanlatılırken savaş esirinin yabancı bir toplum içerisindeki tecrübeleri de tartışılacaktır. Ayrıca esaretten dönüşten ve Rusya'da kalmak isteyen esirlerden bahsedilerek savaş esareti bütün veçheleriyle aktarılmış olacaktır.

Osmanlılarda Otopsi

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 875-910 · DOI: 10.37879/belleten.2013.875
Tam Metin
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nden temin edilen vesikalar ışığında ikmal olunan bu çalışma, Osmanlı İmparatorluğu'nun son devirlerinde gerçekleştirilen otopsi ameliyatlarına ilişkin bazı ilginç ve önemli ayrıntılar sunabilmek gaye ve gayretin­den mülhemdir. Bu ana çerçeve içerisinde o dönem hangi hallerde otopsi yapılması lüzumunun hasıl olduğu, uygulamada nasıl bir tıbbi ve hukuki süreç izlendiği ve merkezi idarenin otopsi uygulamalarını geliştirme adına ne tür bir çaba göstermiş olduğu gibi kimi meseleler örnek vaka ve vesikalarla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu yapılırken de yeri geldikçe bugünün otopsi uygulamalarına göndermelerde bulu­nulmuş, bu sayede Osmanlı döneminde icra olunanlarla aralarındaki benzerlik ve farklılıklara da değinilmiştir. Böylece bu çalışma üzerinden Osmanlı döneminde girişilen otopsi uygulamalarının bugünün modem adli tıp ve hukuk sahasının geli­şimine hangi açılardan ve ne oranda bir katkılarının olduğu gibi sorulara da cevap­lar üretilmeye çalışılmıştır.

Erzurum Gümrüğü'nün Teşekkülü ve Tekamülü (XVI -XVII. Yüzyıllar)

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 523-546
Tam Metin
XVI. yüzyılda Anadolu'ya büyük ölçüde hükmeden Osmanlılar, doğu sınırında stratejik açıdan mühim bir merkez olan Erzurum'da güvenlik için gerekli tedbirleri aldıktan sonra zaman kaybetmeden imar ve iskan hareketlerine giriştiler. Trabzon - Tebriz transit ticareti üzerinde yer alan şehirde ticaretin istikrarlı bir şekilde yapılması için birtakım uy­gulamalar gerçekleşti. Bu bakımdan bölgedeki en büyük gümrük organi­zasyonu teşekkül olunarak transit ticaretin daha iyi ve daha kontrollü işlemesine çalışıldı. XVI. yüzyılın sonlarına doğru işlevsel hale gelen gümrük, XVII. yüzyılda imparatorluğun en önemli gümrükleri arasında zikredilmeye başlandı. Orta Asya'dan gelerek İran üzerinden Anadolu'ya ulaşan ipek, Erzurum gümrüğünün hayati bir gelir kaynağı olması yanında, Osmanlı - Safevi mücadelesinin önemli nedenleri arasındaydı. Hatta iki devlet arasında kıyasıya mücadele devam ederken gümrük kayıtlarından anlaşıldığına göre ticaret de devam etmekteydi. Doğudan gelen kervanların uğrak noktası olan Erzurum gümrüğü, sadece bölge ekonomisi açısından değil ülke ekonomisi için de fevkalede ehemmiyetliydi.

Kevin Featherstone, Dimitris Papadimitrou, Argyris Mamarelis ve Georgios Niarchos, The Last Ottomans, The Muslim Minority, of Greece, 1940-1949 (Hampshire: Palgrave Macmillan, 2011) 342 sayfa, [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 765-768
1940-49 dönemi Yunanistan için gayet sorunlu bir dönemdir. 1940 yılında İtalya'nın Yunanistan'a saldırmasıyla Yunanistan İkinci Dünya Savaşı'nın içerisine sürüklenmiş ve 1949 yılına kadar savaş durumundan kurtulamamıştır. 1945'e kadar işgalci İtalyan ve Alman kuvvetleriyle uğraşmak zorunda kalan Yunanlar, 1946 yılı ile birlikte kendilerini bir iç savaşın içerisinde bulmuşlardır. Bu sorunlu dönem bütün Yunanları olduğu gibi 1923 yılındaki Lozan Antlaşmasıyla azınlık statüsü elde eden Batı Trakya Türkleri'ni de derinden etkilemiştir. Zaten Yunan hükümetleri gözünde 1923 yılından itibaren bir nevi Truva atı olarak görülen ve bu yüzden Türk-Yunan ilişkilerinin seyrine göre türlü zorluklarla uğraşmak zorunda kalan bu azınlık bir yandan da dünya savaşının ve Yunan iç savaşının yıkıcı etkilerine maruz kalmıştır. Bu çalışma, 1940-49 yılları arasında Batı Trakya Türkleri'nin bu siyaseten çalkantılı dönemdeki serencamını incelemektedir. Birincil kaynak kullanımı açısından hayli zengin ve iddialı olan kitapta bu bağlamda temel eksiklik olarak Türk Dışişleri Bakanlığı arşivinin kullanılamayışı göze çarpmaktadır. Yazarların da kitabın girişinde belirttikleri gibi bu arşiv araştırmacılara kapalıdır. Bununla birlikte, yazarların genel olarak Türk arşivleri hakkında iddia ettikleri yabancı araştırmacıların Türk araştırmacılara göre zorluklar yaşadıkları meselesi pek de gerçeği yansıtmamaktadır. Zira, Türkiye'deki arşivlerin kullanımında zaman zaman ortaya çıkan zorluklar hem Türk hem de Türk olmayan araştırmacıları aynı şekilde etkilemektedir. Hatta bazen yabancı araştırmacıların "Türk misafirperverliğine" mazhar olabildikleri gözlenirken Türk araştırmacıların daha soğuk bir muamele ile karşılaştıkları söylenebilir.

Isabel V. Hull, Absolute Destruction: Military Culture and the Practices of War in Imperial Germany (Ithaca, NY: Cornell University Press, 2005) 384 sayfa, [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 769-774
Bu çalışma 1870-1918 yılları arasında Almanya'nın askeri kültürünü ve savaş maslahatını incelemektedir. Isabel Hull'a göre bu askeri kültürde ve savaş maslahatında en dikkat çeken unsur gereksiz şiddettir. Almanya, hem Avrupa'da hem de kolonilerde yapmış olduğu küçük ya da büyük savaşlarda büyük oranda yıkıma yol açmış ve kendi güvenlik gerekliliklerinin ötesinde şiddete başvurmuştur. Almanya bunu yaparken uluslararası normları da zorlamıştır. Hull, rutin sayılabilecek operasyonlarda bile Alman askeriyesinin sıklıkla aşırıya gittiğini iddia etmektedir. 1870-1918 yılları arasında Almanya'nın Avrupa'da ve denizaşırı coğrafyalarda politik olarak genişlemesi sırasında devlet aygıt' içerisinde en öne çıkan kurum askeriye olmuştur. Hull, bu kurumun nasıl işlediğini inceleyerek araçların, yani uygulanan yöntemlerin, sonuçların ne şekilde önüne geçtiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Burada yazarın temel olarak ortaya koymak istediği Alman askeriyesinin neden şiddete hedeflenen sonuca gitmek için gerekli olandan çok daha fazla başvurduğudur.

Harput Kale Mahallesi'nde Osmanlı Yaşamı

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 775-780
Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izinleri ile Elazığ Müze Müdürü Haydar Kalsen başkanlığında, Prof. Dr. Veli Sevin ve Prof. Dr. Necla Arslan Sevin'in bilimsel sorumluluğu altında 2005 yılında başlayan Harput Kale Mahallesi arkeolojik kazılarının ilk 5 yıllık sonuçlarının tanıtıldığı eser yedi bölümden oluşmaktadır. Tarihi Urartulara kadar uzanan Harput kenti hakkında bugüne kadar pek çok çalışma yapılmıştır. Bunlardan en kapsamlısı, Harput'ta doğup büyümüş İshak Sunguroğlu'nun 4 ciltlik Harput Yollarında adlı eseridir. Yapıtta kent tüm yönleriyle ele alınarak ayrıntılarıyla incelenmiştir. Daha sonra Nurettin Ardıçoğlu Harput Kalesi surlarındaki çeşitli dönemlere ait kitabeleri yayınlayarak kent tarihini bir başka monografya halinde ele almıştır. Kent son olarak Ermeni tarihçi R.G. Hovennisian'ın Armenian Tsopk adlı kitabındaki çeşitli makalelerle değerlendirmiştir. Her biri değerli ve emek verilmiş bu çalışmalar, daha çok yazılı kaynaklara dayandırılmış ve sonuçlara bu yolla ulaşılmaya çalışılmıştır.