4009 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 4009
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 337
- Osmanlı 272
- Osmanlı İmparatorluğu 173
- Türkiye 148
- Osmanlı Devleti 138
- Türkler 137
- Anadolu 131
- Ottoman Empire 114
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 99
Türkiye Selçukluları Şehzade ve Sultanlar Muallimi Mecdüddin İshak
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 419-430
Özet
Türkiye tarihinde Meliklerin eğitimi ile iştigal eden kişilere Atabey veya Lala denir. Bu kişiler Sultanların ve Meliklerin aynı zamanda danışmanlarıdır. Mecddüddün İshak da böyle birisidir. Onun, I. Gıyaseddin Keyhüsrev ve oğlu I. İzzeddin Keykavus'un hocalığını ve danışmanlığını yaptığını biliyoruz. Mecdüddin İshak sultan muallimliği yapmamış aynı zamanda, Türkiye Selçuklularının 1204-1221 yıllan arasında Abbasi Halifeliği ile ilişkilerini sağlamış çok önemli bir diplomattır. Bu görevini başarı ile yerine getirmiş, Nâsır Li Dinillah taralından yeniden ihya edilen futüvvet teşkilatı temsilcilerinin Anadolu'ya gelmesi sağlanmış, bu temsilcilerin Evhadüddin Kirmanî ve Şeyh Nasiruddin Mahmud (Ahi Evren) olması Türkiye Selçukluları için bir şans olmuştur. Böylece Anadolu'da adına Ahilik dediğimiz bir teşkilatın kuruluşuna vesile olunmuştur. Aynı zamanda Anadolu'ya birçok âlimin gelmesi Mecdüddin İshak aracılığıyla olmuştur. Çalışmamızda bu konular üzerinde durulacaktır.
Van Bölgesinde Post-Urartu Dönemi: Yıkıntılar Üzerinde Yeni Bir Yaşam
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 351-368
Özet
Van Gölü havzasındaki Çavuştepe Kalesi, Van Kalesi Höyüğü ve Karagündüz Höyüğü kazılarından elde edilen arkeolojik veriler ışığında Urartu Krallığı'nın yıkılışı sonrasında gelenek görenek ve materyal kültürde kimi yenilikler ortaya çıkmıştır. Çavuştepe Kalesi'nin yıkılış sonrasındaki ilkel kullanım evresine ilişkin kanıtların yanı sıra Van Kalesi ve Karagündüz höyüklerinde Urartu tabakası üzerine kurulmuş mezarlıklarda saptanan yeni arkeolojik bulgular bir değişim-geçiş sürecinin başlamış olduğunu belgelemektedir. Urartu Krallığı ile daha sonraki "triangle ware" denen boya bezemeli çanak çömlek evresi arasındaki bu geçiş süreci "post-Urartu" olarak tanımlanabilir. Yeni çanak çömlek biçimleri Çavuştepe'nin, İÖ. 653 ya da 645 yılında tahrip edildiği benimsenen Ayanis Kalesi'nden daha uzun ömür sürdüğünü ortaya koymakta ve Urartu Krallığı'nın yıkılış tarihinin İÖ. 7. yüzyılın ortalarından daha sonra olduğuna işaret etmektedir.
Osmanlı Kuruluş Döneminde Devlet
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 431-454
Özet
Batı Anadolu'da küçük bir beylik olarak ortaya çıkan Osmanlı Beyliği'nin bir dünya devleti haline gelmesi Osmanlı tarih yazımında cevabı hâlâ netleşmemiş bir sorudur. Bu makalede; Osmanlı kuruluş dönemini anlatan birinci kaynaklardan Aşık Paşazade Tarihi, Ahmedî'nin Tarih ve İskendernamesi, Kenzü'l-Kübera ve Mehekkü'l-Ulema, Murad-Nâme, Kabus-Nâme, Garibname gibi kaynaklar esas alınarak kuruluş döneminde devletten ne anlaşılıyordu? Beylikten devlet olma sürecine nasıl geçildi? ve en önemlisi de devleti temsil eden sultan ve reaya arasındaki ilişkiler nasıldı? Benzeri sorulara cevap aranmaya çalışıldı.
Batı Anadolu’daki Türk Yayılışına Karşı Bizans İmparatorluğu’nun Kuman-Alan Topluluklarını Balkanlardan Anadolu’ya Nakletmesi
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 403-418
Özet
Bizans İmparatorluğunun uzun tarihi boyunca zaman zaman bazı toplulukların askerî sebeplerle imparatorluğun bir bölgesinden başka bir bölgesine zorunlu olarak göçürüldükleri bilinmektedir. XI. yüzyılın ikinci yansından itibaren Orta ve Doğu Anadolu Bölgesi'ni tedricen Türklere kaptıran Bizans yönetimi, Batı Anadolu'daki son hâkimiyet sahalarını kaybetmemek için büyük çaba sarf etmiştir. Bu doğrultuda alman önlemler çerçevesinde Balkanlardan Kuman ve Alan toplulukları Anadolu'ya getirilerek Türklerin yayılma sahalarına yerleştirildi. Bu makalede Bizans yönetiminin XIII. yüzyılın ortası ve XIV. yüzyılın hemen başında Batı Anadolu'daki Türk yayılışını durdurmak için uyguladığı askerî amaçlı iki büyük nüfus transferi ve bunların sonucu üzerinde durulacaktır.
Diyarbakır’da Su Mimarisi Üzerine Bir Değerlendirme
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 469-478
Özet
Anadolu'nun uygarlaşması diyebileceğimiz dönem içinde, çeşitli yerleşim alanlarında ve güzergâhlar üzerinde çok sayıda su yapısı inşa edilmiştir. Söz konusu eserlerin bir bölümü bazı nedenlerden dolayı günümüze kadar ulaşamamıştır. Günümüze ulaşan eserlerin tümünün değerlendirilmediğini de söylemek gerekir. Diyarbakır il merkezinde yer alan su yapılarının mimari özelliklerini genel hatları ile değerlendirmeyi kapsayan çalışmada tarihi taş köprü, hamam ve çeşme yapılan incelenmiştir. Yapılan incelemelerde toplam 42 adet su yapısı (Köprü, Hamam, Çeşme) tespit edilmiştir. Bu yapıların mimari özellikleri tanıtılmaya çalışılırken fotoğraf ve çizimlerden yararlanılmıştır.
The Contribution of the Turkish Historical Society to the First Stage of the Governmental Program for the Protection of Monuments in Edirne (1933-1941): Preservation Policies and Ideology in the Representation of Architectural Heritage
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 673-690
Özet
The beginning of restoration works on a scientific base in Turkey dates back on 1933 when a specific committee for the protection of monuments (Anıtları Koruma Komisyonu) was officially appointed by the Ministry of Education. The preliminary working phase, carried on under the direction of this committee, was soon distinguished by the clear attempt to visualize the results in order to cast the monuments as national icons. The present paper's aim is to discuss this process of visualization focusing on the case study of a series of works realized in Edime from 1933 to 1944. Apart from the historical value of monuments included in the protection program, the study explores the ideological side of these works stressing their value as a pioneering enterprise of a modem nation that celebrated its emerging culture in the protection and preservation of monuments as a sign of progress and civilization. Edirne's restoration works in fact arouse a great deal of interest in the national press, becoming the best show-case for the effort of the Ministry. By this point of view the study focuses on the key-role played by the Turkish Historical Society in the construction of a visual narrative in the attempt to disseminate the result of these works. In particular the efforts of the Turkish Historical Society in advertising the scheduled interventions found their outlet in the editing of a set of postcards displaying Edirne's historical buildings. The result is a series of powerful images in which a number of buildings are re-casted as the first cultural-historical assets of the Turkish nation. The construction of this visual material was set according to a powerful aesthetic format, clear and instantly recognizable, in order to assure an immediate public reception of the historical heritage of the country. The collection of these images stands as a prime contribution in the construction of the national identity of the country thanks to the production of a collective visual heritage, that, on the ground of an effective popular aesthetics, was able to feature the idea of nation as a landscape of monuments.
Mevleviler ve Devlet: Ankara Mevlevîhanesi Örneği (Ekonomik Statü, Vakıflar ve Yönetim)
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 527-552
Özet
Anadolu Selçuklu Devleti'nin son yıllan ve Beylikler devrinde Mevlevîlerin devlet adamlarıyla kurmuş oldukları dostluklar, zamanla tarikatın büyümesinde, dergâhların inşa edilmesinde önemli bir etken olmuştur. Genel olarak söylenebilir ki; Anadolu Selçuklu Devleti'nden OsmanlI Devleti'ne kadar geçen sürede Mevlevîlerin padişah ve devlet adamlarıyla karşılıklı iyi niyetli yaklaşımları çerçevesinde gerek aynî ve gerekse Mevlevîhânelerin ihtiyacı olan nakdî yardımlar artarak sürmüştür. Bütün bu gelişmeler, tesis edilmiş olan iyi niyetli çabaların bir ürünüdür. Mevlevi tekkeleri, XIV. yüzyıldan beri Konya'da oturan ve Mevlana Celâleddîn-i Rûmî'nin soyundan gelen Çelebiler tarafından kurulmuş ve yönetilmiştir. Anadolu'da Mevlevîhânelerin ilk ortaya çıkışı, Mevlâna'nın vefatından sonra yerine geçen oğulları ve torunları zamanında olmuştur. Özellikle Ulu Arif Çelebi'nin devlet adamlarıyla kurduğu iyi ilişkiler, pek çok şehirde yeni tekkelerin açılmasına zemin hazırlamıştır. Osmanlı Devleti'nin kurulmasından sonraki dönemde ise Mevlevîhânelerin sayısı önce yetmişaltı, sonra da doksanikiye kadar ulaşmıştır. Mevlevîliğin şehirli bir tarikat olması nedeniyle kurulan tekkeler, genellikle büyük yerleşim sahalarında ortaya çıkmıştır. Elimizdeki kaynaklardan Ankara'da bir Mevlevîhânenin olduğu biliniyor olsa da bunun şehrin hangi kısmında olduğu, kimler tarafından idare edildiği, tekkenin fizikî yapısının nasıl olduğu ve bütün bu sorular içerisinde belki de en önemlisi tekkenin temel geçim kaynaklarının nelerden oluştuğu hiç bilinmemektedir. Bu yazı, gerek şer'iyye sicilleri ve gerekse Osmanlı Arşivi'nden elde edilen belgeler ışığında, Ankara Mevlevîhânesi'nin tarihi hakkında bazı bilgiler ortaya koymaya çalışacaktır.
Türk Kaynaklarında İstanbul’un İtilaf Devletleri’nce Tahliyesi
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 647-672
Özet
Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra İtilaf Devletleri'nin işgal ettiği İstanbul'un Lozan Antlaşması ile yeni Türk devletine teslimine karar verilmişti. İşgalci İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetleri 25 Ağustos 1923'te başladıkları tahliyeyi, yapılan protokole uygun olarak 2 Ekim 1923'te tamamladı. İşgal kuvvetleri İstanbul'la birlikte Çanakkale, Bozcaada ve Gökçeada'yı da boşaltmıştı. Teslim protokolünün imzalanmasıyla birlikte 2 Ekim'de Dolmabahçe'de yapılan törenden sonra işgal kuvvetlerinin son askerleri de İstanbul'dan ayrıldı. Bazı İtilaf gemileri ise 31 Ekim 1923 tarihinde boğazlan terk edecekti. Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra İtilaf Devletlerinin kontrolüne giren Türk donanması da 5 yıl sonra 6 Eylül 1923'te tekrar faaliyete başlamış ve 9 yıl sonra ilk kez Akdeniz'e açılmıştır. Mudanya Ateşkes Antlaşmasından sonra bir yıldır İstanbul önlerinde bekleyen Türk ordusunun "Demir Fırka" lakaplı Birinci Tümeni, 5 Eylül'de İstanbul'un Anadolu yakasına ulaşmıştır. 6 Ekim 1923'te Sirkeci'ye gelen Türk ordusu, kalabalık bir halk tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Şükrü Naili Paşa komutasındaki Üçüncü Kolordunun 6 Ekim 1923'te İstanbul'a girmesiyle birlikte İstanbul yeni Türk devletinin kontrolüne girmiştir. İstanbul'un Türk devletine tesliminden sonra başkent tartışmaları da başlamış ve TBMM'nin 11 Ekim 1923'te Ankara'yı başkent ilan etmesiyle tartışmalar son bulmuştur. İşgal yıllarında İtilaf kuvvetleri ile işbirliği yapan azınlıklar, teslimden önce endişelenmişlerse de Türk ordusunun İstanbul'a girişiyle bu endişeleri sona ermiştir.
Türk Konut Mimarisinde Tarihsel Süreklilikler: Orta Asya ve Anadolu
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 503-526
Özet
Türklerin yurt edindiği önemli bölgelerden biri olan Anadolu'da bulunan tarihsel konut mimarisi örnekleri Anadolu'nun antik dönemlerine değin uzanan yapı tekniklerinin Orta Asya Türk kültüründe var olan bazı mekânsal kurgular ve yapı elemanları ile sentezlenerek günümüze ulaştığını göstermektedir. Tarihsel veriler ışığında Anadolu'da XI. ve XII. yüzyıllarda artan Türk nüfusu ile Anadolu'daki diğer topluluklar arasında kendini mimaride gösteren verimli bir kültürel etkileşim gerçekleştiği söylenebilir. Stratejik coğrafi konumu dolayısı ile tarihte uzun süreli siyasi istikrarsızlık dönemleri geçiren Anadolu'da üst idari değişikliklere rağmen genelde geniş halk kitlelerinin kültürel yapısı tarih boyunca süreklilik göstermiştir. Kültürün somut izlerini oluşturan mimari ürünler, bu sürekliliğin okunabileceği önemli tarihsel bilgi kaynaklarıdır. Bu bağlamda özellikle sivil konut mimarisi örnekleri halk kültürünün mekânsal kurguları hakkında somut bilgiler vermektedir. Bu çalışmada sivil konut mimarisi alanındaki bilgi altyapısı ışığında Anadolu ve Orta Asya Türk konut mimarileri arasındaki süreklilikleri ortaya koymak ve değerlendirmek için yeni bir kavramsal çerçeve önermekte ve bu altyapıdan faydalanarak değişik mimari örnekleri karşılaştırmakta ve yorumlamaktadır.
Making History to/as the Main Pillar of Identity: The Assyrian Paradigm
Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 276 · Sayfa: 631-646
Özet
In the 20th century Assyrians living in Diaspora have increased their search of identity because of the social and political conditions of their present countries. In doing so, they utilize the history by picking up certain events which are still kept fresh in the collective memory of the Assyrian society. World War I, which caused a large segment of the Assyrians to emigrate from the Middle East, has been considered as the milestone event of their history. They preferred to use and evaluate the circumstances during WW I in terms of a genocidal attack of the Ottomans against their nation. This political definition dwarfs the promises which were not kept given by their Western allies during the war for an independent Assyrian state. The aspects of Assyrian civilization existed thousands of years ago as one of the real pillars of their identity suffer from the artificially developed political unification around the aspects of their doom in WWI presented as a genocidal case. Additionally, this plays an efficient role in removal of existing religious and sectarian differences for centuries among Assyrians. This paper aims at showing in the framework of primary sources how Assyrian genocidal claims are being used pragmatically in the formation of national consciousness in a very effective way. Not the Assyrian civilization but their constructed history in WWI is used for the formation of their nation definition.